5 Haziran 2016 Pazar

NECİP FAZIL'IN "REİS BEY" ADLI OYUNUNUN TOPLUMSAL CİNSİYET BAĞLAMINDA ANALİZİ

            

SUNA KAYA



                 GİRİŞ


            Kadının ve erkeğin iki karşıt taraf olarak kabul edildiği ikili cinsiyet sınıflandırmasında, kadına ve erkeğe biçilen roller; toplumsal cinsiyet kavramını oluşturur. Tabi olduğumuz toplumun müsade ettiği ölçüde 'kadın' ya da 'erkek' oluruz. Bu roller öyle yerleşmiş, öyle kabul görmüştür ki, sanki ana rahmine düştüğümüz andan itibaren üzerimize giydirilen kostümler; tenimiz olmuştur. Sorgulamak, irdelemek gelmez aklımıza. "Kadın, erkek, anne, baba, karı-koca, abla, kız kardeş, ağabey, dayı, amca..." uzar gider hayattaki rollerimiz.  Peki nasıl ve neden oluşturulmuştur bu kalıplar? Neden böyle yaygın bir kabulü vardır? En çok hangi şartlarda gösterir gücünü? Hangi şartlarda yok sayılır, isyana maruz kalır?
       Bir yönetme biçimidir, toplumsal cinsiyet. Bireyleri farklı kategorilere dahil ederek küçük gruplar haline getirmek ve yönetmek, temel amaçtır. İnsanlığı bölen en temel kategori ise "kadın" ve "erkek" sınıflandırmasıdır. Bu sınıflandırmada da tahakküm yetkisi erkeğin elindedir. Çünkü sınıflandırmalar erkek eliyle yapılır. Bu eril tahakküm, kamusal alandan özel alana hayatın her anında varlığını hissettirir. Kadın ve erkeğin farklı "yaratılışta" oldukları varsayılarak bir yığın dayatmayı sunar önümüze. Kadının yapabilecekleri ve daha çok yapamayacakları, erkeğin yapamayacakları ve daha çok yapabilecekleri bu dayatma sonucunda belirlenir. Ve iktidar, cinsiyet üzerinden yürütür hakimiyetini. Bazen coğrafya, bazen dil, bazen din, bazen renk (ırk) çoğu zaman da kültür (örf-anane-gelenek) belirler kadınlığımızı ya da erkekliğimizi.
      Bu çalışmada cinsiyetin inşa ve yeniden inşa edilen bir kavram olduğundan yola çıkılarak muhafazakar bir kalem olarak kabul edilen Necip Fazıl Kısakürek'in Reis Bey (1964) adlı piyesinde "kadın" ve "erkek" kimliğinin nasıl inşa edildiği, metindeki karakterlerin söylemleri üzerinden analiz edilecektir. Bu analiz ile, yaşadığı dönemdeki iktidarın (hem erkek hem müslüman kimliği ile) temslili olan N. Fazıl'ın cinsiyet rollerine bakış açısı, günümüzde kendisine sahip çıkan muktedir zihniyetin anlamlandırılması için de bir yol açabilir.


Necip Fazıl KISAKÜREK

           1904 ile 1983 yılları arasında yaşamış bir yazar ve düşünür, Necip Fazıl. Çok küçük yaşta okumayı öğrenir ve okumaya başladığı ilk günlerden itibaren "şiddetli" bir kitap düşkünü olduğu rivayet edilir. Fransız Frerler Mektebi, Amerikan Koleji, Mahalle Mektebi ve Bahriye Mektebi gibi okullarda eğitim görmesi, bünyesinde barındırdığı farklı renklerin oluşumuna katkıda bulunmuş olabilir. Okul hayatı boyunca edebiyatla her zaman ilişkide olan sanatçının özellikle okul yıllarında tanıdığı isimler (Yahya Kemal, Ahmet Hamdi, Ahmet Haşim, Yakup Kadri), edebi gelişimi için önemlidir. Ancak Darülfünun'dan sonra Fransa'ya gidip Sorbonne Üniversitesi'de felsefe eğitimi alması, Henri Bergson ile tanışması ve hayatı sorgulama biçimi, onu döneminin diğer isimlerinden farklı bir yere koyar. Fransa'daki eğitimi sırasında uzun süre yaşadığı bohem hayatı ve kumara olan düşkünlüğü, maddi olarak onu zora sokmuş; ülkeye dönmesini gerektirmiştir. Bu dönüşten sonra bohem hayatına bir süre daha devam etmiş, daha çok bireysel şiirler yazmıştır. Ancak bu bireysel şiirlerinde bile, hayatı ve anlamını, insanın bu dünyadaki varlığının sebebini, ölümden sonraki yaşamı sorgulamıştır. 1934 yılında tanıştığı bir din insanı, onun hayatı için -kendi tabiriyle- bir dönüm noktasıdır. Bu dönemden sonra o zamana kadar sorduğu soruların cevaplarını din ve dini ahlakta bulacak, eserleri bu doğrultuda verecektir.
             Bu ödeve konu olan Reis Bey adlı oyun da, N.Fazıl'ın hayatının ikinci döneminde yazılmış bir eser olması sebebiyle dini ve toplumsal ahlak kurallarını ve yargılarını fazlaca barındıran, bununla birlikte toplumun genel kabullerini -bir anlamda- yıkan bir adamı baş karakter olarak sunmasıyla kanımca önemli bir yerde durur. Eserin ilk sayfalarında, sanatçının ağzından, tiyatro ile ilgili görüşlerini içerin cümlelerden biri şöyledir:
"Onu (tiyatroyu) Eski Yunan, Baküs ayinlerinden keşfetmiş. Karagöz'ün arkadan ışıklı perdesi de büsbütün mücerrede ve remziliğe götürmüş olabilir. Olan şudur ki, tiyatro, Eski Yunan'da bulduğu şekil ve Rönesans sonrası vardığı, insan ve cemiyete üç buut üzerinde en canlı aynayı tutmak haysiyetiyle, toplumu bir saate benzetecek olursanız, onun tik-takları gibi bir şey..."(Kısakürek,1964)


Reis Bey'e Bir Bakış

              Necip Fazıl'ın 1964 yılında yayımlanan Reis Bey adlı piyesi; ağır ceza hakimi Reis Bey üzerine kurgulanmış, "akıl ve merhamet" çatışması üzerinden ilerleyen bir metindir. Metnin ana karakteri olan Reis Bey; baktığı davalarda tamamen yasalara uygun hareket etmesiyle ve insani hiçbir duyguyu işine karıştırmamasıyla ün salmış bir hakimdir. Katı tavrı ile insanları kendinden uzak tutar, hiçbir sosyal ortama dahil olmaz. Ana karakterin bir evde değil de çok da nezih olmayan bir otelde ikamet ediyor oluşu, topluma hizmet etse bile toplumdan azade bir hayat sürdüğü imajı çizer. "Şeriatın kestiği parmak acımaz." söylemini hayatının her alanına işlemiş olan bu hakim, insanlara karşı 'merhametsiz' tavırlarıyla anılır. Ancak bir gün verdiği bir yanlış karardan dolayı masum birini idam sehpasına gönderdiğinde tüm tavrı ve hayata bakış açısı değişir. Bambaşka bir insan olur. Affetmeyi ve merhameti hayatının merkezine alır. Bütün makam-mevkiden vazgeçer ve insanları olduğu gibi, yargılamadan kabul etmeyi öğrenir.
Reis Bey'in kaldığı otelin katibi ile kurdukları diyaloglardan tanıdığımız diğer karakterler şu şekildedir:

Mübaşir: Reis Bey'in çalıştığı devlet dairesinde, getir götür işlerini yapan, imzaları takip eden, Reis Bey'in iş hayatında da aynı ketumluğa sahip olduğunu fark ettirmek için metne yerleştirilmiş bir karakter.

Bar kızları: Başlarda Reis Bey'in bir bakışına dahi layık görülmeyen 'düşkün' kadınlardır.
Köylü müşteri, taşralı müşteri, yeldirmeli kadın: "Taşra"nın namus ve kadın anlayışını esere aksettiren karakterlerdir.

Mahkum: Eserde Reis Bey'in verdiği yanlış kararın mağduru.

Savcı, gardiyan, hapishane müdürü, katil, sahte hakim vs. metnin olay örgüsünün kurulmasında işlevsel olan diğer karakterlerdir.


1. Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Reis Bey Adlı Piyesin Analizi

               Metin, bir otel manzarası çizerek başlar. Otel orta halli, kenar semtte bulunan bir mekandır. Otel katibi ile mübaşir arasında geçen diyalog, bize metnin etrafında döneceği eksen olan "anne cinayeti"ni verir. Annesini öldüren bir "erkek evladın" toplum gözündeki kritiği aktarılır.

Mübaşir - Ne biçim iş? Apartman sahibi kibar kadının oğlu, bitirim yerinde ne arar?

Otel Katibi - Belli mi olur? Kumara düşkünmüş... Eroine de alışmış... En adi insanlarla, en kötü yerlerde düşüp kalkma illeti... Sosyete hastalığı...

               Bu diyalogda temel olarak üç farklı ötekileştirme ve kalıp yargı bulunur. Birincisi mübaşirin 'apartman sahibi kibar kadının oğlu' kalıbıdır. Bu kalıp yargıya göre "oğul" olan birey, annesinin toplumsal statüsüyle bağdaşmayan ve toplumsal normlara uymayan bir davranış göstererek "bitirim" yerlerine gider. Bitirim tanımı, mekansal olarak bir ötekileştirmeyi de içinde barındırır. "Çünkü yerler, oralarda gerçekleşen olaylara göre anlam kazanırlar, insanların anılarıyla, umutlarıyla, değerleriyle ve korkularıyla dolarlar." (Schick,1999:40). Bu durum mübaşirin de kalıplarına uymadığı için anlaşılamaz.
             Otel katibi ise, daha bilge bir tavırla, "oğul"un bu davranışını sebeplendirir. Kumar ve eroin ile temas kurmuş her insanı "adileştirerek" ve bu adiliği de bir sosyete hastalığı olduğunu söyleyerek bir sınıfa mal eder ve durduğu yerden diğer tarafı eleştirir. "Ben" ve "öteki" kavramlarını, "bura" ve "ora" ile ilişkilendiren Schick'in yorumundan yola çıkarsak bu ötekileştirmenin hem mekansal hem de sınıfsal boyutu daha net anlaşılır.

1.1. Reis Bey'de Queer

          Metnin ilerleyen yerlerinde "bar kızları" sahneye girer. Onlar için yapılan tanım da şu şekildedir: " Gayet bayağı dekolteler içinde, sırtlarında birer adi etol, birinci ve ikinci bar kızları inerler. Birinci, ikincisine nispetle, mübalağalı bir şekilde oynak... İkincisinde bir dikkat, vekar ve birinciye karşı murakabe (denetleme, denetim) tavrı..." (Kısakürek,1964:13). Metni okurken gözümüzde -tabiri caizse- "ucuz" bir kimlik inşa edilir. Bar kızlarının beden olarak ötekileştirilmesi üzerinden yürüyen bir tavır hakim. Ancak bununla yetinilmez ve bar kızları, kendi aralarında da ayrıştırılır ve "öteki" olanlardan biri, diğerine göre daha "tercih edilebilir" gösterilir. Bar kızlarının yer aldığı ilerleyen sayfalardaki diyaloglardan biri şu şekildedir:

Mübaşir - Ya bu yosmalar?

Otel Katibi - Onlar her akşam bu vakit uyanıp çıkarlar, sabaha karşı da gelirler. başka bir suçlarını görmeyiz biz.

Mübaşir - Öndeki çok cilveliydi kızlardan...

Otel Katibi - Elbette o hanım... Diğeri de bey... Hiç gözünü açtırmaz. Yan baktı mı, tokat hazır...

           Bu konuşmada, "lezbiyen" oldukları açıkça söylenmese de "sezdirilen" iki kadından bahsedilir. Bu kadınlar cinsel tercihleri, hayatı yaşama ve para kazanma biçimleriyle zaten toplumsal cinsiyet normlarına uymazlar. Fakat asıl vurucu olan nokta, bu normlara uymayan bireyleri bile, kendi farklılıkları içinde norma tabi tutmaya çalışan otel katibinin tavrında saklıdır. Bar kızlarından biri, daha "kadınsı" tasvir edilerek diğeri onun "hakimi, beyi" gerektiğinde tokadı yapıştıracak "eril tahakküm"ü olarak yansıtılır. Bu durumda kadınlar arası ilişkilerde bile bir tarafın daha erkeksi olması, derecelendirilmiş ötekileştirilmede kadınsı olanı daha alt tarafa iter. "Cinsiyetlerin ebediliği ile köleler ve efendilerin ebediliği aynı inanışın sonucudur. Ve efendiler olmaksızın köleler olamayacağı gibi, erkekler olmaksızın kadınlar da yoktur." Bu iki bar kızı arasındaki ilişkide erkek olmadığı için varlıkları, bir tarafın daha "erkeksi" bir role bürünmesiyle karşılanır. "Zira cinsiyet yoktur. Sadece ezilen cinsiyet ve ezen cinsiyet vardır. Cinsiyeti yaratan baskıdır, tersi değil. Tersi, baskıyı yaratan cinsiyettir demektir ya da baskının sebebi, onun kökeni cinsiyetin kendisinde, toplum öncesinde veya dışında var olabilecek bir doğal cinsiyet bölünmesinde bulunmalı demektir." (Wittig,1992:36). Cinsiyeti yaratanın baskı olduğu kavraması, doğru bir kavramadır. Eğer tersi olsaydı -baskıyı yaratan cinsiyet olsaydı- bu bar kızları arasında tam bir eşitlik olurdu. Bu iki hemcins arasındaki tahakküm ilişkisi, ezilen ve ezen üzerinden tanımlandığında, bir tarafı "eril" diğer tarafı "dişil" kategoriye sokmaktadır. Bu durum da cinsiyetin toplumsal roller bağlamında yeniden ve yeniden inşa edildiği ve kendini toplum normlarının dışında tutan bireylerin ilişki anlayışına bile sirayet ettiği söylenebilir.
İkinci perde de bar kızları karşımıza çıkar. İkinci bar kızının kimliğinin daha eril olduğu yine ikinci bar kızının ağzından aktarılır:

İkinci Bar Kızı - Bana da aynı müşteriye beraber konsomasyon yapıyoruz diye, rolümü sormaz mı?
Otel Katibi - Aman, bu ne güzel! Ne dedin?

İkinci Bar Kızı - Bu kızın yanından bir dakika ayrılmaz koruyucusuyum, dedim. Kime karşı diye sordular. Erkeklere karşı diye cevap verdim.

Otel Katibi - Anladılar mı bari?

İkinci BAr Kızı - Erkek olurlar da anlamazlar mı?

Taşralı Müşteri - (Afallamış) Ben anlamadım?

Otel Katibi - (Taşralı müşteriye ikinci bar kızını işaret ederek) Hanımefendi, tam bir erkek olduklarını anlatmak istiyorlar.

            Bu bölümde, "eril" olarak inşa edilmiş toplumsal cinsiyetini kabullenmiş bir kadın çıkar karşımıza. Bunun da haklı nedenleri olduğunu anlatmaya çalışır. İki kadın olarak ortak yaşamlarında, erkeklere karşı savunmasız olduklarını düşünürler. Bu yüzden bir tarafın "koruma" rolünü üstlenmesi gerekir. Bu kabullenişte, kadının kendinden daha güçlü ve sert duran "biri" tarafından korunmaya muhtaç olması durumu yeniden üretilir. Otel katibinin "hanımefendi, tam bir erkek" söylemi, cinsiyetin bir rol olduğunu, doğuştan getirilmediğini ve bu rollerin gerektiğinde nasıl değişebildiğini anlatması bakımından önemlidir. Burada İkinci bar kızı, Simone de Beauvoır'nın "Kişi kadın doğmaz, kadın olur." sözünü doğrular nitelikte, kadın olmayı reddetmiştir.
              Bar kızlarının bu metinde çarpıcı olarak yer aldığı bir bölüm daha vardır.  Bu defa olay örgüsü gereği bir hesaplaşma yapmaktadırlar. Bu hesaplaşmada birinci bar kızı bir suç işlediğini ve ailesi o suçunu bağışlamadığı için "bu yol"a düştüğünü söyler. Hesaplaşması bu kadardır. Nispeten daha onurlu, vakur ve murakabe hakkına sahip olan ikinci bar kızının hesaplaşması daha çetindir: "Ben bütün insanlıktan tiksiniyorum! Bu dünyada affedebileceğim tek insan görmüyorum! Biz, hepimiz, bütün düşmüşler; evlerimizin, cemiyetimizin, dışımızdan gelen dürtüşlerin kurbanıyız. Sonra da onların hışmına uğruyoruz! Babaları mı çocuklarını bağışlamalı, çocuklar mı babalarını? Galiba en doğrusu çocukların babalarını asla affetmemesi!" (Kısakürek,1964:75). Bu monologda ikinci bar kızının söylemleri, Perihan Mağden'in Babasız Kızlar Balosu şiirini anımsatmaktadır.
...                                               
babasız kızlar korosu:
babamız bizi sevmedi
öyle bir şey koptu ki içimizde
bütün kötü kadınlar bizden sorulur
kaçmayı biliriz biz en iyi  
...
1.2. Reis Bey'de Annelik

            Metinde iki farklı anne kimliği karşımıza çıkar: Yeldirmeli Kadın ve Dadı. Kişi sayısı olarak az tutulmuş olsa da rol olarak annelik çok önemli bir yere oturtulur. Metnin büyük bölümünde annelerin evlatlarının durumu sebebiyle çektikleri acılar, sıkıntılar üzerinden mağdur bir anne kimliği yaratılır. Metnin sonunda da annelerdeki bu mağduriyet, yine mağduriyetin müsebbibi olan "er kişi" tarafından giderilmeye çalışılır. Bu iki anne rolünün dışında, metnin başında sadece ölümü üzerinden varlığını bildiğimiz bir anne de görülür fakat o daha çok, katil zanlısı evlat ve dadı rollerinin inşası için gerekli zemini oluşturmak için vardır.

            Katil zanlısı evlat (bundan sonra 'mahkum' denilecek), annesini öldürmediğini ispat edemez. Bütün deliller aleyhine çalışır. Metinde mahkemede Reis Bey ile arasında geçen şu diyalog onu toplum nezdinde de  'mahkum' etmiştir:

Mahkum - Dadımı annem gibi severim.

Reis Bey - Ya annenizi ne gibi seversiniz?

Mahkum - Annemden büyük bir şefkat görmediğimi itiraf ederim. ( Avukatlar dikilir. Savcı ve herkes dikkat kesilir.) Eğer annemi öldürmüş olsaydım, bu sözü söyleyebilir miydim?

Reis Bey - Fakat işte bu sözü söyleyebildiniz!

                Bu konuşmada mahkum, annesinden şefkat görmediğini "itiraf" eder. Kelime olarak neden "itiraf" kullanılmıştır? İtiraf kelimesinin anlamı: herkesin bilmesinde sakınca görülen bir gerçeği gizlemekten vazgeçip açıklamak, bildirmek, söylemektir. O zaman bir annenin çocuğuna şefkat göstermemesi ya da bir çocuğun annesinin kendisine şefkat göstermediğini söylemesi, herkesin bilmesinde sakınca görülebilecek bir gerçektir, bir sırdır. Bu yüzden itiraf edilir. Ve bunu itiraf edebilen mahkum, mahkemedeki çoğunluk ve özellikle Reis Bey tarafından ayıplanır. Hatta bu sözü söyleyebilen bir birey, annesini de öldürmüş olabilir imajı çizilir.

             Metnin satır araları okunduğunda, şefkat göstermeyen maktul annenin de üstü kapalı bir şekilde suçlandığı görülür. Annelik rolünü tam ve doğru bir şekilde yerine getirememiş olduğu sezdirilir. Çocuğunu sütanneye vermiş olması, bu algıyı destekler. Çocuğuna bakamayacak kadar fakir ve onu emzirerek doyuramayacak durumda olan annelerin tercih etmek zorunda kaldığı bir yöntemmiş gibi algılansa da, sütanneye çocuk teslim etmek, hem Batıda hem Doğuda zengin kesimlerde de görülen bir durumdur. Arap kültüründe, Bedevilerin belagatinin kusursuzluğuna istinaden bebek doğduğunda Bedevi bir aileye verilir ki, dili kusursuz kullanmayı öğrensin. Bu kültürde de "anadil" kavramının da toplumdan topluma ve tarihsel zeminler değiştikçe farklı algılandığını belirtmek gerekir. Özellikle Batıda 16. yüzyılda, kadının çocuğu emzirmesi, aşağılanacak bir durummuş gibi görülür ve çocuğunu emziren aristokrat anne, toplumun gözünde bir ineğe benzeyeceği korkusuyla çocuğunu sütanneye verir.
                                                     

             "Herhangi bir ekonomik zorluk yaşamayan kadınların çocuklarını sütanneye vermeleri, annelik sevgisinin tarihin her döneminde ve her toplumda bulunan evrensel bir değer ya da doğal bir içgüdü olduğu görüşüyle tamamen zıttır. Elbette ki bahsedilen bu dönemler boyunca da çocuklarını seven, onlara ilgiyle yaklaşan anneler vardır ama onların varlığı annelik sevgisinin evrensel bir duygu olduğunu göstermez. Özellikle 17. ve 18. yüzyıla baktığımızda annelerin çocuklarına karşı ilgisizliğine ilişkin kanıtlar oldukça fazladır.18. yüzyılın sonları ailenin yapısıyla ilgili zihinsel bir devrim gerçekleşmesine tanık olur. Artan Nüfus ulus için daha fazla zenginlik ve refah anlamına gelir. Böylece çocuk 18. yüzyılın sonunda ticari bir değer kazanmaya başlar. Çocuğun potansiyel olarak ekonomik bir zenginlik olduğu fark edilmiştir. İnsan bütün zenginilklerin temelidir, bütün öteki maddeleri işleyecek biricik birincil maddedir. Böylece sanayi kapitalizmine giden yolda önce manüfaktür işçisini, daha sonra da fabrika işçisini sağlayacak olan bir kaynak olarak ulusal nüfus değer kazanır. Öyleyse daha önce anne babaların ilgisizliği sonucu sinekelr gibi ölen ve isref edilen bu değerli ekonomik kaynak en iyi şekilde değerlendirilmelidir. Annenin imajı, rolü ve önemi son derece derin bir dönüşümden geçmeye başlar. Günümüze kadar varlığını koruyacak olan bir söylem yaratılarak kadına her şeyden önce bir anne olduğu hatırlatılmaya başlanır. Anneye görev duygusu hatırlatılacak, suçluluk duygusu aşılanmaya çalışılacak ve (anne bu duygular üzerinden) tehdit edilecektir. Böylece bugüne kadar süren efsanenin de temelleri atılmış olur: Annelik içgüdüsü!" (Çeler,Ocak 2012-2013: 171-173).

                       Bu durum annelik rolünün kadına dayatılan bir norm olduğunu ve bazen geleneksel, bazen dini ama çoğu zamanda ekonomik sebeplerle kadının doğurganlığının ve çocuğa bağlılığının (çünkü bakımını üstlenmeli) kutsallaştırıldığının göstergesidir. Metindeki Dadı karakteri, bu kabulü nispeten sarsar. Doğurmadığı (dolayısıyla biyolojik ve içgüdüsel bir bağdan söz edilemeyecek olan) oğluna tam da bir "anne" normuyla bağlıdır. Dadının mahkumu gerçekten oğlu gibi sevdiğinden okuyucu şüphe duymaz. Hatta "anne şefkati"ne öyle çok sahiptir ki, metnin sonunda oğlunu haksız yere idam eden Resi Bey'i affeder ve onu da bir kardeş olarak bağrına basar. Bu durum doğurmamış kadının da toplumsal bir rol olarak "annelik"i benimseyip yaşayabileceğinin bir göstergesidir.

          Metinde temel karakterlerden olan ve Reis Bey'i sorgulama "cüret"ini gösteren ilk kadın Yeldirmeli Kadın'dır. Yine bütün ömrünü ve varlığını evladına adamış ve onun için çırpınan bir anne figürü çıkar karşımıza.

Yeldirmeli Kadın - Torunlarım sokakta dileniyor! Gelinim orospuluk edemiyor! (Burada kadının çalışması ile orospuluk arasından doğrudan bir bağ kurulabilir mi?)Ben yetmişime geldim. Elim ayağım tutmuyor. Geline göz koyanlar oğluma iftira etti. Dilerim Hak'tan en ağır en olmaz iftiraya uğra, sen! Evladın yoksa, senin başına gelsin.

                 Anne kimliği dışında buradaki kadının hiçbir vasfı yoktur. Hayattaki tek rolü anneliktir ve o da elinden alınmıştır. Annelik rolü sarsılınca otoriteden pay aldığı kayınvalidelik ve babaannelik rolleri de tehlikeye girer. Ve vazgeçilmez ön kabul annelik içgüdüsü devreye girer. Bedduasında bile önce evlat sonra birey gelir. Reis Bey'in verdiği yanlış bir karar yüzünden oğlu hapse düşmüş, evleri "erkeksiz" kalmıştır. Aslında kadının kocası hayatta olsaydı, yani evde bir "erkek" olsaydı, çırpınışları bu kadar fazla olur muydu bilinmez. Erkek evlat ve kız evlat rolleri arasındaki temel fark ve baba olmadığı zamanlarda evin reisliğini yapacak kişinin genelde erkek olması durumu "evin direği"  rolünü erkek çocuğa yükler. Erkek çocuk bir sebeple evden uzaklaşınca anne, ne yapacağını bilemez duruma gelir ve acı ve öfke içinde evladını geri ister. Olay örgüsünün ilerleyen kısımlarında Reis Bey bu kadının haklı olduğunu itiraf edecek ve oğlu hapisten çıkana kadar geçinmeleri için emeklilik ikramiyesini onlara verecektir.

Reis Bey - Annelerinizi düşünün! Yüreği yufka, komşu hediyesi börekten en hatırlı bir parçayı gazeteye sarmış,zindan kapısında sıra bekleyen,gözyaşının kudretini, demiri eritececk bir kezzap haline getiren annelerinizi düşünün ve ağlamayı öğrenin!

            Bu sözlerde yine anneliğin "cefakar" olma durumu gözler önünne serilirken, "baba"dan hiç bahsedilmez. Ağlamayı öğrenmekten bahsedildiği için, anne örnek olarak daha uygun görülmüştür. Yazar, Reis Bey'e merhamet yüklediği alanlarda bile kadının merhametini, anne şefkatini referans almıştır. Pişman bir erkeğin gözyaşlarının baba figürü ile değil de anne figürü ile yansıtılması, duygusallığın da erkekliğe uygun bir davranış biçimi olmadığının göstergesidir.

1.3. Reis Bey'de Hegemonik Erkeklik

          "Eril/erkek iktidar salt kadınları değil aynı zamanda yaşamlarını sürekli ispatlanması ve onaylanması gereken bir erkeklikle sarmaladığı için erkekleri de ezer. Erkeklik, kadınlık gibi bir toplumsal cinsiyet biçimlenmesidir. Eril olmak biyolojikse , erkeklik de kültüreldir. Onu sosyal ve kültürel bağlamdan bağımsız düşünemeyiz. Birey ve gruplar tarafından farklı zaman, koşul ve mekanlarda, farklı şekillerde biçimlendirilir ve ifade edilir. Erkekler, “erkeklik”i genetik oluşumlarının bir parçası olarak taşımazlar; erkeklik, onların kültürleme yoluyla öğrendikleri algılamaların ve davranışların bir birleşimi, kültürel olarak belirlenen yollarla yeniden ürettikleri bir oluşumdur." (sinikmen.blogspot.com.tr/08.10.2011)
           İkinci perdenin son bölümünde ve üçüncü perdede geçen diyaloglar ve olay örgüsünün neredeyse tamamı, hegemonik erkeklik örnekleri barındırmaktadır. Özellikle mahkumun idam edileceği hapishanedeki savcının ve hapishane müdürünün, ağır ceza hakimi olan Reis Bey'e karşı tavırlarındaki farklılık dikkat çekicidir. Bununla birlikte, eril iktidarın rol kalıplarına uygun davranan ve bu kalıplardan rahatsız olduğu sezdirilen iki örneğin birlikte verilmesi açısından, gardiyanların diyalogu önemlidir. İkinci gardiyan, bulduğu ilk fırsatta hapishane müdürünün koltuğuna kurulur.

Birinci Gardiyan - Oh... Ne de güzel yerleşiyorsun! Müdür Bey, savcıyla beraber şuracıkta... Geliverirlerse?

İkinci Gardiyan - Gelsinler! Pencereden görürüz. Sen de beş dakika oturuver. Bütün gece ayakta kaldın!

Birinci Gardiyan - Ben oturmam!

İkinci Gardiyan - Müdürlük ne tatlı...

Birinci Gardiyan - Neresi tatlı? O da mahkumun biri... Serbest mahkum... Doğan kuşu da esirdir ama küçük kuşlar avlamaya bayılır.

              Burada doğan kuşu ve küçük kuşlar imgeleriyle, erkekler arasındaki hegemonya kastedilir. Her iki tür de kuştur fakat bir gücün tahakkümünde olsa bile doğan kuşu da kendinen fiziki güç alarak zayıf olan kuşlar üzerinde hüküm sürer. Kimmel'a göre -inşa edilmiş- hegemonik erkek; kadınsılığa gönderme yapacak her şeyden kaçınan, başarı, servet ve statüye sahip, atletik bir vücudu olan, duygusallıktan uzak, kontrollü ve agresif, eyleme geçme potansiyeli olan erkektir. Erkeklerin kendi aralarında kurdukları hiyerarşik düzen bunlar gibi farklı alanlardan varlığını sürdürür. Bu özelliklerden kaç tanesini ne kadar taşıdıklarına göre erkekler arası hegemoya kurulur. Erkekler arası bu hegemonik ilişkinin bir diğer yansıması Hapishane Müdürü, Savcı ve Reis Bey arsında geçen konuşmalarda gösterilir.

(Savcı, Reis Bey'i görünce az hürmetkar bir tavırla gidip elini sıkar. Müdür, uzaktan mübalağa ile eğilir. Reis Bey'in kendi makamına oturmasını ister fakat Reis Bey bir iskemleye oturur.)

Reis Bey - Ceza felsefesinde bir görüş vardır: Bir masuma kıymaktansa, bin cürümlüyü cezasız bırakmak yeğdir. Ben de diyorum ki, cemiyette bir ferdi korumak için, bin kişiye bu gömleği giydirmekten kaçınmamalıdır. O bir kişi bütün cemiyettir.

Hapishane Müdürü - Pek doğru efendim.

Savcı - Bence yanlış.

                 Bu sahne boyunca Hapishane Müdürü'nün Reis Bey'e karşı olan yalakalığı ve statü ezikliği devam eder. " Meslek adı verilen ve aslen toplumsal olan mantık, yatkınlıklarla konumlar arasında öyle uyumlu karşılaşmalar yaratır ki, sembolik tahakkümün kurbanları olan itaat, nezaket, uysallık, sadakat ve kendinden feragat etme erdemlerine hasredilmiş madun ve ast niteliğindeki görevleri seve seve yerine getirirler."(Bourdieu,1998:75). Burada Bourdieu'nun yorumu, Hapishane Müdürü ve Reis Bey arasındaki tahakküm ilişkisini açıklar mahiyettedir. Çünkü her ikisi de mesleği sebebiyle aynı ortamda bulunurlar. Bir ast olarak Hapishane Müdürü bütün görevlerini seve seve yerine getirmektedir. "Erkeklerin, hegemonik erkekliğe rıza göstermesinin elbette ki tek bir nedeni yoktur. En önemli neden, 'erkeklerin çoğunun kadınlara karşı kurulan iktidardan ve kadınların tabii konumundan pay almasıdır. Hegemonik erkeklik, bu üstünlüğü kültürel olarak kurar." (Connell,1998:247). Bu metinde tahakküme gösterilen rıza, kadınlara karşı kurulan iktidardan ziyade, diğer erkeklere karşı kurulan iktidardan gelir. Hapishane müdürü, Reis Bey'e boyun eğer, çünkü kendisi de başka erkeklere (gardiyanlar, mahkumlar vs.) boyun eğdirmektedir. Bunu bir hak olarak görür. Makamın getirdiği bir hak. Foucault'ya göre iktidar; yalnızca bir bastırma, sınırlama ya da yasaklama olarak tanımlanamaz. Toplumsal, kültürel ve siyasal yaşamlarımızın tümüne yayılan karmaşık ve birbiri arasında ayrım gösteren iktidar ilişkileri, özne-konum tarzlarını, genellikle cezalandırıcı yaptırımlarla değil, toplumsal düzende yürürlükte bulunan norm ve değerleri içselleştirmeye ikna ederek emniyet altına almaktadır. (aktaran Baştürk Akea, Tönel, 2011:31). Hegemonik erkeklik kategorisinde alt statüde olanın üst statüde olana gösterdiği abartılı saygı; üst statüde olan, üzerinden tahakkümünü yürüttüğü mevkisini kaybedince sona erer. Yerini abartılı bir intikam ve dalga geçme arzusuna bırakır. Savcı ise daima mesafeli durur. Kimse üzerinde tahakküm kurmaz.

Hapishane Müdürü - (Reis Bey'e) Hatırlıyor musunuz? İdamına hükmettiğiniz masumu astırdığınız gece, bana "Onu susturmak, terbiyesiz diye paylamak küçüklüktür!" demiştiniz. Sırtımda hapishane müdürü zırhını adi buluştunuz. Şimdi onun emir ve muhafazası altındasınız! Merak etmeyiniz hakkınızda aynıyle sizin eski prensiplerinize uygun olarak, en merhametsiz kanun ölçülerinden başka bir şey tatbik edilmeyecektir. (Yere bakan Resi Bey'e gayet sert) Sanık yüzüme bak!

            Hegemonik erkekliğin yansıtıldığı bir diğer olay da, Yankesici ile Karaborsacıya yapılan muamele farklılığıdır. Her ikisi de hırsız olmasına rağmen karaborsacı, diğerinden üstün kabul edilir. Burada ise temel mesele paradır. Ekonomik bir tahakküm kurulur. Yaptıkları eylem aynı olsa bile zengin olanın toplumsal statüsü daha yüksektir. Bu durum Hapishane müdürünün onu ayrı bir yere alması ve "Yalnız, kadillakta birkaç kadın, hastanede bir sürü iş adamı olmaz! Arada, Boğaza kadar uzanmalar falan dikkat! Sonra eve haber gönderin yemeklerinizi o kadar lüks tutmasınlar. Biz müdürken gazoz içemiyoruz, siz ıstakoz yiyorsunuz!" söylemi, paraya dayalı tahakkümü müdürün de içselleştirdiğini anlatır ki bu kimi durumlarda iktidar kurulan nesnenin bir diğer iktidar kurulan nesneye de üstün olabildiğini gösterir. Para > mevki.



Sonuç Yerine

           Necip Fazıl Kısakürek'in Reis Bey adlı tiyatro metni, farklı toplumsal cinsiyet rollerini barındırması noktasında verimli bir metindir. Yazar bunu bilerek, isteyerek mi yapmıştır yoksa farkında olmadan mı bu kadar farklı rolleri bir araya getirmiştir bilinmez. Fakat hem queeri hem hegemonik erkekliği hem de annelik kavramının toplumsal inşasını ve sorgulanmasını barındırması açısından önemli bir yerde durur. Temel olarak muhafazakar/gelenekçi bir söylem üzerine kurulsa da, olay örgüsünün sonunda ötekileştirilmiş kimlikleri haklı ve güçlü; ötekileştiren özneyi haksız ve güçsüz konuma getirmiştir. Bu durum da eleştirel bir bakış açısı sağlar. Toplumsal rollerin nasıl üretildiğini, nasıl akışkan/değişken bir yapıya sahip olduğunu, iktidarın muktedirliğini nasıl ve niçin kaybedebileceğini gözler önüne serer.





KAYNAKÇA

Bourdieu, Pierre (2014)  Eril Tahakküm, Çev. Bediz Yılmaz 2. bsk., İstanbul: Bağlam Yayıncılık.

Connell, R. W. (1998) Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, Çev. Cem Soydemir 2. bsk., İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Çeler, Z. (Kasım-Aralık-Ocak 2012-2013) Annenin Serüveni: Kadının Anne Olarak Toplumsal Kurgulanışı, Doğu-Batı Düşünce Dergisi 63:171-174.

Erdoğan, İlker (2011) Medyada Hegemonik Erkek(lik) ve Temsil, Erkeklik Çalışmalarına Teorik Bir Çerçeve: Feminist Çalışmakardan Hegemonik Erkekliğe, Emel Baştürk Akea ve Ebru Tönel, Ankara: Kalkedon Yayınları.

Kısakürek N.Fazıl (1964) Reis Bey, 30. bsk. İstanbul: Büyük Doğu Yayınları

Sancar, Serpil (2011)  Erkeklik: İmkansız İktidar (Ailede, Piyasada ve Sokakta Erkekler), 3. bsk., İstanbul: Metis Yayınları,
                                     
Schick, I.C. (1999) Batının Cinsel Kıyısı, Başkalıkçı Söylemde Cinsellik ve Mekansallık, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.

Wittig, M. (1992) Straight Düşünce, (Türkçesi: Leman Sevda Darıcıoğlu, Pınar Büyüktaş) İstanbul: Sel Yayıncılık.

Hegemonik Erkeklik (2011) http://sinikmen.blogspot.com.tr/2011/10/hegemonik-erkeklik_18.html