16 Aralık 2015 Çarşamba

TOPLUMSAL CİNSİYET BAĞLAMINDA “ÇOĞUNLUK” FİLMİNİN İNCELENMESİ: ERKEKLİK  İNŞASI
Şivan Benek[1]

Toplumsal cinsiyet; insanların eril ve dişil olarak, üremeye dayalı bölünmesi kapsamında veya bu bölünmeyle bağlantılı olarak örgütlenmiş pratik anlamına gelir.(Connel, 1998: 190). Scott’a (1988) göre ise “ toplumsal cinsiyet, kadınlar ve erkeklere ilişkin uygun rollerin tamamen toplumsal olarak üretildiğini ifade eden kültürel inşalara işaret etmenin bir yoludur.”  Eril ve dişil bedenlerin toplumsal yaşamda gelişimleri göz önüne alındığında bu tanımlamalara katılmamak pek mümkün değil gibi görünmektedir. Doğumumuzdan itibaren içinde şekillendirildiğimiz kültürel alanlar bedenlerimiz üzerinde tahakküm kurarak daha çok eril iktidarın kullanım alanına sunarlar. Bu durumda “toplumsal cinsiyet, cinsiyeti olan bir bedene zorla kabul ettirilmiş bir kategoridir”(Scott, 1988) diyebiliriz.
Tüm dünyada 1960’lar emeğin, sınıfın, sömürünün tartışıldığı ve aynı zamanda ilk kez kuramsal anlamda “kadınlığın” ve “erkekliğin” de sorgulandığı yıllardı. Bu dönemde görünürlük kazanan feminist hareketler toplumsal cinsiyet rollerinin tartışılacağı bir ortam yaratmayı başardılar. Artık cinsiyetin “doğulan” değil “olunan” bir mefhum olduğu ve toplumsal cinsiyet kalıpları içerisinde “kadın” ve “erkek” olarak “yaratıldığımız” konuşulup tartışılmaktaydı. Bu tartışmalarda toplumsal cinsiyet kavramıyla uzun yıllar aslında kastedilen,eril iktidar kalıpları içerisinde kimlik eriyişine giden, “kadın”dı. Daha sonra toplumsal iktidar örüntüleri irdelendikçe aslında toplumsal cinsiyet bağlamında  üzerinde hakimiyet kurulan yalnızca dişil bedenler değil buna eril iktidar altında ezilen erkeklerin de dahil edilebileceği, erkekliğin de aslında bir kurgudan ya da inşadan ibaret olduğu ve geçmişten günümüze hakimiyetini kuran ataerki/patriyarki(biyolojik indirgemeci, tarih dışı, homojen, tekçi erkek egemenliği)(Sancar,2009: 24) içinde erkeğin de kurgulanan bir bedensel performans olduğu tartışılageldi.
Biz de bu çalışma bağlamında ataerkil düzen içerisinde icra edilen “erkekliğin” ne olduğunu, nasıl hakimiyet alanını genişlettiğini, toplumsal iş bölümlerini nasıl şekillendirdiğini ve kendisini hangi alanlarda hangi araçlarla ve ne tür bir dille(söylemle) var ettiğini “Çoğunluk” filmi üzerinden tartışacağız. Film bağlamında ataerkinin söylemde kendini tekrar tekrar var ettiği  militarizm, milliyetçilik ve hegemonik erkekliğe de “erkeklik inşa” araçları olarak değineceğiz.

                          Babadan Oğula Erkeklik ve Hegemonik Erkeklik

             Erkeklik denen toplumsal konumun iktidar analizi penceresinden bakmadan anlaşılması çok güçtür. Simone de Beauvoir ikinci cins(1949) adlı eserinde “ erkekliğin kendi cinsiyetinden bahsetmeyip sürekli başkaların-kadınların,çocukların,yabancıların, eşcinsellerin, siyahların, düşmanların, hainlerin vb- cinsiyet özelliklerinden bahsederek  kurulan bir iktidar konumu olduğunu söylemişti.”(Beauvoir’den akt; Sancar, 2009:16) Tıpkı kadının kurgusal konumu gibi erkek de toplumsal ilişkilerde konumlandırılmıştır. Fakat erkeklik daha çok iktidar araçlarını eline alarak kendi konumunu merkezileştirmiştir. Odabaş’a (2013) göre; kadınlık gibi erkeklik de bedensel algılar, cinsel yönelimler,dilsel, eylemsel, sınıfsal yatkınlıklar ve yaşam biçimleri ile üretilen ve icra edilen bir kurumdur. Bir başka anlatımla, erkeklik(ler), ataerkil düzenin ürettiği , tasdik ve itiraz ettiği hükümler, eylemler eşliğinde yatakta, ailede,işte, orduda, siyasette, oyunda, sporda, siber mekanda ya da internette yaşatılması gereken bir bedensellik-cinsiyet pratiği ve habitusudur.(Odabaş,2013: 209) Bu durum yalnızca erkekler arası dayanışma bağları ile örülmez, erkeklikler kendi içerisinde başka erkekliklerin de farklı alanlarda ilerlemesine ya da tahakküm altına alınmasına neden olabilir. Bahsettiğimiz durum salt eril bedendeki canlının yalnızca kendi habitusunun çıkarları üzerine kurulu bir inşa düzeninden farklıdır. Kendi içinde bütünsellik taşımayan, farklı iktidar edimleri geliştiren parçalı bir yapıdır erkeklik.
                Connell’a(1998) göre toplumsal cinsiyet bir nesne olmaktan çok bir süreçtir. Burada belirleyici olan ataerkil sistemdir. Ataerkilliğe göre, erkekler, doğal olarak daha akılcı ve güçlüdürler; yönetmek ve egemen olmak için yaratılmışlardır. Erkekler sosyalleşme sürecinde erkeklik figürlerini öğrenirler ve ataerkil sistem içinde yer alırlar(Connel,1998:191) Bir kurgu olan erkek aslında sadece tahakkümünü kadın üzerinde göstermez başka erkekler üzerinde de erkekliğini ya da gücünü gösterir. 1980’lerde gelişen ve Connel’ın da tanımlamasını yaptığı hegemonik erkeklik bahsettiğimiz bu parçalı erkek yapılarını tanımlamaktaydı. Connell(1998);” hegemonik erkeklik kavramı, erkekliğin hem kadınlarla hem de ikincil konuma itilmiş erkeklik biçimleriyle ilişkili olarak inşa edildiği gerçeği üzerine kurulur. Hegemonik erkeklik,bir kültürde ya da bir yapıda genellikle farklı erkeklik biçimlerinin bir arada ve birbirlerine alternatif yaşam biçimleri olmasından öte, karşılıklı hiyerarşi ve mücadele gibi ilişkiler içerisinde varlık göstermesidir.(Connell’dan akt; Erkılıç, 1998:142) Connell’ın da aktardığı üzere bu erkeklik biçimleri arasında bir tahakküm ilişkisi söz konusudur. Biri diğeri üzerinde baskınlık kurar. Bu her zaman fiziksel ya da sert bir baskınlık olmayabilir ve biraz da (Connell’ın Gramchi’den aldığı) rıza gerektirir. Hegemonik erkeklik ötekileştirdiklerini ortadan kaldırma anlamı içermemektedir.(Connell,1998:142) Hegemonik erkeklik hegemonleşebilmesi, etkileyebilmesi, cazip görünmesi için iktidara, güce, kuvvete muhtaçtır…(Özbay, 2012:190-191)
                    
               Hegemonik erkeklik belli tahakküm alanları içerisinde var olur ve dilde kodlanır. Kadın-erkek rollerinde kendisini tayin edici güç olarak konumlandırır ve “diğer erkeklik kimlikleri üzerinde baskı uygular ve onlara nasıl erkek olunması gerektiğini anlatır.”(Whitehead’dan akt, Erkılıç: 2011: 233) Erkılıç’a göre”  hegemonik erkeklik her ataerkil toplum tarafından, kendi kültürüne göre yaratılır ve kurumsallaştırılır. Kültürel bir yaratım olarak hegemonik erkeklik, iktidarı tanımlayan heteroseksüel bir kurgudur. Hegemonik erkekliğin sunduğu rol kalıpları belli varsayımlara dayanır. Erkek ve kadın doğuştan farklıdır. Gerçek erkek, kadına ve erkeklik modellerine uygun yaşamayan erkeklere karşı üstündür.”(Erkılıç,2011: 133) Hegemonik erkekliğin izini toplumsal yaşamın neredeyse her anında gözlemleyebiliriz. Ailede, sokakta, okulda, işte, devlet kurumlarında,erkek cemaatlerinde vs. bu yapıların içinde her zaman varlıklarını somut olarak hissedemeyebiliriz ama çeşitli kalıp ve kategorilerle hegemonik erkekliğin fark ettirilmeden  idealleştirildiğini görebiliriz.
             Toplumsal cinsiyet bağlamında erkekliğin de kadınlık gibi kurgusal ve üretim sonucu oluştuğunu söyledik. Bu oluşuma katkıda bulunan belli başlı toplumsal cinsiyet inşa alanlarına değinmekte fayda var. Eril tahakkümün ağırlığını hissettirdiği militarist söylem ve milliyetçilik inceleyeceğimiz film kapsamında-birer cinsiyet rolü üreticileri oldukları için- ayrıca değineceğimiz iki alan olacaktır. Öncelikle toplumsal cinsiyetin ev içerisinde ilk üretim sürecinden geçtiğini söyleyebiliriz. Cinsiyet rolleri bağlamında her ne kadar kadın daha çok eve hapsedilmiş olsa bile ev de eril iktidarın baskın olduğu alanlardan biridir. Patriyarkanın müşterek taşıyıcısı “baba” evi de tahakküm altına alır. Ev içerisinde babanın baskınlığıyla cinsiyet rolleri örülmüş olur. Connell(1998)”kocaların iktidarı aile içinde ortaya çıkıyor, ama kesinlikle yalnızca burada temellenmiyor” (Connell,1998: 171). Connell’ın da belirttiği gibi erkeğin iktidarı aile dışında devlet ,sokak vs gibi alanlarda da hissedilmektedir.
               Devlet personelleri son derece görünür hatta dikkat çekici biçimlerde cinsiyet temelinde bölünmektedir. Devlet seçkinleri, birkaç istisna dışında, erkeklerden oluşur. Devlet erkekleri silahlandırır, kadınları ise silahsızlandırır.(Connell, 1998: 173) Connell’ın bu açıklamasına tabi ki de istisnai örnekler gösterebiliriz. Fakat tümden reddetmek mümkün değil. Eril iktidarın baskın olduğu bu mecra erkeklik değerlerini vatan çıkarlarıyla örtüştürmeye her daim çalışmıştır. Bu yüzden milliyetçi söylem daha çok eril cinsin başvurduğu durumlardır.
                   Sokak insanlar için bazen toplumsal ilişkilerin yoğunlaştığı ve sınırları olabilen mecralardır. Ama bu her zaman cinsiyet eşitliğine dayalı bir yoğunlaşmayla gerçekleşmez. Sokaklar da genelde eril cinsiyetin tahakkümü altındadır. Dişil cinsiyeti diğer kurumlarda görünmez kılınmaya sebebiyet veren eril cinsiyet, sokakları da ancak erkeklerin, erkekliklerini tekrar tekrar var edecekleri alanlar olarak belirler. En nihayetinde sokaklar kurum değildir ama yine de belli güç dengelerinin(cinsiyetler arası) sağlandığı kesitlerdir.


                      Militarizm, Milliyetçilik ve Erkeklik: Her Türk Asker Doğar!
       Askerliği modern toplumların tek cinsiyete dayalı en önemli kurumu olan ulusal ordularda, genç yaşta bütün erkeklerin zorunlu olarak güvenlik hizmeti yaptığı en temel erkeklik pratiklerinden biri olarak tanımlayabiliriz.(Sancar, 2009: 153) Toplumsal güvenlik meselesi kamusal bir mesele olarak hem dişil hem de eril cinsiyeti ilgilendirdiği halde bu alanda yalnızca eril cinsiyet hakimdir. Bu durum militarizmin erkeklik inşasındaki önemini vurgular niteliktedir. “Askerlik yapmanın vatandaşlık koşulu olması ve siyasal cemaatin yetkin üyesi olarak katılmaya hak kazanmayı gösteren sembolik öneminin yanı sıra, modern hegemonik erkekliğin inşasında belirleyici bir yere sahiptir.”(Sancar, 2009: 153) Güvenlik gereksinimleri adı altında militarizmin yeni bir tür eril iktidar yarattığı kuşkusuz tartışılmaz bir konu. Genç erkekler kışlalara toplanır, talim- terbiye rutinleri yapılır ve birer sert, güçlü, dayanıklı ve öldürücü “erkeğe” dönüştürülürler. İktidara ve devlete itaatkar olmaları öğretilmesinin yanında savaşçı özellikler kazandırılarak dişil cinsiyeti koruma görevi adı altında eril tahakkümlerini ispatlama fırsatı verilir. Bütün bunların yanında kadınsılık ve heteroseksüellik dışındaki cinsel yönelimler dışlanır. Kadın bedeni güçlü erkek fiziği oluşumunda olumsuz örnek olarak resmedilir.
            Günümüzde bazı uluslar( ABD, Kanada, bazı Batı Avrupa ülkeleri) zorunlu askerliği kaldırmış olsalar bile bunun yerine profesyonel ordulara geçiş yapmışlardır. Bu durum askeri kurumlarda var olan cinsiyet eşitsizliğini gidermek bir yere dursun yeni bir tür” profesyonel erkek(Sancar,2009) miti inşa etmektedir. Aslında “profesyonel hegemonik erkeklik” diyebileceğimiz özel donanımlı “erkek” yaratılmıştır. Savaşı ve öldürmeyi, profesyonelce düzenlenmiş bir oyun gibi gören bu erkeklik tipi, yeni bir “kurtarıcı” unvanını üstlenmeye çalışmaktadır.
              Modernizm  sonrası oluşan  ulus devletin dayanaklarından biri olan milliyetçilik de erkeklik inşasında önemli olgulardan bir diğeridir. Sancar’a(2009:156) göre; “militarizm ve  hegemonik erkeklik değerlerinin birbirini besleyerek var olması militarist milliyetçilik tarafından beslenen söylemler ile gerçekleşiyor. Milliyetçiliğin cinsiyetlendirilmiş söylemi, yurtsever erkeklik, milliyetçiliğin ikonu olarak yükseltilmiş annelik imgeleri, bir aileye benzeyen ulusun koruyucusu olan erkeği ve erkeğin koruduğu hane /yuvanın bekçisi olan kadını  tanımlıyor.”
            Günümüzde eskisi kadar rağbet görmese de “her Türk asker doğar” sloganı özellikle Türkiye’de 90’lı yıllarda seslerini yükselten kimi muhalif gruplara karşı milli birlik çağrısı yapmaktaydı. Burada etnik kimlik ve militarizmin kutsanmasıyla erkeklik vurgusu çok paralellik göstermektedir. Bu söylemle aslında militarizmin her türlü şiddeti meşru kılınmaya çalışılırdı ya da görünmez olması sağlanırdı. İdeal erkeklik arayışlarında resmi ideolojinin çabaları dönemsel farklılıklar gösterse de söz konusu militarizm ve erkeklik ilişkisi olduğunda aslında günümüze kadar çok fazla şeyin değiştiğini söylemek mümkün değil. Şimdi de bu ele aldığımız olguların film içerisinde nasıl ele alındığına, işlendiğine bakalım. Kuşkusuz film toplumsal cinsiyet eşitsizliklerine “karşı” bir konumda durmaktadır. Kalıplaşmış, kategorikleştirilmiş ve sorgulanmayı gerektiren konular hakkında film tam da “ çoğunluk” haline eleştirilerde bulunmaktadır.

                                              Çoğunluk
Yazan , yöneten: Seren Yüce
Yapımcı: Önder Çakar, Sevil Demirci
Yapım yılı: 2010/ ülke: Türkiye, süre: 111 dakika, dil: Türkçe
Oyuncular : Bartu Küçükçağlayan(Mertkan), Settar Tanrıöğen(Kemal/baba),                 Esme Madra(Gül), Nihal Koldaş( anne), Taksici(Erkan Can)

           Çoğunluk, “çoğunluk” söyleminin film içerisinde, nasıl kurulduğunu, söylemiyle “öteki” olanları nasıl dışladığını, toplumsal cinsiyet  eşitsizliklerinin  kamusal alanda,evde, sokakta nasıl yaratıldığını ve en önemlisi-ki bizi de en çok bu ilgilendiriyor- erkek egemen söylemin ve erkekliğin nasıl inşa edildiğini orta sınıf, Türk, milliyetçi, muhafazakar bir aile üzerinden ele almaktadır. Filmin odağında müteahhit, iş bitirici, muhafazakar ve otoriter erkekliğiyle ön planda olan Kemal/baba(Settar Tanrıöğen) ve pasif, itaatkar henüz tam “erkek” olamamış olan Mertkan/Kemal’in oğlu(Bartu Küçükçağlayan) yer alır. Film aynı zamanda sınıfsal ve etnik eşitsizlikleri de irdeler. Filmin dert edindiği çoğunluk, kendini eril otoriteyle, milliyetçi-muhafazakar dünya görüşü ve faşizan söylemler üzerinden tanımlayan üst orta sınıfı, yani Türkiye’deki hakim egemen ideolojiyi imliyor.(Baskın, 2010)  Aslında film boyunca belki de daha çok ön planda olan da odur. Fakat film “erkekliği”de sorgulayıcı bir noktada durduğu için biz bu perspektifi ağırlıklı olarak kullanacağız.
               Film, sabah sporu yaparken otoriter babanın peşinden istemeden de olsa koşan Mertkan’ın kan ter içinde kaldığı bir epilogla başlar. Filmin başında verilen bu epilog filmin gelişme bölümünde de aslında Mertkan’la ilgili pek bir şeyin değişmediğini, değişmeyeceğini ya da Mertkan’ın bir değişime hazır olup olmadığını yer yer görürüz. Her yere babasının arkasından giren, pasif itaatkar, babasının sözünden çıkamayan Mertkan’ın hayatı aslında babasının kendisine çizdiği sınırlarla çevrilidir. Keza “erkekliği” de öyledir. Bunu da ya babasından ya da babasının dostlarından öğrenecektir. Suni Müslüman-Türk üst kimliğine mensup”vatanı ve çocukları için hep daha fazla çalışan “ bir babanın” erkek” evladı, ataerkil düzenin güvencesi”(Baskın, 2010). Olan Mertkan, hegemonik “erkeklik”lerin öğretileriyle sınıfına, kimliğine ve en önemlisi babasının beğenilerine boyun eğmek ya da itaat etmek zorundadır. Birlikte olduğu kız arkadaşı babasının kriterlerine uymadığı için uzak durulması gerekenlerdendir. Çünkü “Kürt, vatanı bölme derdinde olan, ve herkese zarar veren”lerdendir.  Filmde, ulusal ortak aidiyetler ekseninde milliyetçilik ve erkeklik paralelliği de vurgulanır.
               Babanın varlığı ve tavrı, çoğunluğun ruhunu oluşturur. Mertkan, evde özellikle babanın otoritesi altındadır. Baba evde kural koyucudur ve bu kurallara uyulmak zorundadır. Babanın evdeki otoritesi, sert tutumu, sunduğu aile babası erkek profiliyle Mertkan’a bir “erkek” modeli sunar. Bu yalnızca ev içerisinde şekillenen bir durum değil, baba Mertkan’ı erkek mekanlarına götürerek başka rol modeller sunarak “erkeklik” yolunda geçmesi gerektiği aşamaları hatırlatır. Kimi zaman bu yalnızca erkeklerin olduğu bir sauna olur, kimi zaman babasının arkasında saf tuttuğu cami olur, kimi zaman da “askerlik yapmadan erkek olunmaz” demeye getiren, babasının arkadaşı, Necmi’nin dükkanı olur. Baba Mertkan’a “erkekliği” egemen erkek ideolojisini, milliyetçi-muhafazakar bir dünya görüşünü öğretir.(Erkılıç,2011: 237). Mertkan, babanın bu istemlerine karşı koyamaz, kayıtsız şartsız kabul eder. Az da olsa karşı koyduğunda “terbiyesiz herif” olmakla itham edilir baba tarafından. Tüm bunlar babanın oluşturduğu ve diğer sessiz yığınların ortaklık ettiği hegemonik erkeklik altında şekillenen inşalardır. Sancar’a (2009) göre” kadınlar onaylamadan hegemonik erkeklik oluşamaz.” Evde erkeklerin soğuk ve vicdansız dünyaları içerisinde hala vicdan sahibi olarak görebileceğimiz sadece “anne” vardır. Temizlikçileri olan Şükran’ın ölüm haberi karşısında bile baba ve Mertkan’ın tutumları soğuk ve ilgisizlik doludur. Bu durumdan yakınan anne” nasıl bu kadar duygusuz yetiştirdim sizi, nasıl bu kadar duygusuz adamların arasına düştüm” diye sayıklanır. Fakat aynı anne, babanın Gül’ü istemeyişini, Mertkan’a’ vardır babanın bir bildiği” diyerek babanın hegemonyasını pekiştirir ya da kabullenir.
             Mertkan’ın erkeklik inşası yalnızca aynı sınıftan olduğu erkeklerin ona öğrettikleriyle gerçekleşmez. Aynı zamanda kendi  sınıfından olmayan, daha alt sosyo-ekonomik gruptan erkekler üzerindeki iktidarı ona erkeklik rolünü kazandıracak başka bir niteliktir. Nitekim babasının  “ senin gibi olanlarla, ailemize yakışan insanlarla takılman gerekir” demesi onun, tercihlerinde kısıtlamaya gitmesine neden olmaktadır. Erkekliğini ispatlayabilmesi için babası onu Gebze’ye(sürgüne) inşaat denetimine gönderdiğinde,  sahip olduğu iktidarı, onun sınıfından olmayan Kürt ameleler ya da ikincil erkeklikler üzerinde kurar. İşten anlamadığı halde yapılan işi beğenmez, bu durumu izah etmeye çalışan ameleyi azarlar, işçilerden sorumlu olan İrfan’a “ ameleyse ameleliğini bilecek” demesi ileride dahil olması gerekeceği”çoğunluk” kapısının anahtarlarından biridir.
                Mertkan karakteri üzerinden, erkek olmanın temel taşlarından biri olan “erkekler arası cinsel övünme” her ne kadar şablon bir görüntü çizse de bu su götürmez bir gerçek.  Mertkan, hamamda  Necmi’nin omuzlarına masaj yaparken yeterince “erkeksi” davranamadığı için azar işitir. Necmi’nin “sık ulan Allahsız, sen nasıl vatanı koruyacaksın” demesi militarist söylemle ne tür bir erkeklik inşası gerçekleştirildiğini vurgulamaktadır. Filmde çok sık rastladığımız, Necmi’nin Mertkan’a “ne zaman askere gidiyorsun” diye sık sık yüklenmesi de erkeklik ve militarizm ilişkisi için bir örnektir.  Öte taraftan Necmi’nin Kemal’e “ bu karı-kızla mı takılıyor?” deyişine, Kemal:” yok be o da yok” diyerek aslında henüz bir cinsel hayatı ya da kız arkadaşı olmayan Mertkan’ın erkek olmaktan korktuğunu ima eder. Bunun üzerine Necmi’nin “ bir ara dükkana uğra” demesi Mertkan için “nasıl erkek olunur”un seanslarından biri daha başlamış olur. Bunu içselleştiren Mertkan, sosyal çevresine(birkaç erkekten oluşan bir grup) erkekliğini ispatlamak için” o Çingene dediğiniz karı var ya , ben ona çaktım “ der, ve arkadaşlarından da gerekli erkeklik onayını almış olur. Buradan hareketle Bülbül(2014)”Erkeğin erkekliğini kanıtlama yollarından biri de karşı cinsle olan birlikteliğidir…kadın üzerinde iktidarını kanıtlayamayan, yani cinsel ilişkide başarısız olan-eril tanıma göre- erkek için kullanılan terim iktidarsız”dır.( Bülbül,2014 : 9). Sancar’a göre ise:
           “kadın bedenini ve özellikle de cinselliğini denetleme ve erkek cinselliğini,               heteroseksüel sınırlar içinde, kadınlar üzerindeki erkek egemenliğini pekiştirici olduğu oranda serbest bırakmaya dayalı asimetrik bir cinsellik anlayışıdır bu. Erkeklik, bir anlamda her kadınla cinsel ilişkiye girmeye hazır olacak kadar duygusuz olmayı gerektirir. Hegemonik erkeklik değerlerini yeniden üretecek bu tür erkek cinselliği, öte yandan, erkekler arasında mahremiyetin olmadığı bir bağlamda, cinsel performans gücüne göre şekillenen bir övünme ve teşhir dolayımı ile oluşan erkekler arası hiyerarşilerin de önemli bir yaratıcısıdır. Bu tür cinsellik deneyimlerini  yetişkin erkeklerin nezaretinde “abi”lerden öğrenen  genç erkeklerin  benimsediği cinsel ahlak normları, egemen erkeklik kurgusunun stratejik öğeleridir”(Sancar’dan akt;Bülbül,2009:196) 

Sonuç

                    Toplumsal cinsiyet bağlamında “erkeklik” sorunsallaştırılarak, kadın-erkek rolleri artık yeni mecralarda tartışılmaktadır. Sinema bu mecralarda belki de bu sorunsallığı en çok görünür kılabilecek alanlardan biridir. 1980’lerden bu yana artık egemen eril iktidarın  dayattığı cinsiyet kategorilerine karşı duruşta sinemanın ve duyarlı sinemacıların çabaları elbette göz ardı edilemez. Fakat eril tahakküm biçimleri de bu “karşı duruşa” karşı yeni kılıflara bürünmektedir. İlk feminist çalışmalarda  eril iktidarın dişil cinsiyet üzerinde yarattığı tahakküm söz konusuyken ilerleyen zamanlarda bu tahakküm grubuna aslında başka erkekliklerin de girebileceği yaygınlık kazandı. Eril iktidarın, ataerkinin yalnızca kadın bedenini şekillendirmediği aynı zamanda erkek bedeni erkeklik üzerinde de bir inşaya giriştiği kabul edilmekteydi. İncelediğimiz “Çoğunluk” filmi de bu  sorunsallığı dert edinerek hegemonik erkeklik mefhumu ve ikincilleştirilen erkeklere değinmektedir.
                 Sonuç olarak, Bülbül’ün dediği gibi;(2014:15) “erkek kimliğiyle ilgili tanımların sorgulanması, ataerkil düzenin erkeklere biçtiği rollerin kökeniyle ilgili araştırmalar yapılması ve erkeklik tanımlarının güç, iktidar, iş bölümü gibi yapılarla ilişkilendirilmeden yeniden üretilmesi, kadın-erkek arasında daha eşitlikçi bir ilişkinin kurulmasını kolaylaştıracak, eril söylemin erkek üzerindeki baskısını da azaltacaktır”


Kaynakça
Bülbül, H. (2014) Erkek Kimliğinin Oluşumundaki Faktörler: Emek, İktidar, Arzu. Toplumsal Cinsiyet ve Medya, içinde(ss. 1-16), Hazırlayanlar( Bermal Aydın, Huriye Kuruoğlu), Detay Yayınları: Ankara
Erkılıç, H. (2011) Türk Sinemasında Hegemonik Erkek(lik): Kahramandan Anti- Kahramana Erkeklik Temsil(ler)i. Medyada Hegemonik Erkek(lik) ve Temsil içinde(ss, 231-242)( Hazırlayan: İlker Erdoğan) Kalkedon Yayınları: İstanbul
Özbay, C. (2013) Türkiye’de Hegemonik Erkekliği Aramak. Doğu-Batı Düşünce Dergisi, (sayı 63, kasım-aralık-ocak-2012-2013)(ss.185-204) içinde. Doğu-Batı Yayınları: Ankara
Odabaş, S. (2013) İnternette Erkeklik, Cinsel Sağlık Politikası ve Ticareti. Doğu-Batı Düşünce Dergisi(sayı 63, kasım-aralık-ocak-2012-2013),(ss.205-224) içinde. Doğu-Batı Yayınları: Ankara
Boratav, K.(2012) Çoğunluk Filminde Sınıf Analizi. Yeni Film Sinema Dergisi(temmuz-ekim 2012 sayısı) içinde (ss.119-121) İstanbul
Baskın, Ç. (2010) Çoğunluk Sorunu. Altyazı Aylık Sinema Dergisi( kasım 2010 sayısı) içinde (ss. 86-87). İstanbul
Sancar, S. (2009) Erkeklik: İmkansız İktidar. Metis Yayınları: İstanbul
Connell, R. W. (1998) Toplumsal Cinsiyet ve İktidar: Ayrıntı Yayınları: İstanbul



[1] Mersin Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Radyo-Televizyon ve Sinema , Yüksek Lisans Öğrencisi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder