Işıl Kızılırmak
Giriş
Hizmetçiler,
hikayesi ve kavrayışıyla bir ötekinin,
Jean Genet’in; sınıf, cinsiyet, din üzerinden iktidar örüntülerine ve ölüm
mefhumuna odaklanan oyunudur. Kimliğini iktidarın müdahale ettiği her alanda
mücadeleyle, onun bir karşıtı olarak inşa eden Genet, Hizmetçiler oyununda da
kimliğin kurgusallığını ve değişebilirliğini anlatır. İki hizmetçi kızkardeş
Solange ve Claire’ın evin Bayan’ını öldürerek kölece hayatlarına son vermeye
karar verişleri etrafında dönen provalar, temsiller, taklitlerle süren oyun kimliklerin gerçekliğini sorgulama
amacındadır: Kim hizmetçi, kim Bayan’dır, kim Solange, kim Claire’dir? Sürekli
birbirlerinin yerine geçmeleri sıradan provalardan mı ibarettir yoksa bu
geçişler aynı zamanda kimliğin dönüşümü üzerinden, varsayılan gerçekliğin bulanıklaşmasını mı
sağlamaktadır? Bayan’ın kocasının hırsızlıktan hüküm giymesini sağlayacak bir
plan kuran Claire ve Solange artık sıranın Bayan’a geldiğini düşündüklerinden
onu öldürmek için provalar yaparlar. Claire’ın Bayan, Solange’ın Clarie olduğu
bu provalar, herkesin her an bir diğerine ya da kendine dönüşüne açık bir
kurguya sahiptir. Kimliği; sınıf, cinsiyet ve din tahakkümünün de sorgulandığı
diyaloglar üzerinden, hem bu örüntülerle ideolojik olarak inşa edilen hem de
bir diğerinin bozumuyla, karşıtlık üzerinden tamamlanmaya olanak tanıyan,
sınırsız dönüşüme açık bir mefhum olarak okumak mümkündür.
Metindeki
kimlik dönüşümlerini temellendiren kavramlardan biri olan, toplumsal cinsiyet, iktidarın
işleyişini kavramak ve yeniden üretmek açısından önemli bir role sahiptir. Zira
iktidarın meşrulaştırılması toplumsal cinsiyetin meşrulaştırılmasıyla da
temellenir; toplumsal cinsiyetin yeniden üretiminin iktidarın yeniden
üretimiyle ilişkili olduğu gibi. Bu kavramı en temel haliyle, “cinsiyeti olan bir beden zorla kabul ettirilmiş
bir kategori” olarak tanımlamak mümkündür (Scott, 2007:11). Tüm karakterlerin pratiklerine sızmış olan heteroseksüel
toplumun kurulabilmesi için Wittig,,her düzeyde öteki/farklıya ihtiyaç duyduğunu;
heteroseksüel toplumun öteki olmadan ekonomik, simgesel, dilsel ya da politik
olarak işleyemeyeceğini ve tüm eşcinselleri, tüm kadınları, pek çok erkeklik
kategorisini, hemen hemen tüm ötekileri ezerek tahakküm kurduğu söyler (Wittig,
2012:60-61) Faugeron ve Robert de farklılık kurmanın ve onu kontrol altına
almanın temelde normatif bir eylem olduğundan bir iktidar eylemi olarak
yorumlanması gerektiğini savlayarak “herkes bir diğerini farklı olarak göstermeye
çalışır. Ama herkes bunu beceremez. Bunu başarabilmek için toplumsal olarak
egemen olmak gerekir” derler (akt. Wittig, 2012:61).
Bir
diğerinin karşıtı olarak, farklı/öteki olarak da kurulan kimlik inşasının
dönüşümü metnin temel odağıdır. Hizmetçiler, okurunu değişen, başkalaşan ve
çatışan kimlikler üzerinden tartışmaya davet eder. Metnin iki ana karakterinden
başlamak üzere ‘Kadın kim? Kadın kimliği nasıl inşa edilir? Sınırları nelerdir?’
sorularını da hem sorar hem de yanıt arar, bunu yaparken kimliğin gerçekliğini
de sorgulamaya açar. Butler, gerçek ve gerçek dışılığın ayrımının
belirsizleştiği noktada cinsiyet kategorilerini tartışmaya açmak konusunda
şöyle der;
“gerçek addettiğimiz,
toplumsal cinsiyete dair doğallaştırılmış bilgi olarak başvurduğumuzun aslında
değiştirilebilecek ve üzerinde oynanabilecek bir gerçek olduğunu kavramamıza sebep
olur. Adı ister altüst ediş, ister başka bir şey olsun. Bu kavrayış kendi bir
başına bir siyasi devrim olmayabilir, fakat insanın neyin mümkün ve gerçek
olduğuna dair görüşlerinde köklü bir değişim olmadıkça siyasi devrim mümkün
değildir. Kimi zaman bu değişim, açıkça kuramsallaştırılmalarından önce ortaya
çıkan ve bizi temel kategorilerimizi baştan düşünmeye iten bazı tür pratiklerin
sonucu olarak gerçekleşir: Toplumsal cinsiyet nedir, nasıl üretilir ve yeniden
üretilir, imkanları nelerdir? Bu noktada tortulaştırılmış ve şeyleştirilmiş toplumsal
cinsiyet ‘gerçekliği’ alanın farklı, üstelik daha az şiddet içeren bir şekilde
yeniden kurulabileceği kavranır” (2012:28-29).
Toplumsal
cinsiyetin kişiye kimlik atamak konusundaki rolünü idrak edilme edimi üzerinden
okuyan Butler, “Kimliğin kendi içinde
özdeş, değişmez, tutarlı olduğu sanısı toplumsal cinsiyet kavrayışıyla
ilgilidir zira kişilerin idrak edilebilirliği toplumsal cinsiyetin idrak edilişiyle
gerçekleşir” der. (2012:65) Ancak bu kavrayış, kimliğin güvenceli konumu nedeniyle
kişi mefhumunu sorgulatabilme potansiyelini de barındırmaktadır: “Kimlik onu istikrarlı kılan cinsiyet,
toplumsal cinsiyet ve cinsellik üzerinden güvenceye alındığı müddetçe kişi gibi
görünen fakat kişilerin tanımlanmasını, kültürel olarak idrak edilmeyi sağlayan
toplumsal cinsiyet normlarına uymayan, toplumsal cinsiyeti ‘tutarsız’ ya ada ‘süreksiz’
olan varlıkların kültürel alanda belirmeleriyle ‘kişi’ mefhumunun ta kendisi
şüpheli bir mefhum oluverir” (Butler,2012: 66)
Solange
ve Claire’in kurtuluş planı ışığında,
iktidar örüntülerinin kimliği belirlemedeki tahakkümünü kırabilmeyi, Wittig’in
heteroseksüel düzenin farklı –ancak etkileşimli- alanlar üzerinden kimliği inşa
etmedeki ve kendi gerçekliğini yaratmadaki rolünü tartışan, bir kavramlar bulutu
haline dönüşen günlük dil pratikleri de dahil olmak üzere değişim önerisiyle tartışmak
mümkündür:
“… Artık bizim için sınıf
olarak, düşünce ve dil kategorileri olarak ne kadın, ne erkek var olabilir;
politik, ekonomik ve ideolojik açıdan yok olmak zorundadırlar. Eğer biz,
lezbiyenler ve eşcinseller, kendimiz hakkında kadın ve erkek demeye devam
edersek, heteroseksüelliğin muhafazasına katkıda bulunmuş oluruz. Eminim ki
ekonomik ve politik bir değişim, bu dil kategorilerinin önemini
azaltmayacaktır. Kölenin bedelini ödeyebilir miyiz? Kadın neden farklıdır?
Beyaz, efendi, erkek kelimelerini kullanmaya devam edecek miyiz? Ekonomik
ilişkilerin değişimi yeterli değildir. Anahtar kavramların ayni bizim için
stratejik olan kavramların değişimini sağlamamız gerekir” (Wittig, 2012:61-62)
Butler
ise kimliğin inşası ile toplumsal cinsiyetin ve cinselliğin kurgusallığı
arasındaki etkileşimi tartışarak; toplumsal cinsiyet ile cinsellik arasındaki ilişkiye
dair feminist görüşün, cinsiyetçi görüşün işlemekte olduğu kabulü ve buna
rağmen karşı gelişiyle birlikte; toplumsal cinsiyetin tasfiye edilip muğlaklaştırılmasını
ve bu yolla toplumsal cinsiyetin kadınların tabi kılınmasının işareti olma
işlevi yitireceğini savunması gerektiğini savlar (2012:18).
İktidar Örüntüleri Gölgesinde
Kimliğin Gerçekliğinin Sorgulanması
Metnin
temel söylem ve tartışmaları, Claire ve Solange’ın evin Bayan’ını öldürmek için
yaptıkları provalarda yoğunlaşmaktadır. Zira, tavan arasına sıkışarak
sürdürdükleri köleleştirilmiş hayatın sona erdirilmesi gereken tüketici bir var
olma hali olduğunu hem kavrayıp hem reddeden Hizmetçiler, bu provalar sırasında hem kendileri, hem birbirleri,
hem efendileri; hem katil hem de kurbandırlar. Evin Bayan’ı ve kocasının varsıl
hayatları karşısında emeklerinin değersizleştirilmesine öfkelidirler. Diğer
yandan Bayan ise sıklıkla onlar için yaptığı fedakarlıkları - ki, bir kriz
anında hediye ettiği kürkü dakikalar sonra geri alıp giymekte cisimleşen bir
fedakarlıktır söz ettiği- dillendirmektedir. Ancak Bayan’ın fedakarlık
nutuklarına inanmakla kendilerini “koltuklarını sevdiği kadar” sevdiğini kabul etmek arasında gidip gelen Hizmetçiler, yıkmaya çalıştıkları bir
sınırın kenarında durmaktadırlar. Bayan’ın onlara sahip çıkıp, onları
benimsemiş olduğu herkes açısından su götürmez bir gerçektir çünkü onlar
ailesizdir. Ailesizlik ise kimsesizlik demektir; özellikle söz konusu olan iki
yoksul genç kadın ise düzen, bu yokluğun giderilmesi için eksik tahakkümü kuracak
ve bu yokluktan kendine pay çıkaracak bir kurtarıcının şart olduğuna işaret eder.
Bu açıdan metin, heteronormatif düzen içinde, aile kavramının kadın üzerinde/n
kurulan tahakkümüne, olmazsa olmaz bir gereklilik olarak algılandığına dikkat
çekmekte, düzenin eksik olan biyolojik bağın boşluğunu aynı biçimde
doldurulacağını da örneklemektedir. Aile olmak – gerçek ya da değil- kadının bedeni, emeği, fikri üzerinde sınırsız
bir iktidar ve sömürü kurma halidir. İktidarın toplumsal cinsiyet rolleri
üzerindeki etkisini ve ilişkisini tartıştığı Toplumsal Cinsiyet ve İktidar kitabında Connell, ailenin; işyeri,
sokak, kurumlar ve devlet ile birlikte kadın - erkek ikili karşıtlığının
temelindeki emek, iktidar ve kateksis* ana yapılarının işlerliğini ve
devamlılığını sağlarken, eril tahakkümün hüküm sürdüğü cinsiyet rejimlerini oluşturduğunu
savlar (1998: 165-184). Peki ya “yavrular”ına sahip çıkıp, onları kollayan Bayan
olmasaydı Solange ve Claire’in durumu ne olurdu? Kuşkusuz, Bayan için rahat
yataklar kabartırken, kendileri tavan arasında ona dua ediyor olmazlardı, onun
eski giysilerini prensesler gibi kuşanamaz, dua töreninde hemen yanında
oturabilmek şerefine erişemezlerdi. Bunlar en az Solange ve Claire ya da bir
başka köle olmasa Bayan’ın başı üzerinde taşıdığı halenin tuzla buz olacağı
kadar kesin gerçeklerdir.
Hizmetçiler
varsıllığa, yoksulluğa; içinde yetiştikleri karşıtlıklara, bu karşıtların
nesneleri olarak kendilerine karşı da yıkıcıdırlar. Gerçeğin her an hem çok net hem çok muğlak olduğu metinde bu iki
karakter muğlaklığın sınırında gezinirken ezilenin bilincinden de mahrum
kalırlar. Bu yüzdendir ki, Claire ve
Solange’ın hiçleştirilmeden doğan öfkeyi paylaşırken; birbirleri üzerinde,
yaşın, abla-kardeşliğin hiyerarşinden ya da daha akıllı/becerikli olma
iddiasından beslenen bir iktidar kurma arayışında oldukları da söylenebilir. Bu
iktidar arayışının, sınıfsal açıdan sıklıkla ezilenin rekabetine dönüşen ve
asıl düşmana yönelmesi gereken öfkeyi sönümlendiren tarihsel bir hataya
gönderme yaptığı da görülebilir: “Kölelerin
sevgisi böyledir. Birbirlerini sevmezler” (Genet, 1990: 31) Bayan’ı öldürme
provalarında öfke ve yok etme potansiyelini birbirlerine yansıtabilmeleri de
aynı damardan beslenmektedir. Heteronormatif düzenin bir ötekine duyduğu
ihtiyaçla temellenebileceğini savlayan Wittig, cinsiyeti sınıf algısıyla birlikte
kavrar, var olan nesneleşme sürecinin özneleşmeye dönüşmesi olanağının ancak
ezilmenin bilincinin yerleşmesiyle mümkün olduğunu söyler. Ona göre, toplumsal ilişkilerin ürünü olan
kadın olan aynı zamanda bir sınıftır da. Ancak sınıf olarak var olabilmesi, mit
olan kadını yıkabilmesiyle mümkündür. Kadın ezilmesinin bilinci ile ezilmenin
nesnesi olmaktan sıyrılarak özne konumu kurabilir. Sınıf bilinci,
yabancılaşmanın etkisinden kurtularak özneleşmeyi sağlayabilmek açısından
önemlidir. Kadın ve erkeğin siyasal karşıtlıklar olarak var olduğu
kavrayışından hareketle, erkek kimliğinin ezen kadın kimliğininse ezilen sınıfa
denk düşen, örtülü doğallaştırılmış kimlikler olduğunu savlar. Bu karşıtlıklar
tahakkümünü yıkacak olan ezilme bilinci ise “sadece
ezilmeye karşı bir tepki (mücadele)
değildir. Aynı zamanda, toplumsal dünyanın kavramsal olarak yeniden
değerlendirilmesi, ezilişin bakış açısından oluşturulmuş yeni kavramlarla
yeniden düzenlenmesidir” (2013: 50-51)
Net
bir tarihsel döneme işaret etmese de –İhtilal
zamanı sonrası ifadesi dışında-, metni “kapitalist toplumun aileye ve onu meşrulaştıran
ideolojiye dayanması” (Wolf, 2009:39) bağlamında okumak mümkündür. Wolf, bu
ideolojik ilkelerin tek işlevinin aileyi pekiştirmek olmadığını, işçiler ve ezilenler
arasındaki ayrımı belirleyen ve denetleyen gerici cinsel fikirleri de
ürettiğini söyler. Metindeki aile mefhumu ve cinsel arzu ve pratiklerin
temsilleri “kapitalizmin cinsel
kimlikleri yaratması –ve onlara yaptığı baskı- genelde ölümcül olduğu ortaya çıkan
ayrımları yaratmıştır. İnsanların cinsel kimlikleri tarafından ezilmediği hatta
tanımlanmadığı bir toplumda insanlar tam özgürleşmiş bir cinsellik
geliştirebilecektir” (Wolf, 2009:39) savıyla değerlendirildiğinde, Hizmetçiler açısından mümkün bir kurtuluş projesi için tartışma zemini
yaratılabileceği de söylenebilir.
Metin
varsıl ve yoksulun, sahip ve hizmetçinin; ezen ve ezilenin kimliğine dair
sorgulamalar içerir. Bu sorgulamalar, muğlaklaşan bir kavrayışla, Hizmetçiler’in hikayenin kurgulayanı
olmak için adım atmalarında ete kemiğe bürünür. Öyle ki, Solange, Claire’in
ihbarlarıyla hırsızlıktan hüküm giyen kocanın parasına/mülküne sahip olmak
istediğinde bu suçun gerçekliğinin
bilincindedir. Bu bilme hali bizi tarihin en yakıcı sorularından birine yanıt
aramaya yöneltir: Eğer Bayan ve kocası hırsız değillerse Claire ve Solange
neden yoksuldur? Onlar refah içinde yaşarken diğerleri neden tavan arasına
sıkışabilmek için sabahtan akşama değin kölece işe koşulmaktadır? Hırsızlıktan
hüküm giymiş birinin kefaletle salıverilmesindeki ironi de gösterir ki, bu
düzende “adalet maskaraya çevrilmiştir,
bu düpedüz halkı küçümsemektir”(Genet, 1990: 29)
Metinde
din, ezilene karşı kullanılan bir sömürü aracı olarak temsil edilerek asıl işlevine
bürünmüştür. İnanç, günah kabul edilen işlere bulaşanların kilisenin temizleme
gücüne sığınarak günahlarının bedelini parayla ödeyip arınabildiği; ezilenin ise kurtuluşu ezenin tahakkümünün
sürekliliği için dua etmekte bulduğu bir kavrayış halidir. Ezen lehine dönen
çark ezilene, öteki dünyada
bugünkünden rahat ve huzurlu olmasının yolunun bugün ezene hizmet etmekten
geçtiğini öğütler. Hizmetçi havagazı fırınını tutuştururken, kutsal olan
sunağın mumları yakar. Oysa ne kilise, ne rahibeler ne de günah çıkarma
odalarının daimi misafirleri varsıllar kutsaldır. Metin kutsallığı
ezilmişliğinin ayrıcalığıyla Hizmetçiler’e
de atfetmezken, kavramın anlamlarını da tartışmaya çağırır. Bu bağlamda,
Solange’ın başkaldırısının dinin ezilen üzerindeki gücüne duyduğu sorgulamadan
beslendiğini de söylemek mümkündür: “Ölümden
sonra hiçbir şey yok. Sıraların üzerinde diz çökmekten usandım artık.” (Genet,
1990: 27). Dini tahakkümün sınır çizme işlevi sadece sınıfsal açıdan ezen
ezilen kimliklerinin sürekliliğini ilahileştiren bir noktada çıkmaz karşımıza;
metnin ana direklerinden olan kimlik dönüşümlerinin temel kısıtlarından biri
dinin/dinlerin heteronormatif olmayanı günah saymalarıdır. Erkeğin mutlak
iktidar olduğu kadın-erkek ilişkileri doğal, tanrısal ve normal olandır. Dinin cinsiyet ve cinsellik üzerindeki baskısı, çizdiği
sınırlar metinde –doğrudan etkiye değinilmese de- kimliklerin sınır ihlalleriyle
yeniden kurgulanışı üzerinden sorgulanır.
Basılamayan Sınır Taşları: Norm Dışı
Cinsel Arzu
Metin
boyunca, karakterlerin cinsel arzularının sıklıkla odak değiştirdiği ve farklı
kişi ve cinslere yöneldiğini söylemek mümkündür. Claire ve Solange’ın
çekişmelerine konu olan sütçü Mario ve Bayan’ın kocası her ikisi için de benzer
cinsel pratiklerin yaşandığı erkeklerdir. Yine evin Bayan’ı -sıklıkla dönüşen
kişilikler nedeniyle net bir ağırlık yüklenememekle birlikte, Solange açısından
Bayan’a duyulan tutku ve nefretin birbirini besler şekilde baskın olduğunu
söylemek mümkündür- her ikisi için de bir cinsel arzu nesnesidir. Kocasına bağlığını sık sık dile getirmekle
birlikte evin Bayan’ı da Solange ve Claire’e karşı göndermeler ve talepkarlık
içindedir. Solange ve Claire’in kardeşlikten doğduğu var sayılan bedensel
yakınlık kurabilme halinin ikisi arasındaki cinsel arzuya işaret ettiği
zamanlar da vardır. Bu açıdan, kimliklerin birbirinin yerine geçmesi, değişip
dönüşmesi, taklit ve yansıtmanın etkisi bir yanıyla çok karmaşık bir yanıyla
net bir tablo sunar; beden ve kimlikle birlikte/gibi cinsel arzu ve pratikler
de inşa edilir.
Bayan’a
duyulan cinsel arzunun erişilemeyen bir hayranlıkla açığa çıkması sadece sınıfsal
bir ayrıma, bir eşit olamama haline denk düşmez. Aynı koşullarda yaşayan
kocayla pratiğe evrilen arzunun, Bayan söz konusu olduğunda havada asılı bir
talebe dönüşmesi onun kadınlığındandır. Kocayla ya da sütçüyle sürdürülen
ilişkide failliğin erkekte olduğunu düşünmek mümkündür; erkekler Clarie’e
yaptıklarını Solange’a da yapmakta; Solange’a söylediklerini Caliere’e de
söylemektedirler. Eylem erkeğin elindedir. Metin, örtük biçimde, kadının cinsel
nesneleştirme sürecine göndermelerde bulunur. MacKinnon bu nesneleşme hali için,
“eylemi sözcükle, inşayı ifadeyle,
algılamayı zorlamayla, miti gerçeklikle birleştirir. Erkek, kadını becerir;
özne, nesneyi etkin kılar” der ( akt. Scott, 2007: 16). Heteronormatif
çağrı, cinsel arzunun pratiğe dönüşememesini, kimliklerin bu sınır taşında
dönüşüme uğrayamayışına neden olur. Zira, “heteronormativite
sadece zorunlu, doğallaştırılmış heteroseksüelliği içermez; aynı zamanda kadın-
erkek ikili karşıtlığına dayanan ve bunun dışında kalanları sistemden dışlayan
bir biyolojik ve toplumsal cinsiyet algısını yeniden üretir” (Çakırlar, Delice, 2012:11).
Normatif
olmayan cinsel pratiklerin toplumsal cinsiyetin istikrarını nasıl
yapılandırdığını, nasıl kimi pratiklerin nasıl olup da kadın ve erkek ne
sorularını uyandırdığını tartıştığı Cinsiyet Belası isimli kitabında Butler,
normatif kavramını belli tür toplumsal cinsiyet ideallerinin olağan şiddetini
betimlemek için de kullanır (2012:26).
Bayan’ın
ve yer değiştirmelerle Claire’in ya da Solange’ın bedenine yönelen arzu ve
talebin eyleme dönüşememesi -varlığının reddine sebep olmasa da- sürdürülebilir
olarak görülmemektedir. Aynı şekilde Bayan’ın hizmetçilerine, hizmetçi
kardeşlerin birbirlerinin bedenlerine duyduğu yönelime evlatlık ya da kardeşlik
ilişkisiyle ket vurulduğunu, ötelendiğini söylemek mümkündür. Karakterler
açısından, düzen dışı bağlarla kurulmuş olsa da (evlilik dışı ilişki ya da iki
kardeşin aynı erkeklerle ilişki içinde olması gibi) heteroseksüel ilişki tercih
edilen olurken, norm dışı sayılan lezbiyenliğin ve biseksüelliğin sınır taşı
olarak görüldüğünü söylemek mümkündür. İhlal edilmede zorlanılan bu sınırlar,
kadın kimliğin erkeğin karşıtı ve bir bakıma eşi olarak inşa edilmesiyle
çizilir. Butler ise bu konudaki atfın tek başına toplumsal cinsiyete yöneltilemeyeceğini
ifade ederek, “toplumsal cinsiyet
ifadelerinin ardında bir toplumsal cinsiyet kimliği yatmaz; o kimlik tam da kendisinin
birer sonucu olduğu söylenen dışa vurumlar, ifadeler tarafından performatif
olarak kurulur” der ve kimliğin performatif inşasını tartışır. (Butler, 2012:77)
Metin,
okuruna bir yandan sınırlar ve ihlal etmedeki çekinikliği anlatırken bir yanda
da, kimliği inşa eden ideolojik
örüntülerin cilasını kazıyarak bu riyakar sınırları yıkmanın yollarını
tartışır. Pek çok yeniden inşa potansiyeli bulunduran kimlik geçişleri/dönüşümlerinin
kaynağında, norm dışı kabul edilen cinsel arzunun büyük basıncı olduğunu
söylemek mümkündür. Wittig, bu basınç ve sürekli çelişki halinin sona ermesinin
ancak, zorunlu heteroseksüelliğin devrilmesiyle mümkün olacağını savlar, çünkü
kişi ancak o zaman “cinsiyet zincirlerinden
kurtulacaktır” ( akt. Butler, 2012:69)
Hizmetçiler’in
işçi kadınlar olarak tahakkümün her biçimiyle yüzleştikleri pratiklerini, MacKinnon’un
“emeğin Marksist açıdan taşıdığı değerle,
cinselliğin feminizm açısından taşıdığı değerin aynı olduğu, bu kavramların
kişinin en çok kendisine ait olan ama en fazla elinden alınana” işaret
ettiği (akt. Scott, 2007: 16) savıyla değerlendirdiğimizde kendisinin olanın
bir başkasının inşasına hizmet ettiğini söylemek mümkündür; her açıdan bir
devirdir bu.
Bozup Tamir Ederek İnşa Edilen Bir
Mefhum Olarak Kimlik
Claire
ve Solange’ın farklı kimliklere büründükleri provalar sırasındaki rol
değişimleri var olanın yer değiştirmesine değil kimliğin bir rol olduğuna
dikkat çeker. Bir diğerinin karşıtı olmak üzerinden de şekillenebilen inşa,
sınırlar ve sınır ihlalleri, çatışmalar ve uzlaşılar kimliğin kurgusallığında
temellenir. Kimliklerin dönüşürken
muğlaklaşmasıyla metin, kadın kim erkek kim, ezen ezilen kim, kimlikleri nasıl
oluşur, sınırlar nasıl çizilir, ne kadar gerçek ve değişmezlerdir sorularını da
yönlendirmektedir. Bayan’a dönüşen Claire, Claire’e dönüşen Solange, Solange
olan Claire’in temsillerinden görürüz ki; kimlik, giyilebilen, o
olabilen/olunabilen, itilip yok sayılabilen, sınırsız değişim potansiyeli
barındıran bir inşa halidir. Claire’ın Bayan olarak hükmeden olma, Solange iken
kurban olma; Solange ‘ın hizmetçi iken Bayan’a karşı cinsel arzu duyma, Claire
iken Solange’ı yok edecek öfkeyi barındırma, kendisi iken sütçüye aşık olma
ihtimali ve imkanı vardır. Herkes kurbanken katil, ezilenken ezen, kardeşken kadın,
aşıkken maktül olma sınırındadır; sınırın aşılması ise ancak kimliğin varlığını
sorgulamak, dilediğince tekrar ya da reddedişle yeniden inşa etmekle mümkün
görünmektedir.
Rollerin
sürekli çapraşık hale bürünmesinin kaynağında, kimliğin karşıtlık örüntüleriyle
inşası da vardır. Bu bağlamda, Claire’in öldürmeyi planladıkları Bayan’ı kendi
kurbanları sanması, sadece sınıf bilincinden yoksun olmasıyla açıklanamaz.
Solange’a “Ben aynaya bakar gibi senin
yüzüne bakar, orada kurbanımızın açtığı yaraları görebilirim” der ve
kurbanın ve failin kimliğini açık ederken, öyleyse kurban ve fail kim sorusunu
da sorar. Kendilerini bir başkasının yüzünde görebilecek denli benzer performansları
olan kurbanlar, kendilerini hiçleştireni kurban edebilir mi? Öyleyse, Bayan
–eğer bu mümkünse ve hizmetçilerden bağımsız olarak- sadece varsıllığa duyulan öfkenin değil, heteronormatif
baskıyla oluşan çatışmanın da, yani iktidarın kurbanıdır.
Karakterlerin,
kimlik değiştirirken ya da kendi kimliklerine sahipken sıraladıkları övgü ya da hakaretler hem oldukları hem de
oldurdukları kimliğe yönelir. Bir başkasının kimliğine bürünme hali özünde;
kendi kimliğini parçalama, tamamlama, yeniden yapmayı da barındırır. Oyun
boyunca kadınlar birbirinin yerin geçer, herhangi bir erkek taklidi ya da drag
performans yoktur. Ancak Genet’nin hizmetçilerin erkek oyuncularca sahnelenmesi
yönündeki önerisi de hem kimliğin gerçekliğinin sorgulanmasına hem de dönüşüm
potansiyeline ilişkin tartışma imkanları barındırır. Metni bu önerinin ışığında
okumak, inşanın taklit ve performanslar üzerinden üretiminin yeniden
değerlendirilmesine olanak sağlar.
Kurtuluşun Mümkünatı: Katil Kim?
Kimdi Kurban?
Oyun
boyunca, Solange, Claire’in Bayan’ın giysileri, evin eşyalarıyla odalarda
gezmesini, gece turlarını, zorlu durumlarda apansız nükseden bitkinlik
krizlerini; Claire ise kendisini hapse gönderebilecek işler yaparken onu yalnız
bıraktığı, Bayan’a karşı çokça insafsız olduğu için Solange’ı suçlamaktadır.
Çatışmanın temelindeki çelişkilerin farkında olmakla beraber, suçu ve
yargılamayı birbirlerine yöneltirler. Bu anlarda hem kendilerinden azade hem de
kendileridirler. Öfkenin muhattabı hem Hizmetçiler,
hem de hizmetçilikleridir. Yapabilirliğe inanmak ve kimliği bunun üzerinden
yapılandırmaya çalışmak, failliğin bulanıklaşmasına da neden olur. Bayan’ın
kocasını cilvelerle ayarttıklarını düşünmeleri, durumu sömürünün kaçınılmaz
olduğu bir düzlemden özgürce talep etmeye doğru çekmektedir. Bu dilediğini elde
etmenin hakkı olduğunu düşünmek üzerinden bir meydan okumayı, hesaplaşmayı var
ederken; bir yandan da kimliklerin yer değiştirip/yıkılacağı kurtuluş senaryosuna can suyu vermeyi
sağlar.
Bayan’ın
kocasının, üstelik ona açıkça bağlıyken, hırsızlıktan hüküm giymesini sağlamak;
Bayan’ı öldürmek için bitip tükenmeyen (ama tüketen) provalar yapmak ve nihayet
onu zehirlemeye karar vermek Solange ve Claire’in kurtuluş planlarıdır. Ve hatta planları başarısızlığa uğrayıp
bilinmezliklerle dolu yolculuk kararları almaya çalışmaları da gösterir ki,
kurtuluş var olanı terk etmeyi, yıkmayı, bozmayı da barındırır, hatta ancak
bunlardan beslendiğinde gerçektir. Gücü yetmese de değiştirmeye çalışmak ve
başarısız olmak da, eldekini yitirmekten çok daha fazlasını barındıran bir kurtuluş planı olarak okunabilir.
Oyunun
sonunda Bayan, salıverilen kocasına kavuşmak için Hizmetçiler’i gerçeklikleri
ile baş başa bırakarak evden ayrılır. Solange ve Claire’ın kurtuluş planları
suya düşmüştür, üstelik planın efendiler tarafından anlaşılması ve
cezalandırılmaları da mümkündür. Bayan’ı öldürmenin imkanı yok gibidir, bu
yüzden provalara devam etmenin gerekliliğini sorgularlar. Bu sorgu kurban ve
katilin kim olduğu sorusunu bir kere daha tartışmaya açar. Eğer öldürülmek
istenen Bayan idiyse provanın lüzumu var mıdır, yok eğer prova ihmal edilmemesi
gereken bir pratik ise öldürülmek istenen kimdir? Solange’ın büründüğü katil
kimliği mi, Claire’in kurban Bayan kimliği mi ya da birbirlerini var eden
temsiller olarak her ikisi de mi? Tükenmeyen çırpınmalar, çıkışsız yolların
getirdiği noktada Hizmetçiler, hem
kendileri hem birbirleridirler artık. Birbirlerine yönelen cinsel arzunun metin
boyunca en net biçimde açığa çıktığı sonda Claire ve Solange, tahakküm
örüntülerinin inşa ettiği ama onlardan azade iki kimlik olarak, birbirlerinin
ve düzenin hem katili hem de kurbanıdırlar. Bu sonu - gerçekliğin inşasına dair
tüm tartışmalara rağmen- ezenin tahakkümünün ezilenin bilincini yitirmesindeki
rolü üzerinden ve iktidarın tüm örüntüleriyle ezenin varlığını sürdürmesine, tehlikenin ise bertaraf edilmesine
hizmet ettiğine dair bir göndermeyle okumak mümkündür.
Sonuç
Hizmetçiler,
kimliğin gerçekliği ve inşasının temelleri, dönüşmek açısından barındırdığı potansiyelinin
tartışıldığı bir metindir. Anlatı boyunca, kimliğin inşasında iktidar
örüntülerinin payına vurgu yapılırken, bu örüntülerin gerçekliği ve
ilişkiselliği de tartışılır. Bir diğerinin karşıtı olmak üzerinden şekillenebilen
inşa, sınırlar ve sınır ihlalleri, çatışmalar ve uzlaşılar kimliğin
kurgusallığında temellenir. Birbirlerinin, kendilerinin, Bayan’larının yerine
geçerek yaptıkları provalarda Hizmetçiler
gösterir ki; kimlik, giyilebilen, o olabilen/olunabilen, itilip yok
sayılabilen, sınırsız değişim potansiyeli barındıran bir inşa halidir. Ancak bu
değişim, kimliğin varlığını sorgulamak, dilediğince tekrar ya da reddedişle
yeniden inşa etmekle mümkün görünmektedir.
Bir
öteki olarak Genet’in din, aile,
burjuvazi mefhumlarına dair tutumunu düzen
yıkıcı olarak tartıştırdığı metin, kimliğin boyun eğdiren/eğilmesi gereken
bir bir süreklilik değil bozumla tamamlanabilecek bir performans hali olduğuna
işaret eder. Metin ‘kimliği inşa eden nedir?’ sorusunu ‘kimliği inşa edenler
gerçek midir?’ sorusuyla yanıtlar. Tüm kimlik ve ezberlerin, var oluş ve
çatışmaların alt üst edildiği bir yüzleşme anlatısı olarak Hizmetçiler’in, önce
eyleyebilmenin gücünü elinde bulunduranı devirmeyi savladığını söylemek
mümkündür.
Kaynaklar
Genet,
J. (1990). Hizmetçiler. İstanbul:
Nisan Yayınları
Butler,
J. (2012).Cinsiyet Belası. İstanbul:
Metis Yayınları
Scott,
W.J. (2007). Toplumsal Cinsiyet:Faydalı
Bir Tarihsel Analiz Kategorisi. İstanbul: Agora Kitaplığı
Wittig,
M. (2013). Straight Düşünce.
İstanbul: Metis Yayınları
Connell,
W.R. (1998). Toplumsal Cinsiyet ve
İktidar Toplum, Kişi ve Cinsel Politika. İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Çakırlar,C
, Delice, S. (2012). “Giriş: Yerel ile Küresel Arasında Türkiye’de Cinsellik,
Kültür ve Toplumsallık”. Cinsellik
Muamması Türkiye’de Queer Kültür ve Muhalefet içinde (ss. 11-34), (Hazırlayanlar:
Çakırlar,C , Delice, S). İstanbul: Metis
Yayınları
Wolf,
S. (2012). Cinsellik ve Sosyalizm LGBT
Özgürleşmesinin Tarihi, Politikası ve Teorisi. İstanbul: Sel Yayınları
Sancar,
S. (2009). Erkeklik: İmkansız İktidar.
İstanbul: Metis Yayınları