22 Aralık 2015 Salı


 CİNSİYETİN TOPLUMSAL İNŞASI BAĞLAMINDA “ZENNE” FİLMİNDE: ERKEKLİK İNŞASI VE ROLLERİ
                                                                                                              Arafat Kalkan[1]
           Bu çalışmada Caner Alper ve Mehmet Binay’ın yönetmenliğini yaptığı 2011 yapımı “Zenne” filmini cinsiyetin toplumsal inşası bağlamında; erkeklik rolleri, “erkeklik” inşasının nasıl gerçekleştiği. “Erkeklik” dediğimiz şeyin yekpare bir yapı olmadığını tersine heterojen olan bir yapı olup, sınıfsal, etnik, coğrafik, ideolojik, kurumlar vb. birçok yapıya bağlı olarak,  kendini sürekli var ettiğini ve çoğu zaman ispatlanması gereken bir kimlik olarak açıklamaya çalışmaktadır.
Cinsiyetin toplumsal inşası ve rolleri;
          Toplumsal bir kategorinin inşası, bir toplumsal çıkarın kurulmasıyla tam olarak aynı şey değildir. Örneğin “ikizler” fazlasıyla bilinen bir kategoridir, ama bütün ikizlerin veya çoğunun paylaştığı herhangi bir çıkarın tanımlaması kolay değildir. Çıkar, kolektif bazı pratiklerdeki yarar veya zarar olasılığıyla tanımlanır. Cinsel politikanın gruplaşmaları, eşitsizlik ve baskı olguları tarafından çıkar olarak kullanılır. Çıkarlar, ortak amaçları ve stratejileri tanımlayan seferberlik süreçleri tarafından ifade edilir. Ama çıkarların ille de ifade edilmesi gerekmez.(Connel, 1998: 187). Bir kategori olarak cinsiyetin toplumsal inşasını düşündüğümüzde, “Toplumsal cinsiyet”, insanların eril ve dişil olarak üremeye dayalı bölünmesi kapsamında veya bu bölünmeyle bağlantılı olarak örgütlenmiş pratik anlamına gelir. Bunun daha önemli bir toplumsal ikilik talep etmediği de doğrudan doğruya açık olmalıdır. Toplumsal cinsiyet pratiği üç ya da yirmi toplumsal kategori kapsamında örgütlenebilir.(Connel, 1998:190). Kadın-erkek cinslerini fiziksel ve biyolojik birçok açıklamaya göre tanımlamaya çalışan “toplumsal cinsiyet” tanımlarını reddeden, Scott’a (1988: 11) göre “toplumsal cinsiyet”, kadınlar ve erkeklere ilişkin uygun rollerin tamamen toplumsal olarak üretildiğini ifade eden “kültürel inşalar”a işaret etmenin bir yoludur. “Toplumsal cinsiyet”, erkeklerin ve kadınların öznel kimliklerinin sadece toplumsal kökenlerini belirgin kılmanın bir yoludur. Bu tanımlamada “toplumsal cinsiyet”, cinsiyeti olan bir bedene zorla kabul ettirilmiş bir toplumsal kategoridir. “Toplum” dediğimiz yapıya baktığımızda. Kadim veya modern toplumların, kendilerine hikâyeler anlatarak, kendilerini anlamlandırdığını ve bu toplumsal anlatıların temel taşları veya temel anlayımsal birimlerinin mitlerden oluştuğunu söyleyen, schıck , “toplumsal cinsiyetin” rolüne, inşa sürecine ve cinselliğe daha çok foucault’ın “iktidar” tanımı üzerinden bakarak, “iktidar”ın cinsiyeti bir araç olarak kullandığını belirtir. İktidar ve cinsellik arasındaki ilişki, diğer iktidar ilişkilerini örterek, geniş bir araçsallık alanı sağlayıp birçok strateji için destek noktası olur. Mekânsal mitlerin özü farklılıktır ya da, daha sarih olunursa, coğrafi olarak yapılandırılmış farklılık. “Bura” ile “ora” arasında var oldukları hayal edilen karşıtlıklar çevresinde dönüp duran inançları somutlaştırır ve cinsellik işte bu karşıtlıkları kodlamak için önemli bir araç olagelmiştir. Bir başka deyişle, toplumsal cinsiyet özellikle cinsellik, toplumsal olarak kurulan mekânın temel (atfedilmiş) özniteliklerindendir. Kadınların ve de erkeklerin cinselleştirilmiş imgeleri, Avrupa’nın ötesine dair söylemlerinde, yerin anahtar belirticileri olarak, dolayısıyla da kimlik ve başkalığın belirleyicileri olarak kullanılmıştır.(Schıck, 1999: 6). Kadın ve erkek rollerini reddeden Wıttıg’e (1992: 36) göre, cinsiyet farklılığı ideolojisi, bizim kültürümüzde erkekler ve kadınlar arasındaki toplumsal karşıtlığı doğa bahanesi ile örten bir sansür gibi işler. Eril/dişil, erkek/dişi kategorileri, toplumsal farklılıkların daima ekonomik, politik ve ideolojik bir düzene bağlı olduğu gerçeğini gizlemeye hizmet eder. Bütün tahakküm sitemleri maddi ve ekonomik düzeyde bölünmeler oluştururlar. Dahası bölünmeler, efendiler tarafından ve sonrasında köleler başkaldırıp mücadele etmeye başladıkları zaman soyutlanmış ve kavramsallaştırılmıştır. Efendiler oluşturdukları bölünmelere doğal farklılıklar olarak açıklar ve doğrularlar. Köleler başkaldırıp mücadele etmeye başladıkları zaman toplumsal karşıtlıkları bu sözde doğal farklılıklar üzerinden okurlar. Toplumsal bir kurgu olarak inşa edilen “kadın” ve “erkek” kimliği, belirli roller ve farklılıklar oluşturarak, “erkek” olanı merkeze, “kadın” olanı merkezin dışında bir yerde konumlandırarak, erkek olmanın muhakkak üstün olduğu bir toplumsal pratikler ağı yaratarak, bu ağlar arasındaki iktidar ilişkilerinin de oluşumunu sağlar.


Erkeklik İnşası ve “Hegemonik Erkeklik”
          Erkekliğin inşasını ve tahakkümünü beseleyen yapılara baktığımızda bunlardan biri cinsiyete bağlı işbölümüdür. Cinsel işbölümü, en basit anlamıyla belirli iş tiplerinin belirli insan kategorilerine bölüştürülmesidir ve bu bölüştürmenin daha sonraki bir pratiği kısıtlaması ölçüsünde de toplumsal bir yapıdır. Birbiriyle ilişkili çeşitli biçimlerde gerçekleşir. İlkinde, insanlar arasında önceden tasarlanmış bir işbölümü, insanları işe bölüştüren toplumsal bir kurala dönüşür. Bir firmaya giren işçiye, kadınsa X işi erkekse Y işi verilir. Bu tür kuralların işleyişine, toplumsal cinsiyet konusunu ele alan ücretli istihdam araştırmalarının hemen hepsinde rastlanır ve bu, sadece düşük teknolojili endüstrilerde görülen basit bir takıntı değildir.(Connel, 1998: 141). Cinsiyete dayalı ayrımsal ustalık ve eğitim, eğitim sistemi ve emek piyasaları arasındaki ortak yüzeyin çok genel bir özelliğidir. Cinsiyete dayalı iş bölümü bu tür mekanizmalar aracılığıyla, ayrımcılık karşıtı daha belirgin stratejilere dönüştürülür. Erkeklerin belirli bir iş için kadınlara kıyasla daha iyi hazırlandığı veya eğitildiği bir yerde “başvuranlar arasında en iyi”nin seçimi, normal olarak bir erkeğin seçilmesi anlamına gelecektir.(Connel, 1998: 142). İktidar, işyerinde, evde veya büyük bir kurumda bir kazanç dengesi veya kaynaklar eşitsizliği olabilir. Bir bütün olarak düşünülürse, kurumları, bakanlıkları ve üniversiteleri yöneten kişiler, işleri kadınların üst düzeylere ulaşmasını aşırı derecede güçleştirecek biçimde düzenleyen erkeklerdir. Örgütsel denetim de, kuvvetin genellikle olduğundan daha kaba değildir. Her ikisi de, hem ideolojileri gizlerle hem de onlara bağlıdırlar.(Connel, 1998: 151). Küresel eril bir egemenlik üzerine konumlanan erkeklik, elinde bulundurduğu iktidarın kısmi paylaşımlarını yaparak farklılaşabiliyor. Erkekler arası ilişkilerin ana temelini oluşturan “hegemonik erkeklik “  daima kadınlarla ilgili olduğu kadar, ikincil konuma itilmiş çeşitli erkeklik biçimleriyle ilgili olarak da inşa edilmektedir.(Connel, 1998: 245). Hegemonik erkeklik kavramında “hegemonya”(terimin ödünç alındığı Gramsci’nin İtalya’daki sınıf ilişkileri analizlerinde söz konusu olduğu gibi) acımasız iktidar çekişmelerinin ötesine geçerek özel yaşamın ve kültürel süreçlerin örgütlenmesine sızan bir toplumsal güçler oyununda kazanılan toplumsal üstünlüktür.( connel, 1998: 246). Kazanılan bu üstünlük tabi kılınmayı ve rıza gerektirir. Hegemonik erkeklik, kadınlarla ve tabi kılınmış erkekliklerle ilişkili olarak inşa edilir(Connel, 1998:249). Hegemonik erkeklik söylemine uymayan gruplar, ortadan kaldırılmak yerine ikincil konuma itilir. Hegemonik erkeklik, diğer erkeklik kimlikleri üzerinde baskı uygular ve onlara nasıl erkek olunması gerektiğini anlatır(Whitehead’dan akt, Erkılıç, 2011: 233). Hegemonik erkeklik, her ataerkil toplum tarafından, kendi kültürüne göre yaratılır ve kurumsallaştırılır. Kültürel bir yaratım olarak hegemonik erkeklik, iktidarı tanımlayan heteroseksüel bir kurgudur. Hegemonik erkekliğin sunduğu rol kalıpları, belli varsayımlar dayanır. Erkek ve kadın doğuştan farklıdır(Beneke’den akt, Erkılıç, 2011: 233). Erkek egemen toplum kavramı, aynı zamanda, farklı erkeklikler arasındaki hiyerarşi ve iktidar mücadelelerine dikkat çeker ve devlet, ordu, işgücü piyasası gibi kurumlaşmış patriarki alanlarındaki yapılanmış erkek egemenliğine özel vurgu yaparak doğrudan siyasal iktidar ilişkilerine gönderme yapar. Öte yandan bazı kadınlar gücü elinde tutan erkeklerle işbirliği yaparak, eril iktidardan pay alabilir ve çıkarlarını diğer ezilen kadınlardan farklılaştırarak egemen erkek çıkarıyla eklemlenmiş ilişki kurabilirler(Sancar, 2009: 17)
“ZENNE”

Yönetmen: Caner Alper, Mehmet Binay
Hikâye: Caner Alper
Yapımcı: Caner Alper, Mehmet Binay
Yapım yılı: 2011/Ülke: Türkiye, Süre: 99 Dakika, Dil: Türkçe, Almanca, İngilizce, Kürtçe
Oyuncular: Kerem Can (Can), Erkan Avcı (Ahmet), Giovanni Arvaneh (Daniel), Rüçhan Çalışkur (Kezban), Tilbe Saran (Sevgi), Jale Arıkan (Şükran), Ünal Silver (yılmaz), Tolga Tekin (Cihan), Bulut Reyhan (Cavit), Esme Madra (Hatice), Hülya Duyar (Müjgân), Aykut Kayacık (Zindan), Yvonne Rosenbaum (Emmanuella)
           Zenne, eşcinsel olduğu için 15 Temmuz 2008 tarihinde İstanbul’da vurularak öldürülen Ahmet Yıldız’ın hikâyesinden esinlenerek filme uyarlanmıştır. Film, Alman Daniel’ın çocuklarla oynadığı ve istediği fotoğrafı çekmek için çocukları yönlendirdiği, ardından gelen bir patlamayla yere yığılan Daniel’in sahnesinden sonra peşindeki “gölgesinden” kaçan Ahmet’in bir gece kulübünün kulisine saklanmasıyla başlar. Gece kulübü aynı zamanda Can’ın zennelik yaptığı mekândır.  Ahmet, Can ve zenne kıyafetleriyle Can’ı fotoğraflamak isteyen Daniel’in kulise gelmesiyle yaşamları kesişir. İlerleyen süreçte Ahmet ile Daniel arasında bir ilişki başlar. Ahmet İstanbul’da öğrenci ve kız kardeşiyle kalmaktadır. Anne(Kezban) onları sürekli ziyaret etmektedir, çünkü anne Ahmet’in eşcinsel-kirli olduğundan ciddi bir şekilde şüphe duymaktadır. Bu yüzden Ahmet’in peşine hem kız kardeşi Hatice’yi hem de “gölgesi” olan Zindan’ı takmıştır. Baba daha ılımlı fakat oda anne gibi Ahmet’e olması gereken erkelik pratiklerinin ne olduğu üzerinden nasihatte bulunur çoğu zaman. Asker kaçağı olan Can geceleri zennelik, gündüzleri ise bir kafede fal bakmaktadır. Teyzesi(Şükran) ve teyzesinin sevgilisi( Cavit) ile beraber yaşamaktadır. Binbaşı olan babası Mardin’de ölmüştür, Can’ın abisi Cihan askerlikte ruh sağlığını yitirmiş ve evde bir “enkaz” olarak yaşamaktadır, bu yüzden annesi Sevgi, Can’ın askerliğe gitmesini istemez.

Erkeklik İspatı
           “Erkeklik” kimliği eksiktir ve sürekli kanıtlanmaya ihtiyacı var,  ikincilleştirilmiş bir kimlik erkekliği bozar bunun için erkekliğin sürekli toplumsal kurumlardan onaylanması gerekir. Bir tür örnek erkekliğin, sağlam, kendinden emin bir erkekliğin altında yatanları ortaya çıkardıkça erkekliğin çelişki sayesinde oluştuğu daha açıklık kazanmaktadır(Segal, 1990: 161). Erkekliğin kanıtlanacağı bir alan olarak askerlik, Sancar’a(2009: 153) göre modern toplumların tek cinsiyete dayalı en önemli kurumu olan ordularda, genç yaşta bütün erkeklerin zorunlu olarak güvenlik hizmeti yaptığı en temel erkeklik pratiklerinden biri olarak tanımlayabiliriz. Askerlik yapmanın “vatandaşlık koşulu” olması ve “siyasal cemaatin yetkin üyesi olarak katılmaya hak kazanmayı gösteren sembolik önemi” yanı sıra, modern hegemonik erkekliğin inşasında belirleyici bir yere sahip(Sancar, 2009: 153).   “Zenne” filminin başında ellerinde bayraklarla “En büyük asker bizim asker” sloganlarıyla omuzlanan “kahraman asker”, askerden sonra kanıtlanmış bir erkek olarak topluma dâhil olur, sonrasında muhtemelen evlenmesi gerekecektir. Cinsiyetlendirilmiş bir yer olan askerlik, “yumuşak-kadınsı” olunanın erkekliğe dönüşebileceği bir yer olarak da kendini konumlandırır. Can’ın Ahmet’le ailesini ziyaret ettiği sahnede, Can’ın annesine askere gideceğim, annenin de karşı çıktığı bu duruma, Cihan’ın annesine,- Anne, bırak Allah’ını seversen. Kızın erkek olur, döner askerden. Cümlesi aslında askerlik denilen kurumun, “heteroseksüel-normatif” torna tezgâhı olarak belli pratikler üzerinden erkekliği kanıtlayan, inşa eden, dönüştüren daha sonra topluma dâhil eden bir yerde duruyor. Cihan bu torna tezgâhından çıkan biri olarak karşımıza çıkar. Filmde askerlik bir “bela” olarak Ahmet ve Can’ın hayatındadır, çünkü ikisi de hegemonik erkekliğin ikincilleştirdiği ve öteki olarak tanımladığı bir alanda duruyor. “Kadınsı”, güçsüz”, “hastalıklı”, “sapkın” vb. birçok tanımlamalarla “heteroseksüel-normatif” düşüncenin  “anormal” olarak tanımladığı bu “kimliklerin”, gündelik hayatın içinde görünür olmalarına asla izin vermez, sürekli tehdit eder ve denetler. Ahmet ve Can’ın askerlik “bela”sından kurtulmaları için, erkek olmayan, “öteki” olarak belgelenmeleri gerekir, çünkü “vatanını, namusu gibi koruyan” kahraman erkek değiller. Militarizm, hegemonik erkekliğin mikro kültürel pratiklerinin devletin “makro” iktidar ve siyaset mekanizmalarına eklemlenmesi ile yaratılır. Hegemonik erkekliğin mikro kültürde normatif olarak tanımlanan değerler aynı şekilde savaşçı olacak erkekler için aranan değerler haline gelir(Higate ve Hopton’dan akt, Sancar, 2009: 156). Militarizm ve hegemonik erkeklik değerlerinin birbirini besleyerek var olması militarist milliyetçilik tarafından beslenen söylemler ile gerçekleşiyor. Milliyetçiliğin cinsiyetlendirilmiş söylemi, Yurtsever erkeklik, milliyetçiliğin ikonu olarak yüceltilmiş annelik imgeleri, bir aileye benzeyen “ulus”un koruyucusu olan erkeği ve erkeğin koruduğu hane/yuvanın bekçisi olan kadını tanımlıyor. Ulusal militer kurumlardaki erkek egemenliği (Nagel 2005) hegemonik erkeklik değerlerini sürekli beseleyen bir sistem ile var oluyor ve erkeklerin şerefi ile kadınların “utancı”nın karşılıklı işlediği bir “norm alanı”na dönüşüyor. Neticede hegemonik heteroseksüel erkeklik ile militarizm arasındaki güçlü bağlar örülüyor(Sancar, 2009: 156-157).

“oğlan doğdu erkek olamadı, hayra dönmedi”
         
          “Erkek”liği reddetmiş olan Ahmet’in karşısında aile silahlı bir örgüt olarak duruyor. Kezban(Anne), otoriter, baskıcı, muhafazakâr ve ataerkilliğin ona pay olarak verdiği iktidarı kaybetmemek için sürekli Ahmet’e erkeklik kimliğinin normlarını söyler ve onu bu kimliğe dâhil etmeye çalışır. Bu yüzden Kezban’ın Ahmet’in peşine taktığı Zindan, sürekli olarak Ahmet’e erkekliği hatırlatan bir “gölge” olarak peşinden gitmektedir. Zindan, ataerkil yapıyı, hegemonik erkekliği ve tahakkümü içinde barındıran bir “gölge”dir. Ahmet’in Zindan’ la yaptığı bir müzakere ile (–ki bu müzakere “erkeklik” denilen kurgunun ikiyüzlülüğünü ifşa eden bir durum olarak da değerlendirilebilir.) kısmen rahat olduğunu ama yine de denetleyen ve gözetleyen bir unsur olarak Zindan’ın sürekli Ahmet’in ensesinde durduğu unutulmamalı. Kezban’ın, Ahmet ve Hatice’yi her ziyaretinde Ahmet’i erkeklik kimliği içine yerleştirerek, Ahmet’e erkeklik rollerini dayatarak, erkekliği inşa etmeye çalışmaktadır. Ahmet’in eve geldiği bir sahnede, Hatice’ye –Kalk, kız! Topla şunu, ellerini yıka, ağabeyine pilav ısıt söylemi, Kezban’ın sürekli Ahmet’i erkeklik kimliğine dâhil etmeye çalıştığı görülür, yine bir sahnede kızı Hatice’ye –Senden gelecekler dağ üzümü, ondan gelecekler bağ üzümü diyerek, erkeklik kimliği üzerinden bir söylem geliştirmiştir. Erkeklik söyleminin sunduğu hâkim erkek konumunun kurduğu iktidar alanı içinde olan kadınlar, bu konumu erkeklerin erkekliğini değerlendirmek için sürekli işaret etmektedirler ve dolayısıyla bu konumun baskın gücünü sürekli kılmaktadırlar(Aydemir, 2015; 115). Yılmaz(Baba) daha ılımlı bir yerde, çocuklarını seven, altın dişini çocukları için satmış fedakâr bir baba. Ahmet’i her zaman “kirli” olarak gören annenin “temiz”lenmesi için, babaya uyguladığı tüm baskılara karşın, babanın “gözümle görmeden, kulağımla duymadan yapmam”   cümlesi, oğlunun eşcinsel olmasını müzakere edebilecek gibi kendini gösterse de yaşadığı toplum onu baba biliyor. Filmin sonlarına doğru Kezban ve Yılmaz’ın konuşmalarında, Kezban, “erkeği” cinsel işlevselliği yerinde olan olarak inşa ettikten hemen sonra, “ibne” diyerek babanın “erkek” olamadığını belirtiyor, çünkü ibnelik konumu erkekliği içinde barındırmamaktadır. “ne var burda” dediği yerde anne, babanın cinsel organını tutmaktadır ve “gücün eksik sesin kısık” diyerek yine cinsel işleve atıfta bulunmaktadır. Annenin inşa ettiği erkek konumu cinsel açıdan yeterli işleve sahip dolayısıyla güçlü, hayırlı, uğurlu, haysiyet ve şeref sahibi olarak inşa edilmektedir. Baba bunlar arasına “vicdanı” yerleştirmeye çalıştığı sırada karısından tokat yemektedir. Baba inşa edilen erkek konumuna sokulmamakta, erkek olmadığı iddiasıyla baskın erkeklik altında ezilmektedir, babanın erkekliği bir krizdedir ve baba erkek olmaya zorlanmaktadır(Aydemir, 2015; 115). Ahmet’in “baba, ben ibneyim” telefonundan sonra, Baba baskın erkekliğin tüm dilsel araçları içinde sıkıştırılan, “vicdanının” kabul etmediği, istemediği şeyleri yapacak bir kurbandır. Burada erkeği şiddete iten nedenlerden biri olarak Kaufman’ın (2009) dile getirdiği erkek iktidarının yarattığı paradoks kendini göstermektedir. Baba erkek olabilmek için kendi arzusu dışında şiddet uygulamaya oğlunu öldürmeye ikna olmuştur(Aydemir, 2015; 116)
    
           İster egemen erkeklik kavramlarından çıkarak hiyerarşik ve birbiriyle çıkar ilişkisi olan erkekliklerden, ister birbiriyle çelişen, çatışan ve aralarında zorunlu bir çıkar bağı olmayan çoğul erkekliklerden bahsedelim, yine de kullanılan erkeklik teriminin ne ifade ettiği belirsizdir. Erkeklik deyince erkeklerin davranışlarını mı, kimlik olarak kurulmuş erkekliği mi, ilişkisel olarak temsil edilen erkekliği mi, imge olarak sunulan erkeklikleri mi, söylem olarak kurulmuş bir “erkekliği” mi kastettiğimiz ya da doğrudan yaşanan, gözlenen ve pratik olarak icra edilen erkeklikten mi bahsedildiği açık değildir(Sancar, 2009: 20). Eğer egemen erkeklik pratikleri diğer erkeklik tarzlarını kendi tahakkümleri altında tutarak inşa ediliyorsa ve buna karşı direnen “karşı-hegemonik” erkekliklerin olması kaçınılmazsa, farklı erkeklikler arasında çatışma dinamiklerinin yaşandığı bağlamları, gerilim ve çatışmaların hangi biçimlerde gerçekleştiğini sorgulamak gerekir. Dahası, egemen iktidar ilişkileri, egemen sınıf, egemen etnik ve egemen cins ilişkilerini mutlaka iç içe geçmiş şekilde birlikte barındırır; hatta bunlar ancak birbirini besleyerek inşa olur ve yaşayabilirler(Sancar, 2009: 20). Erkeklik dediğimiz kurgu birçok makro-mikro iktidar ilişkisinin yumağıdır ve sürekli değişen bir kimlik olarak kendini inşa eder. Farklı erkeklik kimliklerinin de olduğu, kültürel, sınıfsal, etnik, vb. yapılara göre değişebildiğini ve en nihayetinde tek bir “erkeklik” ten bahsedemeyeceğimizi, “toplumsal sözleşmeler”  ile sürekli kanıtlanmaya muhtaç bir kimlik olduğunu görürüz.

Kaynakça

Connell, R. W. (1998) Toplumsal Cinsiyet ve İktidar: Ayrıntı Yayınları: İstanbul
joan, W. Scott. (2007) Toplumsal Cinsiyet: Faydalı Bir Tarihsel Analiz Kategorisi; Agora Yayınları: İstanbul
Schick, İ. Cemil. ( 1999) Batının Cinsel Kıyısı Başkalıkçı Söylemde Cinsellik ve Mekânsallık; Tarih Vakfı Yurt Yayınları: İstanbul
Sancar, S. (2009) Erkeklik: İmkânsız İktidar. Metis Yayınları: İstanbul
Segal, L. (1990) Ağır Çekim: Değişen Erkeklikler, Değişen Erkekler. Ayrıntı Yayınları: İstanbul
Erkılıç, H. (2011) Türk Sinemasında Hegemonik Erkek(lik): Kahramandan Anti- Kahramana Erkeklik Temsil(ler)i. Medyada Hegemonik Erkek(lik) ve Temsil içinde(ss, 231-242)( Hazırlayan: İlker Erdoğan) Kalkedon Yayınları: İstanbul
Wıttıg, M. ( 1992) Straıght Düşünce. Sel Yayıncılık: İstanbul
Aydemir, A. (2015) Eleştirel Psikoloji Bülteni, sayı 6, Nisan, içinde (ss, 109-124),
  http://elestirelpsikoloji.org/wp-content/uploads/2015/04/108-124-Aydemir.pdf



[1] Mersin Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Radyo-Televizyon ve Sinema, Yüksek Lisans Öğrencisi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder