Fatma
Işık Tuğcu
‘Hizmetçiler’
(Jean Genet) Oyununda Cinselliğin İnşası
‘
Artık babasız olduğuna göre bir babanın anısıyla baş etmek zorundasın. Çoğu
zaman bu anı, hayattaki bir babadan daha güçlüdür; emredici, uzun ve sert
konuşmalar yapan, evet ve hayır diyen bir iç sestir; bir tür ikili koddur; Evet
hayır evet hayır evet hayır; zihinsel ya da fiziksel her hareketinizi, en küçük
bir hareketinizi bile yönlendirir. Hangi noktadan itibaren kendiniz olursunuz?
Tam olarak asla; her zaman onun bir parçasısınızdır. İç kulağınızdaki bu
ayrıcalıklı konumu, babanıza çektiğiniz son ‘kıyak’tır. Tüm babalar bu
ayrıcalığı kullanır.’
Donald Barthelme[1]
GİRİŞ
Jean Genet, dehşetin ve kötülüğün altında yatan
yalın kat insanın yazarıdır. Hırpalanmışların, hor görülmüşlerin,
ötekileştirilmişlerin, boğazına kadar çamura gömülmüşlerin, haykırmak isteyip
de, kendi sesinde boğulanların yazarıdır. İktidarın cüceleştirdiği,
hiçleştirdiği ‘yığınların’ ve artık kendi hiçliklerine kendilerinin bile
inandığı, merkezi otoritenin sistemin en dışına savurduğu yığınların yazarıdır.
Genet’in kötülüğe adanmışlığı özgürlüğü açığa çıkarmak ve uzlaşmamak adına bir
adanmışlıktır. Kendi hayat hikâyesinden ve yaşanmışlıklarından gelen bıçkınlığı
uzlaşmacı ve konformist düşünce tarzının da karşıtıdır.
Genet, yazarlığının mayasını oluşturan ötekinin
içindeki öze ulaşma serüvenini şöyle tanımlar:
‘Hayatta her şey bana yasaktı… O yüzden ben de
bir muhasebeci ya da yazar konumunu değil, dünyayı gözlemleyebileceğim bir
konumu benimsedim. On üç ya da on beş yaşımdayken içimde gelecekte olacağım
yazarı yarattım.’[2]
Genet’e göre özgürlük yolunu açmanın tek yolu;
‘rolünü oynamayı reddetmektir.’ Hepimiz bir oyunun parçasıyız, bize biçilen
rollerin ağırlığı altında yok oluyoruz. Gerçek varoluş ise ancak rolümüzü
oynamayı reddetmemizle başlar. Gerçeğin ‘rol oynama’ biçimiyle yadsınması Genet
oyunlarının asal izleğidir. Toplumsal düzenin sembolleri, oyunlarında metaforik
anlamlarla, ‘rolden ibaret’ oyun kişileri ile ortaya konur. Yani oyun
karakterlerinin içsel bütünlüğü yoktur, kendilerinden uzaklaşmış, dayatılmış
rollerin karmaşık bir toplamı olan mask taşıyıcılardır, onlar. Ve aslında yokturlar,
ölüm yazarın tüm oyunlarının merkezindeki olgudur, bu yüzden. Genet’in
karakterlerinin özü yapay görünümün kendidir.
1946 yılında ilk kez sahnelenen oyunu Hizmetçiler’de, bunu açık bir şekilde
görebiliriz. Açılış sahnesinde Bayan ile bir hizmetçinin diyalogundaki
gerçekliğin bir yanılsama olduğu, aslında her ikisinin de hizmetçi olduğunun
sonradan anlaşılması gibi. Toplum tarafından aşağılanmanın intikamını fantastik
dünyada almaya çalışan iki kız hizmetçi kız kardeşin hikâyesi, gerçek dünyada
Papin Kardeşler’in hikâyesinden esinlenerek yazılmıştır.
Bu çalışma,
Hizmetçiler oyununda, cinsel kimliklerin kurgulanışı, iktidarın oluşturduğu
‘rollerle’ kendi gerçekliğini nasıl kurduğu ve bu gerçekliğin aslında bir
yanılsama mı olduğu soruları ekseninde geliştirilecektir.
Birbirinin
Parçası ve Celladı Üç Kadın: Claıre, Solange ve Bayan
İktidar, varlığını benliği yapılandırılmış ve
yönetilmeye hazır hale getirilmiş kitleler üzerinden sürdürür. İtaatin
sağlanmasının ilk şartı; kalıba dökülmüş yönelimler ve istemlerdir. Bireylere
giydirilmiş toplumsal roller, otoritenin gücünü sağlamlaştırması ve kendini
güvende hissetmesinin gereğidir.
‘Dramatik ve yönetimsel egemenliğin dramaturjik
kavramlar olduğunu ve bu türde egemenliğe sahip kişilerin başka türde iktidar
ve otoritelerinin olmayabileceğini açıklığa kavuşturmakta yarar var. Herkesin
bildiği gibi, gözle görülür önderlik konumlarındaki oyuncuların gücü sıklıkla
sembolik olmaktan öteye gidemez; ya bir pazarlık sonucu, ya potansiyel bir
tehdit oluşturabilecek bir konumu etkisiz hale getirmek için stratejik biçimde
vitrinin arkasındaki gücü ve dolayısıyla vitrinin arkasındaki gücün ardındaki
gücü gizlemek için seçilmişlerdir.’ (Goffman; 2014, 103)
Jean Genet’in Hizmetçiler
oyunu, toplumdaki hiyerarşik düzenin sorgusudur. Bu hiyerarşik yapılanmada en
altta kalanların, hiçleştirilenlerin, kendi kendilerini yok edenlerin travmatik
ruh halleri, kendilerine yabancılaşmaları karakterlerin asal özellikleridir. İçselleştirilmiş
baskının, değersizleştirilme ve sürekli aşağılanmanın ezilenlerde yarattığı
çürüme ve sonunda iktidara öykünme biçiminde yansıması, Genet oyunlarındaki
çatışmanın dinamosudur.
Oyundaki iki kız kardeş Claıre ve Solange’ın birbirlerine verdikleri
değer bile, kendilerine sahip olan Bayan’a göre biçimlenmiştir. Oyun içinde
kurdukları oyunla evin hanımının rolünü oynarken, iki kız kardeşin iktidar
savaşına tanıklık ederiz, aslında.
Solange
: Ne yani, sana destek olmak istiyorum. Seni avutmak istiyorum. Ama benden
hoşlanmadığını da biliyorum. Benden iğreniyorsun. Bunu biliyorum, çünkü bende
senden iğreniyorum. Kölelerin sevgisi böyledir. Birbirlerini sevmezler.
Clarie
: Ben sevgiyi zaten düşünmüyorum. Ama yüzümü, hemencecik, pis bir koku gibi
yansıtan şu korkunç aynadan da illallah. İşte sen benim pis kokumsun. Pekala,
pekala işte hazırım. Zaten benimdir. Bütün bu odalar benim olacak.[3]
Oyundaki toplumsal iktidar basamaklarının en
üstünde; evin beyini hapse atan yargı, polis, din kurumlarından oluşan devlet
vardır. İktidarın ikinci basamağında, evin beyi bulunmaktadır. Evin beyi, erkek
olmasının yanı sıra sınıfsal üstünlüğünün göstergesi olan karısına sunduğu
rahat yaşam koşulları nedeniyle de iktidarın evdeki temsilcisidir. Evin
beyinden sonraki iktidar, Bayan’dır. Solange ve Claıre ise, cinsiyetleriyle
birlikte sınıfsal konumları gereği en altta olanlardır.
Hizmetçilerin içlerinde büyüttükleri öfke, Bayan’a
asla yansımaz. Hatta iki kardeş Bayan’a hizmette birbirleriyle yarışırlar.
Onlara vereceği entarilere tav olurlar. Bunun için birbirlerini yerler. Bayan’ı
öldürme planları bile bu cesaretsizlikleri ve iktidar kavgaları yüzünden kendi
sonlarını hazırlar. İki kız kardeşin hayattaki tek amaçları; ‘Bayan’ olmaktır.
Çünkü ‘Bayan’ olmak demek; ‘insan’ yerine konmak demektir, kibar olmak
demektir. Süslü entariler giyip, mücevherlere sahip olmak demektir. Bulaşık
kokusundan kurtulup güzel kokmak demektir. Ve dolayısıyla bir erkek tarafından
sevilmek demektir.
Claıre:
Sözümü kesme. Ben ne dediğimi bilirim. Bana Claıre derler. Her şeyin altından
kalkmasını bilirim. Yetişir! Orospuluk yapmaktan, maşa olmaktan, inançsız,
öksüz ve pasaklı bir rahibe hayatı sürmekten bıktım artık. Sunağın mumunu
yakmak varken, havagazı fırınını tutuşturmaktan usandım. Herkes bana arsızın,
kokuşmuşun biri gözüyle bakıyor. Sen de öyle bakıyorsun.[4]
Hizmetçilerle Bayan’ı sınıfsal ayrımın ötesinde,
cinsiyet zemininde buluşturan ve ortak yalnızlıklarının göstergesi olarak
çizilmiş Sütçü Mario’nun adı oyun boyunca sık sık kullanılır:
Claıre:
(Bayan’ı taklit etmektedir.) : Güzel olacağım! Benden nefret ediyorsun değil
mi? Beni uysallığınla, alçak gönüllülüğünle, kuzgun kılıçlarınla
kasımpatılarınla eziyorsun. Yok yere insanın ayağı takılıyor. Her köşede bir
çiçek. Amann… Ne korkunç! Güzel olacağım! Senden de güzel olacağım! Hiçbir
vakit benim güzelliğime erişemeyeceksin. Şunu iyi belle: Mario’yu bu vücut ve
bu suratla kandıramazsın. Bu genç ve kaba sütçü bana metelik vermeyebilir. Ama
bak, ondan çocuğun olursa…[5]
Bayan
karakteri, burjuva sınıfın temsilcisi olarak çizilmiştir. Her şeyi
göstermeliktir. Sahte ve şatafatlıdır. Konuşmaları kibar ancak kırıcıdır.
Nezaket ve şefkatle örtülmüş aşağılamaları, Claıre ve Solange’ı onca yıldır
tanımasına rağmen hala karıştırıyor oluşu, her çarşı dönüşü hesapları kontrol
edişi ait olduğu sınıfın özelliklerini yansıtmaktadır.
Bayan:
(…) Yıllardan beri, bir gün olsun, gerçek sevgiye ulaşmamış inceliğiniz
sinirlerime dokunuyor. Kanımı kurutuyor. Ruhumu sıkıyor.[6]
Bayan:
(…) Ah, siz çok şanslısınız! Claire’le senin dünyada kimseniz yok. Hayatınızın
çerden çöptenliği yüzünden öyle felaketlerden kurtuluyorsunuz ki.[7]
Bayan
: (…) Hoş neyiniz eksik ki? Eski entarilerimle bile prensesler gibi
giyinebilirsiniz.[8]
Bayan’ın maskesi, Claıre ve Solange’ın maskesinden
daha belirgindir. Sürekli nasıl görüneceğinin, çevresindekilere nasıl bir imaj
yaratacağının telaşı içindedir. ‘Daha güçlü kadın olma’ ideali ile ‘yaslı ve
yorgun kadın’ çatışmasını yaşamaktadır. Ancak yüzeyde görünen bu çatışma
Bayan’ın asal çatışmasını gizleyen bir perdedir. Kocasına olan sevgisi de yası
gibi sahtedir. Bayan’ın tüm ‘iyilikleri’ de bir yanılsamadır. Yaptığı her
‘iyilik’ için bir beklentisi vardır.
Bayan : (…)
Kocam için giyinip kuşanmayı sürdürmeliyim gene. Ne dersin, kocası sürgünde
olanlar için bir yas modası çıkarmalı? Aklınla yaşa, ölümünde tutacağım yastan
daha kelli fellisini tutarım. Yeni ve daha cici tuvaletler diktiririm. Siz
eskilerimi giyerek bana arka çıkarsınız. Onları size verirsem belki tanrının
kocama el uzatmasını sağlarım. Kimbilir?[9]
SONUÇ
Her üç kadın da özgün birey olmak için çırpınan bir
öz taşır. Bunu engelleyen baskının ve aşağılanmanın dozu arttıkça karakterlerin
kıyıcılıkları ve öfkeleri de artar. Claıre ve Solange, sonunda kendi
kıyıcılıklarının ve öfkelerinin kurbanı olurlar. Sınıfsal konumlarından dolayı
aşağılanmanın ve ikincilleştirilmenin dozunu daha ağır hisseden hizmetçiler de
kişilik yarılması çok daha derindir. İçinde yaşadıkları durumu kabullenme ile
isyan etme, Bayan’ı sevme ile onu öldürme arasında gidip gelirler. Sürekli
arafta yaşarlar. Solange, okuyarak arafta olma durumundan sıyrılmaya çalışır.
Gazetelerde okuduğu suç haberleri, Bayan’ı öldürme ve bu şekilde ‘hizmetçilik
rolünden’ azat olma yönündeki tutkulu arzusunu körükler. Claıre’nin okuduğu
‘Hafiye Dergisi’ de onun bir cinayeti planlamasının ilk ışıklarını yakmıştır. Yaşadıklarının
değiştirilebilirliğinin ilk tohumunu atar. ‘Rolünü’ oynamamak, kurtuluşun ilk
adımı olabilir. Böylece tıpkı dedektif gibi, veriler toplayarak Bayanın
kocasını suçlayan mektuplar yazar, polise.
Claıre, mektupları Bayan’ın kaleminden çıkmış gibi yazmıştır. Böylelikle
Bayan’ın da suçlu olduğu ve suçu kocasına attığı imajını yaratmaya çalışır.
Ancak bu planları kendilerinin sonunu hazırlar. Claıre, Bayan’ın çayına uyku
ilacı katıp onu öldürmeyi başaramayınca, Solange daha fazla köle rolü oynamayı
reddeder. Buna karşılık Claire çayı kendi içer ve böylelikle Solange’den bir
adım öne geçer. Solange ise, Bayan’ın taklitçisi kız kardeşini yok etmeyi
başarmış, rolden çıkmış, ‘suçlular’ saffına katılmıştır.
Hizmetçilerin Bayan’ı sevmesi, cinsel tutku ve nefretin
bir karışımıdır. Bayan, kutsal olandır ve bu tutkularını ona taparak değil, onu
yıkarak sağlarlar. Claıre, Bayan’a ‘Tatlı Bakire’der ve onu tanımlarken ‘Sizin
fildişi bağrınız! Sizin altın baldırlarınız! Sizin amber ayaklarınız’ gibi
Bakire Meryem’e dair anlatılan öyküleri çağrıştıran sözler söyler.
Clarie’nin kardeşini zehiri kendisine vermeye
zorlayarak intihar edişi, bile bile İsa’nın çarmıha gerilmesine izin vermesine
bir göndermedir. Kutsallaştırma kutsal olanı yıkmaktır, kendini yok etme,
Tanrı’yı yok etmekle başarılabilir ancak. (Innes, 2004, 16)
Hizmetçilik olgusu üzerinden işleyen oyun
‘köleliğin’ insanı nasıl insan olmaktan çıkardığını, dışlananların kaba, öfke
ve nefret dolu dünyaları ile yansıtır. Gerçek dünya ile temsili dünya, oyun
kişilerinin yer değiştirmeleri; ‘gerçekliğin’ göreceliliğini işaret eder. İki
kız kardeş arasındaki gerilim, biri isyancıyı oynarken diğerinin daha uzlaşmacı
olması şeklinde oyun boyunca sürer. ‘Kölelikten’ kurtulmak ancak ölüm
karşısında kayıtsız kalarak, hayatın sürdürülmesini sağlayan kuralların üstüne
çıkmakla mümkündür.
KAYNAKÇA
Genet, Jean, (1990)
Hizmetçiler, (Çev: S. Birsel).
İstanbul: Nisan
Innes, Chrıstopher, (2004) Avant-Garde Tiyatro,
(Çev: B. Güçbilmez, A. V. Kahraman). Ankara: Dost
Sennett, Richard, ( 1993) Otorite, (Çev: K. Durand)
İstanbul: Ayrıntı
Goffman, Erving, (2014) Günlük Yaşamda Benliğin
Sunumu, (Çev: B. Cezar) İstanbul: Metis
Lentricchia, F., McAuliffe, J. Katiller, Sanatçılar
ve Teröristler, (Çev: B. Yıldırım) İstanbul: Ayrıntı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder