Cinsiyetin Toplumsal İnşası
11 Mart 2020 Çarşamba
22 Ocak 2017 Pazar
Hegemonik
Erkeklik Bağlamında Soğuk Filmi’nin Çözümlemesi
Özet
Soğuk filmi Anadolu’nun
ataerkil yapısını, kadının konumunu ve erkek şiddetini kadın erkek ilişkileri
üzerinden anlatmaktadır. Bu çalışmada Soğuk filmi çözümlenerek hegemonik
erkeklik, ataerkil düzen, aile gibi kavramlar tartışılacaktır.
Toplumsal
Cinsiyet
Toplumsal cinsiyet
kavramı Simone De Beauvoir’in İkinci Seks adlı kitabında kullandığı ‘’Kadın
doğulmaz, kadın olunur.’’ İfadesiyle köken bulur. Bildiğimiz anlamda toplumsal
cinsiyet kavramı 1968’ de ‘toplumsal cinsiyetin’ biyolojik cinsiyetten nasıl
farklı olabileceğini göstermek için Robert Stoller tarafından ortaya
atılmıştır.(Segal, 1992) Buradan hareketle yeni doğan bir çocuğun yalnızca
biyolojik bir cinsiyete sahip olduğu, ancak toplumsal cinsiyetin sonradan edinildiği
kanısına varılabilir. Butler’e (2016) göre toplumsal cinsiyet insanın
kişiliğinin temel bir unsuru değil, özel
şartlanmış etkileşimler içinde akışkan ve süreçsel bir kabuldür. Peki bu
akışkan ve süreçsel kabulü sağlayan şey nedir ? Yani toplumsal cinsiyeti inşa
eden şeyin ne olduğu sorusunu sorduğumuzda akla direk kültür gelir. Toplumsal
cinsiyet kültür tarafından inşa edilmektedir. Toplumsallaşma sürecinde erkek ve
kız çocuklarının öğrendikleri, kültürün cinsiyetlerine “uygun” bulduğu duygu,
tutum, davranış ve roller arasındaki farklılıklar toplumsal cinsiyet
farklılıkları olarak ele alınır.(Özekici, 2014, s. 5) Yani toplumsal cinsiyet
aile, ekonomi, politika, gibi sosyal organizasyonlarda ortaya çıkmakta ve şekillenmektedir.
Toplumsal cinsiyet kişinin doğumundan tüm yaşamına kadar tüm hayatını
şekillendiren, duygularına, arzularına ve beklentilerine müdahil olan politik
bir olgudur. Erkeklik, kadınlık toplumsal ve kültürel birer kurgudur. Sancar’ a
göre Connell ilk çalışmalarında bahsettiği ‘’toplumsal cinsiyet sistemi’ni
bütün erkeklerin topyekün kadınların boyun eğdirilmesinden çıkar sağladığı bir
iktidar rejimi olarak tanımladı.
Cinsiyet
farklarına dayalı toplumsal iktidar ilişkilerini anlama çabası, sadece
kadınların erkekler tarafından ezilmesi ve ikincilleştirilmesine yol açan
partiaki kavramı ile değil, erkeklerin bu iktidar ilişkilerini nasıl sürdürüp
yeniden üretebildiğine ilikin soruların sorulmaya başlamasıyla ve toplumsal
cinsiyet kavramının kuramsal alanda yol gösterici hale gelmesiyle daha da
gelişip güçlendi. Egemen erkeklik tarzları ile iktidar ilişkileri arasında bağ
kuran bir açıklama geliştirme gereği ve bütün erkeklerin bu iktidar örüntüleri
ile olan ilişkilerine olan mesafesini anlama isteği hegemonik erkeklik
kavramının gelişimine yol açtı.(Sancar, 2009, s.31 )
Hegemonik
Erkeklik
Connell, Gramsci’nin
Hegemonya kavramını temel alarak ‘’Hegemonik Erkeklik’’ kavramını geliştirir.
Connel’e göre Hegemonik erkeklik erkeklerin kadınları üzerindeki küresel
egemenliğini ifade eder. Hegemonik erkeklik kavramında ‘’hegemonya’’ (terimin
ödünç alındığı Gramsci’nin İtalya’daki
sınıf ilişkileri analizlerinde söz konusu olduğu gibi ) acımasız iktidar
çekişmelerinin ötesine geçerek özel yaşamın ve kültürel süreçlerin
örgütlenmesine sızan bir toplumsal güçler oyununda kazanılan toplumsal
üstünlüktür.(Connell, 2016, s. 246)
Hegemonik erkeklik, iktidarı
elinde tutan erkeklerin sahip olduğu erkeklik imgesi olarak ifade edilebilir.
Bu beyaz, heteroseksüel, orta sınıfa mensup erkelerin temsil ettiği bir
erkeklik imgesidir. Yani sayısal olarak küçük bir azınlığın imgesidir. Özekici’ye
(2014) göre hegemonik erkeklik kavramı, sayıca küçük bir azınlık erkeğin bütün
iktidar ve güç pozisyonlarını ellerinde tuttuğunu ve bunu nasıl meşrulaştırıp
eril tahakküme dönüştürdüğünü ortaya koymaktadır. Hegemonik erkeklik kavramı
sayıca bu küçük azınlığın nasıl güç ve iktidar pozisyonlarını elinde tuttuğunu açıklamaya
çalışır. Hegemonik erkeklik yalnızca kültürel pratiklerden ortaya çıkmaz
kurumlarda oldukça etkilidir.
Hegemonik
erkeklik kendi varlığını sürdüren ve sadece kültürel pratikler, geleneksel
alışkanlıklar içinde gömülü olan ‘’erkeklik refleksleri’nden ve davranışlardan
doğmaz. Hegemonik erkekliği üreten olmazsa olmaz kurumların varlığı önemlidir;
devlet, yasalar, ticari şirketler, işçi sendikaları, heteroseksüel aile, ulusal
ordu gibi kurumlar sayesinde ekonomik ve kamusal faaliyetler homofobik-
heteroseksüsel erkeklik değerleri ile yoğunlaşarak meşru ve arzulanır ilan
edilip ödüllendirilir. (Sancar, 2009, s. 32)
Soğuk’
un Öyküsü
Bala Bey demiryollarında yol çavuşluğu
yapmaktadır. Kars’ın bir kasabasında yaşamaktadır. Evlidir ve iki kız çocuğu
vardır. Eşi Fincan hamiledir. Bala Bey’in kardeşi Enver ile eşi Fincan’ın
kardeşi yakın bir zaman sonra evlenecektir. Enver küçük bir dükkan
işletmektedir. Aynı zamanda dengesiz, kaba ve kavgacı birisidir. Bala Bey
kardeşinin düğün gecesinde arkadaşı Abbas’ın ısrarı üzerine pavyona gider.
Pavyonda sex işçisi İrina ile birlikte olur. İrina iki ablası ile birlikte sex
işçiliği yapmaktadır. Zaman geçer. Bala Bey İrina’yı unutamaz. Sürekli İrina’nın
yanına gider. İrina’ya aşık olur. İrina ise yakın bir zamanda Türkiye’den
gitmeyi planlamaktadır. Bala Bey yolda bir köprünün yıkıldığı söylerek İrina’nın
gittiği treni durdurarak İrina’nın gitmesine engel olur. Bir gece Enver iki
arkadaşı ile birlikte İrina ve ablalarını bir eve götürür. Evde İrina ve
ablalarının sevişmesini ister ancak İrina ve ablaları kabul etmez. Aralarındaki
tartışma kavgaya dönüşünce Enver İrina’nın büyük ablası Olga’yı öldürür.
Ardından İrina ve diğer ablasını. İrina’nın Enver ile gittiğini öğrenen Bala
Bey arkalarından gider. Yolda Enver ve arkadaşları ile karşılaşır. İrina ve
ablalarını öldürdüklerini anlayınca kardeşi Enver’i demiryoluna bağlar. Enver
trenin altında kalırken ağlayan bir bebek sesi duyulur. Bala Bey’in karısı
doğum yapar.
Filmin
Künyesi
Senaryo ve Yönetmen :
Uğur Yücel
Yapımcı: Erol Avcı
Görüntü Yönetmeni: Emre
Tanyıldız
Süre: 105 dk
Oyuncular: Cenk Medet
Alibeyoğlu(Bala Bey), Ahmet Rıfat Şungar(Enver), Valeria Skorokhodova(İrina), Şebnem
Bozoklu(Boncuk), Ezgi Mola(Boncuk), Rıza Sönmez (Abbas) Yulia Erenler (Olga)
Yapım yılı: 2013
Soğuk
(2013)
Yukarıda yaptığımız hegemonik erkeklik
tanımlamasında sayıca küçük bir azınlık olan heteroseksüel, beyaz ve orta sınıf
erkeğin, erkeklik imgesi olduğunu belirtmiştik Ancak Soğuk filmine baktığımızda
buradaki erkeklerin bu genellemeye uymadığını görürüz. Bala Bey demiryollarında
işçidir. Kardeşi Enver ise küçük bir dükkan işletmektedir. Soğuk filmindeki diğer
karakterlerde beyaz orta sınıf erkek tanımlamasına uymamaktadır. Ancak Sancar
bu durumu şöyle açıklamaktadır;
İktidarı elinde tutan erkek grubu sayıca çok
azdır; ama bu durum geniş bir erkek kesiminin onayı ve suç ortaklığı ile
beslenen hegemonik bir oluşumdur. Çünkü hegemnoik erkeklik pratiklerini
onaylama, katılma ya da ses çıkarmama karşılığında farklı erkekliklere maddi kazançlar
ve ayrıcalıklar sunulur. Eril fantaziler yoluyla zevk almayı odağına alan erkek
eğlenceleri dünyasına katılma, kadınsı- eşcinsel erkekleri aşağılayıcı ve
dışlayıcı davranma özgürlüğü, alt-sınıf erkeklerin kızgınlıklarını boşaltmak
için barlarda, sokaklarda, futbol maçlarında taşkınlık yapmalarına hoşgörü
gösterme, erkeklerin kadınlar üzerinde sağladığı iktidardan yararlanma gibi
ayrıcalıklardır bunlar. (Sancar,
2009, s. 32)
Connell, farklı
erkeklikleri bir arada tutan şeyin kadınlar üzerinde kurdukları iktidar
olduklarını söyler. Soğuk filmindeki tüm erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu
bir iktidar mevcut. Erkekler arasındaki ilişkiler, kadınlar üzerinde kurdukları
bu iktidar üzerinedir.
Film karlı demiryolu görüntüsü ile açılır.
Filmin ana karakteri olan Bala Bey’i ilk defa demiryolunda çalışırken görürüz.
Akşam Bala Bey’i evde horozu severken görürüz. Bala Bey’in
erkek çocuğu yoktur. Horoz erkekliğin ve erkeğin cinsel iktidarının bir
sembolüdür. Filmin ilk dakikalarındaki bu sahne filmin teması üzerine ipucu
verir.
Filmin ilk yarısında olay örgüsü Bala Bey’in
kardeşi Enver’in düğünü üzerine oturtulmuştur. Çağdaş hegemonik erkekliğin
ayırt edici özelliği heteroseksüel oluşu ve aile kurumuyla sıkı sıkıya bağlı
oluşudur. Engels’e göre karı-koca evliliği, tarihte asla erkekle kadının
karşılıklı uzlaşması olarak girmez ve hele
en yüksek evlenme biçimi olarak asla kabul edilemez. Engel Ailenin Devletin ve
Özel Mülkiyetin Kökeni adlı kitabında bu durumu şöyle açıklar;
Marx
ve benim tarafımdan meydana getirilmiş, yayınlanmamış eski bir el yazmasında şu
satırları buluyorum. İlk işbölümü, erkekle kadın arasında, döl verme bakımından
yapılan iş bölümüdür. Ve şimdi ekleyebilirim: Tarihte kendini gösteren ilk
sınıf çatışması, erkekle kadın arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın karı-koca
evliliği içindeki gelişmesiyle; ve ilk sınıf baskısı da dişi cinsin erkek cins
tarafından baskı altına alınmasıyla düşümdeştir. (Engels, 2010, s.78)
Filmde Bala Bey’in eşiyle ilişkisi de bir
baskı ve üstünlük ilişkisi üzerine kuruludur. Bala Bey eşini azarlamakta
aşağılamakta sınırsız bir özürlüğe sahiptir. Yeri geldiğinde açıkça
aldatacağını söyleyebilmektedir. Kardeşi Enver’in düğün gecesinde olduğu gibi.
Karısının kendisini çağırıp uyarmasını hazmedemediği için karısına açık açık
aldatacağını ima eder.
Bala Bey ve arkadaşlarının düğün gecesi
eğlenmeye gittikleri pavyondaki diyaloglarda dikkat çekilecek bir başka
noktadır. Masa da erkek cinselliği, erkeklerin fantezileri hiçbir mahremiyet
duygusu olmadan konuşulabilmektedir. Serpil Sancar’a göre erkeklik bir yönüyle
her kadınla cinsel ilişkiye girebilecek kadar duygusuz olmayı gerektirir. Bu
tür erkek cinselliği erkekler arasında bir mahremiyetin olmadığı övünme ve
teşhir dolayımlı erkekler arası hiyerarşinin de bir yaratıcısıdır.
Filmde dikkat çeken bir diğer sahne Enver’in
kayınbabasının kızına öğüt verdiği sahnedir. Bu sahne habitus kavramıyla
ilişkilendirilebilecek bir sahnedir.
Habitus bir tür modus operandi ya da
toplumsal pratik biçim bireylerin kişisel tarihleri tarafından belirlenen
bedensel eylemlerdir; özellikle de ‘’doğal davranışlar’’, bedensel ezberler,
bedene yazılmış otomatik eylemlerdir; bir zihinsel durum olmaktan çok bedenin
kendi toplumsal ezberleri olarak tanımlanabilir. Bedende depolanmış toplumsal
olandır. Habitus toplumsalın beden üzerine bir dayatması ya da eylem programı
olmaktan çok yaşayan organizmanın bir özelliğidir. Cinsiyet de temel bir
habistus’tur.(Sancar, 2009, s. 193)
Baba kızına;
-Bak kızım evine,
yuvana sahip çıkacaksın, kaynatana kaynana saygılı olacaksın. Sakın bizim
başımızı yere eğmeyeceksin. Analarımız eli öpülecek analardır.
Diyerek öğüt verir.
. Habitus kavramı daha
önce Hegel tarafından kullanışmış olsa da bugün bilinen anlamı Bourdieu
tarafından oluşturulmuştur. Hepimiz belli bir habitus içerisinde dünyaya
geliriz. Baba içinde bulunduğu Habitus gereklerini kızına öğütler.
Filmde erkeklerin kadınlara olan tahakkümü
yalnızca evlilik ilişkisi ile sınırlanmaz. Sex işçileri de eril tahakkümün
ezilen diğer tarafıdır. Sürekli mutlu ve eğleniyor görünmek zorundadırlar.
Erkeklerin en bayağı espirilerine bile gülmek erkeleri her anlamda eğlendirmek
zorundadırlar. Otel odasında dertleştikleri sahnede onların iç dünyasına, psikolojilerine acılarına
tanık oluruz. Üçü de Rusya’ya dönmenin hayalini kurmaktadır. Ancak burası
filmin aksadığı noktalardan birisidir. Çünkü sex işçsi bu üç kardeş filmdeki
diğer kadınlar gibi iki boyutlu ve çokça olması gerektiği/tahmin edildiği
gibilerdir.
Filmde dikkat çeken bir sahne de Bala Bey’in
horozuna İrina’dan bahsettiği sahnedir. Bala Bey horozu babasının oğlu diye
sevmektedir. Horoza, ben hiç yenilmediğini, hiç kimseden dayak yemediğini
söyler. Sonra İrina’yı anlatmaya başlar. O bir kırlangıç olsa bende koca bir
kartal olsam kanatlarımın altına alsam onu der.Türkçeyi iyi konuştuğundan
bahseder. İrina’nın da onu görmesini istediğini söyler.
Filmde dikkat edilmesi gereken bir diğer
nokta Bala Bey’in ve Enver’in eşleri arasında geçen konuşmalardır. Enver’in eşi
cinsel ilişkiye girememelerinden kendisini sorumlu görmektedir. İkisi de
aldatılma durumlarını içlerine sindirmişlerdir. Bala Beyin eşi kurtuluşu erkek
çocuk doğurmakta görmektedir. Bala Beyin eşine davranışları ile İrina’ya
davranışları da birbirine tamamen zıttır. Eşi içki içmemesi için her
uyardığından dikkate almazken İrina’ya içki içmemeyi kendisi teklif eder. Burada
eşi üzerinde kurduğu iktidarı İrina üzerinde kuramamış olması etkili olur.
Connell, erkekliğin fiziksel anlamının,
toplumsal pratiğin kişisel tarihi ve toplumdaki yaşam çizgisi aracılığıyla
geliştiğini ifade eder. Erkekliğin fiziksel anlamı, boy pos şekli, tavır ve
hareket alışkınlıkları, belirli fiziksel becerilere sahip olmayı, kişinin
bedeninin çalışma ve cinsel ilişkilerdeki işleyiş biçimini içerir .(Özekici,2014, s.38)
Filmde dikkat çeken bir diğer nokta Enver’in
evlendikten sonra cinsel iktidarsızlık yaşamasıdır. Enver yaşadığı cinsel
iktidarsızlıktan eşini sorumlu tutar. Kötü davranmaktan dayak atmaya kadar
götürür durumu. Bir gece eşi nerede iki gündür nerede olduğunu sorunca eşini
döver kendisinden hesap soramayacağını karılığını yapıp evde oturması gerektiğini
söyler. Bu şekilde kaybettiği erkeklik iktidarının sorumluluğunu kadına
yükleyerek acısını ondan çıkarır.
Bala bey ile kardeşi Enver arasındaki
ilişkide dikkat çekicidir. Bala bey Enver’i evlenmeden önce bir daha kimseyle
dalaşmaması konusunda uyarır. Zaman geçer. Enver küçük bir anlaşmazlık yüzünden
pavyonda bir adamla kavga eder. Adamın başına silah dayarken Bala Bey gelir.
Enver’e tokat atar. Yere düşen Enver’i arkadaşları sakinleştirir. Erkekler
sadece kadınları denetlemezler. Diğer erkekler üzerinde belirleyici olarak
hegemonyalarını inşa ederler. Filmde Bala beyin kardeşi Enver üzerinde sürekli
belirleyici kural koyucu olmak istemesinin nedeni bundan kaynaklanır.
Filmdeki önemli bir diğer sahne Bala Bey ve
İrina’nın otel otasında vedalaştığı sahnedir. Bu sahnede Bala Bey İrina ‘ya
kendisiyle Gürcistan’a gelebileceğini söyler. Ancak İrina kabul etmez. Beni
orada birisi bekliyor der. Bala Bey selam söyle o bayana belkide erkektir olsun
yine selam söyle der. Bunun üzerine İrina çocuk sana benzesin der. Bala Bey
erkek olursa bana benzer der. Yine sahne
de Anadolu’da ki eril zihniyetin bir yansımasıdır.
Filmin sonunda Enver iki arkadaşıyla beraber
İrina ve ablalarını alıp bir eve götürürler. Evde Enver İrina ve ablalarından
birbirleriyle sevişmelerini ister. İrina ve ablaları kabul etmeyince kavga
çıkar. Enver paranızı verdiysek işinizi yapıp sevişeceksiniz der. İrina ise sen
işini yap deyince Enver deliye döner. Erkekliğine hakaret olarak kabul eder. İrinaya
saldırır. Büyük ablası Olga, İrina’yı korumaya çalışınca Enver, İrina’nın büyük
ablası Olga’yı başını duvara vurarak öldürür. Ardından İrina ve diğer ablasını
silahla vurarak öldürür. İrina’nın Enverle gittiğini öğrenen Bala Bey peşlerinden
gider. Enver’in İrina’yı öldürdüğü öğrenir. Ardından Enver’i tren yoluna
bağlar. Tren Enverin üzerinden geçer. Bala Beyin karısı doğum yapar. Ağlayan
bebek sesi eşliğinde Bala Bey karanlık tünelden içeri girer. Bu ataerkil düzen
içerisine cinsiyetini bilmediğimiz bir bebek doğar.
Sonuç
2013 yapımı Soğuk, görselliği, oyunculukları
ve kurduğu başarılı atmosferle öne çıkan bir film. Filmde kadın erkek
ilişkileri, erkekler arasındaki iktidar mücadeleleri, Anadolu’da kadının
konumu, ataerkil düzen, ve hegemonik erkeklik gibi kavramlar sorgulanıyor. Film
atmosferi, doğal oyunculukları ve doğal diyalogları ile dikkat çekiyor. Filmde
Bala Bey ve kardeşi Enver karakteri başarılı bir şekilde çizilse de, film kadın
karakter yaratımında başarısız kalıyor. Filmde ne Bala Bey’in ne Enver’in eşi
ne İrina karakteri ne de İrina’nın ablaları üç boyutlu karakterler olarak
çizilmemişlerdir. Filmin belki de en önemli çelişkisi de buradadır.
Eksikliklerine rağmen Soğuk, Anadolu
coğrafyasındaki erkek egemen sisteme ciddi bir eleştiri getiriyor.
Kaynakça
Connel, W. R. (1998). Toplumsal Cinsiyet ve İktidar. (Çev. Cem Soydemir). İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Butler J. (2016). Cinsiyet Belası, (Çev. Başak Ertür), İstanbul: Metis Yayınları
Segal, L.(1992). Ağır
Çekim Değişen Erkeklikler Değişen Erkekler.(Çev. Volkan Ersoy). İstanbul:
Ayrıntı Yayınları
Sancar S. (2015) Erkeklik:
İmkansız İktidar, İstanbul: Metis Yayınları.
Engels, F.(2010) Ailenin,
Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni İstanbul: Sol Yayınları
Özekici, M.(2014) Türkiye’de Hegemonik Erkeklik Olgusu ve Serdar Akar Filmleri. Yayımlanmamış
Master Tezi Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul
Kabadayı, L.(2004). Toplumsal Cinsiyet ve Film. Yayımlanmamış Doktora Tezi Ege
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İzmir
Eril Düzenin Fanusunda Erkeklik Çıkmazı: "Başka Semtin Çocukları" Filminin "Erkeklik" Kavramı Üzerinden İncelenmesi
Eril Düzenin Fanusunda Erkeklik Çıkmazı:
"Başka Semtin Çocukları" Filminin "Erkeklik" Kavramı
Üzerinden İncelenmesi
Özet
Bu çalışmada, mekan olarak mahallenin "erkeklik"
nosyonunu nasıl ürettiği, farklı erkeklikleri bir arada tutan sosyo-kültürel koşulları
ve bu erkekliklerin var oluş biçimleri Aydın Bulut'un "Başka Semtin
Çocukları" filmi üzerinden incelenecek ve tartışılacaktır. Hegemonyanın
şekillendirdiği bu mekanda erkekler, "erkeklik" mevhumunun en çok
hırpaladığı taraflardan biridir. Mahalle şehrin küçük bir kısmı olarak bu erkek
egemen düzenin devamı sağlamada mekansal bir araç olarak kadınları yok sayar,
"erkeklik" kavramının var olan koşullarını sürdürerek yeniden üretir.
Giriş
Mekan toplumsal ilişkilerin gerçekleştiği ve
bu toplumsal ilişkilerin düzenlendiği yerdir. Bu düzenleme ise ekonomik ve
politik iktidarın dayattığı, cinsel ideoloji ve eril zihniyetin kendini var etme
çabalarının bir bütünüdür. "Erkekliğin" tanımlanması yalnızca var
olan biyolojik özelliklerinden değil, aynı zamanda bu toplumsal ilişkilerden de
kaynaklanır. Erkekler bu kompleks toplumsal ilişkileri içerisinde, farklı statü
veya yollarla "erkekliklerini" kazanmaya çalışırlar.
"Erkeklik" kazanımı, ekonomik, politik, statüsel olarak
gerçekleşirken kadınları yalnızca bir nesne olarak, ve ya bir erkekle
tanımlamaya mecbur bırakılan bir öteki olarak toplumsal ilişkiler içerinde yer
almasına neden olur.
Lefébvre, mekânın yaşanılan, biriktirilen bir
deneyim olduğundan yola çıkarak mekâna dair üçlü bir ayrım yapar: “üretim ve
yeniden üretimi belirleyen mekânsal pratik (fiziki mekân), üretim ilişkilerini
ve bu ilişkilerin yer alışını düzenleyen mekânın temsili (zihinsel mekân) ve
sosyal yaşamın gizli yönünü tanımlayan temsili mekân (toplumsal mekân)"(aktaran
Saygılıgil, s.211)
Bu kategorizeden çıkarımla, mekan varlığını karşılıklı ilişkiler sayesinde kazanır. Dolayısıyla mahallede, ailede
yaşanan güç ilişkilerini mekandan bağımsız düşünmek zorlaşır. Connell ise
"erkekliklerin" gerçekleştiği mekanlardan biri olan sokağı şöyle tanımlar: "Sokak büyük bir
erkeklik/kadınlık biçemleri ve cinsellik tiyatrosudur."(2016, s.199)
Genel anlamıyla mekan toplumsal olarak üretilir ve erkek egemen ideolojinin
çıkarlarına hizmet ettiği söylenebilir. Hem kamusal hem de özel alanda erkekler
mevcut egemenliğini sürdürürken kadınlar yalnızca özel ve kamusal alanın eril
tahakkümün çerçevesini belirlediği, kadınlara özgü kısımlarında
mevcudiyetlerini gösterirler. Kadınların varlığı kamusal alanda yok denecek
kadar az olmakla beraber, olduğunda bile sınırları net çizgilerle
belirlenmiştir.
Shick'e göre mekanın taşıdığı anlamlar
toplumsal inşa yoluyla var edilirler ve bu ister kültürel mutabakat ister
hegemonya yoluyla olsun, orada belli bir olay vuku bulmuş olsun olmasın orayı
belirleyen şey oraya ait bilgidir.(2000,
s.40)
Toplumsal ilişkiler bu bilgiyi taze tutan ana unsurlardan biridir. Toplumsal
ilişkilerle belirlenen mekanın gücü, aynı zamanda "erkeklik"
yaratımında etkili rol almaktadır. Erkekler içlerinde bulundukları şehir,
mahalle, sokak gibi mekanlarda belirlenmiş erkeklik biçemlerini kazanmaya
çalışırlar. Sosyo-ekonomik koşullardan bağımsız düşünülemeyen bu erkeklik
biçemleri, büyük kentlerde kariyer, sosyal statüler gibi tanımlanırken, taşrada
ve büyük kentlerin taşrası olan yoksul mahallelerde ise paraya, şiddete ve
cinselliğe sahip olmak anlamına geliyordu. Geleneksel ataerki anlayışı köyden
kente göçle, tarıma dayalı ekonomiden, endüstriyel ekonomiye dönüşle biçim
değiştirerek varlığını korumaya devam etmiş, köylerdeki mevcut
"erkeklik" değerleri biçim değiştirerek sürdürülmüştür.
"Erkeklik"
değerleri de tıpkı "kadınlık" değerleri gibi
"cinsiyetlendirilmiş" toplumsal ilişkilerin bir ürünüdür ve cinsiyet
rejimi içerisinde şekillenir. Toplum tarafından erkeklere atfedilen bu güçlü
olma, paraya sahip olma, kadınlar üzerinde otorite kurma yalnızca hakim
ideolojinin bütün cinsel yönelimler üzerinde kendisini sürdürme biçimidir.
Hakim ideoloji bunu gerçekleştirirken erkekler arasındaki iktidar mücadeleleri
ve güç hiyerarşilerinin de içinde
bulunduğu "erkekliği" kendisine araç olarak seçer. Kadınlar
ise bu mücadeleler arasında rekabetin bir aracı olarak eril tahakküme maruz
kalır. Cornell, Toplumsal Cinsiyet ve İktidar isimli kitabında erkeklerin
iktidar ilişkilerini denetleyip nimetlerinden yararlandıkları bir cinsiyet
sisteminin varlığından bahseder. Bu sistemin işleyişini sağlayan üç temel
mekanizma vardır: İlk olarak, kadınların ve erkeklerin farklı işler yaparak
farklı konumlar,statüler ve getiriler elde etmelerine yol açan cinsiyete dayalı
iş bölümü önemlidir. Bu iş bölümü kadınların ev-aile işleriyle
sınırlandırılarak ücretsiz ev içi emek olarak çalıştırılmalarına yol açar. İkinci
olarak, sınıf, ırk, etnisite, bölgesel gelişmişlik farklılıklarına dayalı
iktidar ilişkileri ile cinsiyet farklarına ilişkin toplumsal ilişki
örüntülerinin iç içe geçerek, toplumsal cinsiyet sisteminin bir iktidar
ilişkileri ağı olarak işlemesine yol açtığını belirtir.Üçüncü olarak,
cinselliğin ve cinsel arzunun şekillendiği toplumsal ilişkilerin oynadığı rolün
önemini vurgular.(Cornell,
2016)
"Erkeklik" ilişkileri iktidarı
elinde tutanlar tarafından mevcut düzeni sürdürebilmek adına kurulmuş kurgusal
bir kavramdır. Aynı zamanda bu kavram tek bir düzlemde toplayamayacağımız kadar
kompleks bir yapıya sahiptir. Toplumsal sınıf, biyolojik indirmecilik,
ideolojik temelli olarak farklı bakışlarla açıklanan "erkeklik", tüm
açıklamalarda ilişkilerin düzenlenmesinde farklı statülerde bile olsa erkeği bir
araç olarak konumlandırıyordu. Sancar'a göre biyolojik ve tıbbi uygulamalar
erkek cinsel organı olan herkesi erkek olarak niteler; devletin nüfus işleri ve
istatistik çalışmalar bu insanları "erkek" olarak kaydeder; örgütlü
din ve eğitim pratikleri "erkek" olarak adlandırır, tuvaletlerin
ayrımından başlayan ve cinsiyet temelli askere alınmada olduğu gibi çapıcı
noktalara giden geniş bir kuramsal örgütsel pratikler ağı içinde "cinsiyete
özgü " birçok egemen tanım yeniden üretilir.(2016, s.38)
Erkeklikler farklı sınıflama biçimlerince kategorize edilir ve erkeklerin bu kategorilere uygun bir şekilde davranması
beklenir.
Erkekler,içinde bulundukları toplumsal
ilişkilerde aile değerleri, militarist gelenekler, ekonomik koşullar tarafından
eril düzene uygun bir biçimde şekillendiriliyorlar. Militarist gelenekler başlı
başına cinsiyetlendirilmiş pratikler olarak eril düzenin yeniden üretimini
sağlıyor. Türkiye'de "asker" olmak aynı zamanda
"erkekliğin" kazanılmış olmasıdır ki, bu askere giden erkeği
kahraman, güçlü ve cinsel anlamda tam olarak tanımlanmasına neden olur. Askere
giden erkek, eril iktidarı elinde bulunduranlardan erkeksiliğini(kadınsılığın
tersi olarak) almış olur. Militarizm, cinsiyet farklılıklarını en sert
çizgilerle ayıran ve belirginleştiren bir kavramdır. Militarizm erkeklere
güçlü, korkusuz, dayanıklı, cinsel güce ve iradeye sahip olma gibi sıfatlar
kazandırarak, militarizm ve hegemonik erkekliğin birbirlerini besleyerek var
olmasını sağlıyor. Bu militarist öğelerle örülmüş düzende, erkeklerin
kahramanlık savaşlarında aldıkları yaraları şefkatli elleriyle saran kadınlar
yalnızca pasif bir konumda bulunuyorlardı.
Aile, "baba" imgesiyle varlığını
sürdürebilen, heteroseksüel bireylerden oluşan, cinsiyetlendirmelerin yapıldığı
temel kurumlardan bir tanesidir. Baba, ailedeki erkek çocuklarını erkek
geleneğine uygun yetiştiren, kız çocuklarını ve eşini ise bu geleneğe adapte
etmekten sorumlu kişi olarak tanımlanabilir. Toplumsal ilişkilerin başlangıç
yeri olarak kabul edilen aile içi iletişim, çeşitli hiyerarşik yapılanmaları
içerir. İktidar baba, iktidardan payını alan erkek çocuklar ve bu eril düzene
tabi kalınmış kadınlar olarak özetleyebileceğimiz bu ilişkiler,
"erkeklik" öğretilerini babadan çocuğa aktarılmak üzere yeniden
üretir. Simone de Beauvoir babalığı şöyle tanımlar: " Aile dış dünya ile
onun sayesinde bağlantı kurar: uçsuz bucaksız, zor, harikulade bir serüven
dünyasını temsil eder, aşkınlığın kişileşmiş halidir, Tanrıdır. "(aktaran
Segal, s.54)
Bu anlamda "babalık" cinsiyet rejiminin sürdürülmesinde
"erkeklik" öğretilerini uygulayan ve otoriter bir biçimde
uygulanmasını sağlayan, cinsiyetin toplumsal inşasında önemli bir görev üstlenen homososyal bir statüdür. Baba kendi
değerlerini oğlunun yaşamına geçirmeye çalışır ancak oğulda kendi yaşam
pratiklerince babasının öğretilerini reddeder. Bu da iki kuşak arasında
çatışmaya yol açan nedenlerden en temelini oluşturur.
Eril düzeni sağlamada bir diğer faktör ise ekonomi
temelli sınıf ayrımlarıdır. Bu sınıf ayrımları cinsiyetleri kategorize etmede
ve bu cinsiyetlerin davranışlarını belirlemede bir katalizör görevi görür.
Yönetici sınıf egemen fikirlerin de sahibiyken ve altsınıf bir anlamıyla işçi sınıfı, yönetici sınıfın
toplumsal kontrol kurumları aracılığıyla aktardığı ideolojiyle sarmalanmıştır.
Çekirdek aile ve onu meşrulaştıran ideoloji
yönetici sınıfın bir ürünüyken yine erkeksiliği kadınsılığın zıttı
olarak konumlandıran ideoloji de bu sınıfa aittir. Wolf, sosyalizmin kadın ve
erkek ayrımını sınıfsal düzlemde değerlendirmiş, kapitalizmin cinsel kimlikleri
yaratmada genelde ölümcül olduğu ortaya çıkan ayrımları yarattığını ileri
sürmüştür. (2012,
s.39)
Engels ise, işçi sınıfı ailesinde "mülkiyet sorunu" olmayacağı için
cinsler arasında daha eşitlikçi bir ilişki olabileceğini savunur.(aktaran
Sancar,s.63) Ancak cinsiyetleri ve "erkeklik" kavramını yalnızca
sınıfsal ve ekonomik temelli değerlendirmek, diğer tüm çalışmaları göz ardı
ederek eril düzeni eksik değerlendirmemize neden olur. Cornell, Toplumsal
Cinsiyet ve İktidar kitabının ilk kısmında iş sınıfı bir aileyi ele alarak bu
kompleks yapıyı açıklamış, ve eril düzenin işçi ailelerinde de sürdürüldüğünü
aktarmıştır. Bu bağlamda siyasi iktidar eril iktidar olarak, kendi ideolojisini
aktarmada altsınıf-işçi sınıfını bir toplumsal düzlem olarak seçer ve
"erkeklik" ve "kadınlıkların" bu sınıfa uygun kalıplar
içerisinde yeniden üretimini sağlar.
Althusser, devletin ideolojik aygıtlarından
biri olan din kurumunu, egemen ideolojiyi topluma şiddet kullanmadan enjekte
etmede bir araç olarak görür.(2014)
Din aynı zamanda cinsel politikanın yürütülmesinde de tüm bu yapılar içerisinde
temel bir nüvedir. Farklı dinlerde hatta mezheplerde "erkeklikler"
farklı şekillerde ortaya çıkmış, Türkiye'de Müslüman erkekliğinin yanında sünni
ve alevi erkeklikler din aracılığıyla yaratılmıştır. Hepsinin ortak noktası ise
bağımsız, güçlü, kadınını koruyup-kollayan erkeklikler olarak vücut bulmasıdır.
Mekan, sınıf, din, militarizm, aile toplumsal
düzeni devam ettirebilmek adına tüm gücüyle "kadınlık" ve
"erkeklikleri" kurar ve bu kavramları
yeniden inşa eder. Cinsiyetler bu kavramlarla sarmalanmış ve toplumsal
olarak inşa edilmiş kategorilerdir. Kurulmuş "erkeklikler" mevcut
düzenin bir yansıması olarak, hem kendi içlerinde kendilerini bitirmiş hem de
kadınlar üzerinde eril tahakkümü sürdürmüşlerdir.
Filmin Öyküsü
Film boyunca Sünni bir kıza aşık olan Alevi
bir genç olan Veysel’in, onun en yakın arkadaşı Simo-İsmail’in, askerliğini
yaparken Kuzey Irak operasyonuna katılan ve erken terhis olan Veysel’in abisi
Semih’in, eski solcu bir pavyon sahibi olan Kerim’in ve Semih gibi askerliğini
Güneydoğu’da yapmış Kürt düşmanı bir karakter olan Gürdal’ın öyküleri anlatılıyor.
Karşılaştıkları sorunları, filmdeki karakterlerden kimi Amerika’ya kaçarak
aşmaya çalışıyor, kimi pavyonda badigard olarak, kimi de içinde bulunduğu
durumun sorumlusu olarak gördüğü Kürtleri öldürerek. Aslında tüm karakterler
aynı bataklıktan kurtulmaya çalışmaktadır; ancak yaptıkları şey ya çırpınmak ya
da diğerlerinin üzerine basarak kurtulmaya çalışmak olduğu için neticede hem
kendilerinin hem de diğerlerinin boğulmasına neden olurlar. Filmin sonunda hala
hayatta kalmayı başaran karakterler bataklıktan çıkamamıştır, çırpınmaya devam
etmektedirler.
Başka
Semtin Çocukları(2008)
Film bize
anlatısıyla baştan sona bir erkeklik öyküsünü aktarır. Ana
karakterlerden biri olan Semih'in kabusuyla başlayan film, askerde yaşadığı
kanlı görüntüler aktarır. Bu görüntülerin arasında bir cesetin yıkandığını
görürüz ve bunun o çatışmaya ait olduğunu düşünürüz. Ancak o ceset Semih'in
şehirdeki kardeşi Veysel'e aittir. Erkekler arasındaki ölme-öldürme ilişkisi
yalnızca askerde değil şehirde de sürmektedir. Bu sahneden sonra da karakterler
üzerinden militarizme dair izler göreceğizdir. Semih'in Simo'ya " Veysel'i
kim öldürdü" sorusuyla bir polisiye film izleyeceğimizi düşünürüz ancak
film "erkeklik", "sınıf", "mezhep"
çatışmaları bağlamında bize okuma alanı
oluşturur.
Film
flashbackle geçmişe gider ve bir binanın çatısında Veysel ve Haydar'ı görürüz. Haydar
Veysel'i sevdiği kadın hakkında uyarır. Bu sahneyle iki farklı
"erkeklik" görürüz, Haydar dini öğretilerine sadık kalan bir erkek iken,
Veysel bu mevcut "erkekliği" reddeder. Buradaki bir diğer erkeklik
ise Haydar'ın görüşlerini ilettiği Hasandır. Hasan aile reisi olarak kendisine
ait dini öğretilerini oğluna aktarır, Veysel'in başka bir mezhepten bir kadınla
evlenmesini istemez. Veysel ve Hasan arasındaki baba-oğul çatışması da "din"
aracılığıyla gerçekleşir.Devam eden sahnede İsmail, ablasından para
istemektedir. Sonrasında ise Kerim'i altsınıf için lüks sayılabilecek bir
arabada İsmail'e para verirken görürüz. İsmail, çalışan ancak yeterli ekonomik kazanca
sahip olmayan, ablası üzerinden geçinen bir erkek olarak çizilir. Burada film boyunca
nadir olarak izleyeceğimiz kadın
karakterlerden biri kahvaltı hazırlarken resmedilir. Kerim ise kazandığı para
ile erkekliğini tamamlamış, başka bir erkeğe çalışma imkanı sunan biri olarak
aktarılır. Veysel ve İsmail durakta beklerken, sevdiği kadın abisiyle dolmuşa
biner. Burada bir başka "erkeklik" temsilini Engin üzerinden görürüz.
Film giriş bölümüyle bize farklı "erkeklikleri" bulunduğu toplumsal
ilişkilerle resmeder.
Film, bize sayısı oldukça fazla erkek
karakterler ve onların içlerinde bulunda "erkeklik" durumunu
anlatırken, erkeklerin hayatındaki dört kadın karakteri de erkeklere eklenmiş
bir şekilde sunar. İsmail, Semih'e Saadetin nasıl biri olduğunu aktarırken onu
atölyenin en güzel kızı olarak tanımlar, biz ise Saadeti Engin'in kardeşi Veysel'in ise sevdiği kadın
olarak izleriz. Canan'ı ise İsmail'in ablası, Kerim'in sevdiği kadın olarak
olarak izleriz. Beyza Canan'ın yanında çalışan, İsmail'in sevdiği kadın olarak
filmde varlığını sürdürür. Gül ise bir türkü barda çalışan, Haydar'ın sevdiği
kadın olarak yer alır. Bütün kadın karakterler yalnızca erkeklerle birlikte
resmedilmiş, onların kimliğine dair bilgi verilmemiş adeta zenginlik katsın
diye filme eklenmişlerdir. Film "erkeklik" öyküleri ile düzen
eleştirisi yaparken, bu düzende kadınları yok saymaktadır.
Filmin geçtiği Gazi Mahallesi siyasi iklimiyle
oldukça bilinen bir mahalledir. Ancak filmde bu anlamıyla mahalle, siyasi
ikliminden ziyade homososyal bir mekan olarak
çizilir. Erkek karakterler sokakta kendilerini var etmeye çalışırken Saadet
önce konfeksiyonda, sonra ise abi ve babasına bakarken, Canan ev ve kuaförde,
Beyza ve Gül ise yine aynı şekilde
kapalı alanda resmedilirler. Kahraman erkekler sokaklarda belalarla baş ederken
kadınlar yapmaları gerekeni yapar,
anlatının akışına müdahil olmazlar.
Veysel ve Saadetin arasındaki aşk, mezhep
farklılıkları nedeniyle filmdeki farklı "erkekliklerin" çatışma
noktası olur. Hasan, Haydar ve Engin'in aksine Veysel bu dini öğretilere karşı
çıkan bu anlamıyla düzenin bir parçası olan dini yok saymakla suçlanır ve diğer
"erkeklikler" tarafından cezalandırılır. Engin, babasından sonra aile
reisi olarak Saadeti yok sayarken, Hasan ise baba olarak öğrendiklerini oğluna
öğretmek ve uygulatmaktaki tek sorumlu kişi olarak Veysel'i uyarır. Bütün
bunlar eril düzenin varlığını devam ettirecek olan din politikalarının
toplumsal ilişkilere yansıma biçimidir. "Kadınlık" ve
"erkeklik", resmi ideolojinin din aracılığıyla doğru davranış
kalıplarını gerçekleştirdiği bir alan haline gelir.
Geleneksel anlatıda sık sık gördüğümüz bilge
erkek bu filmde karşımıza Ali Dayı olarak çıkar. Ali dayı Veysel ve İsmail'e
yol gösteren, onlara kendi öğretilerini Hasandan farklı bir yolla aktaran bir
karakterdir. Onlara, kendisini tamamlamış bilge bir erkek olarak
"erkekliğini" aktarır.
Filmde militarizmin etkilerini iki erkek
karakter üzerinden izleriz. İki karakterde de askerde yaşadıklarının travmatik etkilerini görürüz.
Bir sahnede iki gençle oturan Gürdal, kendisine kahramanlıklarını anlatmasını
isteyen gençlere küfür eder. Semih ise yaşamı içerisinde sık sık askerde yaşadığı
anlara gider. Bu anlamda film militarizmi yücelten aktarımlardan ziyade, anti
militarist bir tutum sergilediği söylenebilir.
Filmde milliyetçilik ise Güldal'da vücut bulur. Ancak bu milliyetçiliğin
normal olarak nitelendirdiğimiz insanda bulunmayacağı mesajını vererek
milliyetçiliği sıra dışı bir tutum olarak görmemize neden olur. Filmde bu
anlamıyla yoksul bir mahallede yaşayan
insanların mağduriyetlerinin onları suça teşvik ettiğini söylerken, Gürdal'ı
ise vatanını korurken aklını yitirmiş, bu nedenle Gül'e ve diğer insanlara
gösterdiği şiddet normalleştirilerek aktarılmıştır.
Filmde bütün "erkeklikleri"
sarmalayan mahalle aynı zamanda, bütün erkek cinsi için bir bataklık haline
dönüşecektir. Bu bataklıkta bütün erkek karakterlerin hayalleri vardır. İsmail,
tek hayali badigard olmak olan bir erkekken, Veysel Saadetle bu bataklıktan
başka bir ülkeye gitme düşü görmektedir. Kerim ise çareyi pavyon işleterek
paraya hakim olmakta bulmuştur. Farklı erkeklerin hayallerinin ortak noktası
ise bu bataklıktan kendilerini "erkekliklerini" tamamlayarak
kurtarmaktır. Onlar için Gazi mahallesi bir çöplükten ibarettir. Eril düzen,
içinde bulundukları ekonomik şartlarla birlikte onları "erkek" olmaya
iter. Ancak bu yalnızca bir erkeklik çıkmazı olacaktır.
Veysel'in katili aranırken, erkek karakter
arası mücadeleyi izleriz. Eril şiddet bu anlamda kendisini gösterir. Engin'in
Saadet ve Veysel'e şiddet uygulamasıyla başlayan bu döngü, Gürdal'ın Haydar ve
Gül'e şiddet uygulamasıyla devam eder, İsmail'in Veysel'i öldürmesiyle ise son
bulur. İsmail kardeşim diye seslendiği Veysel'i "erkek" olmak uğuruna
öldürmüştür. Daha önce militarizmden yara alarak kurtulmuş Semih ve Gürdal
karakterlerinin aktarımı üzerine tartışmıştık. Film militarizme, şiddetin
travmatik etkileri hakkında karakterler üzerinden eleştiri getirmiştir. Ancak
son sahnede Gürdal ve Semih'in birbirlerini öldürme pahasına karşı karşıya
gelmişlerdir. Bu sahneyle daha önce eleştiri getirilen şiddet, iki erkek için
kahramanlık ve güç mücadelesi haline gelecektir. Bu da eril şiddetin gösteriye
dönüşmesine neden olmuştur.
Sonuç
Film, sosyoekonomik koşullarla sarmalanmış
bir mahallede, düzenin dayattığı "erkeklik" normlarını gerçekleştiren
erkek karakterlerin öyküsünü aktarır. Erkeklere ait sokaklar, aynı zamanda
onlar için bir o kadar tehlikeli ve kötü sonuçlar doğurur. İç içe geçmiş farklı
"erkeklikler" birbirlerini var ederken aynı zamanda birbirlerinin
sonunu hazırlamaktadırlar. Film boyunca sokaklar mücadele alanına dönüşecek, "erkeklik"
adı altında bir fanusa hapsedilmiş erkeklerin bu fanusta boğuluşları
görülecektir. Film fanusa yani sisteme ciddi eleştiriler getirerek bize
"normal" olarak gelen sistemin arka yüzünü aktarır. Bu anlamıyla film
seyirciye eleştirel bir alan oluşturur. Diğer yandan film eril düzeni
eleştirmede, o düzenin yöntemlerini kullanarak mevcut ideolojiyi yeniden
üretir. Erkekler, sisteme eleştirilerini eril bir şekilde yaparken, kadınlar
filmde bu düzenin tabi kılınan tarafı değillermişçesine, yok sayılmış,
görmezden gelinmiştir. Genel anlamda film ideolojik bir eleştirme yapmada zemin
hazırlarken, yanlış aktarımlarla bu ideolojiyi yeniden üretmiştir.
Kaynaklar
Althusser, L. (2000). İdeoloji ve Devletin
İdeolojik Aygıtları. (Çev.Yusuf Alp, Mahmut Özışık). İstanbul: İletişim
Yayınları.
Cornell, R. W. (1998). Toplumsal Cinsiyet ve İktidar. (Çev. Cem Soydemir).
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Sancar, S. (2015). Erkeklik:
İmkansız İktidar,
İstanbul: Metis Yayınları.
Saygılıgil, F.(2013).
Mekanın Cinsiyeti. Sosyal ve Beşeri
Bilimler Dergisi. 5(1), 209-218.
Schick, İ. C.(2000). Batının Cinsel Kıyısı, İstanbul: Tarih
Vakfı Yurt Yayınları
Segal, L.(1992). Ağır Çekim Değişen Erkeklikler Değişen
Erkekler.(Çev. Volkan Ersoy). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Wolf, S.(2011). Cinsellik ve Sosyalizm.(Çev. Kıvanç
Tanrıyar). İstanbul: Sel Yayıncılık.
21 Ocak 2017 Cumartesi
Chocolat: Vianne’nin Alternatif Düzeni
Özet
Bu
çalışmada Feminist bakış açısı çerçevesinde Joanne Harris’in aynı adlı
romanından uyarlanan, yönetmenliğini Lasse Hallström’un yaptığı Chocolat (2000)
filmi feminist kuram çerçevesinde incelenecektir.
Eril Nazar
Sinemanın
anlatısal yapısında kadın, çoğunlukla bakışın nesnesi olarak işlendi. Kadının,
öyküdeki rolü en iyi ihtimalle erkeğe mükâfat olmuştur. Dolayısıyla kadın
filmlerde edilgendir. Sinemanın gerçekçilik iddiası ise seyircinin kadının
edilgen temsiline inanmasını sağlamıştır. “Eril Nazar” bu durumu sağlayan
önemli etkenlerden biridir. John Berger, batı sanatının erkek arzusuna göre
şekillenerek eril nazarı meşrulaştırdığını savunur. Ve şu sözlerle ifade eder: “Erkekler eyler, kadınlarsa görünür. Erkekler kadınlara bakar.
Kadınlar kendilerini, kendilerine bakılırken seyreder" (aktaran
Smelik, 1998, s. 5)
“Eril Nazar” , “bakış” kavramıyla ilişkilidir. En basit
anlamıyla erkeğin kadına bakışı olarak değerlendirilebilir. “Eril Nazar” aynı
zamanda seyircinin kadına bakışını kullanarak sahiplenmesidir. Bu durum bir
anlamda da kadını ötekileştirmektedir. Sinema anlatı yapısını erkek karakterin
etkenliği ve iktidarı üzerine kurar. Öyküde aksiyonun erkek çevresinde
toplanmasıyla bakış örgütlenir. “Eril Nazar” kavramını ilk defa ortaya atan
Sinema eleştirmeni Laura Mulvey, kamera, karakter ve seyirci olmak üzere bu üç
imge üzerinden “Eril Nazar”ı inceler. “Geleneksel olarak
sergilenen kadın iki düzeyde, işlev görür: perdenin her iki yanındaki bakışlar
arasında yer değiştiren bir gerilimle, hem perdedeki öykü içindeki karakterler
hem de izleyiciler için erotik nesne olarak.”(Mulvey, 1975) Geleneksel
anlatım patriarkal olması sonucunda, bu bakış çerçevesinde kadın karakterler anlatıda
nesne konumundadır. İnceleyeceğimiz Lasse Hallström’un yönetmenliğini yaptığı
Chocolat (2000) filminde eril bakışla Vianne’nin mücadelesi ve bunun sonucunda
kadın karakterin edilgen yapısının kırılıp kırılmadığı tartışılacaktır.
Filmin
Künyesi
Yönetmen
: Lasse
Hallström
Senaryo: Joanne Harris (Roman), Robert
Nelson Jacobs
Görüntü
yönetmeni: Roger Pratt
Montaj:
Andrew
Mondshein
Müzik:
Rachel
Portman
Oyuncular:
Juliette Binoche,
Alfred Molina, Carrie-Anne Moss, Judi Dench, Johnny Depp, Lena Olin…
Süre:
121
dakika
Yapım
Yılı: 2000
Filmin Konusu
Yönetmenliğini
Lasse Hallström’ün yaptığı Chocolat filmi 2000 yılında çekilmiş bir roman
uyarlamasıdır. Filmin başrolünde Vianne Rocher rolüyle Juliette Binoche
yeralmıştır. Filmdeki çatışma, kasabaya kızıyla birlikte yeni gelen Vianna
Rocher’in Perhiz zamanı çikolata dükkânı açmasıyla başlar. Film ikinci dünya
savaşından 15 yıl sonrasında geçer. Juliette Binoche’nin canlandırdığı Vianna
Rocher kızıyla birlikte kasabaya yeni gelmiştir. Göçmen hayatı yaşayan Vianna,
kasabalı tarafından pek de hoş karşılanmaz. Başına buyruk ve özgür bir birey
olan ve etrafındakilerin bu duyguyu tatmasını sağlayan Vianna belediye
başkanına göre, Âdeme elma veren Havva’nın ta kendisidir. Vianna’nın tek farkı,
elma yerine kimsenin hayır diyemeyeceği çikolataları kullanmasıdır. Belediye
başkanına göre kızı Vienna hiç evlenmediği için gayrimeşrudur. Bu da onun
ahlaksız bir kadın olduğunun belediye başkanına göre ispatıdır. Vianna kiliseye
gitmez. Bu tutum kasabanın muhafazakâr toplumunca hoş karşılanmaz. Belediye
başkanı, insanları Vianna’ya karşı doldurarak bir savaş başlatır. Bu savaş bir
nevi eski hayat ve yeni hayat arasındadır.
Kırmızılı Kadın
En
dinamik, en kuvvetli, dalga boyu en uzun, titreşimi en kuvvetli renk kırmızıdır.
Bu renk; canlılık, mutluluk, girişkenlik, dışa dönüklük, irade, güç, cinsel
güç, kızgınlık, hırs ve olumluluk gibi anlamlar taşımaktadır.
(Çağan, 1997, s. 54) Vianne ve kızı kasabaya kırmızlar içinde gelirler. Vianne
ve kızının geldiği kasaba nezih bir ortamdır. Doğal olarak kasabadaki herkesin
düzenin sağlanması için bir rolü bir yeri vardır. Filmin başındaki
anlatıcıda(Anouk) rolleri vurgular. Bu rollerin dışına çıkan olursa birilerinin
hatırlatacağını belirtir. Bu birileri belediye başkanıdır. Asla bu rollerin
dışına çıkılamaz. “Bir kişinin toplumdaki konumunun
getirdiği beklentiler, kurallar veya normlar genellikle bireyleri destekleme ve
ketleme süreçleriyle bu rollere uymaya zorlayacaktır.”
(Segal, 1990, s.97) Dolayısıyla kasabaya gelen yabancı her zaman için tehdit
oluşturur. Kasabanın siyah ağırlıklı giymesine karşılık; Filmin başından sonuna
kadar kırmızı ayakkabısını giyen Vianne bu kasabadaki belediye başkanının
tahakkümü altındaki halk için tehdittir. Vianne, oldukça muhafazakâr bir halka
sahip olan kasabada Paskalya bayramı arifesinde çikolata dükkânı açmıştır. Halk
bu dönemde oruç tutmaktadır.
Film Çözümlemesi
Kasaba,
kızıyla birlikte Vianne gelene kadar belli kalıpların içinde yaşar. Mevcut durum
erkek egemenliğini desteklemektedir. Evlilik, kilise dini bayramlar gibi maddi
manevi yapılar mevcut statükonun devamlılığı için vardır. Belediye başkanı Comte
de Reynaud bu devamlılığın en büyük muhafızı konumundadır. Filmin daha başında
kilisede ayin için insanlar toplanırken, belediye başkanı bu insanları kapıda
karşılar. Vaaz sırasında ise ağzını genç rahiple birlikte oynatması ve genç
rahibin sık sık vaazlarını Belediye Başkanına danışması, Comte’nin mevcut
durumu korumak için dini kullandığını gösterir. Vianne kasabaya gelene kadar,
Comte’nin halk üzerinde tahakkümü fazladır. Köye yeni gelen din adamının genç
ve tecrübesiz olması Belediye başkanı Comte’nin işine gelmektedir. Bu şekilde
“Din” olgusunu istediği gibi kullanmaktadır.
“Bir iktidar tarzı ve bağımlılık türü olarak
pastoralliğin bakim olduğu bir toplumda bireyin başlıca sorumluluğu,
Hıristiyanlığın yaşam bilgisinin, öğretilerinin ve onun uygulayıcısı olan papazın
kılavuzluğunda kişisel olarak günahlardan uzak durma ve arınma sorumluluğunu
yerine getirmektir. Her bireyin kişisel olarak ruhunu günahlardan arındırma
zorunluluğu vardır ve papazın iktidarını oluşturan şey, insanların günahlardan
arınmak için kaçınılmaz olarak karşılaşacağı gereklilikleri feodal kurumlardan
aldığı somut güç ve dinsel iktidarın sunduğu bir meşruiyetle kendi tekelinde
tutuyor olmasıdır.” (Arpacı,2012-2013 , s.135-136)
Vianne
kiraladığı dükkânı hazırlarken, camlarını gazeteyle kaplar. Bu şekilde kimse
içeride neler olduğunu göremez. Vianne bu şekilde bir nevi üzerine dönen
bakışlarla mücadele etmektedir. Bu mücadele ile kendisine olan ilgi miktarını
arttırır. Ancak bu ilgiliyi Hollywood sinemasında alışkın olduğumuz cinselliğin
sergilenmesiyle değil, bir şeyleri gizlemesiyle arttırır. Dükkân açılana kadar,
kimse dükkânda ne satılacağını bilemez. Vianne ayinlere katılmıyordur ama tabi
olduğu bir din var mıdır bunun bilgisini de vermez.
Anouk’un
babasının bilinmeyişi Vianne için bir pişmanlık kaynağı değildir. Bu durumdan
dolayı kızıyla aralarında bir sorunu da yoktur. Bir erkek olmadan çocuğunu
büyütmesi Vianne için sıkıntı değildir. Üstelik Anouk’un bu durumun yarattığı
yalnızlıktan kaynaklanan bir sıkıntısı yoktur. Vianne ve Anouk’un oldukça
sağlıklı bir ilişkisi vardır. Anne rolünden kaynaklanan bir erkeğe ihtiyaç
hissedilmez. Vianne bağımsız olarak çocuğunu büyütmektedir.
Vianne’nin
hiç evlenmemiş olması, bekâr olması ve bu şekilde seyahat etmesi kasabalı için
olağandışı bir durumdur. Comte ve Vienna ilk karşılaşmalarında Comte’nin
Vieanna’ya eşinin olup olmadığını sormadan madam demesi bu durumun ispatıdır. “Psikologlar, bireylerin klişelerde tuzağa düşme biçimini
vurgulayarak rol teorisini genellikle bir toplumsal belirlenimcilik biçimi olarak
görürler.” (Cornell, 1987, s.87) Caroline, Vienna’nın
dükkânında, Vienna’ya sığınan
Josephine’ye sert bir üslupla Madam Muscat diyerek onun toplumsal
rolünü, kutsal görünen evlilik kurumundaki rolünü hatırlatır. Caroline, Josephine’ye
soyadıyla hitap ederek onu kocası olan Serge’ye göre tanımlamıştır. Bu da
kadının kadına olan eril bakşına örnek olarak gösterilebir. Belediye başkanı
ise Josephine’nin Serge’yi terk etmesini takıntı hale getirir ve Serge’yi
eğitir. Amacı onu centilmen ve dindar bir erkek haline getirmektir. Katı
Katolik olan Comte, evlilikleri biterse kasabadaki Katolik inancının güç
kaybedeceğini dolayısıyla kasaba üzerindeki iktidarının da azalacağının
farkındadır.
Serge’nin
evliliğin kutsallığına olan inancı eşi tarafından terkedilmesiyle zaten zarar
görmüştür. Ancak bu durumu kabullenememekte içten içe inkâr etmektedir. Kasaba
halkına eşinin tatile çıktığını söylemiştir ancak bu tatil bir türlü bitmez.
Bir sahne de eşinin kıyafetini makasla parçalamasından eşi tarafından
terkedildiğini anlarız.
Caroline,
belediye başkanına bağlılık hissetmektedir ve başyardımcısı konumundadır.
Kocası ölmüştür ve Luc adında bir oğlu vardır. Dolayısıyla Caroline oğlunun tek
bakıcısı konumundadır. Dini gereklerden dolayı oğlunu bir takım zevklere karşı
kısıtlamıştır. Paskalya zamanı çikolata ve türevi şeyleri yiyemez. Ayrıca,
Ananesiyle görüştürmemektedir. Çünkü Armande dünyevi zevklerden vazgeçmeyen,
yeterince Katolik olmayan bir kadındır. Luc ise resim yeteneği gelişmiş bir
çocuktur. Ancak çizdiği resimler ölüm üzerinedir. “Cinsel
kimlik öncelikle ailede, anne ve babanın davranışları içinde büyüyen çocukta,
bu deneyimler aracılığı ile oluşur. Deneyimlenen annelik ve babalık kimlikleri
bir toplumsal işbölümü olarak, bedende yazılı değerler, jestler, tavırlar,
fiziki haller, konuşma ve dil özellikleri olarak ortaya çıkar.” (Sancar,
2016, s.194) Bunda Caroline’nin kocasının yokluğunu din ile doldurmasının
katkısı büyüktür. Din algısı, bu dünyanın zevklerini önemsiz kılmakta; ölümden
sonraki yaşamda refahı amaçlamaktadır. Luc ise bundan dolayı “ölüm” imgesini
çizdiği resimlerin eksenine oturtmuştur. Ta ki Vianne’nin katkısıyla ananesi
Armande’nin kara kalem çalışmasını yapana kadar. Bu çizdiği resimle ilk defa
yaşamı çizmiştir ve Ananesini gençleştirerek çizmiştir. Bunun en büyük nedeni,
Luc’un kendini dünyevi zevklerden mahrum bırakmayan ananesini tanıma fırsatı
bulmuş olmasıdır. Ayrıca o gün Vianne’nin yaptığı kakaolu kekten bir lokma
yemiştir.
Vianne’nin
bağımsızlığı kocası tarafından şiddet gören Josephine için bir umut olmuştur.
Serge ile birlikte yaşarken üzerinde tahakküm bulunmaktadır. Bu ataerkil
düzenden kaynaklanan, hırsızlık gibi kötü alışkanlıkları vardır. Ayrıca
Josephine’nin zihinsel aksaması da ataerkil iktidardan kaynaklanmaktadır. Ancak
Josephine’nin, Vianne’ye sığındıktan sonra herhangi bir şey çaldığını
göremeyiz. Ayrıca Vianne’den çikolatanın yapımını öğrenir. Böylece bir mesleği
de olmuştur. Çikolata dükkânı Josephine için özgür bir hayatın kapısını aralar.
Çekingenliğini üzerinden tamamen atmıştır. Öyle ki hiç tanımadığı bir insanla
karşılıklı dans edebilecek kadar... Çikolata dükkanında Vianne kızıyla birlikte
yaşamaktadır, Josephine bu ikiliye katılarak bir nevi patriarkaya savaş
açmıştır. Çikolata dükkânı ise bu savaşın yürütüldüğü karargâhtır. Bu dükkânda
mini bir kadınlar ülkesi inşa edilmiştir.
Çikolata
dükkânı belediye başkanı Comte’nin engel olmak istediği dünyevi zevklerdir.
Cinsel arzular bu dükkânın çevresinde gerçekleşir. Yâda bu dükkândan alınan
çikolatalar evdeki cinsel tutkuyu uyandırır. Çikolata çeşitlerinin her biri
farklı bir zevki temsil eder. Kiliseye
bu denli yakın olması da çatışmayı arttıran bir etkendir. Kilise ise Belediye
başkanının kasaba üzerindeki tahakkümünü sağladığı alandır. Ataerkin bakışının
etkin olduğu yer kilise, insanları sınırlandırırken; kadın bakışının etkin
olduğu çikolata dükkânı ise tersine insanları özgürleştirmektedir. Aynı şekilde
çikolata dükkânındaki müşterilerin dönen tabağa bakarak Vianne’ye ne
gördüklerini söylemeleriyle; kilisedeki rahibe edilen itiraflar arasında bir
karşılaştırma yapabiliriz. Rahip yapılan itiraflara verdiği yanıt ve
talepleriyle statükoyu kuvvetlendirirken; bir çeşit çikolata radarı geliştiren
Vianne, müşterilerin gördükleri şekillere karşılık onların en sevdiğini
düşündüğü çikolata türünü ikram etmektedir. Bu şekilde çikolata dükkânı,
insanları zevkleriyle buluşturarak, ataerkil iktidarın sarsılmasını sağlar.
Kasabaya
çingenelerin gelmesi Belediye başkanı Comte için bir başka tehdit unsurudur.
Kasabalının aksine göçebe bir yaşam sürerler ve özgürlüklerine düşkündürler. Bu
noktada Vienna ile ortak yönleri vardır. Johnny Depp’in canlandırdığı Roux
karakteri kasabaya yeni gelmiş bir çingenedir. Vianne gibi göçmen bir karakteri
canlandırması ve onun gibi dışlanması bu çiftin yakınlaşmasına neden olur.
Vianne kasabalının önyargısını kırmak için Armande’nin 70. Yaş partisini
düzenler. Ve bu partinin ikinci kısmını çingenelerin konakladığı yerde yapar.
Vianne, halkın bir kısmını bu partiye getirmeyi başararak çingene ve halk
arasında köprü görevi görmüştür. Roux,
Anouk ile de iyi geçinir. Bu noktada Roux’u Anouk için bir baba adayı olarak
düşünebiliriz. Ancak göçebe yaşamından dolayı Roux’un kasabadan ayrılması ve
Vianne’nin onunla gelmemesi bu algıyı yıkar. Üstelik Vianne, Roux’un kasabadan
ayrılması dolayısıyla herhangi bir çöküş yaşamamıştır.
Filmin
sonlarına doğru yenilgiyi kabullenemeyen belediye başkanı elinde bıçakla
gizlice çikolata dükkânına girer. Vitrindeki festival için hazırlanmış olan
çikolataları parçalar. İlk olarak tanrıça şeklindeki çikolatayı bıçakla önce
elini sonra kafasını keserek parçalar. Kadının gücünün sembolü erkek tarafından
saldırıya uğrar. Ancak bu saldırının sonunda ağzına giren çikolata parçasıyla
diğer çikolataları da yemeğe başlar. Bu sahnede kadın bakışının vadettiği
özgürlüğe teslim olmuştur ve tüm sınırlamalarını yıkmıştır. Bununla birlikte
Comte eşi tarafından terkedildiğini de kabullenir. Paskalya sabahı ise vaizin
konuşması bir nevi kasabadaki ataerkil düzenin kaybettiğinin bir ilanıdır:
“Bugünkü
vaazın konusunun ne olması gerektiğinden emin değilim. Tanrı'nın ilahi,
dönüşümünün mucizesi hakkında mı konuşmak istiyorum? Aslında hayır. Onun,
ilahiliğinden, bahsetmek istemiyorum. Onun merhametini anlatmak istiyorum. Yani,
bildiğiniz gibi, aramızda nasıl yaşadığından. Şefkatini. Hoşgörüsünü. Bakın ne
düşünüyorum. Bence yapmadığımız şeyleri düşünerek yaşamaya devam edemeyiz. Kendimizden
esirgediğimiz şeyleri karşı koyduğumuz ve dışarıda tuttuğumuz şeyleri inkâr
edemeyiz. Bana kalırsa iyiliği kucakladığımız yarattığımız ve yaşadığımız
şeylerle ölçebiliriz.” (Chocolat, 2000)
Bu
vaazın teması farklılıklarına rağmen her kesimin kucaklanması gerektiğidir. Bu
tam da Vianne’nin kasabaya getirmek istediği görüştür.
Sonuç Yerine
“Chocolat” filminde anlatı, Vianne, Caroline, Armande,
Comte ve Josephine etrafında şekillenmiştir. Vianne ve Comte iki karşıt görüşü
simgeler. Comte statükoyu yani eski hayatı simgelerken; Vianne değişimi, yani
yeni hayatı simgeler. Bu karakterlerin ortak özelliği (Josephine hariç)
eşlerinin olmamasıdır. Josephine ise Vianne’nin verdiği destekle eşi Serge’den
ayrılmıştır. Caroline ve Armande’nin eşi ölmüş; Comte terk edilmiş; Vianne’nin
ise hiç olmamıştır. Vianne’nin getirdiği değişimle karakterler yeni hayatlarına
başlayabilir. Josephine kocasının kasabadan kaçmasıyla devraldığı kahveyi
düzenler, kendi bakışına uygun “Armande” isimli bir cafeye dönüştürür.
Caroline’nin oğluna baskıları son bulur. Comte ise eşi tarafından
terkedildiğini kabullenir ve Caroline’ye duygularını açmaya karar verir.
Armande istediği yaşama Vianne’den aldığı destekle kavuşur ve bu şekilde yaşamı
sona erer. Vianne ise göçebe yaşamını sonlandırır ve Roux’a kavuşur. Bu şekilde
bakıldığında filmin mutlu sonunun çocuğu olan kadınlar için yeni bir aile
olduğu söylenebilir. Ancak kurulacak olan bu yeni ailede kadın yeniden erkeğin
tahakkümü altına girecek midir bilinmez.
Filmdeki bir diğer karşılaştırma da bilinmeyene
yaklaşımdır. Vianne bir bilinmeyen olarak yaklaşan kasabalı belediye başkanının
da etkisiyle Vianne’ye bir nevi cadı muamelesi yaparlar. Bu muamelenin daha
kötüsünü kasabaya gelen çingenelere yaparlar. Kasabaya gelen çingeneler aynı
zamanda Vianne için de bir bilinmeyendir. Ancak kasabalının aksine onları
tanımaya çalışır. Roux’a ikram ettiği çikolatalar bunun bir örneğidir. Ancak
Roux’un sevdiği çikolatayı tutturamaması da Vianne’nin henüz Roux’u
çözemediğini gösterir. Ancak Vianne denemeye devam eder…
Çikolata dükkanı, erkeğin
sınırlandırıcılığı karşısında, kadının yeteneklerini geliştirebildiği, gizli
arzularını gerçekleştirdiği, birey olabildiği, kısacası mahrum kaldığı her şeye
kavuştuğu ütopik bir mekandır. Vianne bu dükkânda kadınlar arası kolektif gücü
harekete geçirerek kadınların potansiyellerini görmesini sağlamıştır. Çikolata dükkânı
aynı zamanda büyük bir mutfaktır. Patriarkal sistemin en temelinde kadını
erkeğe daha iyi hizmet edebilmesi için mutfağı kadının daha doğrusu ev
hanımının egemenliğine vermiştir. Mutfak, cinsiyetlendirilimiş bir mekândır.
Mutfak, kadınların yemek yaptığı yer olmasının yanı sıra hemcins arkadaşlarıyla
sohbet ettiği, dedikodu yaptığı, sığındığı mekân olarak sunulmuştur. Ancak bu
filmde Vianne’nin bu büyük mutfaktan para kazanması, patriarkal sisteme karşı
savaşması ve diğer insanlarla dayanışması ve bu dayanışmaya liderlik etmesi bu
çikolata dükkânını daha farklı bir konuma sokuyor.
Filmde
eril bakış, Vianne’yi tahakkümü altına alamamıştır. Vianne, kasabadaki ataerkil
düzene savaş açmış, sınırlılığa karşı kendi alternatifi olan özgürlüğü kasaba
halkına sunarak başarılı olmuştur. Etken karakteri, kasabadaki eril iktidara
karşı edilgen olan kadınların karakterinde dönüşüme sebebiyet vermiştir. Filmin
sonunda aldığı mükâfat ise kasabada sağlanan huzurun yanında geri dönen Roux
olmuştur. Özellikle tür filmlerinde kadının mutlu sonun erkeğe bir mükâfat
olarak kadının nesneleştirilmesini göz önünde bulundurursak; Chocolat filminde
erkek karakterin mükâfat konumunda olması ise sinemada sık rastlanan bir olay
değildir.
“Toplumsal değişim toplum tarafından marjinalleştirilen kadınlar
tarafından gerçekleştirilecektir. Gilman’a göre kadınlar çocukları, gençleri
büyüten, yetiştiren, bakan, besleyen, sevgi ve işbirliği gibi kültürel
değerleri yaratırken iktidardan uzaklaştırılmışlardır. Bu nedenle daha dengeli
ve daha sağlıklı bir toplumu yaratmak, dışarıda bırakılmış kadınlar tarafından
olabilecektir.” (Aktaran Kaylı, 2007, s. 93)
Kaynakça
Cornell,
R.W. (1987). Toplumsal cinsiyet ve iktidar. İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Çağan,
M.(1997). Rengi Rengine - Renklerin Etkisi, İstanbul: Sistem Yayıncılık.
Kaylı,
D.Ş. Kadın bedeni ve özgürleşme.
İzmir: İlya Yayınları
Sancar,
S. (2016). Erkeklik: İmkansız İktidar, İstanbul: Metis Yayınları
Segal,
L. (1990). Ağır Çekim Değişen Erkeklikler Değişen Erkekler, İstanbul: Ayrıntı
Yayınları
Smelik,
A. (1998). Feminist sinema ve film teorisi –ve ayna çatladı. İstanbul: Agora.
Mulvey,
Laura. (1975) “Görsel Haz ve Anlatı Sineması”
Arpacı,
M. (2012-2013). Modernitenin eşiğinde
toplumsal cinsiyet rejimi: pastoral iktidar, beden politikaları ve evlilik.
Doğu Batı Düşünce Dergisi. 63, 135-136
22 Aralık 2016 Perşembe
FEMİNİST FİLM KURAMI ÇERÇEVESİNDE MALENA FİLMİ
FEMİNİST FİLM KURAMI
ÇERÇEVESİNDE MALENA FİLMİ
Giriş
Toplumsal cinsiyet doğuştan sahip olduğumuz bir kimlikten
çok toplum tarafından bize yüklenen kimliktir. Connell’ e(1998) göre kadınlar
ve erkekler arasında mizaç veya yetenek açısından doğuştan gelen bazı
farklılıklar bulunması olasıdır. Ama bu tür farklılıklar bulunuyor olsa da
rahatlıkla bunların büyük toplumsal kurumların temeli olduğu söylenemez. Yani
toplumsal cinsiyet biyolojik bir zorunluluk değil toplumsal ve siyasi bir
olgudur. Toplumsal cinsiyeti üretip pekiştiren şey heteroseksüel normatiflik
değil, heteroseksüel ilişkilerin ardında yattığı iddia edilen toplumsal
cinsiyet hiyerarşisidir.(Butler,2008.17) Bu hiyerarşi toplumun tüm alanlarında
kendisini gösterdiği gibi sinemada da kendisini gösterir. Sinema aygıtı icat
edildiğinden bu yana erkeklerin hakimiyeti altındadır. Bu hakimiyet kadınları
daima ikincil konuma düşürmüştür. Kadınların sinema sektöründe kendilerine çok
kısıtlı bir alan bulmalarının yanında, genellikle erkeklerin ürettiği filmlerde
toplumsal cinsiyet normlarına uygun bir şekilde; ideal eş, evine bağlı anne,
kötü kadın gibi ideal imajlar şeklinde sunulmuştur. Sinemada kadın kendisinin
yansıması değil erkeğin kendisine yönelik arzusunun yansımasıdır. Bu çalışmada
Malena filminde kadın temsili Feminist Film Kuramı çerçevesinde
değerlendirilecektir.
Feminist Film Kuramı
18. yüzyılın sonlarında başlayıp 19. başlarında devam eden
birinci dalga feminist hareketin temeli eşit oy hakkı talebiydi. 1960’lar ve
1970’lerin radikal hareketleri, biyolojik ve toplumsal cinsiyetle bağlantılı
olan ve cinselliğin dışavurum biçimlerinden ekonomik eşitsizliğe, polisin
eşcinsellere karşı şiddet kullanmasından tecavüze kadar çeşitlilik gösteren bir
dizi pratik konu hakkında tartışmalar başlattı. Yeni feminist ve eşcinsel
politika da, bu konuları adlandırarak bazı teorik sorunlar ortaya attı ve
teorik bir dil oluşturmaya başladı: Cinsel politika , baskı ,
ataerkillik.(Connel,1998.9)İkinci dalga feminist hareketin ortaya çıkardığı bu
tartışmalar sinemaya da yansıdı. İlk defa kadın filmleri festivalleri
düzenlenmeye başladı. Feminist film dergileri yayımlanmaya başladı.
İlk feminist film
eleştirmenlerinin eleştirisi klasik ya da egemen sinemaya, yani ‘düş fabrikası’
olan Hollywood’a dönüktür. ‘Hollywood filmleri’ perdede ‘gerçek’ kadını değil,
kalıp yargı kadın imgelerini gösterir. Oysa feminist film pratiği ‘gerçek’ ve sıradan
kadınların, gerçek yaşamlarını ve günlük sorunlarını
işler.(Öztürk,2000.86) Laura Mulvey klasik Hollywood sinemasının kadınları
erkeğin bakışının nesnesi haline getirdiğini anlatır. Aynı makalede sinemayla
ilişkili üç bakış türü olduğunu belirtir: Karakterler arası diegetik bakış,
filmi izleyen izleyicilerin ekstradiegetik bakışı ve kamera önünde
canlandırılan olayları filme çeken ekibin bakışı. Bu üç bakma türünün de ortak
özelliği baskın bir biçimde eril olması ve erkekle ilişkili olmasıdır. (Butler,
2011: 83)
Malena
Yönetmen: Giuseppe Tornatore
Yapımcı: Carlo
Bernasconi
Senarist:
Giuseppe Tornatore
Yapım Yılı: 2000
Ülke: İtalya
Oyuncular: Monica
Bellucci (Malena Scordia), Giuseppe Sulfaro (Renato Amaroso) Luciano Federico(Renato’s
Father) , Matilde Piana(Renato’s Mother), Gaetano Aronica(Nino Scordia), Gabriella
Di Luzio, Angelo Pellegrino(Mantenuta del Barone), Gilberto İdonea (Avvacato Centorbi),Pietro
Notarianni (Profesör Bonsignore)
Filmin Özeti
Malena, 2. Dünya Savaşı sırasında Sicilya’da bir kasabada
geçmektedir. Film kocası savaş için cepheye gönderilen Malena’nın yaşadıklarını
ve ergenlik çağına girmiş Renato’nun Malena’ya duyduğu arzuyu anlatır.
Kasaba’nın erkekleri sürekli Malena’ya
dair fantaziler üretmektedir. Kadınlar ise Malena’dan nefret etmektedir. Malena
kocasının ölüm haberi geldikten sonra ihtiyaçlarını karşılamak için kasabanın
erkekleriyle beraber olmaya başlar. Bir süre sonra otelde çalışmaya başlar.
Kasaba halkı tarafından linç edilir. Kasabadan gitmek zorunda kalır. Ta ki
kocası dönene kadar. Bütün bu olaylar ergenlik çağındaki Renato’ nun gözünden
aktarılır.
Feminist Film Kuramı
Çerçevesinde Malena Filmi
Bu öğlen saat 5’te Mussolini ulusa seslenecek. Radyolarınızı
açmanız emredildi!
Film yukarıdaki anonsla açılır. Ardından kasabadan görüntüler görürüz. Ardından yıllar sonrasından Renato anlatıcı ses olarak Malenayı ilk gördüğü günü anlatmaya başlar. Babasıyla bisiklet almaktadır. Ardından bisikletle kasabada gezinmeye başlar. Mussolini İtalya’nın savaşa girdiği ilan etmekte insanlarsa büyük bir coşkuyla alkışlamaktadır. Renato arkadaşlarının yanına gider paralel olarak hazırlanan bir kadının vücudundan bölümler görürüz. Bu kadın Malena’dır. Filmin daha ilk sahnelerinde kadının görselleştirilmesi sorunludur. Mary Mandy 2002 yılında bir röportajında kadınları filme çeken erkeklerin kadın bedenini parçalara ayırdıklarından bunun bir çok şeyi kaçırmak anlamına geldiğinden söz eder. Çünkü bedenin pek çok şey ifade ettiğini söyler.
Daha sonra Malena dışarı çıkar. Bunu fark eden Renato ve arkadaşları Malenayı seyretmeye başlarlar. Malena oldukça güzel ve gösterişli bir kadındır. Renato ve arkadaşları mest olmuş bir şekilde Malenayı izlerler daha sonrada takip etmeye başlarlar. Yönetmen bu sahnede Renato ve arkadaşlarının Malenayı görmekten duyduğu hazzı seyreden izleyiciye aktarır. Ancak bu aktarımda sıkıntılıdır. Çünkü yönetmen Renato ve arkadaşlarının duyduğu hazzı seyircininde duymasını hedefler. Laura Mulvey Görsel Haz ve Anlatı Sineması adı makalesinde Cinsel dengesizliğin yönettiği bir dünyada, bakmadaki haz, etkin/erkek ve edilgin/dişi arasında bölündüğünü söyler. Mulvey’e (1975) göre belirleyici erkek bakışı kendi fantazisini, uygun biçimde şekillenmiş dişi figüre aktarır. Geleneksel teşhirci rolleri içinde kadınlar, bakıla-sılık mesajını veren, güçlü görsel ve erotik etki amacıyla kodlanmış dış görünüşleriyle aynı anda hem bakılan hem teşhir edilendir. Cinsel nesne olarak teşhir edilen kadın, erotik temaşanın ana motifidir.
Ardından Renato ve arkadaşlarını okulda görürüz. Öğretmenleri Malena’nın babasıdır . Kulakları ağır işitmektedir. Çocuklarda bu durumdan faydalanarak Malena hakkındaki fantazilerini sesli bir şekilde dile getirip dalga geçerler. Ardından çocuklar sahilde penis boylarını ölçüp eğlenirler. Penis boyu hakkında tartışmaya girerler. Bu sahnede çocukların penis boylarını ölçmeleri olumsuzlanan bir durum değildir. Aksine film onları bize sevimli afacanlar olarak sunar.
Renato okuldan kaçıp Malenanın evinin önüne gider. Çünkü sahildeki sahnede arkadaşlarından biri ona Malena’nın sigara aldırma bahanesiyle kendisini tahrik ettiğinden bahsetmiştir. Renato’da aynı hayali kurar. Bu sahnede yine kadın erkek bakışının nesnesi olarak sunulur. Kadının yani Malena’nın cinselliği ön plana çıkarılır. Tıpkı klasik Hollywood filmlerindeki gibi.
Renato babasının pantolonunu terzide kendine uygun şekilde kestirdiği ve okuldan kaçtığı için babasından dayak yer. Erkekler berberde Malena hakkındaki fantazilerini konuşurlar. Ardından gece Renato Malenayı gözetlemek için Malena’nın evinin yakınlarına gider. Evin duvarına tırmanıp Malenayı seyretmeye başlar. Malenaın üzerinde seksi bir gecelik vardır. Dans etmeye başlar.Yine Mulvey’in makalesinde değindiği önemli noktalardan birisi skpofilidir. Mulvey’e göre sinema bir takım hazlar sunar. Bunlardan biriside skopofili yani gözetlemeciliktir. Yönetmen skopofiliyi sadece Mulvey’in değindiği metaforik bağlamda kullanmaz. Aynı zamanda Renato’nun voyoristik eylemleriyle anlatının parçası haline getirir.
İlk bakışta sinema, habersiz ve isteksiz bir kurbanın gizlice gözlenmesinin kapalı dünyasından uzak görülebilir. Perdede görülen çok açıkça gösterilir. Ama anadamar filmler yığını ve bu yığının içinde bilinçle evrilmiş olduğu uylaşımlar, izleyicinin varlığına ilgisiz, onlar için bir ayrılmışlık duygusu üreten ve onların voyoristik fantazisinden yararlanan, sihirli biçimde kendini ele veren, sıkı sıkıya mühürlenmiş bir dünyayı resmeder. Daha ötesi, izleyicileri bir diğerinden yalıtan salonun karanlığıyla, perdedeki değişen ışık ve gölge kalıplarının parlaklığı arasındaki keskin zıtlık, voyoristik ayrılmışlık yanılsamasının derecesini yükseltir.
Filmin ilerleyen sahnelerinde de yönetmen skopofiliyi etkin bir biçimde kullanır. Renato plakçıya giderek Malena’nın dans ettiği şarkıyı satın alır. Gece şarkıyı dinleyerek mastürbasyon yapar. Mastürbasyon yaparken Malena’nın odasına geldiğini hayal eder. Yine Malena daha öncekilere benzer bir şekilde gösterilir.
Renato Malena’ya mektuplar yazmaya başlar. Renato Malenayı takip eder. Malena kasabadaki erkeklerin tamamının dikkatini çekmektedir. Malena bir evden içeri girer. Renato Malena’nın gizli bir ilişkisi olduğunu düşünür . Renato giderek Malena’ya bağlanır. Sürekli takip eder Malena’yı . Sonunda Malena’nın gittiği evin babasının evi olduğunu öğrenince rahatlar. Renato Malena’yı takip ederken kasabadaki kadınların Malena hakkında konuştuklarını da görürüz. Kasabadaki tüm kadınlar Malena’ya nefret beslemektedir. Kasabadaki diğer kadın temsilleri de sıkıntılıdır. Dedikoducu, kıskanç ve kötü niyetli. Erkek bakış açısından üretilmiş kadın tiplemeleridirler.
Renato Malena’nın babasının evini dikizlerken Malena’nın çıplak olduğunu hayal eder. Film bu hayali görselleştirir. Ardından gece Renato’nun mastürbasyon yaptığını görürüz. Mastürbasyon yaptığını fark eden babası ‘kör olacaksın kör’ diye bağırır.
Malena’nın kocasının ölüm haberi gelir. Renato Malena’nın babasının evine gider. Malena’yı teselli ettiğini hayal eder. Ölüm haberinden sonra Renato Malena’yı sahiplenmeye başlar. Bilardo masasında Malena hakkında konuşan adamlara öfke duyar. Ardından Malena hakkında konuşan kadınları
görürüz. Yine dedikoducu, kıskanç ve kötü niyetli ; erkek
bakış açısından üretilmiş kadın tiplemeleridir.
Renato kiliseye gider. Malena için dua eder. Daha sonra kasabada gezinmeye başlar. Bu esnada Malenayı görür. Malena bir dükkanın önünde iki adamla konuşmaktadır. Adamlar yılışık bir şekilde Malena’ya her durumda yanında olduklarını söylerler. Malena isebu durum karşısında herhangi bir tepki vermez. Zaten filmin başından beri tek bir cümle etmemiştir.
Sharon Smith birçok popüler filmde kadınların nasıl ikincil görüldüğünü, ana karakter olsalar bile edilgen ve yardıma muhtaç kimseler olarak yansıtıldıklarını, filmlerin erkek bakış açısından üretildiğini örneklerle açıklar. Malena filmin devamında da oldukça edilgen ve yardıma muhtaç bir karakter olarak çıkacaktır karşımıza.
Bu duruma öfkelenen Renato dükkanın camlarını kırar. Ardından Malena’nın evine gidip duvar dibinde gözetlemeye başlar. Malena bahçeye çıkar bir süre sonra oldukça üzgündür. Malena tekrar eve girer. Renato Malena’nın iç çamaşırını alıp kaçar. Yatağının tellerini yağlar. Ardından Malena’nın iç çamaşırını kafasına geçirip uyur. Sabah babası uyandırmaya geldiğinde Renato’nun kafasında iç çamaşırı geçirmiş bir şekilde uyuduğunu görünce Renato’yu dövüp odaya kapatır. Babası Renato için doktor getirir. Doktor hava alması gerektiğini söyler.
Renato okula gider. Malena’nın babası olan öğretmenlerinin dersidir. Bir mektup gelir. Mektupta Malena’nın tüm kasabayla yattığı yazmaktadır. Ardından öğretmen çıkıp gider. Renato Malena’ya hakkında konuşan bir çocukla kavga eder.
Gece Malena’nın evini gözetlemeye gider. Malena içerde bir askerle sohbet etmektedir. Bir süre sonra öpüşürler ve asker gider. Askerin Malena’nın evinden çıktığını gören dişçi askere Malena’nın nişanlısı olduğunu söyleyip kavga çıkarır. Ardından karısı polislerle birlikte adamı basar. Dişçi’nin karısı Malena’ya fahişe diye bağırır.
Haber tüm kasabaya yayılır. Kasabalılarıni hararetle bu olay ve Malena hakkında konuştuklarını görürüz. Bu olaydan ötürü dava açılır. Malena avukatla görüşmeye gider. Malena mahkemede dişçinin yalan söylediğini sadece bir defa ilaç getirmek için evine geldiğini nişanlısı olmadığını söyler. Teğmen Cadie ileilişkisi olduğunu söyler. Malena’nın belki de filmde en güçlü göründüğü sahne budur. Ancak bu sahnede bile oldukça edilgen ve kendisini savunmaktan acizdir.
Bir süre sonra avukat lafa girer. Bu esnada Malena boynunu bükmüş avukatı dinlemekte Renato ise onu gözlemektedir. Gece olduğunda Malena ve avukatı evde dans ederken görürüz. Renato ise duvara tırmanmış onları gözetlemektedir. Bir süre sonra avukat Malena’ya sarkıntılık etmeye başlar. Ardından tecavüz eder. Yönetmen filmin başından sonuna kadar Renato aracılığyla skopofiliyi kullanır. Renato Malenayı gözetlerken seyirici olarak bizde Malena’yı gözetleriz.
Renato ağaçtan düşüp bacağını kırar. Birkaç gün sonra elinde dürbünle Malena’nın evini gözetler. Avukatın elinde bir torbayla Malena’nın evine gittiğini görür. Derste Malena’ya mektup yazarken hocasını Malena olarak görür. Hocasına ‘evlendiğin doğru mu? ’ diye sorar. Dersten atılır.
Renato avukat’ı takip etmektedir.Avukat annesinin evine gider. Annesine Malena’yla evlenmek istediği söyler. Annesi avukatı azarlayıp evden kovar. Renato berbere gider. Artık çocuk koltuğunda oturmamaktadır. Zaman ilerlerken savaşta tüm şiddetiyle devam etmektedir. Renato yolda Malena’yla karşılaşır. Malena ekmek ve şeker almak için bir adamla buluşur. Adama parası olmadığını söyler. Adamsa sorun olmadığı söyleyerek Malena’ya sırnaşır.
Malena tam da Sharon Smith’in popüler filmlerde tespit ettiği kadın temsiline uymaktadır. Edilgen ve muhtaçtır. Kocası öldükten sonra hayatını idame ettirmek hiçbir çare aramaz. Avukata dişçiden kurtulup kurtulamadığını sorar ancak bu şekilde avukatı başına bela ettiğini fark edemeyecek kadar aptaldır. Var olan durumunu değiştirmek için hiçbir mücadele vermez. Sadece kendisine yapılanlara tanık olur. Kasabadaki erkeklerin fantazilerine ve dolayısıyla erkek izleyicinin fantazilerine boyun eğmek dışında neredeyse hiçbir işlevi yoktur filmde.
Alman işgali başlar. Malena’nın babası Almanların bombardımanında ölür. Cenazede tüm erkekler Malena’ya yanında olduklarını söyler. Malena saçlarını keser. Bu sahne Malena’nın artık tamamen kasabalının istediği karaktere büründüğünün bir göstergesidir. Malena artık tamamen kasabalının fantazilerindeki cinselliğiyle var olan kötü kadındır.
Robin Wood, klasik Hollywood filmderindeki iki ideal figürden söz eder.
1-İdeal erkek: Erkeksi (güçlü) bir serüvenci, kuvvetli, tuzağa düşmeyen adam.
2-İdeal kadın: Eş ve anne, mükemmel bir arkadaş, sonsuza dek
yuvasının ve evinin güvenilir dayanağı.
İdeal çiftin şaşırtıcı aykırılığının birleşmesinden çıkan
kadın/erkek yansımaları şunlardır:
1-Evine bağlı bir koca/baba, güvenilir, ama sıkıcı.
2-Erotik kadın(serüvenci, kumar oynayan kadın, salon
kadını), büyüleyici ama tehlikeli, kahramanı aldatır ya da yırtıcı bir panter
kesilir.(Öztürk, 2000.72)
Malena artık erotik kadındır. Kasaba meydanına gider. Bir yere oturur. Sigarasını çıkarıp erkeklerin yakmasını bekler.
Gece saatleridir. Renato Malena’nın evini gözlemektedir. Bir asker Malena’nın kapısını çalar. Yiyecek getirdiği söyler. İçeri girer girmez Malena’nın üzerine çullanır. Sevişmeye başlarlar. Malena yiyecek getirdiği sürece gelebileceğini söyler.
Malena Alman askerleriyle beraber kasabada dolaşmaktadır. Saçlarını sarıya boyamıştır. Berberde erkekler Malena’nın başka bir fahişeyle ekip kurduğunu otelde Alman askerleriyle beraber olduklarını söyler. Renato gözünde canladırır. Bu esnada bayılır. Babası Renato’yu geneleve götürür. Malena’ya benzettiği bir kadını seçer. Sevişirken kadını Malena olarak canlandırır gözünde. Bu sahnede de dahil olmak üzere neredeyse filmin tüm sahnelerinde kadın çıplaklığı estetik bir nesne olarak öne çıkarılır.
Kasabadaki kadınlar Malena’nın çalıştığı oteli basarlar. Malena’yı dışarı çıkarıp öldüresiye döverler. Saçlarını keserler. Bu sahnede Malena dışındaki kadınların hepsi bakımsız ve acımasızdır.
Malena kasabayı terk eder. Renato tren garına giderek Malena’nın gidişi izler.
Malena’nın kocası kasabaya döner. Ölmediği anlaşılır. Malena’yı aramaya başlar. Ancak kasabalılar ya tersler ya da dalga geçer. Renato ise adamın haline üzülür. Adamı takip etmeye başlar. Renato en sonunda bir adama bir metup yazar. Malenanın kocası Malenayı getirmek için Renato’nun dediği yere gider. Bir süre sonra Malena ve kocası kasabaya dönerler. Kasabalı hiç sesini çıkarmadan Malena ve kocasının geçişini izler.
Malena pazara gider. Pazardaki kadınlar Malena’ya selam verirler. Malena’ya iyi davranırlar. Çünkü artık onlar için bir tehlike olmaktan çıkmıştır. Renato pazarda Malena’yı takip ederken karşılaşırlar. Malena’nın poşeti düşer. Renato poşettekileri toplamasına yardım eder. Malena teşekkür edip gider. Renato ise Malena’nın tersi yöne gider. Anlatıcı ses olarak Renato devreye girer ve Malena’yı hayatı boyunca unutamadığını söyler.
Sonuç
2000 yapımı Malena filmi İkinci Dünya Savaşı’nın karanlık
atmosferinde Sicilya’nın bir kasabasında yaşayan Malena karakterinin hayatta
kalma çabasını anlatıyor. Yükselen faşizmi savaş döneminde toplumun
ikiyüzlülüğünün daha da belirgin hale gelişini gerçekçi bir üslupla aktarıyor.
Film erkeklerin dünyasında hele hele savaş gibi bir facianın ortasında kalan
Malena’nın trajik öyküsünü Renato
karakterinin masum, çocuksu
fantazileriyle birlikte anlatıyor. Biraz iyimser bir yaklaşımla belki bu
cümleleri kurmak mümkündür. Ancak gerçekçi bir yaklaşımla değerlendirecek
olursak Malena filmi öyküsünde işlediği eril tahakküme katkı sağlamaktan öteye
geçemiyor. Kadınların sinemada cinsel
nesne olarak ön plana çıkmasının tarihini Georges Melies’in 1902 yapımı Aya
Seyahat filmine kadar götürmek mümkündür. Malena karakteri cinsel nesne olarak
ön plana çıkmakla kalmıyor aynı zamanda düşünmekten aciz, durumunu değiştirmek
için en küçük bir çaba gösteremeyen tamamen edilgen bir karakter olarak karşımıza
çıkıyor. Film Renato’nun voyoristik eylemlerine en küçük bir eleştiri
getirmemekle birlikte bunları çocuksu ve masum eylemlermiş gibi sunar. Dolaylı
olarak erkek seyircinin bakışını meşrulaştırır. Filmin sonunda Malena’nın
kocasının dönmesiyle bozulan ataerkil düzen tekrar eski haline gelir. Kadının
kurtuluşu yine bir erkeğin varlığıyla mümkün olur. Filme Feminist Film Kuramı
çerçevesinden bakıldığında klasik bir Hollywood filminin ötesine geçemediği
görülür.
KAYNAKÇA
Butler, J. (2014). Cinsiyet
Belası, (Başak Ertür, Çev) İstanbul : Metis Yayınları
Connel, R. W. (1998) Toplumsal
Cinsiyet ve İktidar,(Cem Soydemir,Çev) İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Butler, A. (2011) Film
Çalışmaları,(Ali Toprak,Çev) İstanbul: Kalkedon
Ryan, M. ,Kellner, D. (1997) Politik Kamera,(Elif Özsayar, Çev) İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Mulvey, L. (1975) Görsel
Haz ve Anlatı Sineması
Öztürk,R. (2000) Sinemada
Kadın Olmak, İstanbul : Alan Yayınları
Özaslan, Z.(2013) Feminist film kuramı. Sinema Kuramları 2.(ss.143-165) İstanbul: Su Yayınları
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)