29 Ocak 2016 Cuma


Wild Side: “Heteronormatif Evrende “gerçekliği” Alt-üst Eden Bedenler”

Giriş

Egemen heteroseksüel evren, cinsiyet farklılıkları ve karşıtlıklar üzerinden ürettiği söylemler ve pratiklerle, “beden” i içeriden ve dışarıdan kuşatarak hegemonyasını kurar. Bu çalışmada yönetmenliğini Sebastian Lifsitz’in yaptığı “Wilde Side” (2004) filmi üzerinden “beden”, “kimlik” ve “cinsiyet” in toplumsal inşası; “erkeklik” ve “kadınlık” performansları ele alınarak Judith Butler’ın performative kuramı çerçevesinden tartışılacaktır.

Beden”, “Kimlik” ve “Cinsiyet” in Toplumsal İnşası
İnsanın kendini gerçekleştirdiği bir mekan olarak “beden”, cinsiyet, kimlik, ırk vb kategorilerin pratik alanıdır. Toplumsal, sosyal ve kültürel  ilişkiler ağı içerisinde beden hem bir dil hem de bir mekan olarak yer alır. Beden, kimlik ve cinsiyetin toplumsal inşaları birbirlerinden ayrı düşünülemez. 
Butler’a göre kimlik sürekli oluşum ve kurulum halindedir. “İktidarın psişik yaşamı”nda  öznenin iktidarın talepleri doğrultusunda oluşan tutarlı kimliğinden bahseder. Öznenin kurulumu normatif idealler dolayımı ile yinelenen bir inşa sürecidir. Butler, bu kurulum süreci içerisinde öznenin kurulumundaki bu tutarlı kimliği “ruh” ve bilinç dışına itilen, iktidarın kuşatıcı etkileri ile ruhu aşan özneyi de “psişe” kavramları ile açıklar.Sürekli yeniden kurulan özne psişik artıklar üretir, öznenin failliğini(eyleyiciliğini) belirleyen bu özgür kalmış psişik artıklardır (Butler, 2001). 
Monique Witting, cinsiyeti heteroseksüel olarak kurulan bir siyasi kategori olarak ele aldır Bu doğrultuda cinsiyet varlığın değıl ilişkilerin bir sonucudur. Bu ilişkilerin “kadın” ve “erkek” arasında olan heteroseksüel ilişkiler olması da kadınları heteroseksüelleşmesi ve heteroseksüel ekonomiye maruz kalmalarına neden olur. Witting cinsiyetin, kadınlara beklenen ve kati bir zorunluluk olan “türü” üretmeyi, yani heteroseksüel toplumun üremesini dayatır. “Üreme özünde kadınların üretimine dayanır; bu, erkeklerin, kadınların bütün işlerini temellük etmelerine  imkan sağlar.”  Doğalmış gibi dayatılan bu durumu “Bu üretimlerden birinin (üreme) “doğal”, diğerinin toplumsal olduğunu söyleyemeyiz.” diyerek eleştirir. (Witting, 2013:38-39-40)
Micheal Foucault, iktidar ve beden arasındaki ilişki üzerine yaptığı çalışmalarda, üçlü yasa olarak adlandırdığı “yasaklama, yoksayma ve suskunluk” yasaları ile inşa edilen arzu ve hazzın, beden üzerinde hem içsel hem de dışsal bir kuşatma mekanizması kurarak bedensel söylemin inşasının nasıl gerçekleştirdigini ortaya koyar. Foucault söylemi bir iktidar alanı olarak tanımlar. Öznenin inşasının tepedeki bir iktidar tarafından değil mikro iktidar stratejileri ile her bir pratiğe gömülü olan ilişkilenme biçimleriyle gerçekleştiğini ortaya koyar. (Foucault, 2007)
Pierre Bourdieu, Eril Tahakküm adlı çalışmasında bedenin, kamusal ve özel, ön ve arka tarafları olduğunu, cinsiyet farklılığı ve karşıtlıklar üzerinden geleneksel olarak edilgen ve etken ilan edilebildiğini dile getirir. Ona göre toplumsal dünya, bedeni cinsiyetlendirilmiş bir gerçeklik ve cinsiyetlendirici görüş ve bölünme esaslarının taşıyıcısı olarak inşa eder. Bu inşa edilmiş bedenin taşıdığı algı da, karşıtlıklar ve farklılıklar üzerinden tekrar eden durumlar, söylemler, mekanlar ile tahakküm altında tutulur. “Algının bu bedensellemiş toplumsal programı, dünyadaki her şeye, en başta da bedenin kendisine, onun biyolojik gerçekliğine uygulanır” (Bourdieu,2015:22). Doğanın cinselliği, kültürün cinselliği tarafından tahakküm altına alınmıştır. (Bourdieu, 2015:19-32).
Mary Douglas’ın Saflık ve Tehlike'de "beden"in dış hatlarının bel­li kültürel tutarlılık kodlan yerleştirmeye çalışan işaretler tarafın­dan çizildiğini ileri sürmesi üzerine Judith Butler, Bedenin sınırlarını kuran her söylemin, beden için uygun olan sınırları, duruşları ve ilişki biçimlerini belirlediğini ve böylece bedenleri neyin teşkil ettiğini tanımlayan kimi tabuları yerleştirip doğallaştırmaya hizmet ettiğini söyler. (Butler,2014:217)
Kirılgan Hayat’da Butler, “Beden, ölümlülük, yaralanabilirlik, faillik belirtir” der (Butler,2004:41). Bedenlerimiz hiçbir zaman tam anlamı ile bize ait değildir dolayısıyla da bizi fail olma tehlikesine sokar. Cinsellikten ya da toplumsal cinsiyetten bahsettiğimizde sahip olduğumuz bir şeyden çok bir yoksullaşma, ele geçirilme, başkası için ya da başkası sayesinde olma şeklinden bahsederiz. Henüz ilk bağlarımızı kurduğumuzda, başkası için izler de taşımaya başlarız. (Butler, 2004) Butler bedenin inşasını yasa ve normlarla ilişkisi içinde ele alır. 
Butler çerçevesinden, her bir özneye kurulum halinde, performatif bir inşa olarak baktığımızda, beden, kimlik ve cinsiyet de her daim bu performatif inşa içerisinde sürekli yinelenip yenilenerek kurulum halindedir. Bu süreçte ilişkide olduğumuz her pratik bu sürece dahil olur. Sürekli bir oluşum ve kurulum halindeki bu süreç de kimlik, beden ve cinsiyet, devingen ve değişkendir.
Butler: “ Hegemonya, iktidarın toplumsal ilişkilerle ilgili gündelik anlayışımızı biçimlendirme,bu sessiz ve örtük iktidar ilişkilerine rıza gösterme ve onları yeniden üretme şeklimizi vurgular” (Butler, Laclau ve Zizek, 2005:22).(Aktaran, Özkazanç




Performans ve Performatif
Judith Butler, “Performative/Performatif Kuramı” ile toplumsal cinsiyet ile cinsellik arasındaki ilişkiye yeni bir bakış açısı getirir. Feminizm genel bir kategoriyi sadece kadın bedeni üzerinden açıkladığı için bu politik bir sorun teşkil eder, Butler feminizme, performatif siyaseti önerir. Kadının, ataerkil söylem tarafından biçimlenen ve normatif heteroseksüel söylem ile yinelenen performansı, performatif süreç sonunda ortaya çıkan cinsiyet’e ya da toplumsal cinsiyete sahip bir kurulumdur. Butler,  cinsel kimliğin, edimsel, performansa dayalı  bir oluşum olarak nitelendirir. Söylemsel pratiklerin bireyler tarafından canlandırılması sonucu ortaya konur. Başka bir deyişle cinsiyet söylemler aracılığıyla inşa edilen performanslardır. Performatif kuramın temel kavramı, “yaratıcı-yenilikçi tekrardır”. 

“Toplumsal cinsiyetli bir öz beklentisi, kendisinin dışında konumlandırdığı şeyi üretir. İkincisi, performatiflik tek seferlik bir edim değil, tekerrür ve ritüeldir, beden bağlamında doğallaştınlmasıyla etkilerini gösterir, bir bakıma, kültürel olarak sürdürülen zamansal bir süreç olarak kavranmalıdır.”  (Butler, 2011:42)
Özne, performatif olarak kurulan bir oluştur ve statik kategoriler yerine akışkanlıkla, akışkan kimliklerle ve yinelenip, yenilenen pratiklerle, söylemlerle ve ritüellerle tanımlanır. Toplumsal cinsiyet bu inşada kendi oluşumunu düzenli olarak örterek, kendi ideallerini yaratır. Bedenin toplumsal cinsiyetlendirilmesi de zaman içerisinde gözden geçirilek yenilenen ve yinelenen eylemlerin doğallaştırılması yolu ile gerçekleşir. 
Butler toplumsal cinsiyeti inşa edilmiş söylemler üzerinden gerçekleştirilen bir taklit, bir parodi olarak değerlendirir. Bu noktada oplumsal cinsiyetin inşa edilmiş ve performatif boyutunu açıklamak için ele aldığı drag tartışması tam olarak bir altüst ediş olmasa da parodinin parodisi olarak toplumsal cinsiyetin gerçek yüzünü, altında yatan normatif kimlikleri ortaya çikartır. Dolayısıyla kimliğin sabit ve değişmez olmadığı gerçeği de yüzeye çıkar. (Butler, 2014)
Film Hakkında
Yönetmenliğini Sebastian Lifsitz’in yaptığı 2004 Fransız yapımı WIld Side filmi,  Fransız, seks işçilsi, ameliyat olmamış transeksüel “kadın” Stéphanie,  Arap asıllı, seks işçisi biseksüel “erkek” Djamel ve eski bir asker olan Rus göçmen Mikhail’in yaşamlarını ve aralarındaki ilişkileri konu alır. 
Stéphanie, Mikhail ve Djamel ile birlikte aynı evde yaşamaktadır. Annesinin hasta olduğu haberini aldıktan sonra 15 yaşında ayrıldığı evine yıllar sonra annesi ile ilgilenmek üzere geri döner. Mikhail, Stéphanie ile birlikte gider, Djamel de onlara sonradan katılır.

Dikenli Yol
Wild Side (2004) filmi, eşcinsellik, biseksüellik, transeksüellik, göçmenlik, seks işçiliği gibi toplumsal normların ötekileştirdiği olguları, öteki olanın yanıbaşından anlatıyor.  Lifsitz, henüz filmin açılış sahnesinde seyircinin alışıla gelmiş heteroseksist beden algısını kırar. fonda Antony Hegarty “Fell in Love With a Dead Boy” parçasını söylerken (sana aşık oldum, benim tek aşkım sensin. Çünkü hayatım boyunca çok üzgün oldum…şimdi bütün arkadaşlarıma söylüyorum, ölü bir çocuğa aşık oldum. şimdi aileme söylüyorum, keşke onunla tanışabilseydiniz … ölü bir çocuga aşık oldum, öyle güzel bir çocuk ki! Ona sordum; kız mısın yoksa erkek misin?) yatağa uzanmış çıplak bir “kadın” vücudunun parçalar halinde yakın planlarını izleriz bu planların akışı arasındaki bir planda “kadın” bedeninde “erkek” cinsel organını görürüz. Algıyı bu şekilde kıran, sahip olduğumuz zihinsel simgelerde karşılık bulamayan bu beden, öğrenilmiş gerçekliğin göstergesidir. Bedenin cinsiyetlendirilmesi, doğumumuzla birlikte başlayan ve zihinsel haritalarımıza işlenen sosyal, toplumsal, kültürel, doğallaştırılmış bir öğreti sürecidir.  Butler, insanın kadın gibi giyinmiş bir erkek ya da erkek gibi giyinmiş bir kadın gördüğünü düşünmesinin altında yatan sebebin de bu görünürdeki “gerçeklik” olduğunu dile getirir. Algıyı bu şekilde kuran, “Toplumsal cinsiyet gerçekliği” hissinin altında bildiğimizi sandığımız kurulmuş gerçeklikler, doğallaştırılmış bilgiler ve çoğu yanlış olan kültürel çikarımları sorgular. Bedenleri tanımlayan, sınırlarını kuran her söylem bu gerçekliği pekiştirir ve doğallaştırır. (Butler, 1999)
Lifsitz, hikayesi başlarken seçtiği şarkı ile de bize anlatacağı hikayenin ipucunu vermek ister gibidir. Şarkı devam ederken, çıplak “beden”den sonraki sahneye geçiş ile sırasıyla sesin sahibini, Stéphanie’yi ve diğer dinleyicileri görürüz. Aralarında travesti ve transeksüeller de vardır. Şarkının sonlarına doğru -“….are you boy? or a girl?”- ,  Stéphanie’nin gözlerinden süzülen yaşları görürüz. Film boyunca da Stéphanie’nin kayıplarına olan hüznü devam eder.
Lifsitz, analtımında seyircinin cinsiyet bağlamında üretilmiş gerçeklik algisını tekrar tekrar kırar. Filmin açılış sahnesi ile başlayan bu kırılma; filmin farklı sahnelerinde de süregider. Film boyunca “Erkeklik” ve “kadınlık” algısının sekteye uğradığı anlar vardır. Hem kadın görünümüne hem de erkeklik organına sahip olan Stéphanie, cinsiyetin sabit olduğu anlayışı bozar. Film boyunca karakterler, “Erkeklik” ve “kadınlık” ın performans olarak icra edilen bir şey olduğunu sergilerler. Butler’ın cinsiyetin performansa dayalı, yinelenen tekrardan oluştuğu ve cinsel kimliğin sürekli bir oluşum ve kurulum halinde, sabit verili ve homojen olmadığı bağlantısal, konumsal, geçici ve devingen olduğunu ortaya koyduğu performatif yaklaşımı gözlemleriz.
Karanlık bir caddede kenarında geçen otomobilleri durduran seks işçisi travesti ve transeksüeller arasında Stéphanie de vardır. Gece, sokaklar ve karanlık olarak ötekinin mekanındayızdır. Hem travesti ya da transeksüel hem de seks işçisi olmak Goffman’ın damgalanmış bireyleri arasında yer almak demektir. Damgalılar ve normaller, normlar doğrultusunda toplumsal olarak üretilen bakış açılarıdır. Damgalı bireyler kendilerine mahsus bir dışlanmanın, ötekileştirilmenin ve aşağılanmanın ızdırabını çekerler. Normlardan biraz uzaklaştığımızda bile damgalanmış olanların durumunu anlayabileceğimizi dile getiren Goffman’ın temel hipotezi:  “farklılığı anlamak için farklı olana değil, olağan olana bakmak” dır. (Goffman, 2014). 
Goffman’ın damgalı bireyleri olan Stéphanie, Mikhail ve Djamel’in hikayelerine baktığımızda üçünün de çocukluklarına, geçmişlerine, biyolojik aile bağlarına özlemleri ve yaşamlarındaki kayıplara duydukları üzüntüleri ortakır. Stéphanie babası ve kız kardeşini kaybetmiş annesi ile de yıllardır görüşmüyordur, Djamel’in evini, annesini uzaktan izler, Mikhail annesini arar ama konuşmaya cesaret edemez. Stéphanie,ve Djamel’in biyolojik ailelerine olan özlemlerinin altında eşcinsellikleri ile bağlantılı olarak edinilmiş ortak bir sürgunlük yatar. kardeşi ile ilişki kurmaya çalışması karşısında kardeşinin onu suçlayıcı tavrı. Normların dışına toplumsal cinsiyet bağlamında çıkan bedenler, heteronormatif evrende yeniden üretim/üreme ekonomisi ilişkileri içın de birer tehdit temsili sayılırlar ve normların dışına çıkmayan olağan olan bedenler tarafından baskılanırlar. Foucault, bedensel söylemin inşasını, cinsel ekonomi içinde konumlanan ve iktidar tarafından üretilen zorunlu heteroseksüellik ile ilişkilendirir. Bu etki ile tekrarlanan  tekrar yaratılmış bu alanda  bireyin ötekileştirme sürecinde biyolojik ailesinden sürgününü de getirebilir. (Foucault, 2007)
Mikhail’in ailesi ile arasındaki mesafe sadece farklı ülkelerde olmaktan mı gelmektedir, neden ailesinden habersiz Rusya’dan Fransa’ya gelir bu soruların altında yatan nedeni tam olarak bilmeyiz. Mikhail de hem göçmen olması hem de eşcinsel olması nedeni ile toplumdaki ötekidir.
Film boyunca Stéphanie nin  anlatıdaki şimdiki anları arasına yerleştirilmiş çocukluk flasbackleri/geridönüşleri ile tuttuğu yası fark ederiz. Kimi insanları kaybettiğimizde katlandığımız durumun geçici olmayacağını düşünüp bu duruma katlanmaya devam ettiğimizde kim olduğumuza dair bir şey ortaya çıkabilir, başkalarıyla bağlarımızın hatlarını çizen, bizi oluşturanın o bağlar olduğunu bize gösteren, bizi meydana getiren bağları ya da ilişkileri bize gösteren bir sorgulamaya dönüşebilir. Bizi oluşturan bağların bazılarını kaybettiğimizde kim olduğumuzu ya da ne yapacağımızı bilemeyiz. Bu düzeyde “sen” i kaybetmek “ben” in de kaybetmenin keşfidir. (Kırılgan Hayat 2005: 36-43)
Stéphanie annesinin hasta olduğunun haberini aldıktan sonra 15 yaşında ayrıldığı evine, yıllar sonra annesi ile ilgilenmek üzere geri döner. Mikhail, Stéphanie ile birlikte gider, Djamel de onlara sonradan katılır. Yıllar sonra annesi ile karşılaşmış, çocukluğunun geçtiği eve, mahalleye dönmüştür. Aynı yası paylaştığı annesi ile arasında nihai bir ilişkisellik söz konusudur. Stéphanie ve Annesi arasında baş başa geçen üç farklı konuşmada, 
aralarında  annesi ona babasının onu bu şekilde görmediği için mutlu olduğunu, onun bir erkek olduğunu ve bundan hoşlanmayacağını bildiğini söyler. Başka bir diyaloglarında annesi Stéphanie’ye onca yıl onu aramadığı için ona kızgın olup olmadığını sorar. Bu şekilde olmasının daha iyi olacağını düşündüğu için aramadığını söyler ve bilmek istemezdin baban ve Caroline olmadan bunca yıl çok zordu der. Stéphanie herkes için çok zordu anne der. Annesi evet ama önünde uzun bir hayat var.
Üçlü aşk ilişkilerinde erkek kategorisine en yakın görünenin Mikhail olmasına rağmen içinde bulunduğu marjinal üçlü ilişki ve hassasiyeti, kurgulanmış erkek kategorisi algısını kırar. Mikhail, Stéphanie ve Djamel’i sevmektedir. Djamel’i karşılamak için  gittiği tren istasyonunda aralarında geçen konuşmada  Mikhail Djamel’e hayatını değiştirmesi gerektiğini çünkü normal olmadığını söyler. Sahip olduğu kimlik kategorileri ve içinde bulunduğu ilişki durumu çerçevesinden “normal” olandan kastının  da senin hayatın normal mi der
Norm kavramı hayatın her alanına yayılmış sosyal, kültürel ve toplumsal bir inşadır. “Normal” in dışına çıksak dahi zihnimizdeki engeli devam eder. Butler’a göre, toplumsal cinsiyet ve cinsiyetten bahsettiğimizde bu, sahip olduğumuz bir şeyden ziyade bir ele geçirilme, yoksunlaşma, bir başkası için ya da bir başkası sayesinde var olma şeklidir. 
Film boyunca Stéphanie nin  anlatıdaki şimdiki anları arasına yerleştirilmiş çocukluk flasbackleri/geri dönüşleri ile hikayesini ve tuttuğu yası öğreniriz. 
Kimi insanları kaybettiğimizde katlandığımız durumun geçici olmayacağını düşünüp katlandığımaya devam ettiğimizde kim olduğumuza dair birşey ortaya çıkabilir, başkalarıyla bağlarımızın hatlarını çizen, bizi oluşturanın o bağlar olduğunu bize gösteren, bizi meydana getiren bağları ya da ilişkileri bize gösteren bir sorgulamaya dönüşebilir. Bizi oluşturan bağların bazılarını kaybettiğimizde kim olduğumuzu ya da ne yapacağımızı bilemeyiz. Bu düzeyde “sen” i kaybetmek “ben” in de kaybetmenin keşfidir. “en
Annesinin ölümü ile çocukluk anıları ve ailesinin evine vedası yasından da vazgeçmesidir. Trenin koridorunda gördüğü baba oğul figüru ile yası ile vedalaşır son planda üçünü tren kompartmanında yan yana oturmuş uyurken görürüz, üzerlerine yavaşça gelen güneş yeni bir başlangıç imgesi gibidir.  

 Sonuç Yerine
İktidar kendi pratikleri ve söylemleri ile biyolojik bedeni cinsiyetlendirir ve bu durumu doğallaştıran söylemler üretir. Bu söylemler ve bir takım pratikler aracılığıyla üretilmiş “toplumsal cinsiyet gerçekliği” hissi bizi “kadınlık” ve “erkeklik” performanslarını icra etmeye iter. Wild Side filmini, doğallık ve gerçeklik hissi ardına gizlenen, söylemsel bir inşa olan  toplumsal cinsiyetin gerçek yüzünü sorgulamak için bir alan sunar.  
Butler toplumsal cinsiyetin bir taklit, bir parodi olduğunu dile getirmiştir. Bu filmde kimliğin akışkanlığı ve devingenliği gözlenebilir. Hem “kadın” hem “erkek” performansını icra eden  Stéphanie, cinsel kimliklerin tanımlanmış algısını kırarak, toplumsal cinsiyet kavramının altını çizer. Karakterlerin değişken ve akışkan bedenleri ve cinsel konumları “erkeklik” ve “kadınlık” üzerinden kurgulanmış ikili cinsiyet sistemini yıkıcı etkidedir.
Lifsitz’in bu çalışmasında seyircinin beden, cinsellik ve aşk uzerine olan kurgusal algısınında kırılmalara neden olarak, öğrenilmiş gerçekliğimizi sorgulamamız için bir alan sunar. Bu bakımdan değerli bir çalısma olduğunu düşunmekteyim 
 Kendi seçimimiz olmayan zorunlu ilişkisel bağlar ile kurulmuş aile ve kaybı sonucundaki yaralanmalarımız,  kendi seçimimiz olmayan bu zorunlu kan bağının şiddeti ve yasını filmdeki karakterler üzerinden gözlemleriz. Filmin sonunda bu zorunlu aile bağları yerine kan bağı ve zorunlulukla bir araya gelmeyen, bir tercihle, dayanışma ile kurulan eril düzenin cinsiyet kimliklerini üretmeyen alternatif aileyi gorürüz.  . 

Kaynakça
Bourdieu, P. (2015) Eril Tahakküm, Çev:Bediz Yılmaz, İstanbul: Bağlam Yayınları.
Butler J. (2014). Cinsiyet Belası, Çev: Başak Ertür, İstanbul: Metis Yayınları
Butler J. (2005). Kırılgan Hayat Yasın ve Şiddetin Gücü, Çev: Başak Ertür, İstanbul: Metis Yayınları
Butler J. (2001). İktidarın Psişik Yaşamı Tabiyet Üzerine Teoriler, Çev: Fatma Tütüncü, İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Foucault, M. (2007). Cinselliğin Tarihi, Çev:Hülya Uğur Tanrıöver. İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Goffman E. (2014). Damga:Örselenmiş Kimliğin İdare Edilişi Çev.: Ş, Geniş-L. Ünsaldı-S. N. Agırnaslı, Ankara: HeretikYayınları
Goffman E. (2012). Günlük Yaşamda Benliğin Sunumu, Çev.: Barış Cezar, İstanbul: Metis Yayınları
Jagose, A. (2015) Queer Teori Bir Giriş, Çev.: Ali Toprak, Ankara: NotaBene
Özkazanç, A. (2015) Feminizm ve Queer Kuram. İstanbul: Dipnot


Witting, M. (2013) Straight Düşünce, Çev: Leman Sevda Darıcıoğlu ve Pınar Büyüktaş, İstanbul: Sel Yayıncılık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder