27 Ocak 2016 Çarşamba

TOPLUMSAL CİNSİYET VE QUEER BAĞLAMINDA  “DÖNERSEN ISLIK ÇAL” FİLMİNDE “ÖTEKİ” BEDENLER
Arafat KALKAN[1]

   Bu çalışmada Orhan Oğuz’un Yönetmenliğini yaptığı, 1992 yapımı “Dönersen Islık Çal” filmi, toplumsal cinsiyet ve Queer teori bağlamında, toplumun “a normal” olarak gördükleri “öteki” bedenler üzerinden, ele almaya çalışılacaktır.

Toplumsal Cinsiyete dair;
      Scott’a (2007: 11) göre, “toplumsal cinsiyet”, kadınlar ve erkeklere ilişkin uygun rollerin tamamen toplumsal olarak üretildiğini ifade eden “kültürel inşalar”a işaret etmenin bir yoludur. “Toplumsal cinsiyet”, erkeklerin ve kadınların öznel kimliklerinin sadece toplumsal kökenlerini belirgin kılmanın bir yoludur. Bu tanımlamada “toplumsal cinsiyet”, cinsiyeti olan bir bedene zorla kabul ettirilmiş bir toplumsal kategoridir. Bir kategori olarak cinsiyetin toplumsal inşasını düşündüğümüzde, “Toplumsal cinsiyet”, insanların eril ve dişil olarak üremeye dayalı bölünmesi kapsamında veya bu bölünmeyle bağlantılı olarak örgütlenmiş pratik anlamına gelir. Bunun daha önemli bir toplumsal ikilik talep etmediği de doğrudan doğruya açık olmalıdır. Toplumsal cinsiyet pratiği üç ya da yirmi toplumsal kategori kapsamında örgütlenebilir.(Connel, 1998:190). Temel olarak farlılık, cinsel farklılık da dâhil olmak üzere bireyler arasındaki tüm farklılıklar ve karşıtlık kavramları olarak inşa edilen tüm farklılıklar politik, ekonomik ve ideolojik düzenin farklılıklarıdır. Bu politik ekonomik ve ideolojik düzeni gizleyen tüm kategoriler doğal ya da a priori olarak verili, tüm toplumsallıktan evvel orada olan farklılıkların tanrısal bir isteğinin sonucu olarak sunulan idealist bir düşünceden kaynaklanır. (Wıttıg, 2013: 83). Kendini cinsiyetlendirilmiş “beden”ler üzerinden, eril/dişil, erkek/dişi gibi sabit kategoriler üzerinden inşa eden bu ideoloji, Wıttıg’e göre (2013: 36) daima ekonomik, politik ve ideolojik bir düzene bağlı olduğu gerçeğini gizlemeye hizmet eder. Bütün tahakküm sistemleri maddi ve ekonomik düzeyde bölünmeler oluştururlar. Onun için toplumsal cinsiyetin kategorileri ve iktidar, çoğul bir şekilde ideolojik bir inşa sürecidir. Sadece cinsiyeti değil, sınıf, ırk, kültürel… vb. Birçok iktidar yapısını katmanlı bir şekilde barındırır. Zorunlu ve doğallaştırılmış heteroseksüellik kurumu toplumsal cinsiyeti, eril terimin dişil terimden heteroseksüel arzu pratikleri yoluyla farklılaştırdığı bir ikili ilişki olarak düzenler, çünkü zorunlu heteroseksüellik kurumu bunu gerektirir. İkililiğin karşıtlığa dayalı iki uğrağını farklılaştırma ediminin sonucunda iki terim de sağlamlaşır; cinsiyet, toplumsal cinsiyet ve arzunun kendi iç tutarlılıkları sağlanır( Butler, 1999: 74). Toplumsal cinsiyeti, eylemlerin kaynağındaki kararlı bir kimlik olarak veya bir faillik merkezi değil de zaman içerisinde zayıf bir inşayla kurulan, edimlerin stilize tekrarı üzerinden dış mekânda tesis edilen bir kimlik olarak tasavvur etmeliyiz. Toplumsal cinsiyet etkisi bedenin stilizasyonu üzerinden üretilir, dolayısıyla muhtelif türden bedensel jestin, hareketin ve stilin kalıcı toplumsal cinsiyetli kendilik yanılsamasını oluşturmalarının gündelik yolu olarak kavranmalıdır( Butler, 1999: 230).
Queer Kurama Dair;
   Jagose, günümüzde queer kavramının kullanımına dair üç farklı bağlam olduğuna işaret ediyor. Queer, hala çoğu yerde gay ve lezbiyen( ve bunlara eklenen daha tipik queer adlar olarak biseksüel, travesti, transseksüel ve interseks yani kısacası LGBTTI) yerine bir tür kısaltma gibi kullanılıyor. İkincisi olarak terimin tutarlı ve öncekinden farklı yeni bir kimliğin adı olarak kullanıldığı bağlamlar var; queer nation teriminde olduğu gibi. Ve nihayet en üretken tartışmalara vesile olduğu bağlamlarda queer terimi, sadece gay ve lezbiyen kimliklere dair değil genel olarak tüm kimlik kuruluşu dinamiklerine ve kimlik politikası eğilimlerine dair radikal bir sorgulamanın adı olarak beliriyor.(Özkazanç, 2015: 94). “Queer” bir zamanlar en iyi anlamıyla eşcinselliği ifade eden bir argo, en kötüsüyle homoseksüelliğin aşağılandığı bir kelime olarak kullanılmaktaydı. Son yıllarda bu kavram farklı biçimlerde kullanılmaya başlandı. “Queer”  zaman zaman kültürel anlamda marjinal kabul edilen cinsel kimlikleri ortak bir çatı altında birleştiren kavram olarak işlev görülmekteyken bazen de geleneksel gey ve lezbiyen çalışmalarından doğmuş ve gelişmekte olan bir teori modelini tanımlamaktadır. Kavramın modern kullanımına ilişkin bu kısa ve kısmi değerlendirmeden hareketle bile, queerin oluşun süreci devam eden bir kategori olduğu açıktır. Buradan, queerin henüz katılaşmadığı, daha tutarlı bir profile kavuşmadığı anlaşılmamalıdır, daha ziyade bu, kavramın tanımlamasındaki belirsizliğin ve esnekliğin, onun kurucu özelliklerinden biri olduğunu göstermektir.( jagose, 2015: 9). Queer, 1990’lardan itibaren LGBT çevrelerde öne çıkan ve günümüze gelene kadar hızla popülerleşen bir terim. Bu terimin 20. Yüzyıl başından itibaren Amerika’da gay erkeklere işaret eden argo bir anlamı olduğunu biliyoruz. Acayip, ucube, tuhaf gibi anlamlarının yanı sıra yüzyıl başından itibaren “ibne” anlamında da kullanılan queer terimi, 1990’larda Amerika’daki LGBT çevreler tarafından tekrar ele geçirilip, Butlercı bir ifadeyle “yaratıcı bir tekrara” uğramış. Dolayısıyla terimin mevcut kullanımı ve anlamları yüzyıl başındaki kullanım biçiminden önemli ölçüde farklılaşmış durumda (Özkazanç: 2015: 91). Akay’a (2013: 347) göre, queer marjinalleşmiş bir cinsiyet kuramı olarak değil, kimliksizliği ve kesişimleri öne sürerek işlevselleşmektedir. Konu tek başına cinsellik veya cinsiyet kimliği değil, toplumsal alanın kendisinin analiz edilmesidir. Queer bize bu imkanı vermektedir bugün: yeni bir kesişme alanı doğurmakta, etnik, dini veya cinsiyet temelli ayrımlar üzerinden yürütülen mücadele biçimlerinin sakladığı yüzü açık olarak göstermektedir. Wolf ise ( 2009: 170-172) queer teorinin,  kimlik politikalarına olduğu gibi meydan okuduğunu söyler. Bu yüzden, kimlik politikasını queerleştirmek de dâhil bir şeyi “queerleştirmek” teorinin iddia ettiği üzere onu tersyüz etmeye eşdeğerdir. Bu anlamda queer’e eleştiri getiren wolf (2009: 178), queer kuramcılarının toplum tarafından nasıl yaratıldıklarını açığa çıkarmak için verili durumların yapısını sökme projesi cinsiyet ve cinsel kategorileri reddetmek olarak da tercüme edilir. Cinsiyetin “söylemsel olarak inşa edildiğini” ve bu yüzden  “söylemsel olarak” yapısının sökülebileceğini iddia ediyorlar-iddia ettikleri üzere tanımlamak bir şeyi “şeyleştirmek” ya da somutlaştırmaktır, bu yüzden mücadelemizin bir kısmı tanımları reddetmektir. Marksistler, tam tersine, cinsiyet ve cinsellik kategorilerini toplumsal olarak inşa edilmiş görür ve bu yüzden yapıların ancak toplumsal olarak sökülebileceğini, dilin onun arkasından geleceğini düşünür. Jagose’ ye (2015: 156) göre, Queerin bilinmez potansiyelinin farklı teorisyenler tarafından sıklıkla vurgulanıyor olması, gelecek öngörüsünde bulunmaksızın ileriye bakabilme potansiyelinin queerin en etkinleştirici özelliği olduğunu açıkça ortaya koymaktır. Queeri kimlik siyasetine karşıtlığı üzerinden kurumlaştırmak yerine, kimliğin hem önkoşullarını hem de sonuçlarını mütemadiyen sorgulayan bir teori olarak betimlemek çok daha yerinde olacaktır. Queer, kimliğin çekim alanının dışında kalmamaktadır. Tıpkı postmodern mimari yapılar gibi, kimliği yerle bir etmekte, desteğini dış iskelette göstermektedir. Queer ve daha geleneksel kimlik oluşumları arasında kurulan diyalogun zaman zaman sorunlu olmasının nedeni ortak bir noktalarının olmaması değildir. Esasen, lezbiyen-gey hareket gerçeklik ve kimliğin politik etkisine bel bağlamaktayken queer bütün bu sınıflamaların arasında bir etkileşim yaratarak dengeleyici bir işlev görmektedir. Queer olmak mahrumiyet hakkıyla değil, kamusal olma özgürlüğü, kim isek o olma özgürlüğü ile ilgilidir. Queer olmak her gün zulme karşı, homofobiye, ırkçılığa, kadın düşmanlığına, dindar ikiyüzlülerin bağnazlığına ve kendi kendimize yönelttiğimiz nefrete karşı(kendi kendimizden nefret etmemiz gerektiği bize özenle öğretildi) mücadele etmek demektir. (Çakırlar, Delice, 2012: 15). Queer, heteroseksüelliği norm olarak gören toplumun kendisini mahkûm ettiği “öteki” statüsüne gönül indirmez; alaycı, kışkırtıcı, teatral gösteriler vasıtası ile bizzat “ben” ve “öteki” kurgularının inşasını sorgular.(Çakırlar, Delice, 2012: 16). Queer, lgbtt ile eşanlamlı değil. Queer, tüm lgbtt bireyleri kapsamadığı gibi, kimi heteroseksüelleri de içeriyor. Yani her lezbiyen, gay, biseksüel, travesti ve transseksüel otomatikman queer olmuyor ama bu kategorilerden hiçbirine girmediği halde kesinlikle queer olan birçok birey var. Queer, tüm farklı cinselliklerden, dördüncü aksiyomun işaret ettiği olası farklılıklar listesinin tümünü kapsayacak genişlikte bir cinsel çeşitlilikten yana. Dolasıyla queer, cinsel çeşitliliğin, eşcinsel ile heteroseksüel gibi kategoriye indirgenmesine karşı bir duruş.( Erdem, 2012: 44). Queer politikanın iki doğrudan sonucu vardır. İlki, uygulama açısından baktığımızda, tanınma koşullarını terk ettiğimiz andan itibaren bir uygulamayı karşılaşmalarının barındırdığı olasılığa göre sorgulayabiliriz. İkincisi, estetik açıdan baktığımızda, düzeni içeriden bozmak için normu yineleyen parodi veya drag sanatına karşılık, pozitif tekrar ve fark, zamanı kendi saf durumu içinde, yani ayrıştırma gücüne sahip saf fragmanlar olarak düşünme talebini gündeme getirebilir.( Colebrook, 2011: 225)



DÖNERSEN ISLIK ÇAL
Yönetmen: Orhan Oğuz
Senaryo: Nuray Oğuz, Cemal Şan
Oyuncular: Fikret Kuşkan, Mevlüt Demiryay, Derya Alabora, Menderes Samancılar
Yapım Yılı: 1992

     Beyoğlu’nda bulunan bir barda barmenlik yapan Cüce(Mevlüt Demiryay), gece işten çıkıp eve giderken, ara sokaklarda şiddet gören bir Travestiyle(Fikret Kuşkan) karşılaşır. Travestiyi saldırganların elinden, boynundaki düdükle kurtaran Cüce, onu kendi evine götürür. Bu olayla Cüce ile Travesti arasında bir arkadaşlık ilişkisi başlar. Hem ikisi arasında gelişen dostluk/dayanışma hem de bu iki karakterin, toplumun “ötekisi” olarak yaşadıkları acılara tanık oluyoruz.
Filmin başlarındaki travestiyi kovalamaca sahnesinden başlayarak, film boyunca seyrettiğimiz mekânsallığı, filmdeki karakterlerle (Cüce, Travesti, Fahişe, Pezevenk, “Gayrimüslim”) beraber düşündüğümüzde, toplumsal normun “öteki” olarak konumladığı “kimliklerin” mekânsal anlamda da bir “ötekilik mekânsallığı” üzerinden göründüğünü söyleyebiliriz. Kenarsallaştırmanın “ yalnızca grubun nitelikleriyle değil, belli yerlerin –dışlanan grubun kenarsal konumunu ifade eden dışlama mekânlarının- imgeleriyle ilişkili” olduğunu gösterir. Bir başka deyişle , ayrımcılık kendi kendini yeniden üretir: Ötekilik mekanları yalnız “öteki”lerin depolandığı yerler olmakla kalmazlar, başkalığın başlıca göstergeleri/üreticilerinden biri de olurlar( Sibley’den akt Schıck, 1999: 38).
İktidarın uygulanması, toplumda hâkim olan içerme ve dışlama mekanizmalarını yansıtan, hem de yeniden üreten kimlik ve başkalık mekanları oluşturur, tıpkı girdaplar gibi. “Hegemonya uygulamasının mekanı etkilememesi aklın alacağı bir şey midir? Mekan toplumsal ilişkilerin edilgen mahallinden, birleşimlerinin vücut bulduğu ortamdan yahut yok edilmeleri için başvurulan yordamların toplamından ibaret olabilir mi? Diye sorduktan sonra Henri lefebvre kendisi yanıtlar sorusunu: “ Cevap hayır olmalıdır…(M)ekan belirli bir mantık çerçevesinde, bilginin ve teknik uzmanlığın yardımıyla, bir ‘sistem’in kurulmasına yarar ve bundan yararlanır. Yani hegemonya mekanı şekillendirir ve hegemonyanın mekan kuruluşları da iktidar ilişkilerini yeniden üretir( Lefebvre’den akt, schıck: 1999: 39)
Travesti, kovalandıktan sonra bir apartmanın girişinde sıkıştırılır, tecavüze uğrayacağı esnada flashbackle geçmişe gideriz. Travesti saçının kesildiği acı zamanı anımsar, bu bağlamda toplumsal normun aslında  nasıl onu zorla bir “bedene” hapsetmeye çalıştığını görürüz. “Cinsiyet” mefhumu yapay bir birlik çerçevesinde anatomik öğeleri, biyolojik işlevleri, davranışları, duyumları ve hazları bir arada toplamayı sağladı ve bu hayali birliğin nedensel ilke, her yerde hazır ve nazır anlam…biçiminde işlemesini mümkün kıldı: Cinsiyet böylece yegane imleyen ve evrensel imlenen olarak işleyebildi.( Butler, 1999: 166)
Mıchel Foucault’ya göre  “18 yüzyılın başlarına doğru cinsellik üstüne konuşmaya dönük siyasal, iktisadi ve teknik bir kışkırtma ortaya çıkmıştır” Bunun sonucu olan cinsel söylemler düzeni, öcelikle kipliklerinin fazlalığı bakımından kendinden önceki belirimlerden farklılık göstermiştir. “Ortaçağ, beden izleği ve kefaret uygulaması çevresinde belirgin biçimde tekil olan bir söylem düzenlenmişti. Son yüzyıllarda ise bu göreli tekdüzelik parçalanmış, dağılmış ve nüfus bilim, biyoloji, tıp, psikiyatri, psikoloji, ahlak, pedagoji ve siyasal eleştiride biçimlenen bir ayrı ayrı söylemsellikler patlamasıyla çoğalmıştır.( Schıck, 1999: 67)

Yine travestinin sonrasında gördüğü flashback’de, dönemim Türkiye’sinin sıkıyönetim bölgesinde, “anormal”, “ucube” “cinsiyet anarşisine uğramış” olarak tanımladığı “kimlikleri” kentten sürgün edilmişliğini görürüz. Bu acı süreci şöyle anlatmıştır;
…her yerden bir sürek avı başlamıştı. Bizlere; travesti-transseksüel ve geylere…Topladıklarını Sirkeci’deki o zamanki meşhur Sansar Han’a, yani emniyet müdürlüğüne götürdüler…Günlerce orada kaldık. 50-60 kişi, şiddet, eziyet, işkence; üstümüzü başımız, saçımız sakalımız birbirine karışmış bir halde bindirdiler bizi minibüslere, ver elini Haydar Paşa garına sürükleyerek. Halkın çirkin sözleri arasında, tekme tokat bindik trene. Kapattılar kopartımanı; kapıları kilitlediler. Hepimizde ayrı ayrı korkular vardı. Akıbetimiz ne olacaktı? (Kardelen’den akt Eşsiz, 2012: 196)
Bu bağlamda mekânsal pratiklerle iktidar arasındaki yakın ilişkinin altını çizen Foucault da benzer şekilde “nesnelerin yerleştirilmesi, sınırlandırılması ve sınırlarının çizilmesinin, sınıflandırma biçimleriyle bölgelerin düzenlenmesinin izi sürmek, iktidarın –tabiatıyla tarihsel- süreçlerini ön plana çıkarmak anlamına gelir” demektedir. Gerçekten de yalnızca iktidar mekânsal pratikleri etkilemekle kalmaz, mekânsallık söyleminin bizatihi kendisi iktidarın işleyişinden doğar( Schıck, 1999: 39). “ Tiksinç” bedenlerden atılanı, dışkı olarak boşaltılanı, kelimenin gerçek anlamıyla “öteki” kılınanı belirtir. Yabancı unsurların dışa atılmasıymış gibi görünür ama aslında bu dışa atma edimi yabancıyı fiilen tesis eder. “Ben-değil”in tiksinç olarak inşası sayesinde bedenin sınırları tesis edilir( Butler, 1999: 220)
Bedenin sınırı gibi iş ile dış arasındaki ayrımı da kurmanın yolu, aslen kimliğin parçası olan bir şeyin dışarı çıkarılıp yeni bir değerlendirmeye tabi tutularak pisletici bir ötekiliğe itilmesidir. Cinsiyetçiliği kavramak için Kristeva’ya başvuran Iris young’ın ileri sürdüğü gibi, cinsiyetçilik, homofobi ve ırkçılık, yani bedenleri ve cinsiyetleri, cinsellikleri ve/veya renkleri nedeniyle reddetmek bir dışarı püskürtme edimidir, bunu takip eden “geri püskürtme” edimi ise kültürde hegemonik olan kimlikleri cinsiyet/ırk/cinsellik bazlı farklılaştırma eksenlerine göre kurar ve pekiştirir( Butler, 1999: 221)
Cüce’nin Travesti’yi evine götürdüğü, yemek hazırladıktan sonra “kadın” olmadığını anladığı anda yaşadığı hayal kırıklığı ile terasa çıkan Cüce, aslında kendisi de toplumsal normun “ucube” olarak tanımladığı bir beden olmasına rağmen, toplumsal norm üzerinden Travestiye bakar. İki toplumsal cinsiyetten birine sığmayan bedenler insani alanın dışına düşerler, insanlıktan çıkarılmış ve tiksinç olanın alanını oluştururlar, insan da bu alanın karşıtı olarak kurulur( Butler, 1999: 190). Travesti’nin de toplumsal bir norm üzerinden Cüce’ye baktığını görürüz. Bedenin sınırlarının çizilmesini başlatan ne şeyleştirilmiş bir tarihtir, ne de bir özne. İşaretlendirmeye sebep olan şey, dağınık ve etkin yapılandırmasıyla toplumsal alandır. Beden için bir toplumsal mekan ve bedenin toplumsal mekanı, bu imleme pratiğinin sonucu olarak, idrak edilebilirliği belirleyen bazı düzenleyici çizelgeler dâhilinde oluşur( Butler, 1999 217). Sonrasında Cüce’nin, Travesti’ye, -Sen kadın değilsin, demesi aslında Cinsiyet kategorisinin ne değişmez ne de doğal olduğu, daha ziyade doğa kategorisinin üreme odaklı cinselliğe yarayacak şekilde siyasi olarak kullanımından ibaret olduğu… İnsan bedenlerinin erkek ve dişi olarak ayrılmasının tek sebebi, bu ayrımın heteroseksüelliğin ekonomik ihtiyaçlarını karşılaması ve heteroseksüellik kurumuna doğal bir görünüm vermesidir.( Butler’dan akt, Özkazanç, 2015: 65) Cüce’nin, -Sen şeysin, -sapık demesi, söylemsel olarak da “cinsiyet”in kurulmuş olduğunu gösterir. Kategori olarak “cinsiyet”, bedenin toplumsal biçimlenimi olarak “cinsiyeti” mecbur kılar. Dil toplumsal bedenin üzerini katman katman gerçeklikle kaplar” ama gerçeklik katmanlarını kaldırıp atmak kolay değildir. Cümlenin devamında wittig dilin böylece toplumsal bedeni “damgalayıp şiddetle şekillendirdiğini” yazıyor. Wittig’e göre beşeri bilim söylemlerinde iyi aşikar olan “hetero zihniyet”, “hepimizi, lezbiyenleri, kadınları, ve eşcinsel erkekleri ezer” çünkü bu söylemler “ toplumu, üstelik her toplumu kuran şeyin heteroseksüellik olduğu varsayarlar( Butler, 1999: 196). Yine Cüce’nin –Düşündükçe midem bulanıyor cümlesini şöylede açıklayabiliriz. Butler, toplumsal cinsiyetli hazların, toplumsal cinsiyete özgü olarak inşa edildiğini ve doğallaştırılmış bedenleri norm olarak aldığını, bu normatif bendenler üzerinden bedenin kimi kısımlarını haz odağı yaptığını söyler. Travesti ve Cüce’yi, izleyici olarak ilk başlarda iki “öteki beden” in toplumsal norm üzerinden birbirlerinin gözünden görüyoruz. Sonrasında Cüce’nin terasa çıkıp, -Haklı, haklı tabi benden başka herkes haklı, Annem haklı, o ibne haklı, hep ben haksızım. Bir ben suçluyum, doğru diyor çok çirkinim o yüzden yalnızım, sizde olmasanız… Ama anlamıyorum ansiklopedilere bakıyorum bazen, Âdem ile Havva’ya, bu kadar güzel çizmişler ki onları, çok güzeller, çok yakışıklılar peki ilk insanlar niye o kadar çirkin, nedir bunun altındaki sır… Konuşması, Cüce’nin bir “anormal” olarak  herkes tarafından nasıl bir psikolojik/fiziksel şiddete maruz kaldığını gösteriyor. İnsan bedeninin salt fiziksel veya maddi bir nesnesi değil, aynı zamanda toplumsal anlamlarla yüklü sosyal bir nesne olduğu düşüncesinden hareket etmektedir. Beden, hem fiziksel hem de fenomenolojik bakımdan bireysel bir yaratım hem de toplumsal ve kültürel bir üretimdir. Beden kişisel olduğu kadar kamusaldır( Bayhan, 2012: 149). Bu da Cüce’yi yalnızlaştırıp, bir “öteki” olarak sadece gece görünür olmasını sağlamıştır. Travesti’nin terasa gelip rakı içmesiyle beraber iki “öteki” beden arasında bir dayanışma/dostluk başlıyor.
Cinsiyetli bedenlerin sınırlandırılışı, şekillendirilişi ve deforme edilişi, bir dizi kurucu yasak, bir dizi zorunlu kavranabilirlik kriteri aracılığıyla hayata geçiriliyorsa, göz önünde bulundurduğumuz sadece bedenlerin kendilerinden belli bir uzaklıkta olan kuramsal bir pozisyonun ya da epistemik bir konumun bakışı noktasından bakıldığında nasıl belirdiği değildir. Aksine, kavranabilir cinsiyet kriterlerinin bedenlere ait bir saha oluşturabilmek için nasıl işlediğini ve belirli kriterlerin düzenledikleri bedenleri ürettiklerini ne kadar kesin bir biçimde neye bağlıdır? ( Butler, 2011: 86)
Cüce’nin bankamatikten para çekmek için yaşadığı sıkıntıya bakınca, “kamusal alanın” da “ toplumsal normatif”  bir beden politikası üzerinden, mekânsallıklar inşa ettiğini görüyoruz.  Cüce’nin evine gelen, Fahişe’nin( Derya Alabora) kahve istemesi, sonrasında içeriye girip, Cüce’yi arzulaması üzerine, kapı zilinin çalmasıyla evden çıkan Fahişeyi gören, ‘erkeğin”  bir an donakalması, heteroseksüel cinselliğin inşa edilirken, normatif bir tahayyüllüde inşa ettiğini anlarız. Çünkü Cüce “anormal” dir, cinselliği olmaz. Foucault’ya göre, cinsellik bir şey, doğal bir olgu, insan öznelliğinin ebedi gramerinde sabit ve hareketsiz bir öğe değil, “bir politik teknolojiler bileşiğinin” belirli bir kullanımıyla “bedenlerde, davranışlarda, toplumsal ilişkilerde yarattığı bir etkiler kümesi(dir). ( Halperin, 2013: 87). Butler ( 1999: 240), toplumsal cinsiyet ontolojileri hep yerleşik siyasi bağlamlar içinde normatif emir işlevi gördüğünü, neyin idrak edilebilir cinsiyet sayılacağını belirlediğini, cinsellik üzerindeki üreme odaklı kısıtlamaları dile getirip ve pekiştirdiğini, cinsiyetle veya toplumsal cinsiyetli bedenlerin kültürel olarak idrak edilebilirliği kabullerinin yasa hükmündeki gerekliklerini belirlediğini. Dolayısıyla ontoloji bir temel değildir, kendini zorunlu bir zemin olarak siyasi söyleme sokan ve alttan alta işleyen normatif bir emir olduğunu söyler. Filmde Travesti’nin “kahkalarını” bir drag performans olarak da düşünebiliriz.
Drag, toplumsal cinsiyeti taklit ederek, toplumsal cinsiyetin taklide dayalı yapısını ve olumsallığını örtük olarak aşığa çıkarır… Bu anlamda toplumsal cinsiyet parodisi de, toplumsal cinsiyetin kendini benzettiği orijinal kimliğin, aslında kökeni olmayan bir taklit olduğunu ortaya koyar… Ancak normallik hissinin yitirilmesi de kahkahaya vesile olabilir, özellikle de “normalin”, “orjinalin” aslında bir kopya olduğu hem de başarısızlığa uğraması kaçınılmaz bir kopya, kimsenin hayata geçirmeyi başaramayacağı bir ideal olduğu ortaya çıkarsa burada kahkahanın kaynağı orijinalin zaten başından beri türev olduğunu farketmektir( Butler, 2008: 226-227). 
Cüce’nin barda Sabaha kadar çalıştığı, sonrasında Travesti’nin geldiği, saheneye baktığımızda. Travesti’nin – Ayol, sen hep sabahlar mısın? Sorusuna –Her zaman değil, neden içtiğimi sanıyorsun, şimdi tüm şehir bakacak bana demesi, şehrin görünür olmayı, gündüz “normallerin alanı, gece ise “anormallerin” alanı olarak ürettiğini görürüz. Travesti’nin –sen hiç bu şehirden kovuldun mu? Cümleleri iki “öteki” bedeninde, toplumsal normların ürettiği alanlarda görünür olmalarına izin vermediğini görürüz. Sonrasında Travesti’nin  -Yürü lan gidiyoruz, hep gece yürüyecek değiliz ya birazda güneşe doğru yürüyelim demesi üzerine, gündüz “dışarı” çıkan iki “öteki” beden, toplumsal alanın ürettiği şiddete maruz kalırlar. “Heteroseksüel normatif” inşanın tahayyül ettiği “beden” ,” cinsiyet”, “cinsellik” ve tahakkümüne karşı; Queer çokluk, bedeni normalleştirme teknolojileri tarihini, bir yenilgi ya da bir tortu gibi, kendinde taşır ve bunu taşıdığı oranda da cinsel öznelliğin üretimine hizmet eden biyoteknolojik dispozitiflere çomak sokma olasılığına sahiptir.( Preciado, 2013: 327)
 Queer çokluğun bedenleri aynı zamanda, modern straight ve sapkın bedeni – diğer şeylerle birlikte- inşa eden pornografik ve anatomi tıbbına ait söylemlerin bir yeniden-kendine-mal-edilmesi ve saptırlmasıdır ( dêtournement). Queer çokluk ne “üçüncü cinsi” önemser, ne de “cinsiyetler ötesi bir dünyayı”. Kendini, cinsiyete yönelik bilgi/iktidar disiplinlerini yeniden-kendine-mal-etmekte, “normal” ve “sapkın” bedenler üreten seksopolitikanın belirgin teknolojilerini saptırmakta ve onlara yeniden ifade kazandırmakta kurar. “Feminist” ya da “homoseksüel” politikaların aksine, queer çokluğun politikası ne doğal kimliklere (erkek/kadın) dayanır, ne pratiklerin bir tanımına (heteroseksüel/homoseksüel); fakat onları “normal” ve  “anormal” olarak inşa eden rejimlere karşı çıkan bir bedenler çokluğuna yaslanır.( preciado, 2013: 330)
Yapmamız gereken iş, her imkânı bir imkan olması nedeniyle yüceltmek değil, halihazırda mevcut olan ama kültürel olarak idrak edilemez veya imkansız addedilen kültürel alanlarda mevcut olan imkanları yeniden betimlemektir. Artık kimlikleri siyasi kıyasın öncülleri olarak sabitlemekten ve siyaseti bir dizi hazıryapım öznenin çıkarlarından türeyen bir dizi pratik olarak kavramaktan vazgeçersek, siyasetin yeni bir biçimlenimi eskisinin enkazından mutlaka doğucaktır.(Butler’dan akt, Özkazan, 2015: 53)













Kaynakça:
1.      Connel, R. W. (1998) Toplumsal Cinsiyet ve İktidar: Ayrıntı Yayınları: İstanbul
2.      Scott, J. W. ( 2007) Toplumsal Cinsiyet: Faydalı Bir Tarihsel Analiz Kategorisi: Agora Kitaplığı: İstanbul
3.      Wıttıg, M. (2013) Straight Düşünce: Sel Yayınları: İstanbul
4.      Wolf, S. (2009) Cinsellik ve Sosyalizm: Sel Yayınları: İstanbul
5.      Butler, J. (1999) Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimliğin  Altüst Edilmesi: Metis yayınları: İstanbul
6.      Jagose, A. (2013) Queer Teori Bir Giriş: Nota-Bene,Kaos GL dizisi
7.      Özkazanç, A. (2015) Feminizm ve Queer Kuram: Dipnot yayınları: Ankara
8.      Halperin, D. M. (2013) Cinselliğin Bir Tarihi Var mıdır?, QUEER TAHAYYÜL İçinde (ss, 87-119) ( Derleyen: Sibel YARDIMCI, Özlem GÜÇLÜ) Sel Yayınları: İstanbul
9.      Akay, A. (2013) B. Dellsperger: Body double, QUEER TAHAYYÜL İçinde (ss, 335-351) ( Derleyen: Sibel YARDIMCI, Özlem GÜÇLÜ) Sel Yayınları: İstanbul
10.  Preciado, B. (2013) “Anormal”lerin Politikası için Notlar, QUEER TAHAYYÜL İçinde (ss, 323-335) ( Derleyen: Sibel YARDIMCI, Özlem GÜÇLÜ) Sel Yayınları: İstanbul
11.  Schıck, İ. C. (1999) Batının Cinsel Kıyısı; Başkalıkçı Söylemde Cinsellik ve Mekansallık, Tarih Vakfı Yurt yayınları: İstanbul
12.  Çakırlar, C. Delice, S. (2012) Yerel ile küresellik Arasında Türkiye’de Cinsellik, kültür ve Toplumsalllık, CİNSELLİK MUAMMASI  içinde (ss, 15-16) (Hazırlayan: Cüneyt ÇAKIRLAR, Serkan DELİCE) Metis Yayınları: İstanbul
13.  Erdem, T. (2012) Hizadan Çıkmaya, Yoldan Sapmaya ve Çıkıntı Olmaya Dair; Kimlik değil, C,nsellik! Tektip Cinsellik Değil,Cinsel Çeşitlilik! CİNSELLİK MUAMMASI  içinde (ss, 37-72) (Hazırlayan: Cüneyt ÇAKIRLAR, Serkan DELİCE) Metis Yayınları: İstanbul
14.  Eşsiz, V. (2012) Devletin Eli, Beli, Sopası: Anlatılmamış Sürgünden “Kabahatlere” Türkiye’de Trans Bedenin Denetimi, MUAMMASI  içinde (ss, 185-223) (Hazırlayan: Cüneyt ÇAKIRLAR, Serkan DELİCE) Metis Yayınları: İstanbul
15.  Colebrook, C. (2011) Queer Kuramın Olasılığı Üzerine, COGİTO, Sayı 65-66/Bahar, içinde (ss, 213-228) Yapı Kredi Yayınları: İstanbul
16.  Butler, J. (2011) Maddeleşen/Sorunlaşan Bedenler (Bela Bedenler), COGİTO, Sayı 65-66/Bahar, içinde (ss, 52-87) Yapı Kredi Yayınları: İstanbul
17.  Bayhan, V. (2012) Beden Sosyolojisi ve Toplumsal Cinsiyet, DOĞU-BATI , Sayı 63/Kasım-Aralık-Ocak, İçinde (ss, 147-165) Doğu-Batı Yayınları: Ankara
























[1] Mersin Üniversitesi Radyo, Sinema ve Televizyon Yüksek Lisans Öğrencisi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder