28 Aralık 2015 Pazartesi

Yasujiro Ozu'nun Noriko Üçlemesi'nde "Aile" ve "Evlilik"

Özet
Bu çalışmayla, Yasujiro Ozu'nun Geç Gelen Bahar (1949), Erken Gelen Yaz (1951) ve Tokyo Hikayesi (1953) adlı filmlerinden oluşan “Noriko Üçlemesi”  üzerinden aile ve evlilik kurumu aracılığı ile cinsiyetin toplumsal inşası ve toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretilmesi tartışılacaktır. Bu tartışmayı, aile ve evlilik kavramları üzerinden açmaya çalışacağız. Dolayısıyla aile kavramı, bu çalışmada evlilik olgusuyla ilişkilendirilerek toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretiminin nasıl gerçekleştiğini ortaya koymaya çalışacaktır. Ancak toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretiminde, kadının aile ve evlilik kurumuyla ilişkisi, baba-koca-erkek kardeş vb. roller vasıtasıyla yeniden tanımlanmakta, böylece kadının toplumsal hiyerarşi içindeki rolü yeniden üretilmektedir. Dolayısıyla bu çalışmayla, Japon toplumundaki eril tahakküm olgusunun aile, evlilik ve hegemonik erkeklik kavramları vasıtasıyla yeniden inşa edildiğini ortaya koymuş olacağız.

Anahtar Sözcükler: “Aile”, “Evlilik”, “Toplumsal Cinsiyet”.“Eril Tahakküm”, “Hegemonik Erkeklik”,

Giriş
Geleneksel ve modern aile kurumu  toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretiminde karşılıklı bir ilişkiler ağını da beraberinde getirmektedir. Bu ilişkiler örüntüsü cinsiyetin, toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretiminde eril bir ideolojik evreni karşımıza çıkarmaktadır. Bu çalışmanın ilk bölümünde, aile ve evlilik kurumu tanımlanarak cinsiyetin toplumsal inşası ve toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretimiyle nasıl bir ilişki içinde olduğu ifade edilecektir. Sonrasında Yasujiro Ozu’nun “Noriko Üçlemesi”  filmleri vasıtası ile, Japon aile yapısı ve evlilik kurumunun kadına yüklediği roller ortaya koyularak bu roller üzerinden cinsiyetin toplumsal inşası tartışılacaktır. Sonuç bölümünde, Yasujiro Ozu'nun “Noriko Üçlemesi”nde 2. Dünya Savaşı sonrasındaki Japon aile yapısının dönüşümünün toplumsal cinsiyet rollerini yeniden inşa ettiğini ortaya koymuş olacağız.

Cinsiyetin Toplumsal İnşasının Bir Kurumu Olarak Aile
“Muhafazakar ideoloji, aileden “toplumun temeli” olarak söz eder, geleneksel sosyoloji de onu çoğunlukla kurumların en basiti, daha ayrıntılı yapıların yapıtaşı olarak görür. Aile, toplumun temeli olmanın ötesinde, onun en karmaşık ürünlerinden biridir. Aileye dair basit hiçbir şey yoktur. Ailenin içi, tıpkı jeolojik katmanlar gibi birbiri üzerine yığılmış çok katmanlı ilişkiler sahnesidir. Başka hiçbir kurum da böylesine yaygın; temas esnasında böylesine yoğun; ekonomi, duygu, iktidar ve direniş örgüleri açısından böylesine sıkı değildir.” (Connel,1998:168)
R. W. Connel’ın çok katmanlı ilişkiler sahnesi olarak dile getirdiği aile kavramı; anne-baba, karı-koca gibi kategoriler oluşturarak egemen ideolojinin heteroseksist normlarını yeniden üretim ilişkileri üzerinden inşa eder.  Aile cinsiyetin toplumsal ve kültürel inşası için en elverişli mekandır. Aile sadece soyut anlamda zihinsel kodları üretmez aynı zamanda bedene olan bakışın toplumsal inşasını sağlar.  
Yanı sıra Connel, toplumsal cinsiyet ve aileyi anlamak için “Emek”, “İktidar” ve “Kateksis” kavramlarının bize bu çerçeveyi sunduğunu vurgular. İktidar yapısı, egemen  ve emek bir durum olmanın yanında bir pratik nesnesidir der. Freud’un “kateksis” terimini Connel “cinsel toplumsal ilişkiler” i örgütleyen yapıyı açıklamak için “kateksis yapısı” ifadesini kullanmıştır.

“Freud, “kateksis” terimini zihinsel bir nesneye, diğer bir deyişle bir görüş veya imgeye bağlanan psişik yük veya içgüdüsel enerjiyi belirtmek için kullanmıştı. Ben de bunu, gerçek dünyada “nesneler” ile (yani, öteki insanlarla) bir duygu yükü içeren toplumsal ilişkilerin kurulmasına genelliyorum. Aynen Freud’un kullanımında olduğu gibi, duygusal bağlanmanın yalnızca sevecen değil, aynı zamanda hem düşmanca hem sevecen, yani müphem (çift değerli) olabilir. Yakın ilişkilerin çoğu bu karmaşık düzeye sahiptir.” (Connell, 1998:156)

Evlilik kurumu sadece aileyi bir arada tutmaz aynı zamanda kadın bedeni ve doğurganlığı üzerindeki tahakkümü sağlar ve sürdürür. Sözlü ya da yazılı anlaşma ile işleyen bu hukuki süreç devletin ideolojilerini sürdürmesi için bir araçtır. Louis Althusser de bir kurum olarak “Aile”yi ideolojinin içinde üretildiği devletin ideolojik aygıtlarından biri olarak ele alır. Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni çalışmasında evliliği erkekle kadın arasındaki bir sınıf çatışması olarak dillendirir. “Tarihte kendini gösteren ilk sınıf çatışması, erkekle kadın arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın karı-koca evliliği içindeki gelişmesiyle ve ilk sınıf baskısı da dişi cinsin erkek cins tarafından baskı altına alınmasıyla eşzamanlıdır.”  Marksist çalışmalar cinsiyete dayalı iş bölümünü göz ardı etmiştir. Engels aile”yi değişen üretim biçimlerinin ürünü olarak görür. 
Evlilik kurumunun içinden babalık, annelik gibi roller toplumsal ilişki yapılarını kullanarak yeni kurumlar olarak inşa edilir ve toplumsal ilişkilerin yönetiminde Connell’in de dile getirdiği gibi devlet bu kurumları düzenlemekten daha fazlasını yapar. Connell’in “cinsiyet sistemi” patriarki, toplumsal cinsiyet ve hegemonik erkekliği yeni bir düzleme taşıyarak daha açıklayıcı bir bütünlük kurar. 
Özetle bu toplumsal kategorilerinin kurulmasında Connel’in “cinsiyet sistemi”nin işleyişini sağlayan üç mekanizma vardır. Kamusal ve özel alanda “cinsiyete dayalı iş bölümü”, “iktidar ve iktidar ilişkileri” ve “kateksis” den oluşan faktörler cinsiyet sisteminin işleyişini sağlar. Devlet de bu işleyişi  kullanarak “arzu” ve “rıza” kavramlarını devreye sokup kendi ideolojisini inşa eder ve meşrulaştırır.  
Evlilik kurumu, bu yollarla kadın bedeni üzerinde kurduğu tahakküm ile kadının doğurganlığını denetim altına alır. Bedeni nesneleşen kadın, cinsiyete dayalı iş bölümünün olduğu aile yapısında görünmeyen emeği ile ezilerek, köleleşir.     
 “Artık kolonileşen dünyada emperyalizmin kadınların konumu üzerindeki etkilerine ilişkin epey araştırma yapılmıştır. Söz konusu bu etkinin değişken olduğu açık. Bununla beraber ilk kentleşmeden beri tarihte ilk kez dünyanın farklı bölgelerinde toplumsal cinsiyet ilişkilerini standartlaştırmaya yönelik güçlü bir dinamiğin ortaya çıkmış olduğunu söyleyebiliriz. Ücret ilişkilerinin yaygınlaşması bunun yalnızca bir kısmını oluşturur; uluslararası işlerin emek piyasasını bölümlere ayırmaya yönelik stratejileri de bir başka kısmıdır; özellikle kentte yaşayan insanlar arasında “Batılı” ailenin kültürel prestiji de bir üçüncüsüdür.”  (Connell, 1998:212)
Buradan yola çıkarak aşağıdaki bölümde toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden üretimi tartışılacaktır.

Noriko Üçlemesi
Noriko Üçlemesi’nde, Noriko, otuz yaşlarına yaklaşmış, bekar bir kadındır ve bundan dolayı aile bireyleri, arkadaşları ve yakınları tarafından  evlilik baskısına maruz kalmaktadır. İsimleri aynı olan ve aynı oyuncunun canladırdığı Noriko karakterleri, farklı koşullar içerisinde bu baskılara birbirinden farklı tepkiler verirler. Ozu; Noriko Üçlemesi’nde İkinci Dünya Savaşı sonrası Japonya’da, değişen toplumsal ve geleneksel pratiklerin aile içindeki yansımaları ve Batılılaşma etkisindeki değişimi alt orta/orta sınıf bekar bir kadının evlendirilmeye çalışılması hikayesi etrafında ele alır.
Noriko’nun etrafındaki ilişki kategorilerinin onun üzerinde kurduğu evlilik baskısı ile aile içinde başlayan kadın kimliğinin nasıl şekillendirilmeye devam edildiğini  anlamak için Connell’in bize vurguladığı “Emek”, “İktidar” ve “Kateksis” yapılarını da göz önüne alarak bakmaya çalışalım.
Geç Gelen Bahar’ın Noriko’su, profesör olan babası (Shukichi Somiya) ile yaşayan yirmi yedi yaşında bekar bir kadındır, babası ile görünen uyumlu, nazik, arkadaşça ilişkisinin arka planında toplumsal cinsiyet sistemi düzeninin doğallaştırılmış görüntüsü yer alır. Noriko evin günlük yemek, bulaşık, temizlik, alışveriş gibi işlerinin yanı sıra babasına da hizmet eder. Bu ilişki geleneksel ataerkil Japon ailesi çerçevesinde yer yer ataerkiye meydan okur. Noriko’nun arkadaşı Aya evlerine ziyarete geldiğinde profesör Somiya onlara çay servisi yapar. Bu bir anlığına aterkil cinsiyet rollerinde gedik açar.
Profesör Somiya ve arkadaşı Onodera’nın, kızları hakkında sohbeti ile Noriko’nun evlendirilmeye çalışmasının hikayesi başlar. Onodera; “Kafasına sokmuş evlilik ölmeden mezara girmektir diye, yirmi dördünden önce evlenmeyi reddediyor. Düşününce belki de haklıdır diyorum. Her neyse elimden birşey gelmez. Peki ya Nori-chan?”  Somiya; “Evet bu konuda bir şeyler yapmanın vakti geldi.” diye yanıtlar.  
Ataerkil aile yapısında baba ailenin eril iktidar sembolüdür, kız çocuğunu evlendirerek iktidarını başka bir erkeğe devreder. Aile içinde  iktidar diğer aile ve sosyal ilişki kategorileri ile de desteklenir. Connell Toplumsal Cinsiyet ve İktidar adlı çalışmasında Gillian Bottomley’in yaptığı araştırmadan bahsederken aile içindeki ataerkil yapının, çevrenin desteğine bağımlı olduğunu gösterdiği sonucuna varır. Burada kadına sunulan iktidar alanı evlilik ile ulaşılması öngörülen ev içi cinsiyetçi iş bölümü ve doğurganlık üzerinden yeniden üretime katkı sağlayabileceği eril tahakküm kontrollünde bir mekandır. 
Erken Gelen Yaz’ da ise evin iktidarını Noriko’nun doktor ağabeyi Kōichi, babasından devralmıştır. Maddi gücü elinde bulunduranın iktidar ile ilişkisini bu bağlamda ele aldığımızda; Noriko’nun işinin de aile için önemli bir gelir kaynağı olması ağabeyinin iktidarını sarsıcı bir etkiye sahiptir. Diğer taraftan Noriko’nun işinin o dönemin cinsiyete dayalı popüler kadın işlerinden biri olan “sekreterlik” olması Noriko’nun yaşamında ikinci bir eril iktidar alanı yaratır. Nitekim Noriko’ya ilk koca adayını bulan kişi patronu olur.

Toplumun kadına hazırladığı yazgı genel olarak, evliliktir.  …babaların ve erkek kardeşlerin egemen olduğu aile topluluklarına bir tutsak ya da uyruk gibi katılan kadın, öteden beri, birtakım erkekler tarafından öbür erkeklere verilmektedir.”  (Beauvoir, 2010).

Noriko’nun halası Masa, ataerkil gücün ve geleneğin dış temsilcisi/baskı gücüdür. Hala Masa, Noriko halå uygun bir yaşta iken onu evlendirmelerinin kendi görevleri olduğunu kardeşi Somiya’ya hatırlatır. Ona asistanı Hattori’nin uygun bir aday olup olamayacağını sorar ve babası bu olasılığı düşünmeye başlar. Noriko ve Hattori’nin iyi anlaştığını söyler fakat  Noriko’nun ona karşı hisleri olup olmadığını daha önce düşünmemiştir. Babası eve döndüğünde Noriko, Hattori’nin geldiğini ve birlikte zaman geçirdiklerini söyler. Babası, kız kardeşi ile konuşması sonrası bu durum karşında Noriko’ya Hattori hakkında ne düşündüğünü, ne hissettiğini sorar. Bu durum, babanın kızına, anlaştığı ve sevdiği biri ile evlenme seçeneği sunmak istemesi olarak algılanabilir. Ancak artık çok geçtir Hattori zaten başka biri ile nişanlanmış ve evlilik hazırlıkları yapıyordur. Bu noktada halası Noriko’ya yeni bir aday bulur. Noriko halasına henüz evlenmek istemediğini söyleyerek görüşmeyi reddeder. Noriko eve döndüğünde babası onu evlenmesi için ikna etmeye çalıştığında babasına; “Ben evlenemem ki ama. Gömleklerini de yakalarını da hiç yıkamazsın ki sen. Sabahları tıraş bile olmazsın. Hem ben olmasam kimse masanı temizlemez. Hatırlasana, pilav yapmaya çalışmıştın da  altı yanmıştı. Her gün yanmış pilav mı yiyeceksin? Biliyorum çaresiz kalacaksın” diyerek içinde bulunduğu durumdan memnun olduğunu dile getirir.
Cinsiyete dayalı iş bölümü, eril iktidar ile ilişkili ve eril iktidarın varlığını devam ettiren bir yapıdır. Bu iş bölümü hem aile ve hane içinde hem de toplumsal alanda ve pratiklerde  yeniden üretim ilişkileri içerisinde kategorilendirilir. Erken Gelen Yaz’ın ve Tokyo Hikayesi’nin Noriko’ları çalışan kadınlardır. Her iki Noriko’nun hikayesinde de cinsiyete dayalı iş bölümünün hem özel hem de kamusal alandaki pratiklerini görürüz. Geç Gelen Bahar’ın Noriko’su ise çalışmaz, ev içi emeğini babasına olan sevgisi ve bağlılığı olarak ifade eder. Varolan yaşamından evlenerek vazgeçmek istemez. Babası (onu evlenmeye razı etmek için) Noriko’ya; belki de bu konuda endişe etmesine gerek olmadığını, kendisinin yeniden evleneceğini söyler. Noriko daha öncesinde babasının arkadaşı Bay Onedara’nın yeniden evlenmiş olmasını iğrenç bulmuştur ve kızı için üzülmüştür. Aynı durumla kendisi karşı karşıya kalmıştır, Noriko evlenmese de artık hayatı değişecek, aynı kalmayacaktır. Bundan dolayı halasının bulduğu adamla evlenmeyi kabul eder. Babası bu kararını rızası ve arzusu ile verip vermediğini sorar. 
Rıza ve arzu kavramları iktidarın hegemonyasını erkeklik üzerinden inşa etmesinin araçlarıdır. A. Gramsci’nin hegemonya ve rıza arasında kurduğu ilişkiden yola çıkarsak; iktidar yapısı, kendi egemenliğini kurarken kendi çıkarlarını, tahakküm altına aldıklarının çıkarı gibi göstererek meşrulaştırır ve yeniden üretir. Kadının, erkeğin koruyuculuğuna ihtiyacını ekonomik ve sosyal ilişkiler üzerinden doğal bir ihtiyaçmış gibi göstererek meşrulaştırması, kadının bunu içselleştirmesi ve yaşam pratiğinde ona sunulanı kendi rızasıymış gibi kabul etmesi durumudur.
Noriko’nun düğününden önce, Noriko ve babası birlikte Kyoto’ya çıktıkları son yolculuklarında Noriko, babası ile hep böyle kalmak istediğini, böyle mutlu olduğunu ve evliliğin ona daha fazla mutluluk getirmeyeceğini söyleyerek evlenmek istemediği konusundaki direnişine devam eder. Bunun üzerine babası; “Doğru değil bu. Göreceksin. Elli altı yaşındayım. ömrümün sonuna geldim. Ama sen, eşinle yeni bir yola koyuluyorsun. Yeni bir hayata başlıyorsun; Satake'yle birlikte el ele kuracağınız bir hayata. Benim rolümün olmadığı bir hayata. Bu insanoğlunun ezeli kanunudur. Evlilik başlarda mutluluk getirmeyebilir. Hemen mutlu olacağını sanmak hatadır. Mutluluk, gelmesini bekleyebileceğin bir şey değildir. Onu kendi ellerinle meydana getirirsin. Yuva kurmak, saadet demek değildir. Mutluluk, yeni bir yuvayı beraber kurma çabanızda yatar. Bu belki iki, belki üç belki de beş veya on yıl alır. Mutluluk sadece gayret gösterirsen gelir. Ancak o zaman, karı koca olduk diyebilirsiniz. Evlendiğimizde annen de mutlu değildi. Yıllarca sıkıntı yaşadık. Bazen, onu mutfakta ağlarken bulduğum oldu. Ama o bana hep tahammül etti. Birbirinize inanmalı ve birbirinizi sevmelisiniz. Bana gösterdiğin tüm bu sevgiyi artık Satake'ye sunmalısın. Anlıyor musun? Bundan yeni bir mutluluk doğacak. Anlıyorsun, değil mi? öyle değil mi?” der. Noriko, bencilliğinden dolayı babasını üzdüğü için ondan af diler. Burada kadın, erkeğe sabreden, tahammül eden, katlanan olarak konumlandırılır. Sevgisi bile kendi kontrolünde değildir, erkeğe mutlak olarak sunacağı bir olgudur.
 Bu bağlamda Simone de Beauvoir, Kadın: İkinci Cins-Evlilik Çağı isimli çalışmasında evlilik hakkında şöyle der;
Demek ki, evlilikler, genel olarak aşktan doğmuyor. "Koca, hiçbir zaman sevilen adamın kendisi olmayıp, ancak onun yerine konmuş benzeridir” der Freud. Bu ayrıştırma bir kaza değildir. Evlilik kurumunun yapısından gelmektedir. Aranan şey, bireysel mutluluğu sağlamak değil, kadınla erkeğin cinsel ve ekonomik birliğini topluluk çıkarı doğrultusunda aşmaktır. Ataerkil aile düzenlerinde, analarla babaların seçtikleri nişanlılar evlenene dek birbirlerinin yüzünü görmezlerdi — bazı Müslüman topluluklarında hâlâ görmezler. Dolayısıyla, böyle bir evlenmede, toplumsal açıdan bakıldığı zaman, koskoca bir yaşamı kapsayacak bir girişimi duygusal ya da cinsel bir heves üstüne oturtmak söz konusu bile olamaz.” (de Beauvoir S. 2010)
Dolayısıyla evlilik aile tarafından kadına seçilen, kadının düşünce ve isteklerini gözardı eden  eril bir süreci meşrulaştırır.

Erken Gelen Yaz’ın Noriko’su patronunun bulduğu kişi ile evlenmek istemez. Ağabeyinin  ailesinin arkasına alarak ona evlenmesi için yaptığı baskılara karşı Noriko kendi evleneceği kişiyi kendi seçer. Komşularının oğlu doktordur ve kırsaldaki bir hastaneye atanmıştır. Yaşlı komşuları her ne kadar Tokyo’dan, evinden ayrılmak istemese de oğlunun ve henüz iki yaşında olan torununun ona ihtiyaçları vardır. Noriko onlar taşınmadan önce veda hediyesini vermek için uğrar. Eski günlerden bahsederken yaşlı kadın geçmişte oğlu Noriko ile evlendiğini hayal ettiğini söyler. Bunun üzerine Noriko oğlu ile evlenebileceğini söyler. Kadın şaşırır ve buna inanamaz, çok sevinir. Noriko,  ikinci dünya savaşında ölen erkek kardeşi ile birlikte büyüdüğü, çocukluk anılarını paylaştığı, tanıdığı, güvendiği, dul ve çocuklu komşu oğlunu patronunun bulduğu -ona rahat bir yaşam ve gelecek sunacak olan zengin, çevresinde sayılan sevilen ve iyi bir iş adamı olan, fakat hakkında hiçbir şey bilmediği- damat adayına tercih eder. Aynı zamanda komşu kadını evinden, yaşantısından ayrılmak zorunda kalmaktan kurtarır. Noriko’nun bu seçimi kendi içinde geleneksel ailenin içinde kurulan iktidar alanına bir başkaldırı niteliği taşır.
Tokyo Hikayesi’nin Norikosu, sadık, vefalı, nazik, içten ve samimi bir gelin olarak çıkar karşımıza. İkinci Dünya Savaşı’nda kocasını kaybetmiş, tek odalı bir apartman dairesinde tek başına yaşıyordur. Noriko’nun ölen kocası Shoji’nin anne ve babası taşradan Tokyo’da yaşayan çocuklarını ziyaret etmeye gelirler. Kendi öz kızları ve oğulları onlara yük gibi davranıp, işlerini bahane ederek onları başlarından atmaya çalışırken eski gelinleri Noriko onlara şehri gezdirir, evinde misafir eder. Oğulları öleli sekiz yıl olmasına rağmen Noriko’nun hala yalnız ve oğullarına sadık kalması yaşlı çifti üzer, bu saatten sonra ona sunabilecekleri bir mutluluk yoktur. Dolayısıyla kendi çocuklarından yakın hissettikleri Noriko’nun yalnız yaşamasını istemezler. “Oğlum öleli sekiz yıl oldu ama sen hålå onun fotoğrafını saklıyorsun. Senin için üzülüyorum. Gençsin, Bence yanlış yapıyoruz. Babanla da bunu sık sık konuşuyoruz.  Eğer önüne bir fırsat çıkarsa lütfen evlen, ne zaman istersen. Senin tekrar evlenmemene çok üzülüyoruz.”
Yaşlı çift Tokyo’dan içleri buruk, hayal kırıklığına uğramış, kırgın ayrılırlar.  Dönerlerken yolda yaşlı anne rahatsızlanır ve ağır hastalanır. Yaşlı kadın ölür ve cenazesinden hemen sonra çocuklar yine işlerini bahane ederek dönerler, halå evde anne ve babası ile yaşayan evin en küçük kızı ve babası ile birkaç gün daha ilgilenmek için sadece Noriko kalır. Baba Noriko’ya Tokyo’daki ev sahipliği için tekrar teşekkür eder, karısının Tokyo’da geçirdiği en güzel zamanın onunla olduğunu söyler. Geçmişini ve ölen kocasını unutup tekrar evlenmesini yineler. Noriko’ya bu kez evlilik baskısı kan bağı kendi olan ailesinden gelmez. Evlilik bu filmde de kadına sunulan kurtuluş yolu olmaya devam eder.
Geç Gelen Bahar ve Erken Gelen Yaz filmlerinde yer alan Noriko’nun yakın arkadaşı Aya, iki filmde de bekar ve çalışan bir kadın olarak evlilik üzerine bize iki farklı temsil sergiler. Geç Gelen Bahar’ın Aya’sı kocasından boşanmış bir stenograftır; giyim tarzı, evindeki eşyaları, yaptığı yemekler Batılılaşmanın izlerini taşır. Noriko, Aya gibi çalışmak ister; bu onun içinde bulunduğu durumdan kaçma ve kendi başının çaresine bakma girişimidir. Aya, Noriko’nun gerçekleşmesini istemediği evliliği konusunda Noriko’ya, kocası alçak biri olmasaydı şu anda kesinlikle çalışmıyor olacağını, ailesinin yanına dönmeyi de göze alamadığı için çalıştığını, çalışsa bile evlenmesi gerektiğini söyleyerek onu ikna etmeye çalışır. Ataerkil ailede kadınının evlendikten sonra işini bırakması sıkça rastlanan bir durumdur. Evlilikle beraber yeni kimlik kategorileri ve ilişki yapıları ile kuşatılan kadın kimi zaman kendi rızası ile kimi zamanda zorla işini bırakır. Bu “rıza” durumu kimi zaman çalışmak yerine evlenmenin tercih edilmesini doğurur.
Erken Gelen Yaz’ ın Aya’sı annesi ile yaşar, fatura toplayıcısı olan bir ofis çalışanıdır. Noriko ve Aya’nın evli arkadaşlarından biri kocası ile tartışmıştır. Bunun üzerine Aya alaycı bir tavırla; “Sabırlı olmalısın. Sen evli bir kadınsın. Katlanmalısın. Bu sadece doğal. Kocalar hep böyle. Bu yüzden biz evlenmiyoruz.” der. Evliliğin kadına biçtiği rollerin farkındadır ve geleneksel evliliğe, karşı bir tavır sergiler. Başka bir sahnede Noriko ve Aya evli olan diğer iki arkadaşları ile bir kafede buluşurlar. Bu sahnede sosyal  bir grupta evliler ve bekarlar arasındaki bölünme ve gruplaşmayı görürüz. Arkadaşlarının evliliği yücelten, bekar olmayı bir eksiklikmiş, gerçek mutluluktan yoksunlukmuş, acınılanacak bir durummuş gibi gören konuşmaları ve yukarıdan bakan tavırları karşısında Aya sessiz kalmaz, ve Noriko da onu destekler.  Evli arkadaşlarından biri, Aya ve Noriko’nun evliliğe karşı gösterdikleri bu direnci ve alaycı tavırlarını -daha önce de kocasına kızdığında ona sevmediği yemeği yaparak cezalandırdığı gibi- cezalandırırcasına Noriko’nun evinde -kız partisi yapmak için- buluşmayı teklif ederler ve o gün geldiğinde gitmezler. Noriko ve Aya kandırıldıklarını anlarlar. Bir zamanlar ne kadar yakın arkadaş olduklarını evliliğin onları uzaklaştırdığını düşünürler.
“Bekår” sözcüğü pek çok dilde “evlenmemiş olma hali” olarak tanımlanır.  “Kadın” ın “erkek olmayan” şeklinde  öteki üzerinden yapılan tanımı gibidir. “Bekår olma hali”  kadın belli bir yaşa geldikten sonra onu toplum tarafından ötekileştiren ve baskı aracı haline gelen bir duruma dönüşür. Bu yaş aynı zamanda toplumlarda kadının evlilik yaşını belirler. 
Erkeğin doğal eğilimi eylemdir; üretmesi, savaşması, yaratması, ilerlemesi, evrenin bütünüyle geleceğin sonsuzluğuna doğru kendini aşması gerekir; geleneksel evlilikse, kadını, erkekle birlikte kendini aşmaya çağırmaz; içkinliğe gömer onu. Dolayısıyla kadın da ancak geleceğin tehlikelerinden kurtulmak üzere geçmişi şimdiki zamanda devam ettireceği dengeli bir yaşam, yani mutluluk kurmayı düşünebilir.”  (Beauvoir, 2010: 46 ).

Sonuç Yerine
“Japonya’da Kadın Hareketi on dokuzuncu yüzyılın sonları, yirminci yüzyılın başlarında başlar. “Dışarı kapalı feodal Tokugawa Japonya’sın (1600-1868), 19. yüzyılın ortasında tamamen farklı bir sistem (Batı) ile karşılaşır. Japonya’yı bu sisteme karşı kapalı tutmak yararsız bir çaba olacağı için olabildiğince kısa bir sürede onu Batılı olarak yeniden kurmak şeklinde çözüm bulunur.”
Meiji döneminde gerçekleştirilen toplumsal düzenlemeler Japon kadınını sınıfına ve etnik kökenine bakılmaksızın toplumsal hiyerarşinin dışında tutmuştur. Ancak, kadınlar Japon emperyalizminin ekonomik gücünü oluşturan endüstrileşme politikasının bir aracı olarak topluma karşı bazı sorumluluklarla donatılmışlardı. Japon kadınlarının toplumsal sorumluluğu, Meiji döneminin entellektüellerinden Nakamura tarafından “Iyi Anneler Yaratmak” başlıklı yazısı ile “iyi eş-akıllı anne” sloganı ile ilk kez söze dökülmüştür.
Meiji döneminde, kazoku kokka (aile-devlet) sloganı ile yoğurulan emperyalist ve erkek egemen sistemin en küçük birimi ailedir. 1889 Meiji Anayasasına göre ailenin reisi imparator ve onun evindeki temsilcisi babadır. Bu erkek egemen rejimde koca, kamusal alandan sorumlu kılınırken; kadın ise ailenin, diğer bir deyişle, devletin bekasından sorumlu anne ve eş olduğu sürece sadece özel alanda tanımlanmaktaydı (Aktaran Binark, 1998:65-91 ).”

Savaş sonrası kadın iş gücüne olan ihtiyaçtan dolayı Japonya’da kadınların iş hayatına katılımı artmıştır. Kadınlar, daha çok kadın işi olarak nitelendirilen sekreterlik, ofis işleri, öğretmenlik gibi işlerle istihdam edilmiştir. Tüm dünyada olduğu gibi Japonya’da da bu dönemde toplumsal cinsiyet ve toplumsal cinsiyet eşitliği gibi kavramlar dile getirilmeye başlanmıştır. 1945 yılında kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır.
Uzo’nun “Noriko Üçlemesi” İkinci Dünya Savaşı sonrası feodal değerlerin Batılı değerlere evrilme sürecindeki Japonya’sında geçer. Geleneksel olanla Batılı olanın iç içe geçmiş döngüsündeki bu evrende Noriko’nun egemen ideolojinin baskı aracı olan evlilik ve aile kurumuna karşı direnişinin üç farklı hikayesini izleriz. Soyun devamlılığını ve toplumun üretim ilişkilerinin sürekliliğini sağlayan “doğurganlık”, kadının tercihinde olmayan doğal bir durum olarak görülen, “doğallaştırılan” bir olgu haline getirilerek evlilik kurumunu meşrulaştırır ve kadın bedeni üzerinde denetleyici bir tahakkümü inşa eder. 
Üç Noriko’nun da hikayesinde kendi yaşamlarında, kendi istekleri olarak ortaya çıkmayan dışarıdan bir etkiyle bir baskı, tahakküm olarak beliren evlilik kavramının reddi -her ne kadar başarısız bir teşebbüs olmuş olsa da- bu minvalde kadını köleleştiren bir doğurganlığın reddi olarak okunabilir.  

Kaynaklar 
Althusser, L. (2000). İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları. İstanbul : İletişim Yayınları. 
De Beauvoir, S. (2010). Kadın II: “İkinci Cins”-Evlilik Çağı. İstanbul: Payel Yayınları.
Binark, M.(1998). Oryantalist Söylem ve Japonya: Meiji Döneminde Kadın Hareket Tarihini Okumak. Kültür ve İletişim, 1,65-91.
Connell, W. R. (1998). Toplumsal Cinsiyet ve İktidar. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Engels, F. (2003). Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni. İstanbul: Eriş Yayınları. İstanbul
Sancar, S. (2013). Ereklik: İmkansız iktidar, ailede, piyasada ve sokakta erkekler. İstanbul: Metis Yayınları.
Schick, E.C. (2011) Batının Cinsel Kıyısı Başkalıkçı Söylemde Cinsellik ve Mekansallık, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları
Scott J. (2007). Toplumsal Cinsiyet: Faydalı Bir Tarihsel Analiz Kategorisi, Çev: A. Tunç Kılıç, İstanbul: Agora Yayınları
Segal L. (1990). Ağır Çekim Değişen Erkeklikler Değişen Erkekler, Çev.: Volkan Ersoy, İstanbul: Ayrıntı Yayınları

















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder