TOPLUMSAL
CİNSİYET BAĞLAMINDA “ÇOĞUNLUK” FİLMİNİN İNCELENMESİ: ERKEKLİK İNŞASI
Şivan
Benek[1]
Toplumsal cinsiyet; insanların eril
ve dişil olarak, üremeye dayalı bölünmesi kapsamında veya bu bölünmeyle
bağlantılı olarak örgütlenmiş pratik anlamına gelir.(Connel, 1998: 190).
Scott’a (1988) göre ise “ toplumsal cinsiyet, kadınlar ve erkeklere ilişkin
uygun rollerin tamamen toplumsal olarak üretildiğini ifade eden kültürel
inşalara işaret etmenin bir yoludur.”
Eril ve dişil bedenlerin toplumsal yaşamda gelişimleri göz önüne
alındığında bu tanımlamalara katılmamak pek mümkün değil gibi görünmektedir. Doğumumuzdan
itibaren içinde şekillendirildiğimiz kültürel alanlar bedenlerimiz üzerinde
tahakküm kurarak daha çok eril iktidarın kullanım alanına sunarlar. Bu durumda
“toplumsal cinsiyet, cinsiyeti olan bir bedene zorla kabul ettirilmiş bir
kategoridir”(Scott, 1988) diyebiliriz.
Tüm dünyada 1960’lar emeğin,
sınıfın, sömürünün tartışıldığı ve aynı zamanda ilk kez kuramsal anlamda
“kadınlığın” ve “erkekliğin” de sorgulandığı yıllardı. Bu dönemde görünürlük
kazanan feminist hareketler toplumsal cinsiyet rollerinin tartışılacağı bir
ortam yaratmayı başardılar. Artık cinsiyetin “doğulan” değil “olunan” bir
mefhum olduğu ve toplumsal cinsiyet kalıpları içerisinde “kadın” ve “erkek”
olarak “yaratıldığımız” konuşulup tartışılmaktaydı. Bu tartışmalarda toplumsal
cinsiyet kavramıyla uzun yıllar aslında kastedilen,eril iktidar kalıpları
içerisinde kimlik eriyişine giden, “kadın”dı. Daha sonra toplumsal iktidar
örüntüleri irdelendikçe aslında toplumsal cinsiyet bağlamında üzerinde hakimiyet kurulan yalnızca dişil bedenler
değil buna eril iktidar altında ezilen erkeklerin de dahil edilebileceği,
erkekliğin de aslında bir kurgudan ya da inşadan ibaret olduğu ve geçmişten
günümüze hakimiyetini kuran ataerki/patriyarki(biyolojik indirgemeci, tarih
dışı, homojen, tekçi erkek egemenliği)(Sancar,2009: 24) içinde erkeğin de
kurgulanan bir bedensel performans olduğu tartışılageldi.
Biz de bu çalışma bağlamında ataerkil
düzen içerisinde icra edilen “erkekliğin” ne olduğunu, nasıl hakimiyet alanını
genişlettiğini, toplumsal iş bölümlerini nasıl şekillendirdiğini ve kendisini
hangi alanlarda hangi araçlarla ve ne tür bir dille(söylemle) var ettiğini
“Çoğunluk” filmi üzerinden tartışacağız. Film bağlamında ataerkinin söylemde
kendini tekrar tekrar var ettiği
militarizm, milliyetçilik ve hegemonik erkekliğe de “erkeklik inşa”
araçları olarak değineceğiz.
Babadan
Oğula Erkeklik ve Hegemonik Erkeklik
Erkeklik
denen toplumsal konumun iktidar analizi penceresinden bakmadan anlaşılması çok
güçtür. Simone de Beauvoir ikinci cins(1949)
adlı eserinde “ erkekliğin kendi cinsiyetinden bahsetmeyip sürekli başkaların-kadınların,çocukların,yabancıların,
eşcinsellerin, siyahların, düşmanların, hainlerin vb- cinsiyet özelliklerinden
bahsederek kurulan bir iktidar konumu
olduğunu söylemişti.”(Beauvoir’den akt; Sancar, 2009:16) Tıpkı kadının kurgusal
konumu gibi erkek de toplumsal ilişkilerde konumlandırılmıştır. Fakat erkeklik
daha çok iktidar araçlarını eline alarak kendi konumunu merkezileştirmiştir.
Odabaş’a (2013) göre; kadınlık gibi erkeklik de bedensel algılar, cinsel
yönelimler,dilsel, eylemsel, sınıfsal yatkınlıklar ve yaşam biçimleri ile
üretilen ve icra edilen bir kurumdur. Bir başka anlatımla, erkeklik(ler),
ataerkil düzenin ürettiği , tasdik ve itiraz ettiği hükümler, eylemler
eşliğinde yatakta, ailede,işte, orduda, siyasette, oyunda, sporda, siber
mekanda ya da internette yaşatılması gereken bir bedensellik-cinsiyet pratiği
ve habitusudur.(Odabaş,2013: 209) Bu durum yalnızca erkekler arası dayanışma
bağları ile örülmez, erkeklikler kendi içerisinde başka erkekliklerin de farklı
alanlarda ilerlemesine ya da tahakküm altına alınmasına neden olabilir.
Bahsettiğimiz durum salt eril bedendeki canlının yalnızca kendi habitusunun
çıkarları üzerine kurulu bir inşa düzeninden farklıdır. Kendi içinde
bütünsellik taşımayan, farklı iktidar edimleri geliştiren parçalı bir yapıdır
erkeklik.
Connell’a(1998) göre toplumsal cinsiyet bir nesne olmaktan çok bir
süreçtir. Burada belirleyici olan ataerkil sistemdir. Ataerkilliğe göre,
erkekler, doğal olarak daha akılcı ve güçlüdürler; yönetmek ve egemen olmak
için yaratılmışlardır. Erkekler sosyalleşme sürecinde erkeklik figürlerini
öğrenirler ve ataerkil sistem içinde yer alırlar(Connel,1998:191) Bir kurgu
olan erkek aslında sadece tahakkümünü kadın üzerinde göstermez başka erkekler
üzerinde de erkekliğini ya da gücünü gösterir. 1980’lerde gelişen ve Connel’ın
da tanımlamasını yaptığı hegemonik
erkeklik bahsettiğimiz bu parçalı erkek yapılarını tanımlamaktaydı.
Connell(1998);” hegemonik erkeklik kavramı, erkekliğin hem kadınlarla hem de
ikincil konuma itilmiş erkeklik biçimleriyle ilişkili olarak inşa edildiği
gerçeği üzerine kurulur. Hegemonik erkeklik,bir kültürde ya da bir yapıda
genellikle farklı erkeklik biçimlerinin bir arada ve birbirlerine alternatif
yaşam biçimleri olmasından öte, karşılıklı hiyerarşi ve mücadele gibi ilişkiler
içerisinde varlık göstermesidir.(Connell’dan akt; Erkılıç, 1998:142) Connell’ın
da aktardığı üzere bu erkeklik biçimleri arasında bir tahakküm ilişkisi söz
konusudur. Biri diğeri üzerinde baskınlık kurar. Bu her zaman fiziksel ya da
sert bir baskınlık olmayabilir ve biraz da (Connell’ın Gramchi’den aldığı) rıza gerektirir. Hegemonik erkeklik
ötekileştirdiklerini ortadan kaldırma anlamı içermemektedir.(Connell,1998:142)
Hegemonik erkeklik hegemonleşebilmesi, etkileyebilmesi, cazip görünmesi için iktidara,
güce, kuvvete muhtaçtır…(Özbay, 2012:190-191)
Hegemonik erkeklik belli tahakküm alanları içerisinde var olur ve dilde
kodlanır. Kadın-erkek rollerinde kendisini tayin edici güç olarak konumlandırır
ve “diğer erkeklik kimlikleri üzerinde baskı uygular ve onlara nasıl erkek
olunması gerektiğini anlatır.”(Whitehead’dan akt, Erkılıç: 2011: 233) Erkılıç’a
göre” hegemonik erkeklik her ataerkil
toplum tarafından, kendi kültürüne göre yaratılır ve kurumsallaştırılır.
Kültürel bir yaratım olarak hegemonik erkeklik, iktidarı tanımlayan
heteroseksüel bir kurgudur. Hegemonik erkekliğin sunduğu rol kalıpları belli
varsayımlara dayanır. Erkek ve kadın doğuştan farklıdır. Gerçek erkek, kadına
ve erkeklik modellerine uygun yaşamayan erkeklere karşı
üstündür.”(Erkılıç,2011: 133) Hegemonik erkekliğin izini toplumsal yaşamın
neredeyse her anında gözlemleyebiliriz. Ailede, sokakta, okulda, işte, devlet
kurumlarında,erkek cemaatlerinde vs. bu yapıların içinde her zaman varlıklarını
somut olarak hissedemeyebiliriz ama çeşitli kalıp ve kategorilerle hegemonik
erkekliğin fark ettirilmeden idealleştirildiğini görebiliriz.
Toplumsal cinsiyet bağlamında erkekliğin de kadınlık gibi kurgusal ve
üretim sonucu oluştuğunu söyledik. Bu oluşuma katkıda bulunan belli başlı
toplumsal cinsiyet inşa alanlarına değinmekte fayda var. Eril tahakkümün
ağırlığını hissettirdiği militarist söylem ve milliyetçilik inceleyeceğimiz
film kapsamında-birer cinsiyet rolü üreticileri oldukları için- ayrıca
değineceğimiz iki alan olacaktır. Öncelikle toplumsal cinsiyetin ev içerisinde
ilk üretim sürecinden geçtiğini söyleyebiliriz. Cinsiyet rolleri bağlamında her
ne kadar kadın daha çok eve hapsedilmiş olsa bile ev de eril iktidarın baskın
olduğu alanlardan biridir. Patriyarkanın müşterek taşıyıcısı “baba” evi de
tahakküm altına alır. Ev içerisinde babanın baskınlığıyla cinsiyet rolleri
örülmüş olur. Connell(1998)”kocaların iktidarı aile içinde ortaya çıkıyor, ama
kesinlikle yalnızca burada temellenmiyor” (Connell,1998: 171). Connell’ın da
belirttiği gibi erkeğin iktidarı aile dışında devlet ,sokak vs gibi alanlarda
da hissedilmektedir.
Devlet personelleri son derece görünür hatta dikkat çekici biçimlerde
cinsiyet temelinde bölünmektedir. Devlet seçkinleri, birkaç istisna dışında,
erkeklerden oluşur. Devlet erkekleri silahlandırır, kadınları ise
silahsızlandırır.(Connell, 1998: 173) Connell’ın bu açıklamasına tabi ki de
istisnai örnekler gösterebiliriz. Fakat tümden reddetmek mümkün değil. Eril
iktidarın baskın olduğu bu mecra erkeklik değerlerini vatan çıkarlarıyla
örtüştürmeye her daim çalışmıştır. Bu yüzden milliyetçi söylem daha çok eril
cinsin başvurduğu durumlardır.
Sokak insanlar için bazen toplumsal ilişkilerin yoğunlaştığı ve
sınırları olabilen mecralardır. Ama bu her zaman cinsiyet eşitliğine dayalı bir
yoğunlaşmayla gerçekleşmez. Sokaklar da genelde eril cinsiyetin tahakkümü
altındadır. Dişil cinsiyeti diğer kurumlarda görünmez kılınmaya sebebiyet veren
eril cinsiyet, sokakları da ancak erkeklerin, erkekliklerini tekrar tekrar var
edecekleri alanlar olarak belirler. En nihayetinde sokaklar kurum değildir ama
yine de belli güç dengelerinin(cinsiyetler arası) sağlandığı kesitlerdir.
Militarizm,
Milliyetçilik ve Erkeklik: Her Türk Asker Doğar!
Askerliği modern
toplumların tek cinsiyete dayalı en önemli kurumu olan ulusal ordularda, genç
yaşta bütün erkeklerin zorunlu olarak güvenlik hizmeti yaptığı en temel
erkeklik pratiklerinden biri olarak tanımlayabiliriz.(Sancar, 2009: 153)
Toplumsal güvenlik meselesi kamusal bir mesele olarak hem dişil hem de eril
cinsiyeti ilgilendirdiği halde bu alanda yalnızca eril cinsiyet hakimdir. Bu
durum militarizmin erkeklik inşasındaki önemini vurgular niteliktedir.
“Askerlik yapmanın vatandaşlık koşulu olması ve siyasal cemaatin yetkin üyesi
olarak katılmaya hak kazanmayı gösteren sembolik öneminin yanı sıra, modern
hegemonik erkekliğin inşasında belirleyici bir yere sahiptir.”(Sancar, 2009:
153) Güvenlik gereksinimleri adı altında militarizmin yeni bir tür eril iktidar
yarattığı kuşkusuz tartışılmaz bir konu. Genç erkekler kışlalara toplanır,
talim- terbiye rutinleri yapılır ve birer sert, güçlü, dayanıklı ve öldürücü
“erkeğe” dönüştürülürler. İktidara ve devlete itaatkar olmaları öğretilmesinin
yanında savaşçı özellikler kazandırılarak dişil cinsiyeti koruma görevi adı
altında eril tahakkümlerini ispatlama fırsatı verilir. Bütün bunların yanında
kadınsılık ve heteroseksüellik dışındaki cinsel yönelimler dışlanır. Kadın
bedeni güçlü erkek fiziği oluşumunda olumsuz örnek olarak resmedilir.
Günümüzde bazı uluslar( ABD, Kanada, bazı Batı Avrupa ülkeleri) zorunlu
askerliği kaldırmış olsalar bile bunun yerine profesyonel ordulara geçiş
yapmışlardır. Bu durum askeri kurumlarda var olan cinsiyet eşitsizliğini
gidermek bir yere dursun yeni bir tür” profesyonel erkek(Sancar,2009) miti inşa
etmektedir. Aslında “profesyonel hegemonik erkeklik” diyebileceğimiz özel
donanımlı “erkek” yaratılmıştır. Savaşı ve öldürmeyi, profesyonelce düzenlenmiş
bir oyun gibi gören bu erkeklik tipi, yeni bir “kurtarıcı” unvanını üstlenmeye
çalışmaktadır.
Modernizm sonrası oluşan ulus devletin dayanaklarından biri olan
milliyetçilik de erkeklik inşasında önemli olgulardan bir diğeridir.
Sancar’a(2009:156) göre; “militarizm ve
hegemonik erkeklik değerlerinin birbirini besleyerek var olması
militarist milliyetçilik tarafından beslenen söylemler ile gerçekleşiyor.
Milliyetçiliğin cinsiyetlendirilmiş söylemi, yurtsever erkeklik,
milliyetçiliğin ikonu olarak yükseltilmiş annelik imgeleri, bir aileye benzeyen
ulusun koruyucusu olan erkeği ve
erkeğin koruduğu hane /yuvanın bekçisi olan kadını tanımlıyor.”
Günümüzde eskisi kadar rağbet görmese de “her Türk asker doğar” sloganı
özellikle Türkiye’de 90’lı yıllarda seslerini yükselten kimi muhalif gruplara
karşı milli birlik çağrısı yapmaktaydı. Burada etnik kimlik ve militarizmin
kutsanmasıyla erkeklik vurgusu çok paralellik göstermektedir. Bu söylemle
aslında militarizmin her türlü şiddeti meşru kılınmaya çalışılırdı ya da
görünmez olması sağlanırdı. İdeal erkeklik arayışlarında resmi ideolojinin
çabaları dönemsel farklılıklar gösterse de söz konusu militarizm ve erkeklik
ilişkisi olduğunda aslında günümüze kadar çok fazla şeyin değiştiğini söylemek
mümkün değil. Şimdi de bu ele aldığımız olguların film içerisinde nasıl ele
alındığına, işlendiğine bakalım. Kuşkusuz film toplumsal cinsiyet
eşitsizliklerine “karşı” bir konumda durmaktadır. Kalıplaşmış,
kategorikleştirilmiş ve sorgulanmayı gerektiren konular hakkında film tam da “
çoğunluk” haline eleştirilerde bulunmaktadır.
Çoğunluk
Yazan , yöneten: Seren
Yüce
Yapımcı: Önder Çakar,
Sevil Demirci
Yapım yılı: 2010/ ülke:
Türkiye, süre: 111 dakika, dil: Türkçe
Oyuncular : Bartu
Küçükçağlayan(Mertkan), Settar Tanrıöğen(Kemal/baba), Esme Madra(Gül), Nihal Koldaş(
anne), Taksici(Erkan Can)
Çoğunluk, “çoğunluk” söyleminin film içerisinde, nasıl kurulduğunu,
söylemiyle “öteki” olanları nasıl dışladığını, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin kamusal alanda,evde, sokakta nasıl
yaratıldığını ve en önemlisi-ki bizi de en çok bu ilgilendiriyor- erkek egemen
söylemin ve erkekliğin nasıl inşa edildiğini orta sınıf, Türk, milliyetçi,
muhafazakar bir aile üzerinden ele almaktadır. Filmin odağında müteahhit, iş
bitirici, muhafazakar ve otoriter erkekliğiyle ön planda olan Kemal/baba(Settar
Tanrıöğen) ve pasif, itaatkar henüz tam “erkek” olamamış olan Mertkan/Kemal’in
oğlu(Bartu Küçükçağlayan) yer alır. Film aynı zamanda sınıfsal ve etnik
eşitsizlikleri de irdeler. Filmin dert edindiği çoğunluk, kendini eril otoriteyle,
milliyetçi-muhafazakar dünya görüşü ve faşizan söylemler üzerinden tanımlayan
üst orta sınıfı, yani Türkiye’deki hakim egemen ideolojiyi imliyor.(Baskın,
2010) Aslında film boyunca belki de daha
çok ön planda olan da odur. Fakat film “erkekliği”de sorgulayıcı bir noktada
durduğu için biz bu perspektifi ağırlıklı olarak kullanacağız.
Film, sabah sporu yaparken otoriter babanın peşinden istemeden de olsa
koşan Mertkan’ın kan ter içinde kaldığı bir epilogla başlar. Filmin başında verilen
bu epilog filmin gelişme bölümünde de aslında Mertkan’la ilgili pek bir şeyin
değişmediğini, değişmeyeceğini ya da Mertkan’ın bir değişime hazır olup
olmadığını yer yer görürüz. Her yere babasının arkasından giren, pasif
itaatkar, babasının sözünden çıkamayan Mertkan’ın hayatı aslında babasının
kendisine çizdiği sınırlarla çevrilidir. Keza “erkekliği” de öyledir. Bunu da
ya babasından ya da babasının dostlarından öğrenecektir. Suni Müslüman-Türk üst
kimliğine mensup”vatanı ve çocukları için hep daha fazla çalışan “ bir babanın”
erkek” evladı, ataerkil düzenin güvencesi”(Baskın, 2010). Olan Mertkan,
hegemonik “erkeklik”lerin öğretileriyle sınıfına, kimliğine ve en önemlisi
babasının beğenilerine boyun eğmek ya da itaat etmek zorundadır. Birlikte
olduğu kız arkadaşı babasının kriterlerine uymadığı için uzak durulması
gerekenlerdendir. Çünkü “Kürt, vatanı bölme derdinde olan, ve herkese zarar
veren”lerdendir. Filmde, ulusal ortak
aidiyetler ekseninde milliyetçilik ve erkeklik paralelliği de vurgulanır.
Babanın varlığı ve tavrı, çoğunluğun ruhunu oluşturur. Mertkan, evde
özellikle babanın otoritesi altındadır. Baba evde kural koyucudur ve bu
kurallara uyulmak zorundadır. Babanın evdeki otoritesi, sert tutumu, sunduğu
aile babası erkek profiliyle Mertkan’a bir “erkek” modeli sunar. Bu yalnızca ev
içerisinde şekillenen bir durum değil, baba Mertkan’ı erkek mekanlarına
götürerek başka rol modeller sunarak “erkeklik” yolunda geçmesi gerektiği
aşamaları hatırlatır. Kimi zaman bu yalnızca erkeklerin olduğu bir sauna olur,
kimi zaman babasının arkasında saf tuttuğu cami olur, kimi zaman da “askerlik
yapmadan erkek olunmaz” demeye getiren, babasının arkadaşı, Necmi’nin dükkanı
olur. Baba Mertkan’a “erkekliği” egemen erkek ideolojisini,
milliyetçi-muhafazakar bir dünya görüşünü öğretir.(Erkılıç,2011: 237). Mertkan,
babanın bu istemlerine karşı koyamaz, kayıtsız şartsız kabul eder. Az da olsa
karşı koyduğunda “terbiyesiz herif” olmakla itham edilir baba tarafından. Tüm
bunlar babanın oluşturduğu ve diğer sessiz yığınların ortaklık ettiği hegemonik
erkeklik altında şekillenen inşalardır. Sancar’a (2009) göre” kadınlar
onaylamadan hegemonik erkeklik oluşamaz.” Evde erkeklerin soğuk ve vicdansız
dünyaları içerisinde hala vicdan sahibi olarak görebileceğimiz sadece “anne”
vardır. Temizlikçileri olan Şükran’ın ölüm haberi karşısında bile baba ve
Mertkan’ın tutumları soğuk ve ilgisizlik doludur. Bu durumdan yakınan anne”
nasıl bu kadar duygusuz yetiştirdim sizi, nasıl bu kadar duygusuz adamların
arasına düştüm” diye sayıklanır. Fakat aynı anne, babanın Gül’ü istemeyişini,
Mertkan’a’ vardır babanın bir bildiği” diyerek babanın hegemonyasını pekiştirir
ya da kabullenir.
Mertkan’ın erkeklik inşası yalnızca aynı sınıftan olduğu erkeklerin ona
öğrettikleriyle gerçekleşmez. Aynı zamanda kendi sınıfından olmayan, daha alt sosyo-ekonomik
gruptan erkekler üzerindeki iktidarı ona erkeklik rolünü kazandıracak başka bir
niteliktir. Nitekim babasının “ senin
gibi olanlarla, ailemize yakışan insanlarla takılman gerekir” demesi onun,
tercihlerinde kısıtlamaya gitmesine neden olmaktadır. Erkekliğini
ispatlayabilmesi için babası onu Gebze’ye(sürgüne) inşaat denetimine
gönderdiğinde, sahip olduğu iktidarı,
onun sınıfından olmayan Kürt ameleler ya da ikincil erkeklikler üzerinde kurar.
İşten anlamadığı halde yapılan işi beğenmez, bu durumu izah etmeye çalışan
ameleyi azarlar, işçilerden sorumlu olan İrfan’a “ ameleyse ameleliğini
bilecek” demesi ileride dahil olması gerekeceği”çoğunluk” kapısının
anahtarlarından biridir.
Mertkan karakteri üzerinden, erkek olmanın temel taşlarından biri olan
“erkekler arası cinsel övünme” her ne kadar şablon bir görüntü çizse de bu su
götürmez bir gerçek. Mertkan, hamamda Necmi’nin omuzlarına masaj yaparken yeterince
“erkeksi” davranamadığı için azar işitir. Necmi’nin “sık ulan Allahsız, sen
nasıl vatanı koruyacaksın” demesi militarist söylemle ne tür bir erkeklik
inşası gerçekleştirildiğini vurgulamaktadır. Filmde çok sık rastladığımız,
Necmi’nin Mertkan’a “ne zaman askere gidiyorsun” diye sık sık yüklenmesi de
erkeklik ve militarizm ilişkisi için bir örnektir. Öte taraftan Necmi’nin Kemal’e “ bu karı-kızla
mı takılıyor?” deyişine, Kemal:” yok be o da yok” diyerek aslında henüz bir
cinsel hayatı ya da kız arkadaşı olmayan Mertkan’ın erkek olmaktan korktuğunu
ima eder. Bunun üzerine Necmi’nin “ bir ara dükkana uğra” demesi Mertkan için
“nasıl erkek olunur”un seanslarından biri daha başlamış olur. Bunu
içselleştiren Mertkan, sosyal çevresine(birkaç erkekten oluşan bir grup)
erkekliğini ispatlamak için” o Çingene dediğiniz karı var ya , ben ona çaktım “
der, ve arkadaşlarından da gerekli erkeklik onayını almış olur. Buradan
hareketle Bülbül(2014)”Erkeğin erkekliğini kanıtlama yollarından biri de karşı
cinsle olan birlikteliğidir…kadın üzerinde iktidarını kanıtlayamayan, yani
cinsel ilişkide başarısız olan-eril tanıma göre- erkek için kullanılan terim
iktidarsız”dır.( Bülbül,2014 : 9). Sancar’a göre ise:
“kadın
bedenini ve özellikle de cinselliğini denetleme ve erkek cinselliğini, heteroseksüel sınırlar içinde,
kadınlar üzerindeki erkek egemenliğini pekiştirici olduğu oranda serbest
bırakmaya dayalı asimetrik bir cinsellik anlayışıdır bu. Erkeklik, bir anlamda
her kadınla cinsel ilişkiye girmeye hazır olacak kadar duygusuz olmayı
gerektirir. Hegemonik erkeklik değerlerini yeniden üretecek bu tür erkek
cinselliği, öte yandan, erkekler arasında mahremiyetin olmadığı bir bağlamda,
cinsel performans gücüne göre şekillenen bir övünme ve teşhir dolayımı ile
oluşan erkekler arası hiyerarşilerin de önemli bir yaratıcısıdır. Bu tür
cinsellik deneyimlerini yetişkin
erkeklerin nezaretinde “abi”lerden öğrenen
genç erkeklerin benimsediği
cinsel ahlak normları, egemen erkeklik kurgusunun stratejik
öğeleridir”(Sancar’dan akt;Bülbül,2009:196)
Sonuç
Toplumsal cinsiyet bağlamında “erkeklik” sorunsallaştırılarak,
kadın-erkek rolleri artık yeni mecralarda tartışılmaktadır. Sinema bu
mecralarda belki de bu sorunsallığı en çok görünür kılabilecek alanlardan
biridir. 1980’lerden bu yana artık egemen eril iktidarın dayattığı cinsiyet kategorilerine karşı
duruşta sinemanın ve duyarlı sinemacıların çabaları elbette göz ardı edilemez.
Fakat eril tahakküm biçimleri de bu “karşı duruşa” karşı yeni kılıflara
bürünmektedir. İlk feminist çalışmalarda
eril iktidarın dişil cinsiyet üzerinde yarattığı tahakküm söz konusuyken
ilerleyen zamanlarda bu tahakküm grubuna aslında başka erkekliklerin de
girebileceği yaygınlık kazandı. Eril iktidarın, ataerkinin yalnızca kadın
bedenini şekillendirmediği aynı zamanda erkek bedeni erkeklik üzerinde de bir
inşaya giriştiği kabul edilmekteydi. İncelediğimiz “Çoğunluk” filmi de bu sorunsallığı dert edinerek hegemonik erkeklik
mefhumu ve ikincilleştirilen erkeklere değinmektedir.
Sonuç olarak, Bülbül’ün dediği gibi;(2014:15) “erkek kimliğiyle ilgili
tanımların sorgulanması, ataerkil düzenin erkeklere biçtiği rollerin kökeniyle
ilgili araştırmalar yapılması ve erkeklik tanımlarının güç, iktidar, iş bölümü
gibi yapılarla ilişkilendirilmeden yeniden üretilmesi, kadın-erkek arasında
daha eşitlikçi bir ilişkinin kurulmasını kolaylaştıracak, eril söylemin erkek
üzerindeki baskısını da azaltacaktır”
Kaynakça
Bülbül,
H.
(2014) Erkek Kimliğinin Oluşumundaki
Faktörler: Emek, İktidar, Arzu. Toplumsal
Cinsiyet ve Medya, içinde(ss. 1-16), Hazırlayanlar( Bermal Aydın, Huriye Kuruoğlu), Detay Yayınları: Ankara
Erkılıç,
H.
(2011) Türk Sinemasında Hegemonik
Erkek(lik): Kahramandan Anti- Kahramana
Erkeklik Temsil(ler)i. Medyada Hegemonik Erkek(lik) ve Temsil içinde(ss,
231-242)( Hazırlayan: İlker Erdoğan)
Kalkedon Yayınları: İstanbul
Özbay,
C.
(2013) Türkiye’de Hegemonik Erkekliği
Aramak. Doğu-Batı Düşünce Dergisi, (sayı 63, kasım-aralık-ocak-2012-2013)(ss.185-204)
içinde. Doğu-Batı Yayınları: Ankara
Odabaş,
S. (2013) İnternette Erkeklik, Cinsel
Sağlık Politikası ve Ticareti. Doğu-Batı Düşünce Dergisi(sayı 63,
kasım-aralık-ocak-2012-2013),(ss.205-224) içinde. Doğu-Batı Yayınları: Ankara
Boratav,
K.(2012)
Çoğunluk Filminde Sınıf Analizi.
Yeni Film Sinema Dergisi(temmuz-ekim 2012 sayısı) içinde (ss.119-121) İstanbul
Baskın,
Ç.
(2010) Çoğunluk Sorunu. Altyazı
Aylık Sinema Dergisi( kasım 2010 sayısı) içinde (ss. 86-87). İstanbul
Sancar,
S.
(2009) Erkeklik: İmkansız İktidar.
Metis Yayınları: İstanbul
Connell,
R. W. (1998)
Toplumsal Cinsiyet ve İktidar: Ayrıntı Yayınları: İstanbul
[1]
Mersin Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Radyo-Televizyon ve Sinema , Yüksek Lisans Öğrencisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder