25 Mayıs 2015 Pazartesi

Teslimiyet Filminin Cinsiyetin Toplumsal İnşası Bağlamında Analizi: “Kurtuluş Çağrısı”na Sırt Çevirmek

Teslimiyet Filminin Cinsiyetin Toplumsal İnşası Bağlamında Analizi: “Kurtuluş Çağrısı”na Sırt Çevirmek

                                                                                                               Işıl KIZILIRMAK*

Giriş
Beden, bireyin kendisini tanımlama ve benlik inşasında etkin rol oynayan bir kavramdır. Bu bağlamda, öncelikle bireye bir "kimlik" ve o kimliğe uygun normlar sunduğu öngörülen bedenin sosyokültürel olarak inşa edildiğinden söz etmek gereklidir. Sosyolojik çalışmalara yakın zamanda konu olan beden, kendisine atfedilmeye çalışılan doğallığın aksine doğumla gelen biyolojik bir farklılıkla değil ideolojinin ona atfettiği sınırlar ve beklentilerle kurgulanır. Bedenin doğumla kız/ erkek, dişi/eril olarak yaftalanması ile başlayan bu süreç, bedenin toplumsal normlara uygun biçimde şekillenmesi ile devam eder. İdeolojinin, doğumla atanan cinsiyetin sınırlarını belirleyişi, onu değişmez bir özmüşcesine inşa edişi, ona atfettikleri ve reddettikleriyle kurgulayışı toplumsal cinsiyet kavramıyla ifade edilir. Bedenin kadın/erkek ikili karşıtlığı üzerinden inşası, toplumsal cinsiyet kavramının kurgusallığı ile ilişkilidir.
Toplumsal cinsiyet (gender) kavramı en güncel haliyle, cinsler arasındaki ilişkinin toplumsal olarak örgütlenmesini açıklamak  (Scott, 2007: 3) ve “cinsiyet” ya da “tinsel farklılık” kelimelerinin anlamlarının biyolojik farklılarla temellendirilmesini reddetmek için ilk kez Amerikalı feministler tarafından kullanılmıştır (Scott, 2007:3) Segal (1992: 98) ise kavramın 1968’de toplumsal cinsiyetin biyolojik ‘cinsiyet’ten farklı olabileceğini göstermek üzere Robert Stoller tarafından ortaya atıldığını, 1970’li yıllarda ise Ann Oakley’in çabaları ile kullanımının yaygınlık kazandığını ve Oakley’in cinsiyetin biyolojik olarak kurulmasına karşı, ‘kadınlık’ ve ‘erkeklik’ fenomenleri olarak toplumsal cinsiyetin kültürel olarak kurulduğuna dikkat çektiğini söyler. Toplumsal cinsiyet biyolojik fark değinilerinden ayrı ve ideolojik olarak kurgulanan, toplumun “kadın” ve “erkek” kimliklerinden beklenti ve retlerini içeren bir inşa halidir. Toplumsal cinsiyet kodlarının, kendisini inşa ederken aynı anda karşıtını inşa ettiğini ve karşıtlıkla da temellendiğini söylemek mümkündür. Scott(2007:53), toplumsal cinsiyet kavramının kadın ve erkek arasındaki karşıtlığa işaret ederken bu karşıtlığın anlamını da oluşturduğunu savlar. Scott ’a göre, bu kavramın yarattığı referans güvenilir ve değişmez olmalı, doğal ya da ilahi bir düzenin parçası gibi algılanmalı ve insanlar tarafından inşa edilen bir şey gibi görünmemelidir.
“Cinsiyet”e atfedilen normların doğallıkla geliştiğini ve bu bağlamda değişmez olduğu algısının toplumsal cinsiyet rollerinin düzen tarafından belirlendiği gerçeğini perdelediğini düşünen Wittig (2013:39), cinsiyet farklılığı ideolojisinin kadınlar ve erkekler arasındaki toplumsal karşıtlığı doğa bahanesiyle örten bir sansür gibi işlediğini ve eril/dişil ya da erkek/dişi biçimindeki kategorileştirmelerin toplumsal farklılıkların her zaman ekonomik, politik ve ideolojik bir düzene bağlılıkla temellenmesinin üzerini örttüğünü söyler. Wittig (2013:39)’e göre, cinsiyet kategorisi kadın üzerindeki eril tahakkümün sürdürücüsüdür ve cinsiyet kategorisi toplumu heteroseksüel olarak kurar, erkek ve kadın arasındaki ilişkiyi “doğal” oluş temeliyle düzenler ve kadınları heteroseksüel bir ekonomiye maruz bırakır; bu ekonomik düzende kadın “tür”ü üretmekle yükümlüdür.  Cinsiyet kategorisinin kadınların cinsel varlıklara dönüştürüldüğü, kendileri için belirlenen kategorinin sınırlarının dışına çıkmadığı bir heteroseksüel toplum ürünü olduğunu savlar .
İktidarın toplumsal cinsiyet rolleri üzerindeki etkisini ve ilişkisini anlatan Connell (1998:131), kadınlar ve erkekler arasındaki ikili karşıtlığının temelinde emek, iktidar ve kateksis ana yapılarının bulunduğundan söz eder. Buna göre bu üç ana yapı birbirleriyle paralel biçimde ilerler ve birbirlerinin sürekliliğinde rol oynar.  Aile, kurumlar, işyeri, sokak ve özellikle devlet bu yapıların işlerliğini ve devamlılığını sağlarken, eril tahakkümün hüküm sürdüğü cinsiyet rejimleri oluştururlar.
Biyolojik belirlenim savının üzerini örttüğü gerçek; cinsiyetin doğum anından itibaren ideolojik olarak kurgulandığı, yani toplumsal cinsiyetin inşa edildiğidir. Bu kurgunun gereklerini reddetmek ve bedenin heteronormatif sınırları aşması konusunda direngen davranmak da – kurgunun örüntülerinden tamamen arınmak olası görünmese de- mümkündür. Çalışmanın konusu olan filmin odağındaki dört karakter bu mümkün olma halini deneyimlemektedir. Her biri “doğum cinsiyetlerinin aksine kendilerini kadın olarak tanıyan/tanımlayan, sunan ve buna uygun yaşayan kişilerdir” ( Koyama, 2013:364) yani trans bireylerdir. Trans kelimesi doğumla gelen cinsiyetle ideolojik olarak inşa edilen toplumsal cinsiyet arasındaki bağlantıyı kesmeye çabalayan, toplumsal cinsiyet normlarına uymayı reddeden herkes için kullanılmaya başlamıştır ( Koyama 2013:364)

Teslimiyet Filminin Söylemi ve Gerçek Olanın Sorgulanması
Teslimiyet- Other Angels, seks işçiliği yapan dört transseksüel kadının hayatına; onlardan biri olan Sanem ve yaşadıkları sokağa taşınan Gökhan’ın ilişkileri üzerinden toplumsal cinsiyet inşası, heteronormatif sistemin beden üzerindeki dayatmaları ve homofobik şiddete odaklanan bir film. Öncelikle filmdeki dört karakterin gerçek hayatlarında transseksüelliği deneyimlemiş bireyler olmalarının filmi dikkate değer kıldığını söylemek mümkün.  Filmin -özellikle Hayat’ta belirginleşen şekilde- trans seks işçilerini tercihlerinin bedeli olarak, heteronormatif ve ataerkil sistem tarafından cezalandırılan acınası kader mahkumları ya da salt iyiler olarak temsil etmeyip sahiciliğe yaklaşması ve bunu yaparken normal kabul edilenin sahiciliğini sorgulatması bakımından ( filmde sıkça karşımıza çıkan abartılı oyunculukların da, normal olanların dünyasının gerçekliğini sorgulamaya imkan vermek; bu çelişkiyi göstermek üzere vurgulandığını düşünmek mümkündür) değerli bir örnek olduğu söylenebilir. Trans bireylerin farklı bir kimlik inşa etmek üzere çıktıkları yolculuğun, tek bir modelin kopyalarıymışçasına sunulduğu temsillerinin aksine, normatif eşiğin diğer yanında kalanlar gibi kendine özgülükleri ve biriciklikleriyle temsil edilmeleri de kanımca önemlidir.  Anlatı,  toplumsal cinsiyetin ideolojik olarak inşa edildiğini ve hayli derin bir kurguya sahip olduğunu savlar. Öyle ki, toplumsal cinsiyet sadece kadın ve erkeğe çizdiği sınırlar, temsil gereklilikleri ve kadın-erkek ikili karşıtlığından ibaret değildir. İnşa bu normların dışına çıkan, kendi bedeni ve kimliğini kurgulamak isteyen bireyin, ötekinin sınırları belirlerken de etkindir. Karşıtının temsilini de kendi çizer.
Çalışma boyunca karakterler üzerinden yapılmaya çalışılan okumalar/tartışmalarda da görüleceği üzere filmin, görmeye alışkın olduğumuz temsillerin aksine normal ve gerçek dayatmalarına ve devlet eliyle sürdürülen sistematik işkenceler dahil eril tahakküme karşı direngen bir tavır sergileyip, heteronormatif çağrıya boyun eğmeyerek yürümeye çabalayan kadınların hayatlarına odaklanarak ezber bozmayı amaç edindiğini söylemek mümkündür. Ayrıca filmin, homofobi ve homofobik şiddetin bunca yoğunlukta var olduğu bir ülkede, medyadaki eşcinsellik temsilerinin izleyicinin eşcinselliğe yönelik tutumunu belirlemesinde etkin rol oynaması da göz önünde bulundurulduğunda (Calzo ve Ward’tan aktaran Ertan 2011:98) , homofobik söylemden uzak bir dil inşa etmeye çalıştığı açıktır.

Teslimiyet: “Kurtuluş Çağrısı”na Sırt Çevirmek
Hayat, Mavi, Aygül ve Sanem** aynı evde yaşayan ve yaşamlarını sürdürmek için seks işçiliği yapan transseksüel kadınlardır. Her akşam aynı iş pratiğini yineliyor olmaktan dolayı rahatsız olduklarını söylemek mümkündür. Hayat karakteri; evin, işin sahibidir ve evdeki diğer kadınların davranışları üzerinde söz sahibidir.  Deneyimlediği transfobik şiddet nedeniyle dış dünyaya ve insanlara karşı açıkça öfkelidir. Bu öfkenin kimi zaman kendini ve kararlarını sorgulama/suçlamadan beslendiğini ve bu iki huzursuzluk odağının birbirini harladığını düşünebiliriz. Kanımca, Hayat dünyaya ve kendi kimliğine yönelik söylemleriyle filmin odağındaki konulara dair en net düşünme alanını yaratan karakterdir. Mavi’nin ortak geçmişlerine dair anlattıkları ile küçük bir yerde ibne olmanın baskısıyla yaşadığını, gördüğü şiddet karşısında direngen bir tavır sergileyip olmak istediği kişi olarak yaşamaya başladığını öğrendiğimiz Hayat’ın iktidar arayışı film boyunca devam eder. Evdeki diğer kadınlar üzerinde doğrudan fiziki ya da sözlü şiddetle beslenen bir iktidarı elinde bulundurur. Bu iktidar olma halini yitirmekten dolayı endişelendiğini görürüz. Günlük pratikleri düzenlemek, evdeki nizamı kontrol etmek ve diğer bireyler üzerinde söz hakkının tek sahibi olmak açısından zaman zaman bir eril bir figürdür. Ayrıca çalışma saatlerini, düzenini belirleyen; parayı elinde bulunduran olarak da iktidar ve doğalıyla erillik kuşandığına şahit oluruz. Kimi zaman baba kimi zaman patron olarak kuşanılan bu erilliğin ve diğerleri üzerinde tahakküm kurma halinin doğrudan Hayat’ın tercihleri ile şekillenmemiş olup, içinde bulundukları şartların dayatmalarından kaynaklandığı filmde net olarak olmasa da yansıtılmıştır.
Hayat kendini sıklıkla ezileni olduğu çarkın ezeni olarak konumlandırmaya çalışmaktadır. Bu açıdan anlatının;  transfobik ve homofobik şiddetin onu deneyimleyen bir trans bireyi, olmak istediği kimliğe yabancılaştıracak çelişkilerle donattığını;  kendisini var etme sürecinde iktidar döngüsünden ayrışamama ve özgürleşememesinden söz etmesi açısından dikkate değer bir temsil sunduğu söylenebilir. Doğumla gelen bedenin gerektirdiği biçimde yaşamayı reddedip kendi kimliğini yeniden inşa etmeye çalışan bir birey, içinde yaşadığı düzenin tahakkümüne bütünüyle sırt çevirmesi olası görünmediğinden, reddettiği kimliğin gerekleriyle yaşamak zorunda kalmak ve bu çatışmayla başa çıkmak zorunda kalmaktadır. Anlatı boyunca yaşadığı ani duygu değişimleri bu çatışmanın arka planı üzerine düşünmeye imkan verecek şekilde kurgulanmıştır. Öte yandan bir eril öznenin kendi varlığı üzerinde iktidar kurmasını bekleyen ve bu halden hoşnut bir tutumu da vardır. Kendisine sahip çıkan, arzulayan bir erkekle normal sınırlarına dahil olmuşçasına sürdürülebilecek; heteroseksüel düzenle kurgulanmış bir ilişki aradığını söylemek de mümkündür. Hayat’ın çelişkilerinin tamamı ve özelde aradığı ilişkinin beklentilerini Koyama’nın değerlendirmesi üzerinden okumak faydalı olacaktır:
“Ne var ki hiç kimse kurumsallaşmış cinsiyet sisteminin sosyal ve kültürel dinamiklerinden azade değildir. Cinsiyet kimliklerimiz veya ifadelerimiz hakkında kararlarımızı ataerkil ikili cinsiyet sistemi bağlamı içinde verdiğimiz gerçeğinden kaçamayız. Özellikle trans kadınlar kendine kimin doğal kadın olduğuna, kimin olmadığına karar verme yetkisi gören tıp cemaati tarafından tanınmak ve meşrulaştırılmak için geleneksel “kadınlık” (femininity) tanımını kabul etmeye teşvik edilmekte, kimi zaman buna mecbur bırakılmaktadırlar. Çoğu zaman trans kadınlar kadın olarak onaylanmak ve hormonlara, tıbbi müdahalelere ulaşabilmek için kadınlıklarını toplumsal cinsiyete dair kalıpları içselleştirerek “kanıtlamak” zorunda kalıyorlar...” (Koyama 2013:365)
 Bu açıdan heteroseksüel düzenin kurgusuna dair reddettiğinin kendi bedeni konusunda tercih yapabilme özgürlüğü olduğunu; bu tercih doğrultusunda var ettiği yeni bedenle aynı düzenin bir oyuncusu olmak istediği, topyekün bir reddediş içinde bulunmak istemediği, dayatılan normları içselleştirerek hareket ettiği söylenebilir.
Mavi hikayesini kendisinden dinlediğimiz tek karakterdir. Hayat’la aynı yerde büyümüş, aynı çevreden aynı homofobik şiddeti yaşamıştır. Adlı adınca ibne diye tarifler kendisini; heteronormatif söylemin ötekine yönelttiği tanımlamayı kabullenişi/yadırgamayışındaki bu tutum, trans oldukları için onu ve arkadaşlarını aşağılayanların tavrına kızgın olmayışında da görülür. İlk gençliğinden beri Hayat’a aşıktır ancak homofobik şiddet doğrudan ölüm tehdidine dönüşerek zorunlu bir evlilik ve çocuk sahibi olmayı dayatmıştır ona. Bu dayatma; cinsiyet belirlenimi, cinsiyete atfedilen temsil zorunluluklar ve heteronormatif sistemin beden üzerindeki tahakkümüne dair okumalara imkan verir. Kendi tercihi olmayan bu heteroseksüel aile babası, gerçek erkek kalıbına sığmayı reddederek Hayat’ın peşinden İstanbul’a gelmiştir. Geçiş sürecini tamamlamış olan Hayat’la birlikte İstanbul’a geldiğinde homoseksüel bir erkek olduğunu ancak daha sonra yaşamına trans bir kadın olarak devam ettiğini öğrendiğimiz Mavi karakteri; cinsiyetin inşa edilen, değişebilir/çeşitlenebilir bir inşa halinden ibaret olduğunu söyler.
Hayat ve Mavi’nin doğrudan heteroseksüel sistemden birer temsil atfetmek yanılgısına düşmemeye çabalayarak, -ve karakterlerin iradi kararları dışında gelişen süreçlere dahil olduklarının işaret edildiği kabulüyle-  ev içi ilişkilerde iktidarı elinde tutan erillik kuşanmış bir temsille, bu eril iktidarın sıklıkla doğrudan muhattabı ve devamlılığını sağlayan olan dişil temsil olarak konumlandıkları söylenebilir. Bu açıdan temsiller, iktidarın ve reddedilen normatif dayatmaların karşıtının hayatına sızması ve orada yeniden inşasındaki rolünün açığa çıkartması olarak da okunabilir.
Aygül karakteri, anlatının sürdürücülerinden olan beden, kimlik, toplumsal cinsiyet inşası gibi kavramlara dair okumalar yapmak için fazla imkan sağlamamaktadır. Zaman zaman mutsuz/pişman tavırlar sergilemekle birlikte, işten ve arkadaşlarından ayrılarak annesiyle yurtdışına çıkarken mutsuzluğunun kaynağında; tercihinin değil bu tercihi yaşayabilmek için yapmak zorunda kaldıklarının yani bedenini özgürleştirmek için çıktığı yolda beden özgürlüğünü devretmesinin durduğunu anlatır. Tutumunu belirleyen, seks işçiliği yapmak durumunda olması, bedeni üzerindeki söz hakkının müşteriler ve aracılara devri, reddettiği düzenin hayatının belirleniminde bunca rol oynamasına karşı hissettikleridir. Film, bu noktada da cinsiyetini kendi istediğince var etmek isteyen karakterin pişman olup, bedel ödediği (bu yolla düzene aykırı davrananın kendi eliyle cezalandırıldığı) mesajını vermekten kaçınmıştır, aksine düzenin beden üzerinden sızan ve doğrudan bedeni kısıtlayarak süregelen gücüne vurgu yapmıştır.
Sanem filmin başından itibaren sessiz, duygusal, romantik bir karakterdir; arkadaşları arasında kadına atfedilen özellikler en çok Sanem’de görülmektedir. Gökhan’ karşı yoğun bir duygusal bağlanımı olduğu görülmektedir ancak anlatı, bu aşk hikayesini seks işçisi trans kadını zorunlulukla sürdüğü işi yapmaktan kurtarıp, kendisine sahip çıkacak kahraman erkeğin yolunu gözleyen mağdur ve mahkum bir temsile evriltmemiştir. Ne Sanem’in arkadaşları arasındaki en iyi/gerçek kadın olarak aşkı hak ettiğini ima edilmiş ne de Gökhan’a ve elbette sesi olduğu normatif dayatmaya boyun eğerek yeni ve normal bir başlangıç yapmasının çağrıcısı olunmuştur. 
Gökhan, varlığını hayatına giren kişilerin ellerine teslim etmiş görünen bir karakterdir.  Sevgilisi Buket tarafından reddedilmek, hayatını amaçsız kılar. Ancak Sanem’in hayatına girişi ve onu adli süreçlerden uzaklaştırmak yolundaki girişimleri salt duygusal değişim ya da hayatına anlam katmak üzerinden okunamaz. Gökhan, Sanem’i kadın bedeninden uzaklaştırmaya karar verdiğinde, uyguladığı psikolojik işkence polislerin uyguladığı fiziksel işkenceden farksızdır. Trans bireylere yıllarca devlet eliyle özellikle saç kesme/kazıma ile işkence edildiği de düşününce, Gökhan’ın Sanem’in bedeni üzerinde inşa etmeye çalıştığı doğrudan kurulu düzenin normlarıdır. Gökhan’ın hayatını anlamlandırmaya başlayan, onu harekete geçiren itki; düzenin bekçiliğine soyunmaktan gelen güçtür. Sanem ve arkadaşları, polisler tarafından şiddet uygulanıp gözaltına alındıklarında –hatta Aygül kanlar içinde, baygın önünde sürüklenirken- ikirciksiz biçimde paçayı kurtarmış olmanın umarsızlığıyla evine dönmesi de, kendisini çarkın hangi tarafında konumlandırdığının göstergesi olarak okunabilir. Sanem aynadaki yansımasının bir erkeğe dönüştürüldüğünü gördüğünde Gökhan’a “bir de seni becermemi mi isteyeceksin” der. Bu soru, Gökhan’ın film boyunca öyle değilmişçesine yaşadığı hayatın cilasını kazır. Bu sorunun yarattığı öfkenin ve Sanem’i hiçleştirmedeki çabasının temelinde homofobinin olduğu; Gökhan’ın davranışlarının yaşadığı ilişkiyi ve doğalıyla kendini temize çekme ihtiyacıyla şekillendiği düşünülebilir. Öte yandan, bu dönüştürme çabasındaki ısrar; sadece Sanem’in söz konusu suçun faili olmayı dahi kendine yabancılaşmamak, dilediğince var olmaya çabalamak adına kabul ettiğini görememesinden değildir. Gökhan bu dayatmayla yani iktidarın sesi/eli olarak Sanem’i saptığı yanlış yoldan çevirmeye ve normal bir hayat kurgulamaya çalışan fedakar erkek kahramandan fazlasıdır çünkü bu yolla kendini ve iktidarı(nı) yeniden var etmeyi de amaçlamaktadır. Sanem’in bu kurtuluş çağrısına ve gerisinde duran normlara hapsolmaya boyun eğmeyerek Gökhan’ı terk etmesi;  Hayat ve Aygül’ün annesi arasında geçen,
“-Yaşadığınız hayat, hayat değil kızım
- Benim adım Hayat, bu bana yeter!”
diyaloğunun iradi bir karar olarak yeniden dile getirilmesidir.
Sanem’in Gökhan’ın sunduğu eşiğe doğru adımlamaması;  bireyin var olmak istediği şekilde yaşaması, dayatılanı reddederek sistem inşasını yerle bir etmesi ve bu uğurda bedel ödemekten/ödetilmesinden çekinmemesi olarak okunabilir. Sanem kendisinin söz sahibi olmadığı geleceği hiçe sayarak, ideolojik olarak kurgulanmış gerçekliği yok etmeyi seçer. Gökhan’ı bırakıp kendi özgürlüğüne yürüyen Sanem’in ardından beliren kent siluetinin geniş açıyla görülmesinin, filmin başındaki yakın plan sokak çekimlerine gönderme içerdiğini düşünmek de mümkündür. Sanem, hem doğrudan Gökhan’da dile gelen düzen çağrısını, hem de o düzenden oyunbozanların hayatına sızan dayatmaları geride bırakarak yürümektedir; kendi bedeni, kendi tercihi ve reddedişiyle.
Anlatı boyunca polis tarafından uygulanan sistematik şiddet de, Hayat’ın sevgilisinde cisimleşen şiddet de eril iktidarın en büyük düşmanlarından biri olan homofobi ile birlikte yürür hatta onunla temellenir. Trans seks işçileriyle birlikte olmak bu gerçek erkek temsilleri için sürekli yinelendiği biçimde tiksinti verici bir aşağılama/aşağılanma nedenidir. Translarla ilişki kuran gerçek bir erkek değil, aşağılanması gereken bir hedeftir. Hedef olmamanın yani ibneliği reddetmenin yolu da gerçek ibneyi yok etmeye çalışmaktan geçer; heteroseksüel düzenin yüce erkeği, kendisine yöneltilen oku karşısındaki transa/heteroseksüele saplamalıdır ki, kendi kimliğini yeniden üretebilsin.

Sonuç
Teslimiyet filmi, cinsiyetin biyolojik belirlenim savlarının ve heteronormatif dayatmaların aksine değişime/çeşitliliğe açık olduğu, toplumsal cinsiyet sınırlarının reddedilerek bedenin özgürleştirilebileceği, parçası olunmak istenmeyen düzenin ötekinin hayatına sızışı ve belirleyen bir güç olmayı sürdürmesi üzerine ezber bozan söylemlere sahiptir. Trans kadınları tercihlerinin bedelini ödeyen suçlu, pişman bireyler değil normatif çağrılara sırt çeviren direngen bireyler olarak temsil ederek de alana dair değerli olabilecek bir katkı sunmuştur. Trans bireylerin tıpkı heteroseksüel dünyanın normal bireyleri gibi biriciklikleri üzerinden anlatarak, transseksüel ya da homoseksüel temsilinin özgürleşememiş birer kopya olduğu anlatıların söylemini tekrara düşmemiştir.


Kaynaklar:
Scott, W.J. (2007). Toplumsal Cinsiyet: Faydalı Bir Tarihsel Analiz Kategorisi.  İstanbul: Agora Kitaplığı
Segal, L. (1992). Ağır Çekim Değişen Erkeklikler Değişen Erkekler. İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Wittig, M. (2013). Straight Düşünce. İstanbul: Sel Yayıncılık
Connell, W.R. (1998). Toplumsal Cinsiyet ve İktidar.  İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Koyama, E. (2013) “Transfeminist Manifesto” Queer Tahayyül içinde (ss. 363-372), (Hazırlayanlar: Sibel Yardımcı ve Özlem Güçlü), İstanbul: Sel Yayıncılık
Ertan, C. (2011). “Medyada Eşcinselliğe ve Eşcinsellere İlişkin Söylem (ler)” Medyada Hegemonik Erkek(lik) ve Temsil içinde (ss. 95-123) , (Hazırlayan: İlker Erdoğan), İstanbul: Kalkedon Yayınları



*Mersin Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kadın Araştırmaları Yüksek Lisans Öğrencisi

**Hayat ve Mavi karakterleri, cinsiyetin toplumsal inşası ve bedenin kurgusundaki sınırsızlık savları, reddedilen normların hayatlarında bulduğu tezahür üzerinden diğer karakterlerden yoğun incelenmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder