22 Ocak 2017 Pazar

Eril Düzenin Fanusunda Erkeklik Çıkmazı: "Başka Semtin Çocukları" Filminin "Erkeklik" Kavramı Üzerinden İncelenmesi

Eril Düzenin Fanusunda Erkeklik Çıkmazı:  "Başka Semtin Çocukları" Filminin "Erkeklik" Kavramı Üzerinden İncelenmesi

Özet

  Bu çalışmada, mekan olarak mahallenin "erkeklik" nosyonunu nasıl ürettiği, farklı erkeklikleri bir arada tutan sosyo-kültürel koşulları ve bu erkekliklerin var oluş biçimleri Aydın Bulut'un "Başka Semtin Çocukları" filmi üzerinden incelenecek ve tartışılacaktır. Hegemonyanın şekillendirdiği bu mekanda erkekler, "erkeklik" mevhumunun en çok hırpaladığı taraflardan biridir. Mahalle şehrin küçük bir kısmı olarak bu erkek egemen düzenin devamı sağlamada mekansal bir araç olarak kadınları yok sayar, "erkeklik" kavramının var olan koşullarını sürdürerek yeniden üretir.

Giriş

  Mekan toplumsal ilişkilerin gerçekleştiği ve bu toplumsal ilişkilerin düzenlendiği yerdir. Bu düzenleme ise ekonomik ve politik iktidarın dayattığı, cinsel ideoloji ve eril zihniyetin kendini var etme çabalarının bir bütünüdür. "Erkekliğin" tanımlanması yalnızca var olan biyolojik özelliklerinden değil, aynı zamanda bu toplumsal ilişkilerden de kaynaklanır. Erkekler bu kompleks toplumsal ilişkileri içerisinde, farklı statü veya yollarla "erkekliklerini" kazanmaya çalışırlar. "Erkeklik" kazanımı, ekonomik, politik, statüsel olarak gerçekleşirken kadınları yalnızca bir nesne olarak, ve ya bir erkekle tanımlamaya mecbur bırakılan bir öteki olarak toplumsal ilişkiler içerinde yer almasına neden olur.

  Lefébvre, mekânın yaşanılan, biriktirilen bir deneyim olduğundan yola çıkarak mekâna dair üçlü bir ayrım yapar: “üretim ve yeniden üretimi belirleyen mekânsal pratik (fiziki mekân), üretim ilişkilerini ve bu ilişkilerin yer alışını düzenleyen mekânın temsili (zihinsel mekân) ve sosyal yaşamın gizli yönünü tanımlayan temsili mekân (toplumsal mekân)"(aktaran Saygılıgil, s.211) Bu kategorizeden çıkarımla, mekan varlığını karşılıklı ilişkiler sayesinde  kazanır. Dolayısıyla mahallede, ailede yaşanan güç ilişkilerini mekandan bağımsız düşünmek zorlaşır. Connell ise "erkekliklerin" gerçekleştiği mekanlardan biri olan sokağı  şöyle tanımlar: "Sokak büyük bir erkeklik/kadınlık biçemleri ve cinsellik tiyatrosudur."(2016, s.199) Genel anlamıyla mekan toplumsal olarak üretilir ve erkek egemen ideolojinin çıkarlarına hizmet ettiği söylenebilir. Hem kamusal hem de özel alanda erkekler mevcut egemenliğini sürdürürken kadınlar yalnızca özel ve kamusal alanın eril tahakkümün çerçevesini belirlediği, kadınlara özgü kısımlarında mevcudiyetlerini gösterirler. Kadınların varlığı kamusal alanda yok denecek kadar az olmakla beraber, olduğunda bile sınırları net çizgilerle belirlenmiştir.

 Shick'e göre mekanın taşıdığı anlamlar toplumsal inşa yoluyla var edilirler ve bu ister kültürel mutabakat ister hegemonya yoluyla olsun, orada belli bir olay vuku bulmuş olsun olmasın orayı belirleyen şey oraya ait bilgidir.(2000, s.40) Toplumsal ilişkiler bu bilgiyi taze tutan ana unsurlardan biridir. Toplumsal ilişkilerle belirlenen mekanın gücü, aynı zamanda "erkeklik" yaratımında etkili rol almaktadır. Erkekler içlerinde bulundukları şehir, mahalle, sokak gibi mekanlarda belirlenmiş erkeklik biçemlerini kazanmaya çalışırlar. Sosyo-ekonomik koşullardan bağımsız düşünülemeyen bu erkeklik biçemleri, büyük kentlerde kariyer, sosyal statüler gibi tanımlanırken, taşrada ve büyük kentlerin taşrası olan yoksul mahallelerde ise paraya, şiddete ve cinselliğe sahip olmak anlamına geliyordu. Geleneksel ataerki anlayışı köyden kente göçle, tarıma dayalı ekonomiden, endüstriyel ekonomiye dönüşle biçim değiştirerek varlığını korumaya devam etmiş, köylerdeki mevcut "erkeklik" değerleri biçim değiştirerek sürdürülmüştür.

   "Erkeklik" değerleri de tıpkı "kadınlık" değerleri gibi "cinsiyetlendirilmiş" toplumsal ilişkilerin bir ürünüdür ve cinsiyet rejimi içerisinde şekillenir. Toplum tarafından erkeklere atfedilen bu güçlü olma, paraya sahip olma, kadınlar üzerinde otorite kurma yalnızca hakim ideolojinin bütün cinsel yönelimler üzerinde kendisini sürdürme biçimidir. Hakim ideoloji bunu gerçekleştirirken erkekler arasındaki iktidar mücadeleleri ve güç hiyerarşilerinin de içinde  bulunduğu "erkekliği" kendisine araç olarak seçer. Kadınlar ise bu mücadeleler arasında rekabetin bir aracı olarak eril tahakküme maruz kalır. Cornell, Toplumsal Cinsiyet ve İktidar isimli kitabında erkeklerin iktidar ilişkilerini denetleyip nimetlerinden yararlandıkları bir cinsiyet sisteminin varlığından bahseder. Bu sistemin işleyişini sağlayan üç temel mekanizma vardır: İlk olarak, kadınların ve erkeklerin farklı işler yaparak farklı konumlar,statüler ve getiriler elde etmelerine yol açan cinsiyete dayalı iş bölümü önemlidir. Bu iş bölümü kadınların ev-aile işleriyle sınırlandırılarak ücretsiz ev içi emek olarak çalıştırılmalarına yol açar. İkinci olarak, sınıf, ırk, etnisite, bölgesel gelişmişlik farklılıklarına dayalı iktidar ilişkileri ile cinsiyet farklarına ilişkin toplumsal ilişki örüntülerinin iç içe geçerek, toplumsal cinsiyet sisteminin bir iktidar ilişkileri ağı olarak işlemesine yol açtığını belirtir.Üçüncü olarak, cinselliğin ve cinsel arzunun şekillendiği toplumsal ilişkilerin oynadığı rolün önemini vurgular.(Cornell, 2016)

  "Erkeklik" ilişkileri iktidarı elinde tutanlar tarafından mevcut düzeni sürdürebilmek adına kurulmuş kurgusal bir kavramdır. Aynı zamanda bu kavram tek bir düzlemde toplayamayacağımız kadar kompleks bir yapıya sahiptir. Toplumsal sınıf, biyolojik indirmecilik, ideolojik temelli olarak farklı bakışlarla açıklanan "erkeklik", tüm açıklamalarda ilişkilerin düzenlenmesinde farklı statülerde bile olsa erkeği bir araç olarak konumlandırıyordu. Sancar'a göre biyolojik ve tıbbi uygulamalar erkek cinsel organı olan herkesi erkek olarak niteler; devletin nüfus işleri ve istatistik çalışmalar bu insanları "erkek" olarak kaydeder; örgütlü din ve eğitim pratikleri "erkek" olarak adlandırır, tuvaletlerin ayrımından başlayan ve cinsiyet temelli askere alınmada olduğu gibi çapıcı noktalara giden geniş bir kuramsal örgütsel pratikler ağı içinde "cinsiyete özgü " birçok egemen tanım yeniden üretilir.(2016, s.38) Erkeklikler farklı sınıflama biçimlerince kategorize edilir ve erkeklerin  bu kategorilere uygun bir şekilde davranması beklenir.

  Erkekler,içinde bulundukları toplumsal ilişkilerde aile değerleri, militarist gelenekler, ekonomik koşullar tarafından eril düzene uygun bir biçimde şekillendiriliyorlar. Militarist gelenekler başlı başına cinsiyetlendirilmiş pratikler olarak eril düzenin yeniden üretimini sağlıyor. Türkiye'de "asker" olmak aynı zamanda "erkekliğin" kazanılmış olmasıdır ki, bu askere giden erkeği kahraman, güçlü ve cinsel anlamda tam olarak tanımlanmasına neden olur. Askere giden erkek, eril iktidarı elinde bulunduranlardan erkeksiliğini(kadınsılığın tersi olarak) almış olur. Militarizm, cinsiyet farklılıklarını en sert çizgilerle ayıran ve belirginleştiren bir kavramdır. Militarizm erkeklere güçlü, korkusuz, dayanıklı, cinsel güce ve iradeye sahip olma gibi sıfatlar kazandırarak, militarizm ve hegemonik erkekliğin birbirlerini besleyerek var olmasını sağlıyor. Bu militarist öğelerle örülmüş düzende, erkeklerin kahramanlık savaşlarında aldıkları yaraları şefkatli elleriyle saran kadınlar yalnızca pasif bir konumda bulunuyorlardı.

  Aile, "baba" imgesiyle varlığını sürdürebilen, heteroseksüel bireylerden oluşan, cinsiyetlendirmelerin yapıldığı temel kurumlardan bir tanesidir. Baba, ailedeki erkek çocuklarını erkek geleneğine uygun yetiştiren, kız çocuklarını ve eşini ise bu geleneğe adapte etmekten sorumlu kişi olarak tanımlanabilir. Toplumsal ilişkilerin başlangıç yeri olarak kabul edilen aile içi iletişim, çeşitli hiyerarşik yapılanmaları içerir. İktidar baba, iktidardan payını alan erkek çocuklar ve bu eril düzene tabi kalınmış kadınlar olarak özetleyebileceğimiz bu ilişkiler, "erkeklik" öğretilerini babadan çocuğa aktarılmak üzere yeniden üretir. Simone de Beauvoir babalığı şöyle tanımlar: " Aile dış dünya ile onun sayesinde bağlantı kurar: uçsuz bucaksız, zor, harikulade bir serüven dünyasını temsil eder, aşkınlığın kişileşmiş halidir, Tanrıdır. "(aktaran Segal, s.54) Bu anlamda "babalık" cinsiyet rejiminin sürdürülmesinde "erkeklik" öğretilerini uygulayan ve otoriter bir biçimde uygulanmasını sağlayan, cinsiyetin toplumsal inşasında  önemli bir görev üstlenen  homososyal bir statüdür. Baba kendi değerlerini oğlunun yaşamına geçirmeye çalışır ancak oğulda kendi yaşam pratiklerince babasının öğretilerini reddeder. Bu da iki kuşak arasında çatışmaya yol açan nedenlerden en temelini oluşturur.

  Eril düzeni sağlamada bir diğer faktör ise ekonomi temelli sınıf ayrımlarıdır. Bu sınıf ayrımları cinsiyetleri kategorize etmede ve bu cinsiyetlerin davranışlarını belirlemede bir katalizör görevi görür. Yönetici sınıf egemen fikirlerin de sahibiyken ve altsınıf  bir anlamıyla işçi sınıfı, yönetici sınıfın toplumsal kontrol kurumları aracılığıyla aktardığı ideolojiyle sarmalanmıştır. Çekirdek aile ve onu meşrulaştıran ideoloji  yönetici sınıfın bir ürünüyken yine erkeksiliği kadınsılığın zıttı olarak konumlandıran ideoloji de bu sınıfa aittir. Wolf, sosyalizmin kadın ve erkek ayrımını sınıfsal düzlemde değerlendirmiş, kapitalizmin cinsel kimlikleri yaratmada genelde ölümcül olduğu ortaya çıkan ayrımları yarattığını ileri sürmüştür. (2012, s.39) Engels ise, işçi sınıfı ailesinde "mülkiyet sorunu" olmayacağı için cinsler arasında daha eşitlikçi bir ilişki olabileceğini savunur.(aktaran Sancar,s.63) Ancak cinsiyetleri ve "erkeklik" kavramını yalnızca sınıfsal ve ekonomik temelli değerlendirmek, diğer tüm çalışmaları göz ardı ederek eril düzeni eksik değerlendirmemize neden olur. Cornell, Toplumsal Cinsiyet ve İktidar kitabının ilk kısmında iş sınıfı bir aileyi ele alarak bu kompleks yapıyı açıklamış, ve eril düzenin işçi ailelerinde de sürdürüldüğünü aktarmıştır. Bu bağlamda siyasi iktidar eril iktidar olarak, kendi ideolojisini aktarmada altsınıf-işçi sınıfını bir toplumsal düzlem olarak seçer ve "erkeklik" ve "kadınlıkların" bu sınıfa uygun kalıplar içerisinde yeniden üretimini sağlar. 

  Althusser, devletin ideolojik aygıtlarından biri olan din kurumunu, egemen ideolojiyi topluma şiddet kullanmadan enjekte etmede bir araç olarak görür.(2014) Din aynı zamanda cinsel politikanın yürütülmesinde de tüm bu yapılar içerisinde temel bir nüvedir. Farklı dinlerde hatta mezheplerde "erkeklikler" farklı şekillerde ortaya çıkmış, Türkiye'de Müslüman erkekliğinin yanında sünni ve alevi erkeklikler din aracılığıyla yaratılmıştır. Hepsinin ortak noktası ise bağımsız, güçlü, kadınını koruyup-kollayan erkeklikler olarak vücut bulmasıdır.

  Mekan, sınıf, din, militarizm, aile toplumsal düzeni devam ettirebilmek adına tüm gücüyle "kadınlık" ve "erkeklikleri" kurar ve bu kavramları  yeniden inşa eder. Cinsiyetler bu kavramlarla sarmalanmış ve toplumsal olarak inşa edilmiş kategorilerdir. Kurulmuş "erkeklikler" mevcut düzenin bir yansıması olarak, hem kendi içlerinde kendilerini bitirmiş hem de kadınlar üzerinde eril tahakkümü sürdürmüşlerdir.

Filmin Öyküsü

  Film boyunca Sünni bir kıza aşık olan Alevi bir genç olan Veysel’in, onun en yakın arkadaşı Simo-İsmail’in, askerliğini yaparken Kuzey Irak operasyonuna katılan ve erken terhis olan Veysel’in abisi Semih’in, eski solcu bir pavyon sahibi olan Kerim’in ve Semih gibi askerliğini Güneydoğu’da yapmış Kürt düşmanı bir karakter olan Gürdal’ın öyküleri anlatılıyor. Karşılaştıkları sorunları, filmdeki karakterlerden kimi Amerika’ya kaçarak aşmaya çalışıyor, kimi pavyonda badigard olarak, kimi de içinde bulunduğu durumun sorumlusu olarak gördüğü Kürtleri öldürerek. Aslında tüm karakterler aynı bataklıktan kurtulmaya çalışmaktadır; ancak yaptıkları şey ya çırpınmak ya da diğerlerinin üzerine basarak kurtulmaya çalışmak olduğu için neticede hem kendilerinin hem de diğerlerinin boğulmasına neden olurlar. Filmin sonunda hala hayatta kalmayı başaran karakterler bataklıktan çıkamamıştır, çırpınmaya devam etmektedirler.

Başka Semtin Çocukları(2008)

  Film bize  anlatısıyla baştan sona bir erkeklik öyküsünü aktarır. Ana karakterlerden biri olan Semih'in kabusuyla başlayan film, askerde yaşadığı kanlı görüntüler aktarır. Bu görüntülerin arasında bir cesetin yıkandığını görürüz ve bunun o çatışmaya ait olduğunu düşünürüz. Ancak o ceset Semih'in şehirdeki kardeşi Veysel'e aittir. Erkekler arasındaki ölme-öldürme ilişkisi yalnızca askerde değil şehirde de sürmektedir. Bu sahneden sonra da karakterler üzerinden militarizme dair izler göreceğizdir. Semih'in Simo'ya " Veysel'i kim öldürdü" sorusuyla bir polisiye film izleyeceğimizi düşünürüz ancak film "erkeklik", "sınıf", "mezhep" çatışmaları  bağlamında bize okuma alanı oluşturur.

  Film flashbackle geçmişe gider ve bir binanın çatısında Veysel ve Haydar'ı görürüz. Haydar Veysel'i sevdiği kadın hakkında uyarır. Bu sahneyle iki farklı "erkeklik" görürüz, Haydar dini öğretilerine sadık kalan bir erkek iken, Veysel bu mevcut "erkekliği" reddeder. Buradaki bir diğer erkeklik ise Haydar'ın görüşlerini ilettiği Hasandır. Hasan aile reisi olarak kendisine ait dini öğretilerini oğluna aktarır, Veysel'in başka bir mezhepten bir kadınla evlenmesini istemez. Veysel ve Hasan arasındaki baba-oğul çatışması da "din" aracılığıyla gerçekleşir.Devam eden sahnede İsmail, ablasından para istemektedir. Sonrasında ise Kerim'i altsınıf için lüks sayılabilecek bir arabada İsmail'e para verirken görürüz. İsmail, çalışan ancak yeterli ekonomik kazanca sahip olmayan, ablası üzerinden geçinen bir erkek olarak çizilir. Burada film boyunca nadir olarak izleyeceğimiz  kadın karakterlerden biri kahvaltı hazırlarken resmedilir. Kerim ise kazandığı para ile erkekliğini tamamlamış, başka bir erkeğe çalışma imkanı sunan biri olarak aktarılır. Veysel ve İsmail durakta beklerken, sevdiği kadın abisiyle dolmuşa biner. Burada bir başka "erkeklik" temsilini Engin üzerinden görürüz. Film giriş bölümüyle bize farklı "erkeklikleri" bulunduğu toplumsal ilişkilerle resmeder.

  Film, bize sayısı oldukça fazla erkek karakterler ve onların içlerinde bulunda "erkeklik" durumunu anlatırken, erkeklerin hayatındaki dört kadın karakteri de erkeklere eklenmiş bir şekilde sunar. İsmail, Semih'e Saadetin nasıl biri olduğunu aktarırken onu atölyenin en güzel kızı olarak tanımlar, biz ise Saadeti  Engin'in kardeşi Veysel'in ise sevdiği kadın olarak izleriz. Canan'ı ise İsmail'in ablası, Kerim'in sevdiği kadın olarak olarak izleriz. Beyza Canan'ın yanında çalışan, İsmail'in sevdiği kadın olarak filmde varlığını sürdürür. Gül ise bir türkü barda çalışan, Haydar'ın sevdiği kadın olarak yer alır. Bütün kadın karakterler yalnızca erkeklerle birlikte resmedilmiş, onların kimliğine dair bilgi verilmemiş adeta zenginlik katsın diye filme eklenmişlerdir. Film "erkeklik" öyküleri ile düzen eleştirisi yaparken, bu düzende kadınları yok saymaktadır.

 Filmin geçtiği Gazi Mahallesi siyasi iklimiyle oldukça bilinen bir mahalledir. Ancak filmde bu anlamıyla mahalle, siyasi ikliminden ziyade  homososyal bir mekan olarak çizilir. Erkek karakterler sokakta kendilerini var etmeye çalışırken Saadet önce konfeksiyonda, sonra ise abi ve babasına bakarken, Canan ev ve kuaförde, Beyza ve Gül  ise yine aynı şekilde kapalı alanda resmedilirler. Kahraman erkekler sokaklarda belalarla baş ederken kadınlar yapmaları gerekeni  yapar, anlatının akışına müdahil olmazlar.

  Veysel ve Saadetin arasındaki aşk, mezhep farklılıkları nedeniyle filmdeki farklı "erkekliklerin" çatışma noktası olur. Hasan, Haydar ve Engin'in aksine Veysel bu dini öğretilere karşı çıkan bu anlamıyla düzenin bir parçası olan dini yok saymakla suçlanır ve diğer "erkeklikler" tarafından cezalandırılır. Engin, babasından sonra aile reisi olarak Saadeti yok sayarken, Hasan ise baba olarak öğrendiklerini oğluna öğretmek ve uygulatmaktaki tek sorumlu kişi olarak Veysel'i uyarır. Bütün bunlar eril düzenin varlığını devam ettirecek olan din politikalarının toplumsal ilişkilere yansıma biçimidir. "Kadınlık" ve "erkeklik", resmi ideolojinin din aracılığıyla doğru davranış kalıplarını gerçekleştirdiği bir alan haline gelir.

  Geleneksel anlatıda sık sık gördüğümüz bilge erkek bu filmde karşımıza Ali Dayı olarak çıkar. Ali dayı Veysel ve İsmail'e yol gösteren, onlara kendi öğretilerini Hasandan farklı bir yolla aktaran bir karakterdir. Onlara, kendisini tamamlamış bilge bir erkek olarak "erkekliğini" aktarır.

 Filmde militarizmin etkilerini iki erkek karakter üzerinden izleriz. İki karakterde de askerde  yaşadıklarının travmatik etkilerini görürüz. Bir sahnede iki gençle oturan Gürdal, kendisine kahramanlıklarını anlatmasını isteyen gençlere küfür eder. Semih ise yaşamı içerisinde sık sık askerde yaşadığı anlara gider. Bu anlamda film militarizmi yücelten aktarımlardan ziyade, anti militarist bir tutum sergilediği söylenebilir.  Filmde milliyetçilik ise Güldal'da vücut bulur. Ancak bu milliyetçiliğin normal olarak nitelendirdiğimiz insanda bulunmayacağı mesajını vererek milliyetçiliği sıra dışı bir tutum olarak görmemize neden olur. Filmde bu anlamıyla yoksul bir  mahallede yaşayan insanların mağduriyetlerinin onları suça teşvik ettiğini söylerken, Gürdal'ı ise vatanını korurken aklını yitirmiş, bu nedenle Gül'e ve diğer insanlara gösterdiği şiddet normalleştirilerek aktarılmıştır.

  Filmde bütün "erkeklikleri" sarmalayan mahalle aynı zamanda, bütün erkek cinsi için bir bataklık haline dönüşecektir. Bu bataklıkta bütün erkek karakterlerin hayalleri vardır. İsmail, tek hayali badigard olmak olan bir erkekken, Veysel Saadetle bu bataklıktan başka bir ülkeye gitme düşü görmektedir. Kerim ise çareyi pavyon işleterek paraya hakim olmakta bulmuştur. Farklı erkeklerin hayallerinin ortak noktası ise bu bataklıktan kendilerini "erkekliklerini" tamamlayarak kurtarmaktır. Onlar için Gazi mahallesi bir çöplükten ibarettir. Eril düzen, içinde bulundukları ekonomik şartlarla birlikte onları "erkek" olmaya iter. Ancak bu yalnızca bir erkeklik çıkmazı olacaktır.

  Veysel'in katili aranırken, erkek karakter arası mücadeleyi izleriz. Eril şiddet bu anlamda kendisini gösterir. Engin'in Saadet ve Veysel'e şiddet uygulamasıyla başlayan bu döngü, Gürdal'ın Haydar ve Gül'e şiddet uygulamasıyla devam eder, İsmail'in Veysel'i öldürmesiyle ise son bulur. İsmail kardeşim diye seslendiği Veysel'i "erkek" olmak uğuruna öldürmüştür. Daha önce militarizmden yara alarak kurtulmuş Semih ve Gürdal karakterlerinin aktarımı üzerine tartışmıştık. Film militarizme, şiddetin travmatik etkileri hakkında karakterler üzerinden eleştiri getirmiştir. Ancak son sahnede Gürdal ve Semih'in birbirlerini öldürme pahasına karşı karşıya gelmişlerdir. Bu sahneyle daha önce eleştiri getirilen şiddet, iki erkek için kahramanlık ve güç mücadelesi haline gelecektir. Bu da eril şiddetin gösteriye dönüşmesine neden olmuştur.

Sonuç

  Film, sosyoekonomik koşullarla sarmalanmış bir mahallede, düzenin dayattığı "erkeklik" normlarını gerçekleştiren erkek karakterlerin öyküsünü aktarır. Erkeklere ait sokaklar, aynı zamanda onlar için bir o kadar tehlikeli ve kötü sonuçlar doğurur. İç içe geçmiş farklı "erkeklikler" birbirlerini var ederken aynı zamanda birbirlerinin sonunu hazırlamaktadırlar. Film boyunca sokaklar mücadele alanına dönüşecek, "erkeklik" adı altında bir fanusa hapsedilmiş erkeklerin bu fanusta boğuluşları görülecektir. Film fanusa yani sisteme ciddi eleştiriler getirerek bize "normal" olarak gelen sistemin arka yüzünü aktarır. Bu anlamıyla film seyirciye eleştirel bir alan oluşturur. Diğer yandan film eril düzeni eleştirmede, o düzenin yöntemlerini kullanarak mevcut ideolojiyi yeniden üretir. Erkekler, sisteme eleştirilerini eril bir şekilde yaparken, kadınlar filmde bu düzenin tabi kılınan tarafı değillermişçesine, yok sayılmış, görmezden gelinmiştir. Genel anlamda film ideolojik bir eleştirme yapmada zemin hazırlarken, yanlış aktarımlarla bu ideolojiyi yeniden üretmiştir.

Kaynaklar

  Althusser, L. (2000). İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları. (Çev.Yusuf Alp, Mahmut Özışık). İstanbul: İletişim Yayınları. 
Cornell, R. W. (1998). Toplumsal Cinsiyet ve İktidar. (Çev. Cem Soydemir). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Sancar, S. (2015). Erkeklik: İmkansız İktidar, İstanbul: Metis Yayınları.
Saygılıgil, F.(2013). Mekanın Cinsiyeti. Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi. 5(1), 209-218.
Schick, İ. C.(2000). Batının Cinsel Kıyısı, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları
Segal, L.(1992). Ağır Çekim Değişen Erkeklikler Değişen Erkekler.(Çev. Volkan Ersoy). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Wolf, S.(2011). Cinsellik ve Sosyalizm.(Çev. Kıvanç Tanrıyar). İstanbul: Sel Yayıncılık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder