Eril Düzenin Fanusunda Erkeklik Çıkmazı:
"Başka Semtin Çocukları" Filminin "Erkeklik" Kavramı
Üzerinden İncelenmesi
Özet
Bu çalışmada, mekan olarak mahallenin "erkeklik"
nosyonunu nasıl ürettiği, farklı erkeklikleri bir arada tutan sosyo-kültürel koşulları
ve bu erkekliklerin var oluş biçimleri Aydın Bulut'un "Başka Semtin
Çocukları" filmi üzerinden incelenecek ve tartışılacaktır. Hegemonyanın
şekillendirdiği bu mekanda erkekler, "erkeklik" mevhumunun en çok
hırpaladığı taraflardan biridir. Mahalle şehrin küçük bir kısmı olarak bu erkek
egemen düzenin devamı sağlamada mekansal bir araç olarak kadınları yok sayar,
"erkeklik" kavramının var olan koşullarını sürdürerek yeniden üretir.
Giriş
Mekan toplumsal ilişkilerin gerçekleştiği ve
bu toplumsal ilişkilerin düzenlendiği yerdir. Bu düzenleme ise ekonomik ve
politik iktidarın dayattığı, cinsel ideoloji ve eril zihniyetin kendini var etme
çabalarının bir bütünüdür. "Erkekliğin" tanımlanması yalnızca var
olan biyolojik özelliklerinden değil, aynı zamanda bu toplumsal ilişkilerden de
kaynaklanır. Erkekler bu kompleks toplumsal ilişkileri içerisinde, farklı statü
veya yollarla "erkekliklerini" kazanmaya çalışırlar.
"Erkeklik" kazanımı, ekonomik, politik, statüsel olarak
gerçekleşirken kadınları yalnızca bir nesne olarak, ve ya bir erkekle
tanımlamaya mecbur bırakılan bir öteki olarak toplumsal ilişkiler içerinde yer
almasına neden olur.
Lefébvre, mekânın yaşanılan, biriktirilen bir
deneyim olduğundan yola çıkarak mekâna dair üçlü bir ayrım yapar: “üretim ve
yeniden üretimi belirleyen mekânsal pratik (fiziki mekân), üretim ilişkilerini
ve bu ilişkilerin yer alışını düzenleyen mekânın temsili (zihinsel mekân) ve
sosyal yaşamın gizli yönünü tanımlayan temsili mekân (toplumsal mekân)"(aktaran
Saygılıgil, s.211)
Bu kategorizeden çıkarımla, mekan varlığını karşılıklı ilişkiler sayesinde kazanır. Dolayısıyla mahallede, ailede
yaşanan güç ilişkilerini mekandan bağımsız düşünmek zorlaşır. Connell ise
"erkekliklerin" gerçekleştiği mekanlardan biri olan sokağı şöyle tanımlar: "Sokak büyük bir
erkeklik/kadınlık biçemleri ve cinsellik tiyatrosudur."(2016, s.199)
Genel anlamıyla mekan toplumsal olarak üretilir ve erkek egemen ideolojinin
çıkarlarına hizmet ettiği söylenebilir. Hem kamusal hem de özel alanda erkekler
mevcut egemenliğini sürdürürken kadınlar yalnızca özel ve kamusal alanın eril
tahakkümün çerçevesini belirlediği, kadınlara özgü kısımlarında
mevcudiyetlerini gösterirler. Kadınların varlığı kamusal alanda yok denecek
kadar az olmakla beraber, olduğunda bile sınırları net çizgilerle
belirlenmiştir.
Shick'e göre mekanın taşıdığı anlamlar
toplumsal inşa yoluyla var edilirler ve bu ister kültürel mutabakat ister
hegemonya yoluyla olsun, orada belli bir olay vuku bulmuş olsun olmasın orayı
belirleyen şey oraya ait bilgidir.(2000,
s.40)
Toplumsal ilişkiler bu bilgiyi taze tutan ana unsurlardan biridir. Toplumsal
ilişkilerle belirlenen mekanın gücü, aynı zamanda "erkeklik"
yaratımında etkili rol almaktadır. Erkekler içlerinde bulundukları şehir,
mahalle, sokak gibi mekanlarda belirlenmiş erkeklik biçemlerini kazanmaya
çalışırlar. Sosyo-ekonomik koşullardan bağımsız düşünülemeyen bu erkeklik
biçemleri, büyük kentlerde kariyer, sosyal statüler gibi tanımlanırken, taşrada
ve büyük kentlerin taşrası olan yoksul mahallelerde ise paraya, şiddete ve
cinselliğe sahip olmak anlamına geliyordu. Geleneksel ataerki anlayışı köyden
kente göçle, tarıma dayalı ekonomiden, endüstriyel ekonomiye dönüşle biçim
değiştirerek varlığını korumaya devam etmiş, köylerdeki mevcut
"erkeklik" değerleri biçim değiştirerek sürdürülmüştür.
"Erkeklik"
değerleri de tıpkı "kadınlık" değerleri gibi
"cinsiyetlendirilmiş" toplumsal ilişkilerin bir ürünüdür ve cinsiyet
rejimi içerisinde şekillenir. Toplum tarafından erkeklere atfedilen bu güçlü
olma, paraya sahip olma, kadınlar üzerinde otorite kurma yalnızca hakim
ideolojinin bütün cinsel yönelimler üzerinde kendisini sürdürme biçimidir.
Hakim ideoloji bunu gerçekleştirirken erkekler arasındaki iktidar mücadeleleri
ve güç hiyerarşilerinin de içinde
bulunduğu "erkekliği" kendisine araç olarak seçer. Kadınlar
ise bu mücadeleler arasında rekabetin bir aracı olarak eril tahakküme maruz
kalır. Cornell, Toplumsal Cinsiyet ve İktidar isimli kitabında erkeklerin
iktidar ilişkilerini denetleyip nimetlerinden yararlandıkları bir cinsiyet
sisteminin varlığından bahseder. Bu sistemin işleyişini sağlayan üç temel
mekanizma vardır: İlk olarak, kadınların ve erkeklerin farklı işler yaparak
farklı konumlar,statüler ve getiriler elde etmelerine yol açan cinsiyete dayalı
iş bölümü önemlidir. Bu iş bölümü kadınların ev-aile işleriyle
sınırlandırılarak ücretsiz ev içi emek olarak çalıştırılmalarına yol açar. İkinci
olarak, sınıf, ırk, etnisite, bölgesel gelişmişlik farklılıklarına dayalı
iktidar ilişkileri ile cinsiyet farklarına ilişkin toplumsal ilişki
örüntülerinin iç içe geçerek, toplumsal cinsiyet sisteminin bir iktidar
ilişkileri ağı olarak işlemesine yol açtığını belirtir.Üçüncü olarak,
cinselliğin ve cinsel arzunun şekillendiği toplumsal ilişkilerin oynadığı rolün
önemini vurgular.(Cornell,
2016)
"Erkeklik" ilişkileri iktidarı
elinde tutanlar tarafından mevcut düzeni sürdürebilmek adına kurulmuş kurgusal
bir kavramdır. Aynı zamanda bu kavram tek bir düzlemde toplayamayacağımız kadar
kompleks bir yapıya sahiptir. Toplumsal sınıf, biyolojik indirmecilik,
ideolojik temelli olarak farklı bakışlarla açıklanan "erkeklik", tüm
açıklamalarda ilişkilerin düzenlenmesinde farklı statülerde bile olsa erkeği bir
araç olarak konumlandırıyordu. Sancar'a göre biyolojik ve tıbbi uygulamalar
erkek cinsel organı olan herkesi erkek olarak niteler; devletin nüfus işleri ve
istatistik çalışmalar bu insanları "erkek" olarak kaydeder; örgütlü
din ve eğitim pratikleri "erkek" olarak adlandırır, tuvaletlerin
ayrımından başlayan ve cinsiyet temelli askere alınmada olduğu gibi çapıcı
noktalara giden geniş bir kuramsal örgütsel pratikler ağı içinde "cinsiyete
özgü " birçok egemen tanım yeniden üretilir.(2016, s.38)
Erkeklikler farklı sınıflama biçimlerince kategorize edilir ve erkeklerin bu kategorilere uygun bir şekilde davranması
beklenir.
Erkekler,içinde bulundukları toplumsal
ilişkilerde aile değerleri, militarist gelenekler, ekonomik koşullar tarafından
eril düzene uygun bir biçimde şekillendiriliyorlar. Militarist gelenekler başlı
başına cinsiyetlendirilmiş pratikler olarak eril düzenin yeniden üretimini
sağlıyor. Türkiye'de "asker" olmak aynı zamanda
"erkekliğin" kazanılmış olmasıdır ki, bu askere giden erkeği
kahraman, güçlü ve cinsel anlamda tam olarak tanımlanmasına neden olur. Askere
giden erkek, eril iktidarı elinde bulunduranlardan erkeksiliğini(kadınsılığın
tersi olarak) almış olur. Militarizm, cinsiyet farklılıklarını en sert
çizgilerle ayıran ve belirginleştiren bir kavramdır. Militarizm erkeklere
güçlü, korkusuz, dayanıklı, cinsel güce ve iradeye sahip olma gibi sıfatlar
kazandırarak, militarizm ve hegemonik erkekliğin birbirlerini besleyerek var
olmasını sağlıyor. Bu militarist öğelerle örülmüş düzende, erkeklerin
kahramanlık savaşlarında aldıkları yaraları şefkatli elleriyle saran kadınlar
yalnızca pasif bir konumda bulunuyorlardı.
Aile, "baba" imgesiyle varlığını
sürdürebilen, heteroseksüel bireylerden oluşan, cinsiyetlendirmelerin yapıldığı
temel kurumlardan bir tanesidir. Baba, ailedeki erkek çocuklarını erkek
geleneğine uygun yetiştiren, kız çocuklarını ve eşini ise bu geleneğe adapte
etmekten sorumlu kişi olarak tanımlanabilir. Toplumsal ilişkilerin başlangıç
yeri olarak kabul edilen aile içi iletişim, çeşitli hiyerarşik yapılanmaları
içerir. İktidar baba, iktidardan payını alan erkek çocuklar ve bu eril düzene
tabi kalınmış kadınlar olarak özetleyebileceğimiz bu ilişkiler,
"erkeklik" öğretilerini babadan çocuğa aktarılmak üzere yeniden
üretir. Simone de Beauvoir babalığı şöyle tanımlar: " Aile dış dünya ile
onun sayesinde bağlantı kurar: uçsuz bucaksız, zor, harikulade bir serüven
dünyasını temsil eder, aşkınlığın kişileşmiş halidir, Tanrıdır. "(aktaran
Segal, s.54)
Bu anlamda "babalık" cinsiyet rejiminin sürdürülmesinde
"erkeklik" öğretilerini uygulayan ve otoriter bir biçimde
uygulanmasını sağlayan, cinsiyetin toplumsal inşasında önemli bir görev üstlenen homososyal bir statüdür. Baba kendi
değerlerini oğlunun yaşamına geçirmeye çalışır ancak oğulda kendi yaşam
pratiklerince babasının öğretilerini reddeder. Bu da iki kuşak arasında
çatışmaya yol açan nedenlerden en temelini oluşturur.
Eril düzeni sağlamada bir diğer faktör ise ekonomi
temelli sınıf ayrımlarıdır. Bu sınıf ayrımları cinsiyetleri kategorize etmede
ve bu cinsiyetlerin davranışlarını belirlemede bir katalizör görevi görür.
Yönetici sınıf egemen fikirlerin de sahibiyken ve altsınıf bir anlamıyla işçi sınıfı, yönetici sınıfın
toplumsal kontrol kurumları aracılığıyla aktardığı ideolojiyle sarmalanmıştır.
Çekirdek aile ve onu meşrulaştıran ideoloji
yönetici sınıfın bir ürünüyken yine erkeksiliği kadınsılığın zıttı
olarak konumlandıran ideoloji de bu sınıfa aittir. Wolf, sosyalizmin kadın ve
erkek ayrımını sınıfsal düzlemde değerlendirmiş, kapitalizmin cinsel kimlikleri
yaratmada genelde ölümcül olduğu ortaya çıkan ayrımları yarattığını ileri
sürmüştür. (2012,
s.39)
Engels ise, işçi sınıfı ailesinde "mülkiyet sorunu" olmayacağı için
cinsler arasında daha eşitlikçi bir ilişki olabileceğini savunur.(aktaran
Sancar,s.63) Ancak cinsiyetleri ve "erkeklik" kavramını yalnızca
sınıfsal ve ekonomik temelli değerlendirmek, diğer tüm çalışmaları göz ardı
ederek eril düzeni eksik değerlendirmemize neden olur. Cornell, Toplumsal
Cinsiyet ve İktidar kitabının ilk kısmında iş sınıfı bir aileyi ele alarak bu
kompleks yapıyı açıklamış, ve eril düzenin işçi ailelerinde de sürdürüldüğünü
aktarmıştır. Bu bağlamda siyasi iktidar eril iktidar olarak, kendi ideolojisini
aktarmada altsınıf-işçi sınıfını bir toplumsal düzlem olarak seçer ve
"erkeklik" ve "kadınlıkların" bu sınıfa uygun kalıplar
içerisinde yeniden üretimini sağlar.
Althusser, devletin ideolojik aygıtlarından
biri olan din kurumunu, egemen ideolojiyi topluma şiddet kullanmadan enjekte
etmede bir araç olarak görür.(2014)
Din aynı zamanda cinsel politikanın yürütülmesinde de tüm bu yapılar içerisinde
temel bir nüvedir. Farklı dinlerde hatta mezheplerde "erkeklikler"
farklı şekillerde ortaya çıkmış, Türkiye'de Müslüman erkekliğinin yanında sünni
ve alevi erkeklikler din aracılığıyla yaratılmıştır. Hepsinin ortak noktası ise
bağımsız, güçlü, kadınını koruyup-kollayan erkeklikler olarak vücut bulmasıdır.
Mekan, sınıf, din, militarizm, aile toplumsal
düzeni devam ettirebilmek adına tüm gücüyle "kadınlık" ve
"erkeklikleri" kurar ve bu kavramları
yeniden inşa eder. Cinsiyetler bu kavramlarla sarmalanmış ve toplumsal
olarak inşa edilmiş kategorilerdir. Kurulmuş "erkeklikler" mevcut
düzenin bir yansıması olarak, hem kendi içlerinde kendilerini bitirmiş hem de
kadınlar üzerinde eril tahakkümü sürdürmüşlerdir.
Filmin Öyküsü
Film boyunca Sünni bir kıza aşık olan Alevi
bir genç olan Veysel’in, onun en yakın arkadaşı Simo-İsmail’in, askerliğini
yaparken Kuzey Irak operasyonuna katılan ve erken terhis olan Veysel’in abisi
Semih’in, eski solcu bir pavyon sahibi olan Kerim’in ve Semih gibi askerliğini
Güneydoğu’da yapmış Kürt düşmanı bir karakter olan Gürdal’ın öyküleri anlatılıyor.
Karşılaştıkları sorunları, filmdeki karakterlerden kimi Amerika’ya kaçarak
aşmaya çalışıyor, kimi pavyonda badigard olarak, kimi de içinde bulunduğu
durumun sorumlusu olarak gördüğü Kürtleri öldürerek. Aslında tüm karakterler
aynı bataklıktan kurtulmaya çalışmaktadır; ancak yaptıkları şey ya çırpınmak ya
da diğerlerinin üzerine basarak kurtulmaya çalışmak olduğu için neticede hem
kendilerinin hem de diğerlerinin boğulmasına neden olurlar. Filmin sonunda hala
hayatta kalmayı başaran karakterler bataklıktan çıkamamıştır, çırpınmaya devam
etmektedirler.
Başka
Semtin Çocukları(2008)
Film bize
anlatısıyla baştan sona bir erkeklik öyküsünü aktarır. Ana
karakterlerden biri olan Semih'in kabusuyla başlayan film, askerde yaşadığı
kanlı görüntüler aktarır. Bu görüntülerin arasında bir cesetin yıkandığını
görürüz ve bunun o çatışmaya ait olduğunu düşünürüz. Ancak o ceset Semih'in
şehirdeki kardeşi Veysel'e aittir. Erkekler arasındaki ölme-öldürme ilişkisi
yalnızca askerde değil şehirde de sürmektedir. Bu sahneden sonra da karakterler
üzerinden militarizme dair izler göreceğizdir. Semih'in Simo'ya " Veysel'i
kim öldürdü" sorusuyla bir polisiye film izleyeceğimizi düşünürüz ancak
film "erkeklik", "sınıf", "mezhep"
çatışmaları bağlamında bize okuma alanı
oluşturur.
Film
flashbackle geçmişe gider ve bir binanın çatısında Veysel ve Haydar'ı görürüz. Haydar
Veysel'i sevdiği kadın hakkında uyarır. Bu sahneyle iki farklı
"erkeklik" görürüz, Haydar dini öğretilerine sadık kalan bir erkek iken,
Veysel bu mevcut "erkekliği" reddeder. Buradaki bir diğer erkeklik
ise Haydar'ın görüşlerini ilettiği Hasandır. Hasan aile reisi olarak kendisine
ait dini öğretilerini oğluna aktarır, Veysel'in başka bir mezhepten bir kadınla
evlenmesini istemez. Veysel ve Hasan arasındaki baba-oğul çatışması da "din"
aracılığıyla gerçekleşir.Devam eden sahnede İsmail, ablasından para
istemektedir. Sonrasında ise Kerim'i altsınıf için lüks sayılabilecek bir
arabada İsmail'e para verirken görürüz. İsmail, çalışan ancak yeterli ekonomik kazanca
sahip olmayan, ablası üzerinden geçinen bir erkek olarak çizilir. Burada film boyunca
nadir olarak izleyeceğimiz kadın
karakterlerden biri kahvaltı hazırlarken resmedilir. Kerim ise kazandığı para
ile erkekliğini tamamlamış, başka bir erkeğe çalışma imkanı sunan biri olarak
aktarılır. Veysel ve İsmail durakta beklerken, sevdiği kadın abisiyle dolmuşa
biner. Burada bir başka "erkeklik" temsilini Engin üzerinden görürüz.
Film giriş bölümüyle bize farklı "erkeklikleri" bulunduğu toplumsal
ilişkilerle resmeder.
Film, bize sayısı oldukça fazla erkek
karakterler ve onların içlerinde bulunda "erkeklik" durumunu
anlatırken, erkeklerin hayatındaki dört kadın karakteri de erkeklere eklenmiş
bir şekilde sunar. İsmail, Semih'e Saadetin nasıl biri olduğunu aktarırken onu
atölyenin en güzel kızı olarak tanımlar, biz ise Saadeti Engin'in kardeşi Veysel'in ise sevdiği kadın
olarak izleriz. Canan'ı ise İsmail'in ablası, Kerim'in sevdiği kadın olarak
olarak izleriz. Beyza Canan'ın yanında çalışan, İsmail'in sevdiği kadın olarak
filmde varlığını sürdürür. Gül ise bir türkü barda çalışan, Haydar'ın sevdiği
kadın olarak yer alır. Bütün kadın karakterler yalnızca erkeklerle birlikte
resmedilmiş, onların kimliğine dair bilgi verilmemiş adeta zenginlik katsın
diye filme eklenmişlerdir. Film "erkeklik" öyküleri ile düzen
eleştirisi yaparken, bu düzende kadınları yok saymaktadır.
Filmin geçtiği Gazi Mahallesi siyasi iklimiyle
oldukça bilinen bir mahalledir. Ancak filmde bu anlamıyla mahalle, siyasi
ikliminden ziyade homososyal bir mekan olarak
çizilir. Erkek karakterler sokakta kendilerini var etmeye çalışırken Saadet
önce konfeksiyonda, sonra ise abi ve babasına bakarken, Canan ev ve kuaförde,
Beyza ve Gül ise yine aynı şekilde
kapalı alanda resmedilirler. Kahraman erkekler sokaklarda belalarla baş ederken
kadınlar yapmaları gerekeni yapar,
anlatının akışına müdahil olmazlar.
Veysel ve Saadetin arasındaki aşk, mezhep
farklılıkları nedeniyle filmdeki farklı "erkekliklerin" çatışma
noktası olur. Hasan, Haydar ve Engin'in aksine Veysel bu dini öğretilere karşı
çıkan bu anlamıyla düzenin bir parçası olan dini yok saymakla suçlanır ve diğer
"erkeklikler" tarafından cezalandırılır. Engin, babasından sonra aile
reisi olarak Saadeti yok sayarken, Hasan ise baba olarak öğrendiklerini oğluna
öğretmek ve uygulatmaktaki tek sorumlu kişi olarak Veysel'i uyarır. Bütün
bunlar eril düzenin varlığını devam ettirecek olan din politikalarının
toplumsal ilişkilere yansıma biçimidir. "Kadınlık" ve
"erkeklik", resmi ideolojinin din aracılığıyla doğru davranış
kalıplarını gerçekleştirdiği bir alan haline gelir.
Geleneksel anlatıda sık sık gördüğümüz bilge
erkek bu filmde karşımıza Ali Dayı olarak çıkar. Ali dayı Veysel ve İsmail'e
yol gösteren, onlara kendi öğretilerini Hasandan farklı bir yolla aktaran bir
karakterdir. Onlara, kendisini tamamlamış bilge bir erkek olarak
"erkekliğini" aktarır.
Filmde militarizmin etkilerini iki erkek
karakter üzerinden izleriz. İki karakterde de askerde yaşadıklarının travmatik etkilerini görürüz.
Bir sahnede iki gençle oturan Gürdal, kendisine kahramanlıklarını anlatmasını
isteyen gençlere küfür eder. Semih ise yaşamı içerisinde sık sık askerde yaşadığı
anlara gider. Bu anlamda film militarizmi yücelten aktarımlardan ziyade, anti
militarist bir tutum sergilediği söylenebilir.
Filmde milliyetçilik ise Güldal'da vücut bulur. Ancak bu milliyetçiliğin
normal olarak nitelendirdiğimiz insanda bulunmayacağı mesajını vererek
milliyetçiliği sıra dışı bir tutum olarak görmemize neden olur. Filmde bu
anlamıyla yoksul bir mahallede yaşayan
insanların mağduriyetlerinin onları suça teşvik ettiğini söylerken, Gürdal'ı
ise vatanını korurken aklını yitirmiş, bu nedenle Gül'e ve diğer insanlara
gösterdiği şiddet normalleştirilerek aktarılmıştır.
Filmde bütün "erkeklikleri"
sarmalayan mahalle aynı zamanda, bütün erkek cinsi için bir bataklık haline
dönüşecektir. Bu bataklıkta bütün erkek karakterlerin hayalleri vardır. İsmail,
tek hayali badigard olmak olan bir erkekken, Veysel Saadetle bu bataklıktan
başka bir ülkeye gitme düşü görmektedir. Kerim ise çareyi pavyon işleterek
paraya hakim olmakta bulmuştur. Farklı erkeklerin hayallerinin ortak noktası
ise bu bataklıktan kendilerini "erkekliklerini" tamamlayarak
kurtarmaktır. Onlar için Gazi mahallesi bir çöplükten ibarettir. Eril düzen,
içinde bulundukları ekonomik şartlarla birlikte onları "erkek" olmaya
iter. Ancak bu yalnızca bir erkeklik çıkmazı olacaktır.
Veysel'in katili aranırken, erkek karakter
arası mücadeleyi izleriz. Eril şiddet bu anlamda kendisini gösterir. Engin'in
Saadet ve Veysel'e şiddet uygulamasıyla başlayan bu döngü, Gürdal'ın Haydar ve
Gül'e şiddet uygulamasıyla devam eder, İsmail'in Veysel'i öldürmesiyle ise son
bulur. İsmail kardeşim diye seslendiği Veysel'i "erkek" olmak uğuruna
öldürmüştür. Daha önce militarizmden yara alarak kurtulmuş Semih ve Gürdal
karakterlerinin aktarımı üzerine tartışmıştık. Film militarizme, şiddetin
travmatik etkileri hakkında karakterler üzerinden eleştiri getirmiştir. Ancak
son sahnede Gürdal ve Semih'in birbirlerini öldürme pahasına karşı karşıya
gelmişlerdir. Bu sahneyle daha önce eleştiri getirilen şiddet, iki erkek için
kahramanlık ve güç mücadelesi haline gelecektir. Bu da eril şiddetin gösteriye
dönüşmesine neden olmuştur.
Sonuç
Film, sosyoekonomik koşullarla sarmalanmış
bir mahallede, düzenin dayattığı "erkeklik" normlarını gerçekleştiren
erkek karakterlerin öyküsünü aktarır. Erkeklere ait sokaklar, aynı zamanda
onlar için bir o kadar tehlikeli ve kötü sonuçlar doğurur. İç içe geçmiş farklı
"erkeklikler" birbirlerini var ederken aynı zamanda birbirlerinin
sonunu hazırlamaktadırlar. Film boyunca sokaklar mücadele alanına dönüşecek, "erkeklik"
adı altında bir fanusa hapsedilmiş erkeklerin bu fanusta boğuluşları
görülecektir. Film fanusa yani sisteme ciddi eleştiriler getirerek bize
"normal" olarak gelen sistemin arka yüzünü aktarır. Bu anlamıyla film
seyirciye eleştirel bir alan oluşturur. Diğer yandan film eril düzeni
eleştirmede, o düzenin yöntemlerini kullanarak mevcut ideolojiyi yeniden
üretir. Erkekler, sisteme eleştirilerini eril bir şekilde yaparken, kadınlar
filmde bu düzenin tabi kılınan tarafı değillermişçesine, yok sayılmış,
görmezden gelinmiştir. Genel anlamda film ideolojik bir eleştirme yapmada zemin
hazırlarken, yanlış aktarımlarla bu ideolojiyi yeniden üretmiştir.
Kaynaklar
Althusser, L. (2000). İdeoloji ve Devletin
İdeolojik Aygıtları. (Çev.Yusuf Alp, Mahmut Özışık). İstanbul: İletişim
Yayınları.
Cornell, R. W. (1998). Toplumsal Cinsiyet ve İktidar. (Çev. Cem Soydemir).
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Sancar, S. (2015). Erkeklik:
İmkansız İktidar,
İstanbul: Metis Yayınları.
Saygılıgil, F.(2013).
Mekanın Cinsiyeti. Sosyal ve Beşeri
Bilimler Dergisi. 5(1), 209-218.
Schick, İ. C.(2000). Batının Cinsel Kıyısı, İstanbul: Tarih
Vakfı Yurt Yayınları
Segal, L.(1992). Ağır Çekim Değişen Erkeklikler Değişen
Erkekler.(Çev. Volkan Ersoy). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Wolf, S.(2011). Cinsellik ve Sosyalizm.(Çev. Kıvanç
Tanrıyar). İstanbul: Sel Yayıncılık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder