19 Haziran 2015 Cuma

BİR AYNA OKUMASI OLARAK HİZMETÇİLER : TERS ASLINDA GERÇEK MİDİR?


                                                                                                   Işıl Kızılırmak

Giriş
Hizmetçiler, hikayesi ve kavrayışıyla bir ötekinin, Jean Genet’in; sınıf, cinsiyet, din üzerinden iktidar örüntülerine ve ölüm mefhumuna odaklanan oyunudur. Kimliğini iktidarın müdahale ettiği her alanda mücadeleyle, onun bir karşıtı olarak inşa eden Genet, Hizmetçiler oyununda da kimliğin kurgusallığını ve değişebilirliğini anlatır. İki hizmetçi kızkardeş Solange ve Claire’ın evin Bayan’ını öldürerek kölece hayatlarına son vermeye karar verişleri etrafında dönen provalar, temsiller, taklitlerle süren oyun kimliklerin gerçekliğini sorgulama amacındadır: Kim hizmetçi, kim Bayan’dır, kim Solange, kim Claire’dir? Sürekli birbirlerinin yerine geçmeleri sıradan provalardan mı ibarettir yoksa bu geçişler aynı zamanda kimliğin dönüşümü üzerinden, varsayılan gerçekliğin bulanıklaşmasını mı sağlamaktadır? Bayan’ın kocasının hırsızlıktan hüküm giymesini sağlayacak bir plan kuran Claire ve Solange artık sıranın Bayan’a geldiğini düşündüklerinden onu öldürmek için provalar yaparlar. Claire’ın Bayan, Solange’ın Clarie olduğu bu provalar, herkesin her an bir diğerine ya da kendine dönüşüne açık bir kurguya sahiptir. Kimliği; sınıf,  cinsiyet ve din tahakkümünün de sorgulandığı diyaloglar üzerinden, hem bu örüntülerle ideolojik olarak inşa edilen hem de bir diğerinin bozumuyla, karşıtlık üzerinden tamamlanmaya olanak tanıyan, sınırsız dönüşüme açık bir mefhum olarak okumak mümkündür. 
Metindeki kimlik dönüşümlerini temellendiren kavramlardan biri olan, toplumsal cinsiyet, iktidarın işleyişini kavramak ve yeniden üretmek açısından önemli bir role sahiptir. Zira iktidarın meşrulaştırılması toplumsal cinsiyetin meşrulaştırılmasıyla da temellenir; toplumsal cinsiyetin yeniden üretiminin iktidarın yeniden üretimiyle ilişkili olduğu gibi. Bu kavramı en temel haliyle, “cinsiyeti olan bir beden zorla kabul ettirilmiş bir kategori” olarak tanımlamak mümkündür (Scott, 2007:11). Tüm karakterlerin pratiklerine sızmış olan heteroseksüel toplumun kurulabilmesi için Wittig,,her düzeyde öteki/farklıya ihtiyaç duyduğunu; heteroseksüel toplumun öteki olmadan ekonomik, simgesel, dilsel ya da politik olarak işleyemeyeceğini ve tüm eşcinselleri, tüm kadınları, pek çok erkeklik kategorisini, hemen hemen tüm ötekileri ezerek tahakküm kurduğu söyler (Wittig, 2012:60-61) Faugeron ve Robert de farklılık kurmanın ve onu kontrol altına almanın temelde normatif bir eylem olduğundan bir iktidar eylemi olarak yorumlanması gerektiğini savlayarak  “herkes bir diğerini farklı olarak göstermeye çalışır. Ama herkes bunu beceremez. Bunu başarabilmek için toplumsal olarak egemen olmak gerekir” derler (akt. Wittig, 2012:61).
Bir diğerinin karşıtı olarak, farklı/öteki olarak da kurulan kimlik inşasının dönüşümü metnin temel odağıdır. Hizmetçiler, okurunu değişen, başkalaşan ve çatışan kimlikler üzerinden tartışmaya davet eder. Metnin iki ana karakterinden başlamak üzere ‘Kadın kim? Kadın kimliği nasıl inşa edilir? Sınırları nelerdir?’ sorularını da hem sorar hem de yanıt arar, bunu yaparken kimliğin gerçekliğini de sorgulamaya açar. Butler, gerçek ve gerçek dışılığın ayrımının belirsizleştiği noktada cinsiyet kategorilerini tartışmaya açmak konusunda şöyle der;
 “gerçek addettiğimiz, toplumsal cinsiyete dair doğallaştırılmış bilgi olarak başvurduğumuzun aslında değiştirilebilecek ve üzerinde oynanabilecek bir gerçek olduğunu kavramamıza sebep olur. Adı ister altüst ediş, ister başka bir şey olsun. Bu kavrayış kendi bir başına bir siyasi devrim olmayabilir, fakat insanın neyin mümkün ve gerçek olduğuna dair görüşlerinde köklü bir değişim olmadıkça siyasi devrim mümkün değildir. Kimi zaman bu değişim, açıkça kuramsallaştırılmalarından önce ortaya çıkan ve bizi temel kategorilerimizi baştan düşünmeye iten bazı tür pratiklerin sonucu olarak gerçekleşir: Toplumsal cinsiyet nedir, nasıl üretilir ve yeniden üretilir, imkanları nelerdir? Bu noktada tortulaştırılmış ve şeyleştirilmiş toplumsal cinsiyet ‘gerçekliği’ alanın farklı, üstelik daha az şiddet içeren bir şekilde yeniden kurulabileceği kavranır” (2012:28-29).
Toplumsal cinsiyetin kişiye kimlik atamak konusundaki rolünü idrak edilme edimi üzerinden okuyan Butler, “Kimliğin kendi içinde özdeş, değişmez, tutarlı olduğu sanısı toplumsal cinsiyet kavrayışıyla ilgilidir zira kişilerin idrak edilebilirliği toplumsal cinsiyetin idrak edilişiyle gerçekleşir” der. (2012:65) Ancak bu kavrayış, kimliğin güvenceli konumu nedeniyle kişi mefhumunu sorgulatabilme potansiyelini de barındırmaktadır: “Kimlik onu istikrarlı kılan cinsiyet, toplumsal cinsiyet ve cinsellik üzerinden güvenceye alındığı müddetçe kişi gibi görünen fakat kişilerin tanımlanmasını, kültürel olarak idrak edilmeyi sağlayan toplumsal cinsiyet normlarına uymayan, toplumsal cinsiyeti ‘tutarsız’ ya ada ‘süreksiz’ olan varlıkların kültürel alanda belirmeleriyle ‘kişi’ mefhumunun ta kendisi şüpheli bir mefhum oluverir” (Butler,2012: 66)
Solange ve Claire’in kurtuluş planı ışığında, iktidar örüntülerinin kimliği belirlemedeki tahakkümünü kırabilmeyi, Wittig’in heteroseksüel düzenin farklı –ancak etkileşimli- alanlar üzerinden kimliği inşa etmedeki ve kendi gerçekliğini yaratmadaki rolünü tartışan, bir kavramlar bulutu haline dönüşen günlük dil pratikleri de dahil olmak üzere değişim önerisiyle tartışmak mümkündür:
 “… Artık bizim için sınıf olarak, düşünce ve dil kategorileri olarak ne kadın, ne erkek var olabilir; politik, ekonomik ve ideolojik açıdan yok olmak zorundadırlar. Eğer biz, lezbiyenler ve eşcinseller, kendimiz hakkında kadın ve erkek demeye devam edersek, heteroseksüelliğin muhafazasına katkıda bulunmuş oluruz. Eminim ki ekonomik ve politik bir değişim, bu dil kategorilerinin önemini azaltmayacaktır. Kölenin bedelini ödeyebilir miyiz? Kadın neden farklıdır? Beyaz, efendi, erkek kelimelerini kullanmaya devam edecek miyiz? Ekonomik ilişkilerin değişimi yeterli değildir. Anahtar kavramların ayni bizim için stratejik olan kavramların değişimini sağlamamız gerekir” (Wittig, 2012:61-62)
Butler ise kimliğin inşası ile toplumsal cinsiyetin ve cinselliğin kurgusallığı arasındaki etkileşimi tartışarak; toplumsal cinsiyet ile cinsellik arasındaki ilişkiye dair feminist görüşün, cinsiyetçi görüşün işlemekte olduğu kabulü ve buna rağmen karşı gelişiyle birlikte; toplumsal cinsiyetin tasfiye edilip muğlaklaştırılmasını ve bu yolla toplumsal cinsiyetin kadınların tabi kılınmasının işareti olma işlevi yitireceğini savunması gerektiğini savlar (2012:18).

İktidar Örüntüleri Gölgesinde Kimliğin Gerçekliğinin Sorgulanması
Metnin temel söylem ve tartışmaları, Claire ve Solange’ın evin Bayan’ını öldürmek için yaptıkları provalarda yoğunlaşmaktadır. Zira, tavan arasına sıkışarak sürdürdükleri köleleştirilmiş hayatın sona erdirilmesi gereken tüketici bir var olma hali olduğunu hem kavrayıp hem reddeden Hizmetçiler, bu provalar sırasında hem kendileri, hem birbirleri, hem efendileri; hem katil hem de kurbandırlar. Evin Bayan’ı ve kocasının varsıl hayatları karşısında emeklerinin değersizleştirilmesine öfkelidirler. Diğer yandan Bayan ise sıklıkla onlar için yaptığı fedakarlıkları - ki, bir kriz anında hediye ettiği kürkü dakikalar sonra geri alıp giymekte cisimleşen bir fedakarlıktır söz ettiği- dillendirmektedir. Ancak Bayan’ın fedakarlık nutuklarına inanmakla kendilerini “koltuklarını sevdiği kadar”  sevdiğini kabul etmek arasında gidip gelen Hizmetçiler, yıkmaya çalıştıkları bir sınırın kenarında durmaktadırlar. Bayan’ın onlara sahip çıkıp, onları benimsemiş olduğu herkes açısından su götürmez bir gerçektir çünkü onlar ailesizdir. Ailesizlik ise kimsesizlik demektir; özellikle söz konusu olan iki yoksul genç kadın ise düzen, bu yokluğun giderilmesi için eksik tahakkümü kuracak ve bu yokluktan kendine pay çıkaracak bir kurtarıcının şart olduğuna işaret eder. Bu açıdan metin, heteronormatif düzen içinde, aile kavramının kadın üzerinde/n kurulan tahakkümüne, olmazsa olmaz bir gereklilik olarak algılandığına dikkat çekmekte, düzenin eksik olan biyolojik bağın boşluğunu aynı biçimde doldurulacağını da örneklemektedir. Aile olmak – gerçek ya da değil- kadının bedeni, emeği, fikri üzerinde sınırsız bir iktidar ve sömürü kurma halidir. İktidarın toplumsal cinsiyet rolleri üzerindeki etkisini ve ilişkisini tartıştığı Toplumsal Cinsiyet ve İktidar kitabında Connell, ailenin; işyeri, sokak, kurumlar ve devlet ile birlikte kadın - erkek ikili karşıtlığının temelindeki emek, iktidar ve kateksis* ana yapılarının işlerliğini ve devamlılığını sağlarken, eril tahakkümün hüküm sürdüğü cinsiyet rejimlerini oluşturduğunu savlar (1998: 165-184). Peki ya “yavrular”ına sahip çıkıp, onları kollayan Bayan olmasaydı Solange ve Claire’in durumu ne olurdu? Kuşkusuz, Bayan için rahat yataklar kabartırken, kendileri tavan arasında ona dua ediyor olmazlardı, onun eski giysilerini prensesler gibi kuşanamaz, dua töreninde hemen yanında oturabilmek şerefine erişemezlerdi. Bunlar en az Solange ve Claire ya da bir başka köle olmasa Bayan’ın başı üzerinde taşıdığı halenin tuzla buz olacağı kadar kesin gerçeklerdir.
Hizmetçiler varsıllığa, yoksulluğa; içinde yetiştikleri karşıtlıklara, bu karşıtların nesneleri olarak kendilerine karşı da yıkıcıdırlar. Gerçeğin her an hem çok net hem çok muğlak olduğu metinde bu iki karakter muğlaklığın sınırında gezinirken ezilenin bilincinden de mahrum kalırlar. Bu yüzdendir ki,  Claire ve Solange’ın hiçleştirilmeden doğan öfkeyi paylaşırken; birbirleri üzerinde, yaşın, abla-kardeşliğin hiyerarşinden ya da daha akıllı/becerikli olma iddiasından beslenen bir iktidar kurma arayışında oldukları da söylenebilir. Bu iktidar arayışının, sınıfsal açıdan sıklıkla ezilenin rekabetine dönüşen ve asıl düşmana yönelmesi gereken öfkeyi sönümlendiren tarihsel bir hataya gönderme yaptığı da görülebilir: “Kölelerin sevgisi böyledir. Birbirlerini sevmezler” (Genet, 1990: 31) Bayan’ı öldürme provalarında öfke ve yok etme potansiyelini birbirlerine yansıtabilmeleri de aynı damardan beslenmektedir. Heteronormatif düzenin bir ötekine duyduğu ihtiyaçla temellenebileceğini savlayan Wittig, cinsiyeti sınıf algısıyla birlikte kavrar, var olan nesneleşme sürecinin özneleşmeye dönüşmesi olanağının ancak ezilmenin bilincinin yerleşmesiyle mümkün olduğunu söyler.  Ona göre, toplumsal ilişkilerin ürünü olan kadın olan aynı zamanda bir sınıftır da. Ancak sınıf olarak var olabilmesi, mit olan kadını yıkabilmesiyle mümkündür. Kadın ezilmesinin bilinci ile ezilmenin nesnesi olmaktan sıyrılarak özne konumu kurabilir. Sınıf bilinci, yabancılaşmanın etkisinden kurtularak özneleşmeyi sağlayabilmek açısından önemlidir. Kadın ve erkeğin siyasal karşıtlıklar olarak var olduğu kavrayışından hareketle, erkek kimliğinin ezen kadın kimliğininse ezilen sınıfa denk düşen, örtülü doğallaştırılmış kimlikler olduğunu savlar. Bu karşıtlıklar tahakkümünü yıkacak olan ezilme bilinci ise “sadece ezilmeye karşı bir tepki  (mücadele) değildir. Aynı zamanda, toplumsal dünyanın kavramsal olarak yeniden değerlendirilmesi, ezilişin bakış açısından oluşturulmuş yeni kavramlarla yeniden düzenlenmesidir” (2013: 50-51)
Net bir tarihsel döneme işaret etmese de –İhtilal zamanı sonrası ifadesi dışında-, metni “kapitalist toplumun aileye ve onu meşrulaştıran ideolojiye dayanması” (Wolf, 2009:39) bağlamında okumak mümkündür. Wolf, bu ideolojik ilkelerin tek işlevinin aileyi pekiştirmek olmadığını, işçiler ve ezilenler arasındaki ayrımı belirleyen ve denetleyen gerici cinsel fikirleri de ürettiğini söyler. Metindeki aile mefhumu ve cinsel arzu ve pratiklerin temsilleri “kapitalizmin cinsel kimlikleri yaratması –ve onlara yaptığı baskı- genelde ölümcül olduğu ortaya çıkan ayrımları yaratmıştır. İnsanların cinsel kimlikleri tarafından ezilmediği hatta tanımlanmadığı bir toplumda insanlar tam özgürleşmiş bir cinsellik geliştirebilecektir” (Wolf, 2009:39) savıyla değerlendirildiğinde, Hizmetçiler açısından mümkün bir kurtuluş projesi için tartışma zemini yaratılabileceği de söylenebilir.
Metin varsıl ve yoksulun, sahip ve hizmetçinin; ezen ve ezilenin kimliğine dair sorgulamalar içerir. Bu sorgulamalar, muğlaklaşan bir kavrayışla, Hizmetçiler’in hikayenin kurgulayanı olmak için adım atmalarında ete kemiğe bürünür. Öyle ki, Solange, Claire’in ihbarlarıyla hırsızlıktan hüküm giyen kocanın parasına/mülküne sahip olmak istediğinde bu suçun gerçekliğinin bilincindedir. Bu bilme hali bizi tarihin en yakıcı sorularından birine yanıt aramaya yöneltir: Eğer Bayan ve kocası hırsız değillerse Claire ve Solange neden yoksuldur? Onlar refah içinde yaşarken diğerleri neden tavan arasına sıkışabilmek için sabahtan akşama değin kölece işe koşulmaktadır? Hırsızlıktan hüküm giymiş birinin kefaletle salıverilmesindeki ironi de gösterir ki, bu düzende “adalet maskaraya çevrilmiştir, bu düpedüz halkı küçümsemektir”(Genet, 1990: 29)
Metinde din, ezilene karşı kullanılan bir sömürü aracı olarak temsil edilerek asıl işlevine bürünmüştür. İnanç, günah kabul edilen işlere bulaşanların kilisenin temizleme gücüne sığınarak günahlarının bedelini parayla ödeyip arınabildiği;  ezilenin ise kurtuluşu ezenin tahakkümünün sürekliliği için dua etmekte bulduğu bir kavrayış halidir. Ezen lehine dönen çark ezilene, öteki dünyada bugünkünden rahat ve huzurlu olmasının yolunun bugün ezene hizmet etmekten geçtiğini öğütler. Hizmetçi havagazı fırınını tutuştururken, kutsal olan sunağın mumları yakar. Oysa ne kilise, ne rahibeler ne de günah çıkarma odalarının daimi misafirleri varsıllar kutsaldır. Metin kutsallığı ezilmişliğinin ayrıcalığıyla Hizmetçiler’e de atfetmezken, kavramın anlamlarını da tartışmaya çağırır. Bu bağlamda, Solange’ın başkaldırısının dinin ezilen üzerindeki gücüne duyduğu sorgulamadan beslendiğini de söylemek mümkündür: “Ölümden sonra hiçbir şey yok. Sıraların üzerinde diz çökmekten usandım artık.” (Genet, 1990: 27). Dini tahakkümün sınır çizme işlevi sadece sınıfsal açıdan ezen ezilen kimliklerinin sürekliliğini ilahileştiren bir noktada çıkmaz karşımıza; metnin ana direklerinden olan kimlik dönüşümlerinin temel kısıtlarından biri dinin/dinlerin heteronormatif olmayanı günah saymalarıdır. Erkeğin mutlak iktidar olduğu kadın-erkek ilişkileri doğal, tanrısal ve normal olandır. Dinin cinsiyet ve cinsellik üzerindeki baskısı, çizdiği sınırlar metinde –doğrudan etkiye değinilmese de- kimliklerin sınır ihlalleriyle yeniden kurgulanışı üzerinden sorgulanır.
Basılamayan Sınır Taşları: Norm Dışı Cinsel Arzu
Metin boyunca, karakterlerin cinsel arzularının sıklıkla odak değiştirdiği ve farklı kişi ve cinslere yöneldiğini söylemek mümkündür. Claire ve Solange’ın çekişmelerine konu olan sütçü Mario ve Bayan’ın kocası her ikisi için de benzer cinsel pratiklerin yaşandığı erkeklerdir. Yine evin Bayan’ı -sıklıkla dönüşen kişilikler nedeniyle net bir ağırlık yüklenememekle birlikte, Solange açısından Bayan’a duyulan tutku ve nefretin birbirini besler şekilde baskın olduğunu söylemek mümkündür- her ikisi için de bir cinsel arzu nesnesidir.  Kocasına bağlığını sık sık dile getirmekle birlikte evin Bayan’ı da Solange ve Claire’e karşı göndermeler ve talepkarlık içindedir. Solange ve Claire’in kardeşlikten doğduğu var sayılan bedensel yakınlık kurabilme halinin ikisi arasındaki cinsel arzuya işaret ettiği zamanlar da vardır. Bu açıdan, kimliklerin birbirinin yerine geçmesi, değişip dönüşmesi, taklit ve yansıtmanın etkisi bir yanıyla çok karmaşık bir yanıyla net bir tablo sunar; beden ve kimlikle birlikte/gibi cinsel arzu ve pratikler de inşa edilir.
Bayan’a duyulan cinsel arzunun erişilemeyen bir hayranlıkla açığa çıkması sadece sınıfsal bir ayrıma, bir eşit olamama haline denk düşmez. Aynı koşullarda yaşayan kocayla pratiğe evrilen arzunun, Bayan söz konusu olduğunda havada asılı bir talebe dönüşmesi onun kadınlığındandır. Kocayla ya da sütçüyle sürdürülen ilişkide failliğin erkekte olduğunu düşünmek mümkündür; erkekler Clarie’e yaptıklarını Solange’a da yapmakta; Solange’a söylediklerini Caliere’e de söylemektedirler. Eylem erkeğin elindedir. Metin, örtük biçimde, kadının cinsel nesneleştirme sürecine göndermelerde bulunur. MacKinnon bu nesneleşme hali için, “eylemi sözcükle, inşayı ifadeyle, algılamayı zorlamayla, miti gerçeklikle birleştirir. Erkek, kadını becerir; özne, nesneyi etkin kılar” der ( akt. Scott, 2007: 16). Heteronormatif çağrı, cinsel arzunun pratiğe dönüşememesini, kimliklerin bu sınır taşında dönüşüme uğrayamayışına neden olur. Zira, “heteronormativite sadece zorunlu, doğallaştırılmış heteroseksüelliği içermez; aynı zamanda kadın- erkek ikili karşıtlığına dayanan ve bunun dışında kalanları sistemden dışlayan bir biyolojik ve toplumsal cinsiyet algısını yeniden üretir”  (Çakırlar, Delice, 2012:11).
Normatif olmayan cinsel pratiklerin toplumsal cinsiyetin istikrarını nasıl yapılandırdığını, nasıl kimi pratiklerin nasıl olup da kadın ve erkek ne sorularını uyandırdığını tartıştığı Cinsiyet Belası isimli kitabında Butler, normatif kavramını belli tür toplumsal cinsiyet ideallerinin olağan şiddetini betimlemek için de kullanır  (2012:26).
Bayan’ın ve yer değiştirmelerle Claire’in ya da Solange’ın bedenine yönelen arzu ve talebin eyleme dönüşememesi -varlığının reddine sebep olmasa da- sürdürülebilir olarak görülmemektedir. Aynı şekilde Bayan’ın hizmetçilerine, hizmetçi kardeşlerin birbirlerinin bedenlerine duyduğu yönelime evlatlık ya da kardeşlik ilişkisiyle ket vurulduğunu, ötelendiğini söylemek mümkündür. Karakterler açısından, düzen dışı bağlarla kurulmuş olsa da (evlilik dışı ilişki ya da iki kardeşin aynı erkeklerle ilişki içinde olması gibi) heteroseksüel ilişki tercih edilen olurken, norm dışı sayılan lezbiyenliğin ve biseksüelliğin sınır taşı olarak görüldüğünü söylemek mümkündür. İhlal edilmede zorlanılan bu sınırlar, kadın kimliğin erkeğin karşıtı ve bir bakıma eşi olarak inşa edilmesiyle çizilir. Butler ise bu konudaki atfın tek başına toplumsal cinsiyete yöneltilemeyeceğini ifade ederek, “toplumsal cinsiyet ifadelerinin ardında bir toplumsal cinsiyet kimliği yatmaz; o kimlik tam da kendisinin birer sonucu olduğu söylenen dışa vurumlar, ifadeler tarafından performatif olarak kurulur” der ve kimliğin performatif inşasını tartışır. (Butler, 2012:77)
Metin, okuruna bir yandan sınırlar ve ihlal etmedeki çekinikliği anlatırken bir yanda da,  kimliği inşa eden ideolojik örüntülerin cilasını kazıyarak bu riyakar sınırları yıkmanın yollarını tartışır. Pek çok yeniden inşa potansiyeli bulunduran kimlik geçişleri/dönüşümlerinin kaynağında, norm dışı kabul edilen cinsel arzunun büyük basıncı olduğunu söylemek mümkündür. Wittig, bu basınç ve sürekli çelişki halinin sona ermesinin ancak, zorunlu heteroseksüelliğin devrilmesiyle mümkün olacağını savlar, çünkü kişi ancak o zaman “cinsiyet zincirlerinden kurtulacaktır” ( akt. Butler, 2012:69)
Hizmetçiler’in işçi kadınlar olarak tahakkümün her biçimiyle yüzleştikleri pratiklerini, MacKinnon’un “emeğin Marksist açıdan taşıdığı değerle, cinselliğin feminizm açısından taşıdığı değerin aynı olduğu, bu kavramların kişinin en çok kendisine ait olan ama en fazla elinden alınana” işaret ettiği (akt. Scott, 2007: 16) savıyla değerlendirdiğimizde kendisinin olanın bir başkasının inşasına hizmet ettiğini söylemek mümkündür; her açıdan bir devirdir bu.  
Bozup Tamir Ederek İnşa Edilen Bir Mefhum Olarak Kimlik
Claire ve Solange’ın farklı kimliklere büründükleri provalar sırasındaki rol değişimleri var olanın yer değiştirmesine değil kimliğin bir rol olduğuna dikkat çeker. Bir diğerinin karşıtı olmak üzerinden de şekillenebilen inşa, sınırlar ve sınır ihlalleri, çatışmalar ve uzlaşılar kimliğin kurgusallığında temellenir.  Kimliklerin dönüşürken muğlaklaşmasıyla metin, kadın kim erkek kim, ezen ezilen kim, kimlikleri nasıl oluşur, sınırlar nasıl çizilir, ne kadar gerçek ve değişmezlerdir sorularını da yönlendirmektedir. Bayan’a dönüşen Claire, Claire’e dönüşen Solange, Solange olan Claire’in temsillerinden görürüz ki; kimlik, giyilebilen, o olabilen/olunabilen, itilip yok sayılabilen, sınırsız değişim potansiyeli barındıran bir inşa halidir. Claire’ın Bayan olarak hükmeden olma, Solange iken kurban olma; Solange ‘ın hizmetçi iken Bayan’a karşı cinsel arzu duyma, Claire iken Solange’ı yok edecek öfkeyi barındırma, kendisi iken sütçüye aşık olma ihtimali ve imkanı vardır. Herkes kurbanken katil, ezilenken ezen, kardeşken kadın, aşıkken maktül olma sınırındadır; sınırın aşılması ise ancak kimliğin varlığını sorgulamak, dilediğince tekrar ya da reddedişle yeniden inşa etmekle mümkün görünmektedir.
Rollerin sürekli çapraşık hale bürünmesinin kaynağında, kimliğin karşıtlık örüntüleriyle inşası da vardır. Bu bağlamda, Claire’in öldürmeyi planladıkları Bayan’ı kendi kurbanları sanması, sadece sınıf bilincinden yoksun olmasıyla açıklanamaz. Solange’a “Ben aynaya bakar gibi senin yüzüne bakar, orada kurbanımızın açtığı yaraları görebilirim” der ve kurbanın ve failin kimliğini açık ederken, öyleyse kurban ve fail kim sorusunu da sorar. Kendilerini bir başkasının yüzünde görebilecek denli benzer performansları olan kurbanlar, kendilerini hiçleştireni kurban edebilir mi? Öyleyse, Bayan –eğer bu mümkünse ve hizmetçilerden bağımsız olarak-  sadece varsıllığa duyulan öfkenin değil, heteronormatif baskıyla oluşan çatışmanın da, yani iktidarın kurbanıdır.
Karakterlerin, kimlik değiştirirken ya da kendi kimliklerine sahipken sıraladıkları övgü ya da hakaretler hem oldukları hem de oldurdukları kimliğe yönelir. Bir başkasının kimliğine bürünme hali özünde; kendi kimliğini parçalama, tamamlama, yeniden yapmayı da barındırır. Oyun boyunca kadınlar birbirinin yerin geçer, herhangi bir erkek taklidi ya da drag performans yoktur. Ancak Genet’nin hizmetçilerin erkek oyuncularca sahnelenmesi yönündeki önerisi de hem kimliğin gerçekliğinin sorgulanmasına hem de dönüşüm potansiyeline ilişkin tartışma imkanları barındırır. Metni bu önerinin ışığında okumak, inşanın taklit ve performanslar üzerinden üretiminin yeniden değerlendirilmesine olanak sağlar.
Kurtuluşun Mümkünatı: Katil Kim? Kimdi Kurban?
Oyun boyunca, Solange, Claire’in Bayan’ın giysileri, evin eşyalarıyla odalarda gezmesini, gece turlarını, zorlu durumlarda apansız nükseden bitkinlik krizlerini; Claire ise kendisini hapse gönderebilecek işler yaparken onu yalnız bıraktığı, Bayan’a karşı çokça insafsız olduğu için Solange’ı suçlamaktadır. Çatışmanın temelindeki çelişkilerin farkında olmakla beraber, suçu ve yargılamayı birbirlerine yöneltirler. Bu anlarda hem kendilerinden azade hem de kendileridirler. Öfkenin muhattabı hem Hizmetçiler, hem de hizmetçilikleridir. Yapabilirliğe inanmak ve kimliği bunun üzerinden yapılandırmaya çalışmak, failliğin bulanıklaşmasına da neden olur. Bayan’ın kocasını cilvelerle ayarttıklarını düşünmeleri, durumu sömürünün kaçınılmaz olduğu bir düzlemden özgürce talep etmeye doğru çekmektedir. Bu dilediğini elde etmenin hakkı olduğunu düşünmek üzerinden bir meydan okumayı, hesaplaşmayı var ederken; bir yandan da kimliklerin yer değiştirip/yıkılacağı kurtuluş senaryosuna can suyu vermeyi sağlar.
Bayan’ın kocasının, üstelik ona açıkça bağlıyken, hırsızlıktan hüküm giymesini sağlamak; Bayan’ı öldürmek için bitip tükenmeyen (ama tüketen) provalar yapmak ve nihayet onu zehirlemeye karar vermek Solange ve Claire’in kurtuluş planlarıdır. Ve hatta planları başarısızlığa uğrayıp bilinmezliklerle dolu yolculuk kararları almaya çalışmaları da gösterir ki, kurtuluş var olanı terk etmeyi, yıkmayı, bozmayı da barındırır, hatta ancak bunlardan beslendiğinde gerçektir. Gücü yetmese de değiştirmeye çalışmak ve başarısız olmak da, eldekini yitirmekten çok daha fazlasını barındıran bir kurtuluş planı olarak okunabilir.
Oyunun sonunda Bayan, salıverilen kocasına kavuşmak için Hizmetçiler’i gerçeklikleri ile baş başa bırakarak evden ayrılır. Solange ve Claire’ın kurtuluş planları suya düşmüştür, üstelik planın efendiler tarafından anlaşılması ve cezalandırılmaları da mümkündür. Bayan’ı öldürmenin imkanı yok gibidir, bu yüzden provalara devam etmenin gerekliliğini sorgularlar. Bu sorgu kurban ve katilin kim olduğu sorusunu bir kere daha tartışmaya açar. Eğer öldürülmek istenen Bayan idiyse provanın lüzumu var mıdır, yok eğer prova ihmal edilmemesi gereken bir pratik ise öldürülmek istenen kimdir? Solange’ın büründüğü katil kimliği mi, Claire’in kurban Bayan kimliği mi ya da birbirlerini var eden temsiller olarak her ikisi de mi? Tükenmeyen çırpınmalar, çıkışsız yolların getirdiği noktada Hizmetçiler, hem kendileri hem birbirleridirler artık. Birbirlerine yönelen cinsel arzunun metin boyunca en net biçimde açığa çıktığı sonda Claire ve Solange, tahakküm örüntülerinin inşa ettiği ama onlardan azade iki kimlik olarak, birbirlerinin ve düzenin hem katili hem de kurbanıdırlar. Bu sonu - gerçekliğin inşasına dair tüm tartışmalara rağmen- ezenin tahakkümünün ezilenin bilincini yitirmesindeki rolü üzerinden ve iktidarın tüm örüntüleriyle ezenin varlığını sürdürmesine, tehlikenin ise bertaraf edilmesine hizmet ettiğine dair bir göndermeyle okumak mümkündür.

Sonuç
Hizmetçiler, kimliğin gerçekliği ve inşasının temelleri, dönüşmek açısından barındırdığı potansiyelinin tartışıldığı bir metindir. Anlatı boyunca, kimliğin inşasında iktidar örüntülerinin payına vurgu yapılırken, bu örüntülerin gerçekliği ve ilişkiselliği de tartışılır. Bir diğerinin karşıtı olmak üzerinden şekillenebilen inşa, sınırlar ve sınır ihlalleri, çatışmalar ve uzlaşılar kimliğin kurgusallığında temellenir. Birbirlerinin, kendilerinin, Bayan’larının yerine geçerek yaptıkları provalarda Hizmetçiler gösterir ki; kimlik, giyilebilen, o olabilen/olunabilen, itilip yok sayılabilen, sınırsız değişim potansiyeli barındıran bir inşa halidir. Ancak bu değişim, kimliğin varlığını sorgulamak, dilediğince tekrar ya da reddedişle yeniden inşa etmekle mümkün görünmektedir.
Bir öteki olarak Genet’in din, aile, burjuvazi mefhumlarına dair tutumunu düzen yıkıcı olarak tartıştırdığı metin, kimliğin boyun eğdiren/eğilmesi gereken bir bir süreklilik değil bozumla tamamlanabilecek bir performans hali olduğuna işaret eder. Metin ‘kimliği inşa eden nedir?’ sorusunu ‘kimliği inşa edenler gerçek midir?’ sorusuyla yanıtlar. Tüm kimlik ve ezberlerin, var oluş ve çatışmaların alt üst edildiği bir yüzleşme anlatısı olarak Hizmetçiler’in, önce eyleyebilmenin gücünü elinde bulunduranı devirmeyi savladığını söylemek mümkündür.

Kaynaklar
Genet, J. (1990). Hizmetçiler. İstanbul: Nisan Yayınları
Butler, J. (2012).Cinsiyet Belası. İstanbul: Metis Yayınları
Scott, W.J. (2007). Toplumsal Cinsiyet:Faydalı Bir Tarihsel Analiz Kategorisi. İstanbul: Agora Kitaplığı
Wittig, M. (2013). Straight Düşünce. İstanbul: Metis Yayınları
Connell, W.R. (1998). Toplumsal Cinsiyet ve İktidar Toplum, Kişi ve Cinsel Politika. İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Çakırlar,C , Delice, S. (2012). “Giriş: Yerel ile Küresel Arasında Türkiye’de Cinsellik, Kültür ve Toplumsallık”. Cinsellik Muamması Türkiye’de Queer Kültür ve Muhalefet içinde (ss. 11-34), (Hazırlayanlar: Çakırlar,C , Delice, S).  İstanbul: Metis Yayınları
Wolf, S. (2012). Cinsellik ve Sosyalizm LGBT Özgürleşmesinin Tarihi, Politikası ve Teorisi. İstanbul: Sel Yayınları
Sancar, S. (2009). Erkeklik: İmkansız İktidar. İstanbul: Metis Yayınları


*Erkeklerin iktidar ilişkilerinden faydalanmalarını sağlayan toplumsal cinsiyet rejimini temellendiren bu yapıda emek; kadın ve erkeğin cinsiyet farkı gözetilerek farklı işlerde (yahut aynı işte farklı derecelerde, erkek lehine farklı şart ve imkanlarda) çalışılan; kadın genellikle ev yoğun, aile odaklı çalışmadan sorumlu kabul edilirken erkeğin başta ordu olmak üzere devlet kurumlarında yer alarak yeniden üretimini sağladıkları düzeni anlatır. Connell, bu cinsel iş bölümünü “belirli iş tiplerinin belirli insan kategorilerine bölüştürülmesidir ve bu bölüştürmenin daha sonraki bir pratiği kısıtlaması ölçüsünde bir toplumsal yapı” olarak açıklar (1998: 141). İktidar kavramı ise; toplumsal statü, ırk, sınıfsal konum, etnik aidiyetiyle şekillenen iktidar ilişkileri ile cinsiyete dayalı iktidar ilişkileriyle oluşan sarmala dikkat çeker. Otoritenin erkeklikle ilkişkisinin, yapının ana ekseni olduğunu savlayan Connell bu durumun “bazı erkek gruplarının sahip olduğu otoritenin yadsınması veya daha genel bir biçimde, temel toplumsal cinsiyet kategorileri içerisinde otorite ve merkezde olma hiyerarşilerininin kurulması” nedeniyle kimi zaman karmaşık ve çelişkili bir eksene doğru kayabildiğini söyler (1998:153). Kateksis ise, Connell’ın tüm toplumsal ilişkilerin duygusal – ve belki erotik boyutu – olduğu savından hareketle “bir kişinin başka bir kişiye duygusal bağlamını etrafında örgütlenen ilişkilerdir”. Connell’a göre, cinsel pratiklerin yönetilmesinde, başka yapılar da etkindir (1998:156) Bu bağlamda, kateksis kavramının cinsel arzuyu toplumsal cinsiyet denklemine katmayı hedeflediğini söylemek mümkündür. Sancar ise, kateksisin cinselliğin ve cinsel arzunun şekillendirdiği toplumsal ilişkilere vurgu yaptığını açıklar ve içinde bulunduğu toplumsal cinsiyet sistemi “kadınların boyun eğdirildiği, erkeklere tabi kılındığı bir yapıyı oluşturur ve sürekli kılar” der (2009:32).






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder