28 Aralık 2015 Pazartesi

Yasujiro Ozu'nun Noriko Üçlemesi'nde "Aile" ve "Evlilik"

Özet
Bu çalışmayla, Yasujiro Ozu'nun Geç Gelen Bahar (1949), Erken Gelen Yaz (1951) ve Tokyo Hikayesi (1953) adlı filmlerinden oluşan “Noriko Üçlemesi”  üzerinden aile ve evlilik kurumu aracılığı ile cinsiyetin toplumsal inşası ve toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretilmesi tartışılacaktır. Bu tartışmayı, aile ve evlilik kavramları üzerinden açmaya çalışacağız. Dolayısıyla aile kavramı, bu çalışmada evlilik olgusuyla ilişkilendirilerek toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretiminin nasıl gerçekleştiğini ortaya koymaya çalışacaktır. Ancak toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretiminde, kadının aile ve evlilik kurumuyla ilişkisi, baba-koca-erkek kardeş vb. roller vasıtasıyla yeniden tanımlanmakta, böylece kadının toplumsal hiyerarşi içindeki rolü yeniden üretilmektedir. Dolayısıyla bu çalışmayla, Japon toplumundaki eril tahakküm olgusunun aile, evlilik ve hegemonik erkeklik kavramları vasıtasıyla yeniden inşa edildiğini ortaya koymuş olacağız.

Anahtar Sözcükler: “Aile”, “Evlilik”, “Toplumsal Cinsiyet”.“Eril Tahakküm”, “Hegemonik Erkeklik”,

Giriş
Geleneksel ve modern aile kurumu  toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretiminde karşılıklı bir ilişkiler ağını da beraberinde getirmektedir. Bu ilişkiler örüntüsü cinsiyetin, toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretiminde eril bir ideolojik evreni karşımıza çıkarmaktadır. Bu çalışmanın ilk bölümünde, aile ve evlilik kurumu tanımlanarak cinsiyetin toplumsal inşası ve toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretimiyle nasıl bir ilişki içinde olduğu ifade edilecektir. Sonrasında Yasujiro Ozu’nun “Noriko Üçlemesi”  filmleri vasıtası ile, Japon aile yapısı ve evlilik kurumunun kadına yüklediği roller ortaya koyularak bu roller üzerinden cinsiyetin toplumsal inşası tartışılacaktır. Sonuç bölümünde, Yasujiro Ozu'nun “Noriko Üçlemesi”nde 2. Dünya Savaşı sonrasındaki Japon aile yapısının dönüşümünün toplumsal cinsiyet rollerini yeniden inşa ettiğini ortaya koymuş olacağız.

Cinsiyetin Toplumsal İnşasının Bir Kurumu Olarak Aile
“Muhafazakar ideoloji, aileden “toplumun temeli” olarak söz eder, geleneksel sosyoloji de onu çoğunlukla kurumların en basiti, daha ayrıntılı yapıların yapıtaşı olarak görür. Aile, toplumun temeli olmanın ötesinde, onun en karmaşık ürünlerinden biridir. Aileye dair basit hiçbir şey yoktur. Ailenin içi, tıpkı jeolojik katmanlar gibi birbiri üzerine yığılmış çok katmanlı ilişkiler sahnesidir. Başka hiçbir kurum da böylesine yaygın; temas esnasında böylesine yoğun; ekonomi, duygu, iktidar ve direniş örgüleri açısından böylesine sıkı değildir.” (Connel,1998:168)
R. W. Connel’ın çok katmanlı ilişkiler sahnesi olarak dile getirdiği aile kavramı; anne-baba, karı-koca gibi kategoriler oluşturarak egemen ideolojinin heteroseksist normlarını yeniden üretim ilişkileri üzerinden inşa eder.  Aile cinsiyetin toplumsal ve kültürel inşası için en elverişli mekandır. Aile sadece soyut anlamda zihinsel kodları üretmez aynı zamanda bedene olan bakışın toplumsal inşasını sağlar.  
Yanı sıra Connel, toplumsal cinsiyet ve aileyi anlamak için “Emek”, “İktidar” ve “Kateksis” kavramlarının bize bu çerçeveyi sunduğunu vurgular. İktidar yapısı, egemen  ve emek bir durum olmanın yanında bir pratik nesnesidir der. Freud’un “kateksis” terimini Connel “cinsel toplumsal ilişkiler” i örgütleyen yapıyı açıklamak için “kateksis yapısı” ifadesini kullanmıştır.

“Freud, “kateksis” terimini zihinsel bir nesneye, diğer bir deyişle bir görüş veya imgeye bağlanan psişik yük veya içgüdüsel enerjiyi belirtmek için kullanmıştı. Ben de bunu, gerçek dünyada “nesneler” ile (yani, öteki insanlarla) bir duygu yükü içeren toplumsal ilişkilerin kurulmasına genelliyorum. Aynen Freud’un kullanımında olduğu gibi, duygusal bağlanmanın yalnızca sevecen değil, aynı zamanda hem düşmanca hem sevecen, yani müphem (çift değerli) olabilir. Yakın ilişkilerin çoğu bu karmaşık düzeye sahiptir.” (Connell, 1998:156)

Evlilik kurumu sadece aileyi bir arada tutmaz aynı zamanda kadın bedeni ve doğurganlığı üzerindeki tahakkümü sağlar ve sürdürür. Sözlü ya da yazılı anlaşma ile işleyen bu hukuki süreç devletin ideolojilerini sürdürmesi için bir araçtır. Louis Althusser de bir kurum olarak “Aile”yi ideolojinin içinde üretildiği devletin ideolojik aygıtlarından biri olarak ele alır. Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni çalışmasında evliliği erkekle kadın arasındaki bir sınıf çatışması olarak dillendirir. “Tarihte kendini gösteren ilk sınıf çatışması, erkekle kadın arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın karı-koca evliliği içindeki gelişmesiyle ve ilk sınıf baskısı da dişi cinsin erkek cins tarafından baskı altına alınmasıyla eşzamanlıdır.”  Marksist çalışmalar cinsiyete dayalı iş bölümünü göz ardı etmiştir. Engels aile”yi değişen üretim biçimlerinin ürünü olarak görür. 
Evlilik kurumunun içinden babalık, annelik gibi roller toplumsal ilişki yapılarını kullanarak yeni kurumlar olarak inşa edilir ve toplumsal ilişkilerin yönetiminde Connell’in de dile getirdiği gibi devlet bu kurumları düzenlemekten daha fazlasını yapar. Connell’in “cinsiyet sistemi” patriarki, toplumsal cinsiyet ve hegemonik erkekliği yeni bir düzleme taşıyarak daha açıklayıcı bir bütünlük kurar. 
Özetle bu toplumsal kategorilerinin kurulmasında Connel’in “cinsiyet sistemi”nin işleyişini sağlayan üç mekanizma vardır. Kamusal ve özel alanda “cinsiyete dayalı iş bölümü”, “iktidar ve iktidar ilişkileri” ve “kateksis” den oluşan faktörler cinsiyet sisteminin işleyişini sağlar. Devlet de bu işleyişi  kullanarak “arzu” ve “rıza” kavramlarını devreye sokup kendi ideolojisini inşa eder ve meşrulaştırır.  
Evlilik kurumu, bu yollarla kadın bedeni üzerinde kurduğu tahakküm ile kadının doğurganlığını denetim altına alır. Bedeni nesneleşen kadın, cinsiyete dayalı iş bölümünün olduğu aile yapısında görünmeyen emeği ile ezilerek, köleleşir.     
 “Artık kolonileşen dünyada emperyalizmin kadınların konumu üzerindeki etkilerine ilişkin epey araştırma yapılmıştır. Söz konusu bu etkinin değişken olduğu açık. Bununla beraber ilk kentleşmeden beri tarihte ilk kez dünyanın farklı bölgelerinde toplumsal cinsiyet ilişkilerini standartlaştırmaya yönelik güçlü bir dinamiğin ortaya çıkmış olduğunu söyleyebiliriz. Ücret ilişkilerinin yaygınlaşması bunun yalnızca bir kısmını oluşturur; uluslararası işlerin emek piyasasını bölümlere ayırmaya yönelik stratejileri de bir başka kısmıdır; özellikle kentte yaşayan insanlar arasında “Batılı” ailenin kültürel prestiji de bir üçüncüsüdür.”  (Connell, 1998:212)
Buradan yola çıkarak aşağıdaki bölümde toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretimi tartışılacaktır.

Noriko Üçlemesi
Noriko Üçlemesi’nde, Noriko, otuz yaşlarına yaklaşmış, bekar bir kadındır ve bundan dolayı aile bireyleri, arkadaşları ve yakınları tarafından  evlilik baskısına maruz kalmaktadır. İsimleri aynı olan ve aynı oyuncunun canladırdığı Noriko karakterleri, farklı koşullar içerisinde bu baskılara birbirinden farklı tepkiler verirler. Ozu; Noriko Üçlemesi’nde İkinci Dünya Savaşı sonrası Japonya’da, değişen toplumsal ve geleneksel pratiklerin aile içindeki yansımaları ve Batılılaşma etkisindeki değişimi alt orta/orta sınıf bekar bir kadının evlendirilmeye çalışılması hikayesi etrafında ele alır.
Noriko’nun etrafındaki ilişki kategorilerinin onun üzerinde kurduğu evlilik baskısı ile aile içinde başlayan kadın kimliğinin nasıl şekillendirilmeye devam edildiğini  anlamak için Connell’in bize vurguladığı “Emek”, “İktidar” ve “Kateksis” yapılarını da göz önüne alarak bakmaya çalışalım.
Geç Gelen Bahar’ın Noriko’su, profesör olan babası (Shukichi Somiya) ile yaşayan yirmi yedi yaşında bekar bir kadındır, babası ile görünen uyumlu, nazik, arkadaşça ilişkisinin arka planında toplumsal cinsiyet sistemi düzeninin doğallaştırılmış görüntüsü yer alır. Noriko evin günlük yemek, bulaşık, temizlik, alışveriş gibi işlerinin yanı sıra babasına da hizmet eder. Bu ilişki geleneksel ataerkil Japon ailesi çerçevesinde yer yer ataerkiye meydan okur. Noriko’nun arkadaşı Aya evlerine ziyarete geldiğinde profesör Somiya onlara çay servisi yapar. Bu bir anlığına aterkil cinsiyet rollerinde gedik açar.
Profesör Somiya ve arkadaşı Onodera’nın, kızları hakkında sohbeti ile Noriko’nun evlendirilmeye çalışmasının hikayesi başlar. Onodera; “Kafasına sokmuş evlilik ölmeden mezara girmektir diye, yirmi dördünden önce evlenmeyi reddediyor. Düşününce belki de haklıdır diyorum. Her neyse elimden birşey gelmez. Peki ya Nori-chan?”  Somiya; “Evet bu konuda bir şeyler yapmanın vakti geldi.” diye yanıtlar.  
Ataerkil aile yapısında baba ailenin eril iktidar sembolüdür, kız çocuğunu evlendirerek iktidarını başka bir erkeğe devreder. Aile içinde  iktidar diğer aile ve sosyal ilişki kategorileri ile de desteklenir. Connell Toplumsal Cinsiyet ve İktidar adlı çalışmasında Gillian Bottomley’in yaptığı araştırmadan bahsederken aile içindeki ataerkil yapının, çevrenin desteğine bağımlı olduğunu gösterdiği sonucuna varır. Burada kadına sunulan iktidar alanı evlilik ile ulaşılması öngörülen ev içi cinsiyetçi iş bölümü ve doğurganlık üzerinden yeniden üretime katkı sağlayabileceği eril tahakküm kontrollünde bir mekandır. 
Erken Gelen Yaz’ da ise evin iktidarını Noriko’nun doktor ağabeyi Kōichi, babasından devralmıştır. Maddi gücü elinde bulunduranın iktidar ile ilişkisini bu bağlamda ele aldığımızda; Noriko’nun işinin de aile için önemli bir gelir kaynağı olması ağabeyinin iktidarını sarsıcı bir etkiye sahiptir. Diğer taraftan Noriko’nun işinin o dönemin cinsiyete dayalı popüler kadın işlerinden biri olan “sekreterlik” olması Noriko’nun yaşamında ikinci bir eril iktidar alanı yaratır. Nitekim Noriko’ya ilk koca adayını bulan kişi patronu olur.

Toplumun kadına hazırladığı yazgı genel olarak, evliliktir.  …babaların ve erkek kardeşlerin egemen olduğu aile topluluklarına bir tutsak ya da uyruk gibi katılan kadın, öteden beri, birtakım erkekler tarafından öbür erkeklere verilmektedir.”  (Beauvoir, 2010).

Noriko’nun halası Masa, ataerkil gücün ve geleneğin dış temsilcisi/baskı gücüdür. Hala Masa, Noriko halå uygun bir yaşta iken onu evlendirmelerinin kendi görevleri olduğunu kardeşi Somiya’ya hatırlatır. Ona asistanı Hattori’nin uygun bir aday olup olamayacağını sorar ve babası bu olasılığı düşünmeye başlar. Noriko ve Hattori’nin iyi anlaştığını söyler fakat  Noriko’nun ona karşı hisleri olup olmadığını daha önce düşünmemiştir. Babası eve döndüğünde Noriko, Hattori’nin geldiğini ve birlikte zaman geçirdiklerini söyler. Babası, kız kardeşi ile konuşması sonrası bu durum karşında Noriko’ya Hattori hakkında ne düşündüğünü, ne hissettiğini sorar. Bu durum, babanın kızına, anlaştığı ve sevdiği biri ile evlenme seçeneği sunmak istemesi olarak algılanabilir. Ancak artık çok geçtir Hattori zaten başka biri ile nişanlanmış ve evlilik hazırlıkları yapıyordur. Bu noktada halası Noriko’ya yeni bir aday bulur. Noriko halasına henüz evlenmek istemediğini söyleyerek görüşmeyi reddeder. Noriko eve döndüğünde babası onu evlenmesi için ikna etmeye çalıştığında babasına; “Ben evlenemem ki ama. Gömleklerini de yakalarını da hiç yıkamazsın ki sen. Sabahları tıraş bile olmazsın. Hem ben olmasam kimse masanı temizlemez. Hatırlasana, pilav yapmaya çalışmıştın da  altı yanmıştı. Her gün yanmış pilav mı yiyeceksin? Biliyorum çaresiz kalacaksın” diyerek içinde bulunduğu durumdan memnun olduğunu dile getirir.
Cinsiyete dayalı iş bölümü, eril iktidar ile ilişkili ve eril iktidarın varlığını devam ettiren bir yapıdır. Bu iş bölümü hem aile ve hane içinde hem de toplumsal alanda ve pratiklerde  yeniden üretim ilişkileri içerisinde kategorilendirilir. Erken Gelen Yaz’ın ve Tokyo Hikayesi’nin Noriko’ları çalışan kadınlardır. Her iki Noriko’nun hikayesinde de cinsiyete dayalı iş bölümünün hem özel hem de kamusal alandaki pratiklerini görürüz. Geç Gelen Bahar’ın Noriko’su ise çalışmaz, ev içi emeğini babasına olan sevgisi ve bağlılığı olarak ifade eder. Varolan yaşamından evlenerek vazgeçmek istemez. Babası (onu evlenmeye razı etmek için) Noriko’ya; belki de bu konuda endişe etmesine gerek olmadığını, kendisinin yeniden evleneceğini söyler. Noriko daha öncesinde babasının arkadaşı Bay Onedara’nın yeniden evlenmiş olmasını iğrenç bulmuştur ve kızı için üzülmüştür. Aynı durumla kendisi karşı karşıya kalmıştır, Noriko evlenmese de artık hayatı değişecek, aynı kalmayacaktır. Bundan dolayı halasının bulduğu adamla evlenmeyi kabul eder. Babası bu kararını rızası ve arzusu ile verip vermediğini sorar. 
Rıza ve arzu kavramları iktidarın hegemonyasını erkeklik üzerinden inşa etmesinin araçlarıdır. A. Gramsci’nin hegemonya ve rıza arasında kurduğu ilişkiden yola çıkarsak; iktidar yapısı, kendi egemenliğini kurarken kendi çıkarlarını, tahakküm altına aldıklarının çıkarı gibi göstererek meşrulaştırır ve yeniden üretir. Kadının, erkeğin koruyuculuğuna ihtiyacını ekonomik ve sosyal ilişkiler üzerinden doğal bir ihtiyaçmış gibi göstererek meşrulaştırması, kadının bunu içselleştirmesi ve yaşam pratiğinde ona sunulanı kendi rızasıymış gibi kabul etmesi durumudur.
Noriko’nun düğününden önce, Noriko ve babası birlikte Kyoto’ya çıktıkları son yolculuklarında Noriko, babası ile hep böyle kalmak istediğini, böyle mutlu olduğunu ve evliliğin ona daha fazla mutluluk getirmeyeceğini söyleyerek evlenmek istemediği konusundaki direnişine devam eder. Bunun üzerine babası; “Doğru değil bu. Göreceksin. Elli altı yaşındayım. ömrümün sonuna geldim. Ama sen, eşinle yeni bir yola koyuluyorsun. Yeni bir hayata başlıyorsun; Satake'yle birlikte el ele kuracağınız bir hayata. Benim rolümün olmadığı bir hayata. Bu insanoğlunun ezeli kanunudur. Evlilik başlarda mutluluk getirmeyebilir. Hemen mutlu olacağını sanmak hatadır. Mutluluk, gelmesini bekleyebileceğin bir şey değildir. Onu kendi ellerinle meydana getirirsin. Yuva kurmak, saadet demek değildir. Mutluluk, yeni bir yuvayı beraber kurma çabanızda yatar. Bu belki iki, belki üç belki de beş veya on yıl alır. Mutluluk sadece gayret gösterirsen gelir. Ancak o zaman, karı koca olduk diyebilirsiniz. Evlendiğimizde annen de mutlu değildi. Yıllarca sıkıntı yaşadık. Bazen, onu mutfakta ağlarken bulduğum oldu. Ama o bana hep tahammül etti. Birbirinize inanmalı ve birbirinizi sevmelisiniz. Bana gösterdiğin tüm bu sevgiyi artık Satake'ye sunmalısın. Anlıyor musun? Bundan yeni bir mutluluk doğacak. Anlıyorsun, değil mi? öyle değil mi?” der. Noriko, bencilliğinden dolayı babasını üzdüğü için ondan af diler. Burada kadın, erkeğe sabreden, tahammül eden, katlanan olarak konumlandırılır. Sevgisi bile kendi kontrolünde değildir, erkeğe mutlak olarak sunacağı bir olgudur.
 Bu bağlamda Simone de Beauvoir, Kadın: İkinci Cins-Evlilik Çağı isimli çalışmasında evlilik hakkında şöyle der;
Demek ki, evlilikler, genel olarak aşktan doğmuyor. "Koca, hiçbir zaman sevilen adamın kendisi olmayıp, ancak onun yerine konmuş benzeridir” der Freud. Bu ayrıştırma bir kaza değildir. Evlilik kurumunun yapısından gelmektedir. Aranan şey, bireysel mutluluğu sağlamak değil, kadınla erkeğin cinsel ve ekonomik birliğini topluluk çıkarı doğrultusunda aşmaktır. Ataerkil aile düzenlerinde, analarla babaların seçtikleri nişanlılar evlenene dek birbirlerinin yüzünü görmezlerdi — bazı Müslüman topluluklarında hâlâ görmezler. Dolayısıyla, böyle bir evlenmede, toplumsal açıdan bakıldığı zaman, koskoca bir yaşamı kapsayacak bir girişimi duygusal ya da cinsel bir heves üstüne oturtmak söz konusu bile olamaz.” (de Beauvoir S. 2010)
Dolayısıyla evlilik aile tarafından kadına seçilen, kadının düşünce ve isteklerini gözardı eden  eril bir süreci meşrulaştırır.

Erken Gelen Yaz’ın Noriko’su patronunun bulduğu kişi ile evlenmek istemez. Ağabeyinin  ailesinin arkasına alarak ona evlenmesi için yaptığı baskılara karşı Noriko kendi evleneceği kişiyi kendi seçer. Komşularının oğlu doktordur ve kırsaldaki bir hastaneye atanmıştır. Yaşlı komşuları her ne kadar Tokyo’dan, evinden ayrılmak istemese de oğlunun ve henüz iki yaşında olan torununun ona ihtiyaçları vardır. Noriko onlar taşınmadan önce veda hediyesini vermek için uğrar. Eski günlerden bahsederken yaşlı kadın geçmişte oğlu Noriko ile evlendiğini hayal ettiğini söyler. Bunun üzerine Noriko oğlu ile evlenebileceğini söyler. Kadın şaşırır ve buna inanamaz, çok sevinir. Noriko,  ikinci dünya savaşında ölen erkek kardeşi ile birlikte büyüdüğü, çocukluk anılarını paylaştığı, tanıdığı, güvendiği, dul ve çocuklu komşu oğlunu patronunun bulduğu -ona rahat bir yaşam ve gelecek sunacak olan zengin, çevresinde sayılan sevilen ve iyi bir iş adamı olan, fakat hakkında hiçbir şey bilmediği- damat adayına tercih eder. Aynı zamanda komşu kadını evinden, yaşantısından ayrılmak zorunda kalmaktan kurtarır. Noriko’nun bu seçimi kendi içinde geleneksel ailenin içinde kurulan iktidar alanına bir başkaldırı niteliği taşır.
Tokyo Hikayesi’nin Norikosu, sadık, vefalı, nazik, içten ve samimi bir gelin olarak çıkar karşımıza. İkinci Dünya Savaşı’nda kocasını kaybetmiş, tek odalı bir apartman dairesinde tek başına yaşıyordur. Noriko’nun ölen kocası Shoji’nin anne ve babası taşradan Tokyo’da yaşayan çocuklarını ziyaret etmeye gelirler. Kendi öz kızları ve oğulları onlara yük gibi davranıp, işlerini bahane ederek onları başlarından atmaya çalışırken eski gelinleri Noriko onlara şehri gezdirir, evinde misafir eder. Oğulları öleli sekiz yıl olmasına rağmen Noriko’nun hala yalnız ve oğullarına sadık kalması yaşlı çifti üzer, bu saatten sonra ona sunabilecekleri bir mutluluk yoktur. Dolayısıyla kendi çocuklarından yakın hissettikleri Noriko’nun yalnız yaşamasını istemezler. “Oğlum öleli sekiz yıl oldu ama sen hålå onun fotoğrafını saklıyorsun. Senin için üzülüyorum. Gençsin, Bence yanlış yapıyoruz. Babanla da bunu sık sık konuşuyoruz.  Eğer önüne bir fırsat çıkarsa lütfen evlen, ne zaman istersen. Senin tekrar evlenmemene çok üzülüyoruz.”
Yaşlı çift Tokyo’dan içleri buruk, hayal kırıklığına uğramış, kırgın ayrılırlar.  Dönerlerken yolda yaşlı anne rahatsızlanır ve ağır hastalanır. Yaşlı kadın ölür ve cenazesinden hemen sonra çocuklar yine işlerini bahane ederek dönerler, halå evde anne ve babası ile yaşayan evin en küçük kızı ve babası ile birkaç gün daha ilgilenmek için sadece Noriko kalır. Baba Noriko’ya Tokyo’daki ev sahipliği için tekrar teşekkür eder, karısının Tokyo’da geçirdiği en güzel zamanın onunla olduğunu söyler. Geçmişini ve ölen kocasını unutup tekrar evlenmesini yineler. Noriko’ya bu kez evlilik baskısı kan bağı kendi olan ailesinden gelmez. Evlilik bu filmde de kadına sunulan kurtuluş yolu olmaya devam eder.
Geç Gelen Bahar ve Erken Gelen Yaz filmlerinde yer alan Noriko’nun yakın arkadaşı Aya, iki filmde de bekar ve çalışan bir kadın olarak evlilik üzerine bize iki farklı temsil sergiler. Geç Gelen Bahar’ın Aya’sı kocasından boşanmış bir stenograftır; giyim tarzı, evindeki eşyaları, yaptığı yemekler Batılılaşmanın izlerini taşır. Noriko, Aya gibi çalışmak ister; bu onun içinde bulunduğu durumdan kaçma ve kendi başının çaresine bakma girişimidir. Aya, Noriko’nun gerçekleşmesini istemediği evliliği konusunda Noriko’ya, kocası alçak biri olmasaydı şu anda kesinlikle çalışmıyor olacağını, ailesinin yanına dönmeyi de göze alamadığı için çalıştığını, çalışsa bile evlenmesi gerektiğini söyleyerek onu ikna etmeye çalışır. Ataerkil ailede kadınının evlendikten sonra işini bırakması sıkça rastlanan bir durumdur. Evlilikle beraber yeni kimlik kategorileri ve ilişki yapıları ile kuşatılan kadın kimi zaman kendi rızası ile kimi zamanda zorla işini bırakır. Bu “rıza” durumu kimi zaman çalışmak yerine evlenmenin tercih edilmesini doğurur.
Erken Gelen Yaz’ ın Aya’sı annesi ile yaşar, fatura toplayıcısı olan bir ofis çalışanıdır. Noriko ve Aya’nın evli arkadaşlarından biri kocası ile tartışmıştır. Bunun üzerine Aya alaycı bir tavırla; “Sabırlı olmalısın. Sen evli bir kadınsın. Katlanmalısın. Bu sadece doğal. Kocalar hep böyle. Bu yüzden biz evlenmiyoruz.” der. Evliliğin kadına biçtiği rollerin farkındadır ve geleneksel evliliğe, karşı bir tavır sergiler. Başka bir sahnede Noriko ve Aya evli olan diğer iki arkadaşları ile bir kafede buluşurlar. Bu sahnede sosyal  bir grupta evliler ve bekarlar arasındaki bölünme ve gruplaşmayı görürüz. Arkadaşlarının evliliği yücelten, bekar olmayı bir eksiklikmiş, gerçek mutluluktan yoksunlukmuş, acınılanacak bir durummuş gibi gören konuşmaları ve yukarıdan bakan tavırları karşısında Aya sessiz kalmaz, ve Noriko da onu destekler.  Evli arkadaşlarından biri, Aya ve Noriko’nun evliliğe karşı gösterdikleri bu direnci ve alaycı tavırlarını -daha önce de kocasına kızdığında ona sevmediği yemeği yaparak cezalandırdığı gibi- cezalandırırcasına Noriko’nun evinde -kız partisi yapmak için- buluşmayı teklif ederler ve o gün geldiğinde gitmezler. Noriko ve Aya kandırıldıklarını anlarlar. Bir zamanlar ne kadar yakın arkadaş olduklarını evliliğin onları uzaklaştırdığını düşünürler.
“Bekår” sözcüğü pek çok dilde “evlenmemiş olma hali” olarak tanımlanır.  “Kadın” ın “erkek olmayan” şeklinde  öteki üzerinden yapılan tanımı gibidir. “Bekår olma hali”  kadın belli bir yaşa geldikten sonra onu toplum tarafından ötekileştiren ve baskı aracı haline gelen bir duruma dönüşür. Bu yaş aynı zamanda toplumlarda kadının evlilik yaşını belirler. 
Erkeğin doğal eğilimi eylemdir; üretmesi, savaşması, yaratması, ilerlemesi, evrenin bütünüyle geleceğin sonsuzluğuna doğru kendini aşması gerekir; geleneksel evlilikse, kadını, erkekle birlikte kendini aşmaya çağırmaz; içkinliğe gömer onu. Dolayısıyla kadın da ancak geleceğin tehlikelerinden kurtulmak üzere geçmişi şimdiki zamanda devam ettireceği dengeli bir yaşam, yani mutluluk kurmayı düşünebilir.”  (Beauvoir, 2010: 46 ).

Sonuç Yerine
“Japonya’da Kadın Hareketi on dokuzuncu yüzyılın sonları, yirminci yüzyılın başlarında başlar. “Dışarı kapalı feodal Tokugawa Japonya’sın (1600-1868), 19. yüzyılın ortasında tamamen farklı bir sistem (Batı) ile karşılaşır. Japonya’yı bu sisteme karşı kapalı tutmak yararsız bir çaba olacağı için olabildiğince kısa bir sürede onu Batılı olarak yeniden kurmak şeklinde çözüm bulunur.”
Meiji döneminde gerçekleştirilen toplumsal düzenlemeler Japon kadınını sınıfına ve etnik kökenine bakılmaksızın toplumsal hiyerarşinin dışında tutmuştur. Ancak, kadınlar Japon emperyalizminin ekonomik gücünü oluşturan endüstrileşme politikasının bir aracı olarak topluma karşı bazı sorumluluklarla donatılmışlardı. Japon kadınlarının toplumsal sorumluluğu, Meiji döneminin entellektüellerinden Nakamura tarafından “Iyi Anneler Yaratmak” başlıklı yazısı ile “iyi eş-akıllı anne” sloganı ile ilk kez söze dökülmüştür.
Meiji döneminde, kazoku kokka (aile-devlet) sloganı ile yoğurulan emperyalist ve erkek egemen sistemin en küçük birimi ailedir. 1889 Meiji Anayasasına göre ailenin reisi imparator ve onun evindeki temsilcisi babadır. Bu erkek egemen rejimde koca, kamusal alandan sorumlu kılınırken; kadın ise ailenin, diğer bir deyişle, devletin bekasından sorumlu anne ve eş olduğu sürece sadece özel alanda tanımlanmaktaydı (Aktaran Binark, 1998:65-91 ).”

Savaş sonrası kadın iş gücüne olan ihtiyaçtan dolayı Japonya’da kadınların iş hayatına katılımı artmıştır. Kadınlar, daha çok kadın işi olarak nitelendirilen sekreterlik, ofis işleri, öğretmenlik gibi işlerle istihdam edilmiştir. Tüm dünyada olduğu gibi Japonya’da da bu dönemde toplumsal cinsiyet ve toplumsal cinsiyet eşitliği gibi kavramlar dile getirilmeye başlanmıştır. 1945 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır.
Uzo’nun “Noriko Üçlemesi” İkinci Dünya Savaşı sonrası feodal değerlerin Batılı değerlere evrilme sürecindeki Japonya’sında geçer. Geleneksel olanla Batılı olanın iç içe geçmiş döngüsündeki bu evrende Noriko’nun egemen ideolojinin baskı aracı olan evlilik ve aile kurumuna karşı direnişinin üç farklı hikayesini izleriz. Soyun devamlılığını ve toplumun üretim ilişkilerinin sürekliliğini sağlayan “doğurganlık”, kadının tercihinde olmayan doğal bir durum olarak görülen, “doğallaştırılan” bir olgu haline getirilerek evlilik kurumunu meşrulaştırır ve kadın bedeni üzerinde denetleyici bir tahakkümü inşa eder. 
Üç Noriko’nun da hikayesinde kendi yaşamlarında, kendi istekleri olarak ortaya çıkmayan dışarıdan bir etkiyle bir baskı, tahakküm olarak beliren evlilik kavramının reddi -her ne kadar başarısız bir teşebbüs olmuş olsa da- bu minvalde kadını köleleştiren bir doğurganlığın reddi olarak okunabilir.  

Kaynaklar 
Althusser, L. (2000). İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları. İstanbul : İletişim Yayınları. 
De Beauvoir, S. (2010). Kadın II: “İkinci Cins”-Evlilik Çağı. İstanbul: Payel Yayınları.
Binark, M.(1998). Oryantalist Söylem ve Japonya: Meiji Döneminde Kadın Hareket Tarihini Okumak. Kültür ve İletişim, 1,65-91.
Connell, W. R. (1998). Toplumsal Cinsiyet ve İktidar. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Engels, F. (2003). Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni. İstanbul: Eriş Yayınları. İstanbul
Sancar, S. (2013). Ereklik: İmkansız iktidar, ailede, piyasada ve sokakta erkekler. İstanbul: Metis Yayınları.
Schick, E.C. (2011) Batının Cinsel Kıyısı Başkalıkçı Söylemde Cinsellik ve Mekansallık, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları
Scott J. (2007). Toplumsal Cinsiyet: Faydalı Bir Tarihsel Analiz Kategorisi, Çev: A. Tunç Kılıç, İstanbul: Agora Yayınları
Segal L. (1990). Ağır Çekim Değişen Erkeklikler Değişen Erkekler, Çev.: Volkan Ersoy, İstanbul: Ayrıntı Yayınları

















23 Aralık 2015 Çarşamba

Toplumsal Cinsiyet ve Ensest Bağlamında ‘Gözetleme Kulesi Fimi’  İncelemesi

                                                                                                                     Semra ÇOBAN

GİRİŞ

Sözlük anlamı olarak  cinsiyet, kadın ve erkeğin biyolojik farklılıklarının anlatımı için kullanılmaktadır.Toplumsal cinsiyet ise  kurumlarla, sosyal çevre ve iktidar ilişkileri ile karşılıklı, iç içe geçmiş, karışık ilişkiler bütünüdür. Toplumsal cinsiyetin algılanışı kültürel bir olgudur ve bu kavram, kültürel, ekonomik, politik ve davranışsal tüm farklılıkları içermektedir.Toplumsal cinsiyet kadınlarla erkekler arasındaki toplumsal ilişkileri düzenlemek için kullanılan bir kavramdır. Scott toplumsal cinsiyetin, cinsiyeti olan bir bedene zorla kabul ettirilmiş bir toplumsal kategori olarak tanımlar ve toplumsal cinsiyetin kadınlar ve erkeklere ilişkin uygun rollerin tamamen toplumsal olarak üretildiğini ifade eden “kültürel inşalar”a işaret etmenin bir yolu olduğunu belirtir. (Scott, 2007: 11).

Kadın ve erkeğin aile içinde, kamusal alanda, işte ve özel zamanlarında belirlenmiş cinsiyetlendirilmiş toplum tarafından normatif kalıplara sığdırılmış davranış kalıpları vardır ve son kertede bu kalıplar kadının ezilmesine tahakküm altına alınmasına hizmet eder.
Çocuklar büyürken toplum onların önüne cinsiyetine uygun kurallar, şablonlar ya da davranış modelleri dizisi koymaktadır. Aile, medya, arkadaş grupları, okul gibi belirli toplumsallaştırma etkenleri söz konusu beklentileri ve modelleri somutlaştırarak çocuğun bunları sahiplenebileceği ortamlar hazırlamaktadır (Connell, 1998: 255). Dolayısıyla toplum, kadın ve erkeği tanımlamakta; kadın ve erkeğe bir takım özellikler atfetmektedir.

Connell, kadınlarla erkekler arasındaki ikili ilişkilere temel oluşturan üç ana yapı olduğunu tespit eder: Emek, iktidar ve arzu. Bunlar birbiriyle kesişir ve birbirlerine bağlanır. Bu yapıların işlemesini sağlayan başlıca kurumların -aile, işyeri, devlet, ve kamusal alanlarla sokağın bütün ritüelleri- hepsi de eril otoriteyi devam ettiren kendi ‘cinsiyet rejimleri’ne sahiptir. Bu bakımdan, erkeklerin kadınlar üzerindeki iktidarın devamlılığı ve buna bağlı olan erkeklik anlayışları, tek ya da birincil bir nedene indirgenemez. Bunun yerine, bunlar kapitalist sınıf ayrımının benzer bir biçimde tarihsel temellere dayalı olan sistemiyle birlikte değişen kapsayıcı tarihsel kökenli bir sisteme atfedilirler.(Segal, 1998: 131)
Ekonomik, toplumsal, siyasal her alanda erkekler kadınlardan daha güçlü ve daha özgürdürler. Ve bu dengesizliği yaratan erkeklere verilen, sağlanan avantajlardır.
Genel olarak erkekler, mevcut toplumsal yapıda avantajlı durumdadırlar, heteroseksüel erkekler ise öbürlerine kıyasla çok daha fazla avantajlıdır. Ancak, “erkek kurtuluş hareketi” tartışmasının gözler önüne serdiği bir şey var ki, erkekler toplumsal avantajlarının bedelini ödemekte, hatta bazen bu bedeller çok yüksek olmaktadır. (Connel, 1998: 12)
Witting isteyelim ya da istemeyelim burada ve şimdi bir toplum içinde yaşadığımızı ve toplumda yaşamanın tüm kurallarını bildiğimizi ki heteroseksüelliğin bu kuralların tümünü özetlediğini belirtir. Bilim insanları ve genel olarak halk; herkes, yapılması zorunlu olan bir şeyler olduğu konusunda hemfikir. Bir erkek olmak, bir kadın olmak, evlenmek, evlendikten sonra çocuk yapmak ve özellikle kadınlar için çocuk yetiştirmek. Bir nevi yaşamak için nefes almamız gerektiği gibi bu kurallar ve antlaşmalar da yaşamı olası kılıyor.Toplumda yaşamak heteroseksüellikte yaşamaktır.(Witting,2013:69)


Connell ailenin toplumun temeli olmasının ötesinde, onun en karmaşık ürünlerinden biri olduğunu belirtir. Connell’a göre ailenin içi, tıpkı jeolojik katmanlar gibi birbiri üzerine yığılmış çok katmanlı bir ilişkiler sahnesidir. Başka hiçbir kurumda ilişkiler, zaman içinde böylesine yaygın; temas esnasında böylesine yoğun; ekonomi, duygu iktidar ve direniş örgüleri açısından böyle sıkı değildir.(Connell, 1998: 168)
Ensest, eski toplumlarda ve günümüz toplumlarında sıkça rastlanan fakat çoğunlukla aile içinde sır olarak saklanan bir olgudur. Ensest fiziksel, ruhsal ve sosyal sonuçları en ağır sorunlardan biridir ve etkileri ömür boyu devam etmektedir. Ensest mağdurları her yaştan kız ve erkek çocuk olabilirken, istismar genellikle dokunma, okşama gibi tacizlerle başlamaktadır. Bazı vakalar uzun süre bu şekildeki tacizlerle devam ederken bazılarında cinsel saldırı anal ve vajinal tecavüze varabilmektedir. Saldırganlar başta baba olmak üzere, dede, ağabey, amca, dayı ve kuzen gibi genellikle mağdurdan yaşça büyük erkek akrabalardır. (Bozbeyoğlu,  Koyuncu, Kardam, Sungur, 2010: 1)

Pelin Esmer’in Gözetleme Kul esi (2012) filmi Seher (Nilay Özdemir) karakteri üzerinden kadının nasıl normatif kalıplara sokulmaya çalışıldığını ve bir tabu olan ensest vurgusu açısından incelenmesi gereken bir metindir.

Gözetleme Kulesi
Seher (Nilay Erdönmez) üniversite öğrencisidir ve otogarda bir otobüs firmasında hosteslik yapmaktadır. Nihat (Olgun Şimşek) ise Seherin çalıştığı otogara yakın bir yerde ormanda gözetleme kulesinde  işe başlamıştır. Filmin giriş sahnesinde Nihat ve Seher’in yolları otobüste kesişir. Seher yolculara nerede ineceklerini sorar. Nihat da yolculardan birisidir. Daha sonra Nihat otobüsten iner ormanın içinden gözetleme kulesine gelir etrafı dolaşır dürbünle çevreye bir göz atar. Eşyalarını yerleştirirken çantasından turuncu bir gömlek ve mavi bir bluz alır öylece durur daha sonra telsizden anons verilir. Telsiz konuşmasında Nihatın burada işe başladığını anlarız. Telsiz konuşmasında karşıdaki kişinin hangi rüzgar attı seni buralara sorusuna Nihat geçiştirerek cevap verir. Nihat bir şeylerden kaçıp buraya doğaya sessizliğe sığınmıştır. Nihat hakkında bu kısa bilgiden sonra otogara geçiş yapılır. Seher otobüsten iner patronla selamlaşır lavaboya gider elini yıkar ve odasına çıkar. Otogar küçük bir lokanta ve marketten ibarettir. Seher’in mekanla zıtlığı onunda buraya sığındığı bilgisini verir. Daha sonra gece Seher elinde bir şeylerle iner etrafı kolaçan eder lavaboya doğru ilerler. O sırada otobüs şoförü odasından sigara içmek için aşağı iner. Seher elindekileri cebine sokuşturur. Şoför uyku mu tutmadı diye sorar. Seher yok lavaboya geldim der. Lavaboya ilerler elini yıkar ve oyalanır. Şoför sigara içerken bir yandan Seheri izler. Sabun yoksa odamda var filan der. Daha sonra Şoför odasına çıkar Seher cebinden iç çamaşırlarını çıkarır gizlice yıkar. Bir kadının erkeklere tahsis edilmiş bir mekanda ezilip büzülmesini gizlemesini ve zorluğunu görürüz. Mekanlar toplumsal cinsiyet düzeninde kadınlar ve erkekler için  cinsiyetlendirilir. Connel sokağın çoğu zaman bir kurum olarak düşünülmediğini ama sokağın en azından, belirli toplumsal ilişkilerin olduğu, kesin sınırları olan bir toplumsal çevre olduğunu vurgulamaktadır.
Sokakta pek çok iş yapılır. Çocuklarla ilgili işlerin hemen hepsi, örneğin bebek arabalarıında çocukları gezdirmek gibi, kadınlar tarafından yapılır. Alışverişin ve fahişeliğin büyük bir kısmı da öyle. Gazete yiyecek ve diğer küçük nesnelerin satışı ise karmadır. araba kamyon ve otobüs kullanma, küçük suçlar ve polislik, araba tamirciliği ve doğrudan sokağın kendisi, öncelikle erkeklere aittir. Sokak, küçük çaplı tacizlerden fiziksel sarkıntılık ve tecavüze kadar, kadınlara yönelik pek çok sindirme eyleminin gerçekleştiği ortamdır.Eylemin yükselişinin nerede duracağı her zaman önceden kestirilemediğinden, şehrin büyük bir bölümünde kadınlar, özellikle hava karardıktan sonra nadiren sokakta yürürler. Öyleyse sokak erkeklerin işgali altında olan bir bölgedir. (Connel, 1998:181)
Ayrıca film şoförün Sehere baktığı sahnede algılarımızla oynar biraz  şoför Seher’e bir şey yapacak hissi uyandırır. Aslında bunun sebebi tecavüz korkusudur.Gece ıssız bir otogar ve o saatte evinde olması gereken  kadın dışarıdadır. Algılarımız toplumsal normlarla öyle şekillenmiştir ki kadın dışarıda ise tacize ya da tecavüze uğrayabilir ki çoğu kez uğramaktadır da. Tecavüzün kadınlar üzerinde nasıl tahakküm kurma rolü vardır çalışmanın devamında tekrar değineceğiz.

Nihat yavaş yavaş ormandaki hayatına alışmaktadır. Malzeme almak için aşağı iner Seher’in çalıştığı otogarda tekrar karşılaşırlar Nihat  otobüste yer var mı diye sorar. Aralarında kısa bir diyalog geçer ikinci kez karşılaşmış olurlar. Seher Nihat’a gözetleme kulesinde mi kalıyorsun diye  sorar Nihat evet der. Nihat Seher’e sen burada mı kalıyorsun dediğinde Seher evet geçici bir süreliğine der ve konuşmayı orada sonlandırır. Film karakterlerin hikayelerini yavaş yavaş verir. Nihat telsizle konuşurken evlendim der ama çocuk var mı diye sorulunca yağmur yağıyor deyip telsizi kapatır. Sefere çıktıklarında şoförle sohbet ettikleri sahneye geldiğimizde Seher izin alabildin mi diye sorar şoför evet eleman yok muhabbetti döndü ama akşam konuşacağım tekrar  der. Seher’e sen gidiyor musun eve  diye sorar Seher gideriz bir ara diye geçiştirir. Biraz geçtikten sonra midesi bulanır otobüs durur Seher istifra eder. Akşam otogara gelirler şoför ve patron oturmaktadır. Seher patrona ben bir süreliğine otogarda kalıp anons işlerine ve aşçıya yardım etsem olmaz mı diye sorar. Patron kabul etmez biz senle hosteslik için anlaştık unutma dayının hatırı için işe aldım seni der konuyu kapatır.Seher odasına çıkarken patron şoförle seher hakkında konuşmaya devam eder. Patron yolcular mı sarkıyor diye sorar  şoför evet der. Patron sen asılmıyorsun değil mi kıza diye şoföre de sorar şoför hayır der. Asılmak kadının hostes olmasının kaçınılmaz sonudur. Mekanların cinsiyetlendirilmesi gibi mesleklerde cinsiyetlendirilmiştir. 
Kadınlar için ev içi işler, çocuk bakımı, bankacılık vb. işler daha norm bir seçenek iken hosteslik otelde çalışmak hal otogar gibi yerlerde çalışmak olumsuz bir seçenektir. Filmin ilerleyen bölümlerinde annesi ve babası kız kısmının ne işi olur otogarda diye tepki alır. Okumuyorsa gelsin otursun evinde derler. Seherin otogarda hostes olarak çalışması sorun olurken erkek kardeşinin fırında çalışması ‘çocuk çalışıyor okul harçlığını kazanıyor’ olur. Seheri sefere çıkmak için çağırdıklarında Seher yataktan apar topar çıkar ve hamile olduğunu görürüz. Aşçı parasını alamadığı için patronla kavga edip işten ayrılınca Seher otogarda kalmaya lokantada yemek yapmaya başlar. İzin alıp eve gider annesi mutfakta yemek yaparken televizyonun sesini açmış evlilik programı takip etmektedir. Seher otogarda çalıştığı için sitem eder. Biz seni oku diye kızım yolluyoruz taa nerelere sen otogarlarda elin heriflerine hizmet et diye yollamıyoruz seni. Madem okumayacaktın niye dönüp gelmiyorsun evine. Seher arkadaşlar eve çıkacak bende onların yanına çıkmak istiyorum der. Annesi o nereden çıktı senin zaten orada bir ev duruyor hazır dediğinde Seher artık orada kalmak istemiyorum anlaşamıyorum diye cevap verir. Annesi neyi istemiyorsun rahatlık mı batıyor sana baban işsiz çağları bile gönderemiyoruz kursa seni de dayından allah razı olsun o olmazsa zor giderdin okula der. Adam bir boğaz daha ekledi sofraya mecbur mu diye sitem etmeye devam eder. Dört kız ev tutmak neymiş, giren belli değil çıkan belli değil, küçük yer elalem ne der, olduğun yere uyum sağlayacaksın biraz, dayın sana bir şans veriyor otursana oturduğun yerde, ne güzel dayının evinde emniyetli yerdesin dediğinde Seher annesini ve izleyiciyi şoke edecek şeyi söyler. Karnını gösterir emniyet emniyet emniyetiniz bunu yaptı bana der. Annesi ne diyorsun sen diye sorar Seher ben dediğimi dedim sen ne diyeceksin şimdi der. Annesi daha önce niye gelmedin dediğinde Seher daha önce gelsem ne olacaktı odada mı saklayacaktın beni ne değişecekti der ve odadan çıkar. Babası gelir sofraya oturur annesi yemeği koyarken yavaştan çekine çekine eve çıkmak istiyormuş arkadaşlarıyla dört arkadaş sizde yardım ederseniz filan diye konuyu açar. Baba olur mu öyle şey dört kız giren belli değil çıkan belli değil aklın alıyor mu senin der. Anne  bir iki küçük ısrardan sonra babayı onaylar ve sessiz kalır. Seher evden çıkar gider. Anne baba aynı tepkileri verirler dayısında rahat mı batmış adam evini açmış okutuyor. Baba dayısı ha diye vurgu yapar. Aile ve aileyi oluşturan akrabalık bağları en güvenilen yerlerdir. Orada emniyette olunacağı düşünülür. Çoğu taciz tecavüz ya da şiddet eylemi dışarıda bir yerde meydana gelebilen bir olgu gibi gelir ama aslında en yakında dibimizde çoğu zaman gizli kaldığı için ve net bir oran verilemezse bile içerdedir. Aile içi bu cinsel istismar ensest olarak tanımlanır. ensest çoğu toplumda bir tabudur. Konuşulmayan yokmuş gibi davranılan ama ensest kurbanı için çok vahim sonuçları olan bir olgudur.  Aile-içi cinsel şiddet olarak kabul edilen bu olgu tarafların, genellikle toplumsal baskıdan çekinme, durumdan utanma ve özellikle enseste maruz kalan kişinin kendisine uygulanan fiziksel ya da psikolojik baskıdan korkup durumu ifşa etmekten çekinmesinden ötürü gizli tuttuğu ve genelde aile içinde çözülmeye çalışılan bir problem olarak gelişmesine sebep olmuştur. Günümüzde, çocuk tecavüzleri araştırıldığında, kız ya da erkek çocuğun maruz kaldığı bu durumun arkasında çok sıklıkla aile bireylerinin olduğu görülmektedir.(Minnet, 2013:2) Seher ensest kurbanıdır annesine gittiğinde hiçbir destek alamaz.
Sandra Buttler ensestten kurtulan çocukların annelerinin konuyla ilgili irdelendiğini, suçlandığını ve erkek egemen bir analizin kılıcına geçirildiklerini savunur ve geleneksel kadın rollerine göre biçimlenmiş anneler bir çaresizlik, kişisel, ekonomik ve sosyal kaynaklardan yoksunluk durumunda gösterir ki bu kızlarını koruyabilecekleri bir rolden uzak kalmalarına neden olur demiştir. (S.Buttler’den akt. Minnet, 2013:6)  Brownmiller, erkeklerin tecavüz etmek için biyolojik bir kapasiteye sahip olmalarının yanı sıra erkeklerin kadınları hükümleri altına almayı garantilemek için yürüttükleri, bilinçli ve kolektif, tarih-aşırı ve kültür-aşırı, politik bir strateji dahilinde kadınlara tecavüz ettiklerine de inanmaktadır. Tecavüzcüler ataerkilliğin ‘hücum kıtasıdır’, erkek egemenliği için gereklidirler. (Aktaran Segal, 1998: 288)
Seher çocuğu doğurur otogarın yan tarafına bir yere bırakır bu sırada orada olan Nihat olayı görür. Seher ile aynı otobüse biner şoför Seheri istediği yerde indirmeyince Nihat hanım tanıdık ben akrabalarına teslim ederim deyip otobüsten inerler. Seheri kuleye gelmeye ikna eder daha sonra gece gidip bebeği getirir. Seher’ e bebeği uzatır emzirmesi için ısrar eder. Sürekli bebeği Sehere uzatan bir el olur. Nihat’ın bu davranışı kadına biçilen annelik rolünün nasıl dayatıldığının metaforik bir ifadesidir.Nihat toplumu temsil eder Seher çocuğu doğuran olduğu için ona sevgi ve şefkat vermesi gereken kadın olmalıdır. Seher anneliğe hatta gözetleme kulesinin alt odasına yani toplumsal bir norma sığdırılır. Bu kalıplara hapsedilir.Nihat Seher ile ilgili gerçeği Seher kaçmaya çalışırken öğrenir. Tam eve doğru dönerler Seher gerçekleri haykırır. Tekrar kaçmaya çalışır bu defa fırtına çıkar Seherin hemen dibindeki ağaca yıldırım düşer Seher yere yığılır gidemez. Nihat Seheri gözetleme kulesine getirir. Seher sessiz sedasız bebeği emzirir. Fırtınanın durduğu Nihatın dışarıyı izlediği sahneyle film biter. Filmde erkeğin tahakküm alanında bir öteki ezilen olan kadının sürekli bir kalıba sokulmaya çalışılması anlatılır. Cinsiyetin toplumsal inşa sürecinde aile ve toplumun hatta yıldırımı düşüren ilahi gücün eril tahakkümünün somut ifadesidir.Çocuk yetiştirmenin kendisi ağır bir iş yükü yaratır ve cinsiyete dayalı iş bölümünde önemli bir rol oynar. Kapitalist ülkeler çocuk bakımını büyük ölçüde annenin sorumluluk alanına dâhil eder ve söz konusu emek evde ücretsiz olarak sağlanır. Bu nedenlerden ötürü çocuk bakımı ev içi iş bölümünde belli bir öneme sahiptir (Connel, 1998: 169). Bu sebeple annelik sürekli yüceltilen kutsallık atfedilen bir olgudur. Seher filmde Nihat’ın baskısıyla annelik yapmaya zorlanır.
Sonuç
Film kadına biçilen rolleri ve kadının nasıl bu kalıplara sokulduğunun iyi bir örneğini teşkil etmektedir. Kimlik, bireyin sınıf, ırk, cinsiyet, cinsellik, kuşak, bölge, etnisite, din ve ulus gibi mensubiyetinden türeyen toplmusal olarak inşa edilmiş, toplumsal olarak tasvip edilen (veya hiç değilse tanınan) kendine dair anlamlar bütünüdür. Aynı zamanda kimlik asla “tamamlanmaz”, aksine sürekli inşa edilir.(Schick, 1999:17) Witting cinsiyetlerin ebediliğinin ve köleler ile efendilerin ebediliğinin aynı inşanın sonucu olduğunu  ve efendiler olmaksızın kölelerin olmayacağı gibi, erkekler olmaksızın kadınlarında olamayacağını belirtir. Erkek kendini bir öteki olarak kadının üzerinden tanımlar.Kuşkusuz tüm erkekler ezen değildir onlarında kendi arasında bir ezen ezilen ilişki vardır ve her kadın da ezilen olmayabilir. Lakin en tepede eril bir tahakküm vardır. Witing’ e göre cinsiyet yoktur, sadece ezilen cinsiyet ve ezen cinsiyet vardır ve cinsiyeti yaratan baskıdır.(Witting, 2013:36) Film bu süreci Seher karakteri üzerinden ezilen kadını başarılı bir şekilde anlatmaktadır.Özel alanda olduğu gibi kamusal alanda da toplumdaki işin dörtte üçünü yapmak kadınların kaderidir ve buna bedensel bir iş olarak önceden belirlenmiş demografik oranlara göre üremeyi de eklemek gerekir. Öldürülmek, sakatlanmak, bedensel ve zihinsel olarak işkence görmek istismara uğramak dövülmek ve zorla evlendirilmek; kadınların kaderi budur.(Witting, 2013:37) Cinsiyet kategorisi totaliter bir kategori olduğundan, varlığını kanıtlamak için kendi engizisyonları, adliyeleri, mahkemeleri, yasaları, terörü, işkenceleri, sakatlamaları, infazları, polisi vardır.Tüm zihinsel üretimi kontrol ettiğinden, bedeni olduğu kadar zihni de şekillendirir.(Witting, 2013:41) Witting’e göre heteroseksüel toplum, her düzeyde ötekinin-farklının gerekliliği üzerine kuruludur. Bu kavram olmaksızın ne ekonomik olarak, ne simgesel, ne dilsel, ne politik olarak işler.(Witting, 2013:60) Kadınlar erkek egemen bir toplum yapısında nesne konumundadır. Edilgen olamaz. Guillaumin kadınların ezilişinin çift yönlü olarak tanımlar: Kadınların, kocaları babaları gibi bireyler tarafından özel olarak mülk edinilmesi ve bekar kadınlar dahil tüm kadınların kolektif olarak tüm grup tarafından, yani erkek sınıfı tarafından mülk edinilmesi. Diğer bir deyişle “cinsiyete dayalı boyunduruk”.(Witting, 2013:12)  



Kaynakça

Bozbeyoğlu Ç. A; Koyuncu, E.; Kardam, F.; SUNGUR, A.Sosyoloji Araştırmaları Dergisi 2010,13

Connel, R. W. (1998). “Toplumsal Cinsiyet ve İktidar: Toplum, Kişi ve Cinsel

Minnet, Betül (2013)  Bir Aile/Toplum Çıkmazı Olarak Ensest, Ankara Üniversitesi

Scott, J. (1988).  ‘’Toplumsal Cinsiyet:Faydalı Bir Tarihsel Analiz Kategorisi’’. (Çev. A.T.Kılıç). Agora Kitaplığı. (2007)

Segal, L. (1990). ‘’Ağır Çekim Değişen Erkeklikler Değişen Erkekler’’. (Çev. V.Ersoy) Ayrıntı Yayınları (1992)

Shick, İ.C. (1999). ‘’Batının Cinsel Kıyısı’’. Tarih Vakfı Yurt Yayınları (2000)

Wittig, M. (2013). Straight Düşünce. İstanbul:Sel Yayıncılık.





22 Aralık 2015 Salı


 CİNSİYETİN TOPLUMSAL İNŞASI BAĞLAMINDA “ZENNE” FİLMİNDE: ERKEKLİK İNŞASI VE ROLLERİ
                                                                                                              Arafat Kalkan[1]
           Bu çalışmada Caner Alper ve Mehmet Binay’ın yönetmenliğini yaptığı 2011 yapımı “Zenne” filmini cinsiyetin toplumsal inşası bağlamında; erkeklik rolleri, “erkeklik” inşasının nasıl gerçekleştiği. “Erkeklik” dediğimiz şeyin yekpare bir yapı olmadığını tersine heterojen olan bir yapı olup, sınıfsal, etnik, coğrafik, ideolojik, kurumlar vb. birçok yapıya bağlı olarak,  kendini sürekli var ettiğini ve çoğu zaman ispatlanması gereken bir kimlik olarak açıklamaya çalışmaktadır.
Cinsiyetin toplumsal inşası ve rolleri;
          Toplumsal bir kategorinin inşası, bir toplumsal çıkarın kurulmasıyla tam olarak aynı şey değildir. Örneğin “ikizler” fazlasıyla bilinen bir kategoridir, ama bütün ikizlerin veya çoğunun paylaştığı herhangi bir çıkarın tanımlaması kolay değildir. Çıkar, kolektif bazı pratiklerdeki yarar veya zarar olasılığıyla tanımlanır. Cinsel politikanın gruplaşmaları, eşitsizlik ve baskı olguları tarafından çıkar olarak kullanılır. Çıkarlar, ortak amaçları ve stratejileri tanımlayan seferberlik süreçleri tarafından ifade edilir. Ama çıkarların ille de ifade edilmesi gerekmez.(Connel, 1998: 187). Bir kategori olarak cinsiyetin toplumsal inşasını düşündüğümüzde, “Toplumsal cinsiyet”, insanların eril ve dişil olarak üremeye dayalı bölünmesi kapsamında veya bu bölünmeyle bağlantılı olarak örgütlenmiş pratik anlamına gelir. Bunun daha önemli bir toplumsal ikilik talep etmediği de doğrudan doğruya açık olmalıdır. Toplumsal cinsiyet pratiği üç ya da yirmi toplumsal kategori kapsamında örgütlenebilir.(Connel, 1998:190). Kadın-erkek cinslerini fiziksel ve biyolojik birçok açıklamaya göre tanımlamaya çalışan “toplumsal cinsiyet” tanımlarını reddeden, Scott’a (1988: 11) göre “toplumsal cinsiyet”, kadınlar ve erkeklere ilişkin uygun rollerin tamamen toplumsal olarak üretildiğini ifade eden “kültürel inşalar”a işaret etmenin bir yoludur. “Toplumsal cinsiyet”, erkeklerin ve kadınların öznel kimliklerinin sadece toplumsal kökenlerini belirgin kılmanın bir yoludur. Bu tanımlamada “toplumsal cinsiyet”, cinsiyeti olan bir bedene zorla kabul ettirilmiş bir toplumsal kategoridir. “Toplum” dediğimiz yapıya baktığımızda. Kadim veya modern toplumların, kendilerine hikâyeler anlatarak, kendilerini anlamlandırdığını ve bu toplumsal anlatıların temel taşları veya temel anlayımsal birimlerinin mitlerden oluştuğunu söyleyen, schıck , “toplumsal cinsiyetin” rolüne, inşa sürecine ve cinselliğe daha çok foucault’ın “iktidar” tanımı üzerinden bakarak, “iktidar”ın cinsiyeti bir araç olarak kullandığını belirtir. İktidar ve cinsellik arasındaki ilişki, diğer iktidar ilişkilerini örterek, geniş bir araçsallık alanı sağlayıp birçok strateji için destek noktası olur. Mekânsal mitlerin özü farklılıktır ya da, daha sarih olunursa, coğrafi olarak yapılandırılmış farklılık. “Bura” ile “ora” arasında var oldukları hayal edilen karşıtlıklar çevresinde dönüp duran inançları somutlaştırır ve cinsellik işte bu karşıtlıkları kodlamak için önemli bir araç olagelmiştir. Bir başka deyişle, toplumsal cinsiyet özellikle cinsellik, toplumsal olarak kurulan mekânın temel (atfedilmiş) özniteliklerindendir. Kadınların ve de erkeklerin cinselleştirilmiş imgeleri, Avrupa’nın ötesine dair söylemlerinde, yerin anahtar belirticileri olarak, dolayısıyla da kimlik ve başkalığın belirleyicileri olarak kullanılmıştır.(Schıck, 1999: 6). Kadın ve erkek rollerini reddeden Wıttıg’e (1992: 36) göre, cinsiyet farklılığı ideolojisi, bizim kültürümüzde erkekler ve kadınlar arasındaki toplumsal karşıtlığı doğa bahanesi ile örten bir sansür gibi işler. Eril/dişil, erkek/dişi kategorileri, toplumsal farklılıkların daima ekonomik, politik ve ideolojik bir düzene bağlı olduğu gerçeğini gizlemeye hizmet eder. Bütün tahakküm sitemleri maddi ve ekonomik düzeyde bölünmeler oluştururlar. Dahası bölünmeler, efendiler tarafından ve sonrasında köleler başkaldırıp mücadele etmeye başladıkları zaman soyutlanmış ve kavramsallaştırılmıştır. Efendiler oluşturdukları bölünmelere doğal farklılıklar olarak açıklar ve doğrularlar. Köleler başkaldırıp mücadele etmeye başladıkları zaman toplumsal karşıtlıkları bu sözde doğal farklılıklar üzerinden okurlar. Toplumsal bir kurgu olarak inşa edilen “kadın” ve “erkek” kimliği, belirli roller ve farklılıklar oluşturarak, “erkek” olanı merkeze, “kadın” olanı merkezin dışında bir yerde konumlandırarak, erkek olmanın muhakkak üstün olduğu bir toplumsal pratikler ağı yaratarak, bu ağlar arasındaki iktidar ilişkilerinin de oluşumunu sağlar.


Erkeklik İnşası ve “Hegemonik Erkeklik”
          Erkekliğin inşasını ve tahakkümünü beseleyen yapılara baktığımızda bunlardan biri cinsiyete bağlı işbölümüdür. Cinsel işbölümü, en basit anlamıyla belirli iş tiplerinin belirli insan kategorilerine bölüştürülmesidir ve bu bölüştürmenin daha sonraki bir pratiği kısıtlaması ölçüsünde de toplumsal bir yapıdır. Birbiriyle ilişkili çeşitli biçimlerde gerçekleşir. İlkinde, insanlar arasında önceden tasarlanmış bir işbölümü, insanları işe bölüştüren toplumsal bir kurala dönüşür. Bir firmaya giren işçiye, kadınsa X işi erkekse Y işi verilir. Bu tür kuralların işleyişine, toplumsal cinsiyet konusunu ele alan ücretli istihdam araştırmalarının hemen hepsinde rastlanır ve bu, sadece düşük teknolojili endüstrilerde görülen basit bir takıntı değildir.(Connel, 1998: 141). Cinsiyete dayalı ayrımsal ustalık ve eğitim, eğitim sistemi ve emek piyasaları arasındaki ortak yüzeyin çok genel bir özelliğidir. Cinsiyete dayalı iş bölümü bu tür mekanizmalar aracılığıyla, ayrımcılık karşıtı daha belirgin stratejilere dönüştürülür. Erkeklerin belirli bir iş için kadınlara kıyasla daha iyi hazırlandığı veya eğitildiği bir yerde “başvuranlar arasında en iyi”nin seçimi, normal olarak bir erkeğin seçilmesi anlamına gelecektir.(Connel, 1998: 142). İktidar, işyerinde, evde veya büyük bir kurumda bir kazanç dengesi veya kaynaklar eşitsizliği olabilir. Bir bütün olarak düşünülürse, kurumları, bakanlıkları ve üniversiteleri yöneten kişiler, işleri kadınların üst düzeylere ulaşmasını aşırı derecede güçleştirecek biçimde düzenleyen erkeklerdir. Örgütsel denetim de, kuvvetin genellikle olduğundan daha kaba değildir. Her ikisi de, hem ideolojileri gizlerle hem de onlara bağlıdırlar.(Connel, 1998: 151). Küresel eril bir egemenlik üzerine konumlanan erkeklik, elinde bulundurduğu iktidarın kısmi paylaşımlarını yaparak farklılaşabiliyor. Erkekler arası ilişkilerin ana temelini oluşturan “hegemonik erkeklik “  daima kadınlarla ilgili olduğu kadar, ikincil konuma itilmiş çeşitli erkeklik biçimleriyle ilgili olarak da inşa edilmektedir.(Connel, 1998: 245). Hegemonik erkeklik kavramında “hegemonya”(terimin ödünç alındığı Gramsci’nin İtalya’daki sınıf ilişkileri analizlerinde söz konusu olduğu gibi) acımasız iktidar çekişmelerinin ötesine geçerek özel yaşamın ve kültürel süreçlerin örgütlenmesine sızan bir toplumsal güçler oyununda kazanılan toplumsal üstünlüktür.( connel, 1998: 246). Kazanılan bu üstünlük tabi kılınmayı ve rıza gerektirir. Hegemonik erkeklik, kadınlarla ve tabi kılınmış erkekliklerle ilişkili olarak inşa edilir(Connel, 1998:249). Hegemonik erkeklik söylemine uymayan gruplar, ortadan kaldırılmak yerine ikincil konuma itilir. Hegemonik erkeklik, diğer erkeklik kimlikleri üzerinde baskı uygular ve onlara nasıl erkek olunması gerektiğini anlatır(Whitehead’dan akt, Erkılıç, 2011: 233). Hegemonik erkeklik, her ataerkil toplum tarafından, kendi kültürüne göre yaratılır ve kurumsallaştırılır. Kültürel bir yaratım olarak hegemonik erkeklik, iktidarı tanımlayan heteroseksüel bir kurgudur. Hegemonik erkekliğin sunduğu rol kalıpları, belli varsayımlar dayanır. Erkek ve kadın doğuştan farklıdır(Beneke’den akt, Erkılıç, 2011: 233). Erkek egemen toplum kavramı, aynı zamanda, farklı erkeklikler arasındaki hiyerarşi ve iktidar mücadelelerine dikkat çeker ve devlet, ordu, işgücü piyasası gibi kurumlaşmış patriarki alanlarındaki yapılanmış erkek egemenliğine özel vurgu yaparak doğrudan siyasal iktidar ilişkilerine gönderme yapar. Öte yandan bazı kadınlar gücü elinde tutan erkeklerle işbirliği yaparak, eril iktidardan pay alabilir ve çıkarlarını diğer ezilen kadınlardan farklılaştırarak egemen erkek çıkarıyla eklemlenmiş ilişki kurabilirler(Sancar, 2009: 17)
“ZENNE”

Yönetmen: Caner Alper, Mehmet Binay
Hikâye: Caner Alper
Yapımcı: Caner Alper, Mehmet Binay
Yapım yılı: 2011/Ülke: Türkiye, Süre: 99 Dakika, Dil: Türkçe, Almanca, İngilizce, Kürtçe
Oyuncular: Kerem Can (Can), Erkan Avcı (Ahmet), Giovanni Arvaneh (Daniel), Rüçhan Çalışkur (Kezban), Tilbe Saran (Sevgi), Jale Arıkan (Şükran), Ünal Silver (yılmaz), Tolga Tekin (Cihan), Bulut Reyhan (Cavit), Esme Madra (Hatice), Hülya Duyar (Müjgân), Aykut Kayacık (Zindan), Yvonne Rosenbaum (Emmanuella)
           Zenne, eşcinsel olduğu için 15 Temmuz 2008 tarihinde İstanbul’da vurularak öldürülen Ahmet Yıldız’ın hikâyesinden esinlenerek filme uyarlanmıştır. Film, Alman Daniel’ın çocuklarla oynadığı ve istediği fotoğrafı çekmek için çocukları yönlendirdiği, ardından gelen bir patlamayla yere yığılan Daniel’in sahnesinden sonra peşindeki “gölgesinden” kaçan Ahmet’in bir gece kulübünün kulisine saklanmasıyla başlar. Gece kulübü aynı zamanda Can’ın zennelik yaptığı mekândır.  Ahmet, Can ve zenne kıyafetleriyle Can’ı fotoğraflamak isteyen Daniel’in kulise gelmesiyle yaşamları kesişir. İlerleyen süreçte Ahmet ile Daniel arasında bir ilişki başlar. Ahmet İstanbul’da öğrenci ve kız kardeşiyle kalmaktadır. Anne(Kezban) onları sürekli ziyaret etmektedir, çünkü anne Ahmet’in eşcinsel-kirli olduğundan ciddi bir şekilde şüphe duymaktadır. Bu yüzden Ahmet’in peşine hem kız kardeşi Hatice’yi hem de “gölgesi” olan Zindan’ı takmıştır. Baba daha ılımlı fakat oda anne gibi Ahmet’e olması gereken erkelik pratiklerinin ne olduğu üzerinden nasihatte bulunur çoğu zaman. Asker kaçağı olan Can geceleri zennelik, gündüzleri ise bir kafede fal bakmaktadır. Teyzesi(Şükran) ve teyzesinin sevgilisi( Cavit) ile beraber yaşamaktadır. Binbaşı olan babası Mardin’de ölmüştür, Can’ın abisi Cihan askerlikte ruh sağlığını yitirmiş ve evde bir “enkaz” olarak yaşamaktadır, bu yüzden annesi Sevgi, Can’ın askerliğe gitmesini istemez.

Erkeklik İspatı
           “Erkeklik” kimliği eksiktir ve sürekli kanıtlanmaya ihtiyacı var,  ikincilleştirilmiş bir kimlik erkekliği bozar bunun için erkekliğin sürekli toplumsal kurumlardan onaylanması gerekir. Bir tür örnek erkekliğin, sağlam, kendinden emin bir erkekliğin altında yatanları ortaya çıkardıkça erkekliğin çelişki sayesinde oluştuğu daha açıklık kazanmaktadır(Segal, 1990: 161). Erkekliğin kanıtlanacağı bir alan olarak askerlik, Sancar’a(2009: 153) göre modern toplumların tek cinsiyete dayalı en önemli kurumu olan ordularda, genç yaşta bütün erkeklerin zorunlu olarak güvenlik hizmeti yaptığı en temel erkeklik pratiklerinden biri olarak tanımlayabiliriz. Askerlik yapmanın “vatandaşlık koşulu” olması ve “siyasal cemaatin yetkin üyesi olarak katılmaya hak kazanmayı gösteren sembolik önemi” yanı sıra, modern hegemonik erkekliğin inşasında belirleyici bir yere sahip(Sancar, 2009: 153).   “Zenne” filminin başında ellerinde bayraklarla “En büyük asker bizim asker” sloganlarıyla omuzlanan “kahraman asker”, askerden sonra kanıtlanmış bir erkek olarak topluma dâhil olur, sonrasında muhtemelen evlenmesi gerekecektir. Cinsiyetlendirilmiş bir yer olan askerlik, “yumuşak-kadınsı” olunanın erkekliğe dönüşebileceği bir yer olarak da kendini konumlandırır. Can’ın Ahmet’le ailesini ziyaret ettiği sahnede, Can’ın annesine askere gideceğim, annenin de karşı çıktığı bu duruma, Cihan’ın annesine,- Anne, bırak Allah’ını seversen. Kızın erkek olur, döner askerden. Cümlesi aslında askerlik denilen kurumun, “heteroseksüel-normatif” torna tezgâhı olarak belli pratikler üzerinden erkekliği kanıtlayan, inşa eden, dönüştüren daha sonra topluma dâhil eden bir yerde duruyor. Cihan bu torna tezgâhından çıkan biri olarak karşımıza çıkar. Filmde askerlik bir “bela” olarak Ahmet ve Can’ın hayatındadır, çünkü ikisi de hegemonik erkekliğin ikincilleştirdiği ve öteki olarak tanımladığı bir alanda duruyor. “Kadınsı”, güçsüz”, “hastalıklı”, “sapkın” vb. birçok tanımlamalarla “heteroseksüel-normatif” düşüncenin  “anormal” olarak tanımladığı bu “kimliklerin”, gündelik hayatın içinde görünür olmalarına asla izin vermez, sürekli tehdit eder ve denetler. Ahmet ve Can’ın askerlik “bela”sından kurtulmaları için, erkek olmayan, “öteki” olarak belgelenmeleri gerekir, çünkü “vatanını, namusu gibi koruyan” kahraman erkek değiller. Militarizm, hegemonik erkekliğin mikro kültürel pratiklerinin devletin “makro” iktidar ve siyaset mekanizmalarına eklemlenmesi ile yaratılır. Hegemonik erkekliğin mikro kültürde normatif olarak tanımlanan değerler aynı şekilde savaşçı olacak erkekler için aranan değerler haline gelir(Higate ve Hopton’dan akt, Sancar, 2009: 156). Militarizm ve hegemonik erkeklik değerlerinin birbirini besleyerek var olması militarist milliyetçilik tarafından beslenen söylemler ile gerçekleşiyor. Milliyetçiliğin cinsiyetlendirilmiş söylemi, Yurtsever erkeklik, milliyetçiliğin ikonu olarak yüceltilmiş annelik imgeleri, bir aileye benzeyen “ulus”un koruyucusu olan erkeği ve erkeğin koruduğu hane/yuvanın bekçisi olan kadını tanımlıyor. Ulusal militer kurumlardaki erkek egemenliği (Nagel 2005) hegemonik erkeklik değerlerini sürekli beseleyen bir sistem ile var oluyor ve erkeklerin şerefi ile kadınların “utancı”nın karşılıklı işlediği bir “norm alanı”na dönüşüyor. Neticede hegemonik heteroseksüel erkeklik ile militarizm arasındaki güçlü bağlar örülüyor(Sancar, 2009: 156-157).

“oğlan doğdu erkek olamadı, hayra dönmedi”
         
          “Erkek”liği reddetmiş olan Ahmet’in karşısında aile silahlı bir örgüt olarak duruyor. Kezban(Anne), otoriter, baskıcı, muhafazakâr ve ataerkilliğin ona pay olarak verdiği iktidarı kaybetmemek için sürekli Ahmet’e erkeklik kimliğinin normlarını söyler ve onu bu kimliğe dâhil etmeye çalışır. Bu yüzden Kezban’ın Ahmet’in peşine taktığı Zindan, sürekli olarak Ahmet’e erkekliği hatırlatan bir “gölge” olarak peşinden gitmektedir. Zindan, ataerkil yapıyı, hegemonik erkekliği ve tahakkümü içinde barındıran bir “gölge”dir. Ahmet’in Zindan’ la yaptığı bir müzakere ile (–ki bu müzakere “erkeklik” denilen kurgunun ikiyüzlülüğünü ifşa eden bir durum olarak da değerlendirilebilir.) kısmen rahat olduğunu ama yine de denetleyen ve gözetleyen bir unsur olarak Zindan’ın sürekli Ahmet’in ensesinde durduğu unutulmamalı. Kezban’ın, Ahmet ve Hatice’yi her ziyaretinde Ahmet’i erkeklik kimliği içine yerleştirerek, Ahmet’e erkeklik rollerini dayatarak, erkekliği inşa etmeye çalışmaktadır. Ahmet’in eve geldiği bir sahnede, Hatice’ye –Kalk, kız! Topla şunu, ellerini yıka, ağabeyine pilav ısıt söylemi, Kezban’ın sürekli Ahmet’i erkeklik kimliğine dâhil etmeye çalıştığı görülür, yine bir sahnede kızı Hatice’ye –Senden gelecekler dağ üzümü, ondan gelecekler bağ üzümü diyerek, erkeklik kimliği üzerinden bir söylem geliştirmiştir. Erkeklik söyleminin sunduğu hâkim erkek konumunun kurduğu iktidar alanı içinde olan kadınlar, bu konumu erkeklerin erkekliğini değerlendirmek için sürekli işaret etmektedirler ve dolayısıyla bu konumun baskın gücünü sürekli kılmaktadırlar(Aydemir, 2015; 115). Yılmaz(Baba) daha ılımlı bir yerde, çocuklarını seven, altın dişini çocukları için satmış fedakâr bir baba. Ahmet’i her zaman “kirli” olarak gören annenin “temiz”lenmesi için, babaya uyguladığı tüm baskılara karşın, babanın “gözümle görmeden, kulağımla duymadan yapmam”   cümlesi, oğlunun eşcinsel olmasını müzakere edebilecek gibi kendini gösterse de yaşadığı toplum onu baba biliyor. Filmin sonlarına doğru Kezban ve Yılmaz’ın konuşmalarında, Kezban, “erkeği” cinsel işlevselliği yerinde olan olarak inşa ettikten hemen sonra, “ibne” diyerek babanın “erkek” olamadığını belirtiyor, çünkü ibnelik konumu erkekliği içinde barındırmamaktadır. “ne var burda” dediği yerde anne, babanın cinsel organını tutmaktadır ve “gücün eksik sesin kısık” diyerek yine cinsel işleve atıfta bulunmaktadır. Annenin inşa ettiği erkek konumu cinsel açıdan yeterli işleve sahip dolayısıyla güçlü, hayırlı, uğurlu, haysiyet ve şeref sahibi olarak inşa edilmektedir. Baba bunlar arasına “vicdanı” yerleştirmeye çalıştığı sırada karısından tokat yemektedir. Baba inşa edilen erkek konumuna sokulmamakta, erkek olmadığı iddiasıyla baskın erkeklik altında ezilmektedir, babanın erkekliği bir krizdedir ve baba erkek olmaya zorlanmaktadır(Aydemir, 2015; 115). Ahmet’in “baba, ben ibneyim” telefonundan sonra, Baba baskın erkekliğin tüm dilsel araçları içinde sıkıştırılan, “vicdanının” kabul etmediği, istemediği şeyleri yapacak bir kurbandır. Burada erkeği şiddete iten nedenlerden biri olarak Kaufman’ın (2009) dile getirdiği erkek iktidarının yarattığı paradoks kendini göstermektedir. Baba erkek olabilmek için kendi arzusu dışında şiddet uygulamaya oğlunu öldürmeye ikna olmuştur(Aydemir, 2015; 116)
    
           İster egemen erkeklik kavramlarından çıkarak hiyerarşik ve birbiriyle çıkar ilişkisi olan erkekliklerden, ister birbiriyle çelişen, çatışan ve aralarında zorunlu bir çıkar bağı olmayan çoğul erkekliklerden bahsedelim, yine de kullanılan erkeklik teriminin ne ifade ettiği belirsizdir. Erkeklik deyince erkeklerin davranışlarını mı, kimlik olarak kurulmuş erkekliği mi, ilişkisel olarak temsil edilen erkekliği mi, imge olarak sunulan erkeklikleri mi, söylem olarak kurulmuş bir “erkekliği” mi kastettiğimiz ya da doğrudan yaşanan, gözlenen ve pratik olarak icra edilen erkeklikten mi bahsedildiği açık değildir(Sancar, 2009: 20). Eğer egemen erkeklik pratikleri diğer erkeklik tarzlarını kendi tahakkümleri altında tutarak inşa ediliyorsa ve buna karşı direnen “karşı-hegemonik” erkekliklerin olması kaçınılmazsa, farklı erkeklikler arasında çatışma dinamiklerinin yaşandığı bağlamları, gerilim ve çatışmaların hangi biçimlerde gerçekleştiğini sorgulamak gerekir. Dahası, egemen iktidar ilişkileri, egemen sınıf, egemen etnik ve egemen cins ilişkilerini mutlaka iç içe geçmiş şekilde birlikte barındırır; hatta bunlar ancak birbirini besleyerek inşa olur ve yaşayabilirler(Sancar, 2009: 20). Erkeklik dediğimiz kurgu birçok makro-mikro iktidar ilişkisinin yumağıdır ve sürekli değişen bir kimlik olarak kendini inşa eder. Farklı erkeklik kimliklerinin de olduğu, kültürel, sınıfsal, etnik, vb. yapılara göre değişebildiğini ve en nihayetinde tek bir “erkeklik” ten bahsedemeyeceğimizi, “toplumsal sözleşmeler”  ile sürekli kanıtlanmaya muhtaç bir kimlik olduğunu görürüz.

Kaynakça

Connell, R. W. (1998) Toplumsal Cinsiyet ve İktidar: Ayrıntı Yayınları: İstanbul
joan, W. Scott. (2007) Toplumsal Cinsiyet: Faydalı Bir Tarihsel Analiz Kategorisi; Agora Yayınları: İstanbul
Schick, İ. Cemil. ( 1999) Batının Cinsel Kıyısı Başkalıkçı Söylemde Cinsellik ve Mekânsallık; Tarih Vakfı Yurt Yayınları: İstanbul
Sancar, S. (2009) Erkeklik: İmkânsız İktidar. Metis Yayınları: İstanbul
Segal, L. (1990) Ağır Çekim: Değişen Erkeklikler, Değişen Erkekler. Ayrıntı Yayınları: İstanbul
Erkılıç, H. (2011) Türk Sinemasında Hegemonik Erkek(lik): Kahramandan Anti- Kahramana Erkeklik Temsil(ler)i. Medyada Hegemonik Erkek(lik) ve Temsil içinde(ss, 231-242)( Hazırlayan: İlker Erdoğan) Kalkedon Yayınları: İstanbul
Wıttıg, M. ( 1992) Straıght Düşünce. Sel Yayıncılık: İstanbul
Aydemir, A. (2015) Eleştirel Psikoloji Bülteni, sayı 6, Nisan, içinde (ss, 109-124),
  http://elestirelpsikoloji.org/wp-content/uploads/2015/04/108-124-Aydemir.pdf



[1] Mersin Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Radyo-Televizyon ve Sinema, Yüksek Lisans Öğrencisi