‘İÇİNDE
YAŞADIĞIM DERİ’ VE TOPLUMSAL CİNSİYETİN İNŞASI
Fatma
Işık Tuğcu
‘Tek
bildiğim iplikçiklerden yapılmış akışkan, ışıklı varlıklar olduğumuz.’
Carlos Castaneda, Tales Of Power’dan
ÖZET
İçinde
Yaşadığım Deri (2011), filmi toplumsal cinsiyet kavramını tartışmaya açmaya ve
feminist bakış açısıyla incelenme, irdelemeye olanaklar yaratan bir yapımdır.
Bu bağlamada, film üzerindeki karakterlerin yönelimleri ve filmin kurgusu ile
toplumsal cinsiyetin inşası ve cinsel ayrımcılığın tahakküm alanı olarak
kullanılması bu çalışmanın özünü oluşturmaktadır.
Toplumsal cinsiyet, kadın ve erkeğin biyolojik
cinsiyetten farklı olarak, kadınlar ve erkekler için oluşturulmuş roller,
öğrenilmiş davranışlar bütünüdür. Toplumsal cinsiyet, bedenlere toplumun,
toplumların; tarihsel ve iktisadi gerekliliklere göre giydirdiği deridir.
Dr. Robert Ledgard, hegamonik erkekliğin intikam
biçimini ve kaosunu simgeler. Erkekliğin, güç ve iktidarın simgesi olduğu bir
sistemde, o da üstüne düşeni yapmış, kızının tecavüzcüsüne taktığı vagina ile
intikamını almıştır. Filmde, kadınlık erkeklik gibi karşıtlıkların yanında,
sınıfsal tahakküm de tartışmaya açılır. Zira Ledgard’ın üst sınıf konumu ile
tecavüzcü Vicente’nın sınıfsal konumu da karşıtlık gösterir. Yine Ledgard’ın
‘hizmetçi’ olan annesini tanımaması ve yine Ledgard’ın Vicente/ Vera’nın
tecavüzcüsünün öz kardeşi olduğunu bilmemesi, yapımdaki sınıfsal katmanların
bileşkesidir. Bu bileşke aynı zamanda ‘aile’ kurumunu da sorgular,
niteliktedir.
Ataerkil düzende kadın erkeğin karşıtıdır.
Ataerkilliğin kodladığı ‘erkeklik’, ‘kadın’la barışamaz ve buna rağmen kadından
da vazgeçemez. Erkek Vicente’dan kadın ‘Vera’ ya dönüştürülen kadınlık, Ledgard
için hem iktidar alanı hem de arzu nesnesine dönüşmüştür. Ta ki, Vera’da onun
için salt arzu nesnesi bir sevgili olana dek. Yani, onun korumasına ihtiyaç
duyana dek… Vera da tecavüze uğrayana dek… Ancak filmde tecavüzün, kişisel bir
sapkınlığın ötesinde, kapitalist ve erkek egemen sistemin politikası olduğu
gerçeğinin de üstü örtülmez.
Anahtar
Kelimeler: Pedro Almodovar, hegemonik erkelik, tecavüz,
toplumsal cinsiyet
GİRİŞ
Pedro Almodovar, azınlıksalın alanı olarak
kullandığı sinemasında, iktidarı ve iktidarı oluşturan söylemi ve bu söylemin
aygıtlarını deşifre eder, eleştirir. Bu eleştirisini de çoğu zaman cinsellik
üzerinden yapar. Ataerkil düzenin bedenler üzerinden politika üretmesinin
yarattığı ‘yabancılaşma’ karakterlerinin belirgin özelliğidir.
Sinema çalışmalarında kadın temsili, feminist
teorilerle analiz edildiğinde cinsel politikanın sinemanın içine nasıl
sızdığını da görebiliriz. Aynı şekilde sinemanın bir direniş alanına dönüşmesi
de mümkün.
‘Filmler, herhangi bir durumu yansıtmaktan çok, o durumun tasarlanan
belli bir biçimini oluşturmak üzere seçilmiş ve birleştirilmiş temsili öğeler
yoluyla bir takım tezler ileri sürer, bunu yaparken, seyirciye belli bir konumu
ya da bakış açısını telkin ederler. Biçimsel görenekler de sinemasal yapaylığa
ilişkin işaretleri silip süpürerek bu konumlamanın içselleştirilmesine katkıda
bulunur. (…) Bu görenekler seyirciyi belli bir toplumsal düzenin temel
varsayımlarını benimsemeye ve bunların içerdiği akıldışılık ve adaletsizlikleri
göz ardı etmeye alıştırır. Savaş ya da suç gibi yapısal toplumsal sorunlarının
kişisel hayat düzleminde ayrıntılandırılması, yürürlükte ki düzenin iyi ve
ahlaklı görünmesini sağlar. Kamu düzeninin temsilleriyle kişisel özdeşleşme, sömürü
ve tahakküme dayalı bir sisteme gönüllü katılımı hazırlayan psikolojik eğilimi
yaratır.’ (Ryan, Douglas, 2010: 18)
İçinde
Yaşadığım Deri,[1]
toplumsal cinsiyet rollerini ve bu rollerin kişisel özden bağımsız, ‘müzakere
ve mücadeleye açık tarihsel, kültürel ve toplumsal bir kurgu’(Altun, 2015: 69)
olduğunu deşifre etmektedir.
Ataerkil düzende kadın erkeğin karşıtıdır.
Ataerkilliğin kodladığı ‘erkeklik’ ‘kadın’la barışmaz, kadını kendi varlığının
nesnesi haline getirir. Dr. Robert Ledgard’ın Vicente’ye ceza olarak sunduğu
kadınlık, bir süre sonra onun için arzu edilen kadınlığa dönüşür. Bedensel
kadın güzelliğinin, Tiziano Vecelli’nin
ünlü ‘Uzanan Venüs’ tabloları ile
seyre açılması ile başarılı doktorun yaratmaya çalıştığı prototip, kadın bedeni
üzerindeki tahakkümün de gözler önüne serilmesidir. Görsel haz nesnesi olarak
kurgulanan kadın, yaratılan yapay ve ‘korunaklı’ bir çevrede sürekli gözetim
altındadır, doktor tarafından
dikizlenmektedir. Vera kimliğinde kadın, cinsel uyarım nesnesidir. Dr. Ledgard,
Vera’nın hem yaratıcısı hem izleyicisi olarak özne iken, erotik kimliği ve
erkek tarafından yaratılmış/ yalıtılmışlığı ile de Vera, nesne konumundadır.
‘Sinema,
esasen var olan haz verici bakma arzusunu tatmin eder ama daha da öteye giderek
skopofiliyi, kendi narsistik yönü içinde geliştirir. Ana akım film uylaşımları
dikkati insan bedenine odaklar. Ölçek, uzam, öyküler hepsi antropomorfiktir.’(
Mulvey, 1975: 281)
İçinde
Yaşadığım Deri, Doktor Ledgard’ın dikizciliği üzerinden
metamorfik bir anlam kurarak, kadın bedenin toplumsal cinsiyet söylemleri ile
nasıl normatif bir kalıba döküldüğünü gösterir. Bu bağlamda, kadın hep izlenen
ve seçilen iken, erkek izleyen ve seçendir.
Filmdeki karakterlerin sosyal statüleri, cinsel
ayrımcılığa ek olarak sömürünün katmanlaşmasında ek bir katman olarak
verilmektedir. Dr. Ledgard’ın annesi olduğunu bilmediği hizmetçisi Marilla’nın
durumu buna en çarpıcı örnektir. Hizmetçi olduğu evde, ev sahibiyle yaşadığı
gizli aşktan hamile kalan Marilla’nın oğlu bebek Ledgard, elinden alınır ve
çocukları olmayan ev sahibi çifte verilir. Marilla, öz oğlunun bakıcısı olarak
Robert Ledgard’ı büyütür. Ataerkil baskının üzerine eklenen sınıfsal tahakküm,
Marilla’nın trajedisidir. Aynı zamanda ‘kutsal aile’ idolünün toplumsal
statükonun korunmasındaki işlevi görünür kılınır.
İÇİNDE
YAŞA(YAMA)DIĞIM(IZ) DERİ
Toplumsal cinsiyet, siyasi erkin, iktisadi düzenin,
dinsel inançların üzerinde mutabakat ederek, bedenlerin üzerine biçilmiş, doğal
olmayan ‘yama’ bir deridir. Cinsellik, toplumsal değil, bireysel bir durumdur.
Dolayısıyla toplumu ve devleti ilgilendirmez. Ancak erkek üstünlüğüne dayanan
sistemin ve kapitalist sistemin yönetebilme ve bireyleri zapt edebilmesi,
cinsellik üzerindeki tahakkümüne dayanır. Ailenin kutsanması bu dizgenin kutsanmasıdır,
aslında. Aile; kadını ikincilleştirirken, erkeği evin içindeki iktidarın
sözcüsü olarak kullanır.
R.W Connell’in söylediği gibi, ‘toplumsal cinsiyet bir nesne
değil, bir süreçtir.’ (Connell,2006: 191) Toplumsal cinsiyetin bireyler
üzerindeki tahakkümcü etkisini görünür kılmak için feminist kuramların ışığında
ilerlemek gerekir.
İçinde
Yaşadığım Deri’de kadınlık bir ceza aracı olarak
kullanılırken aynı zamanda beden, hapsedilmiştir. İkinci dalga feminist
hareketin temel argümanlarından biri olan, kadının bedeni üzerindeki denetimini
kaybetmesini, kadın ve erkek kimliklerinin farklılıklar üzerinden inşa edilmesi
söz konusudur. İçinde Yaşadığım Deri’deki karakterler bu inşa üzerinde
temellendirilmiştir. Her ne kadar Dr. Ledgard, Vera’nın bedeninin tasarımcısı
olsa da, Doktorun edindiği güzellik
imgesi toplum tarafından oluşturulmuştur. Vicente’yi keser, biçer ve
‘arzulanan’, normatif güzelliklere sahip bir kadına dönüştürür.
Dr. Ledgard, burada
kadını ikincilleştiren ataerkinin temsilcisidir. Bilim, politik ve ekonomik
sistem cinsiyet hiyerarşisinde, Dr. Ledgard’ın yanındadır. Dr. Ledgard, bilim
adamı sıfatını, ekonomik üstünlüğünü eril alanın iktidar ve egemenlik zemininde
sonuna dek kullanır. Buna göre dişil olan, erilliğin kurgusu, gözetimi ve
koruması altındadır.
Ataerkilliğin yarattığı kadın- erkek
karşıtlığı; kadının, erkeğin bir parçası olduğu kurgusunu kabul etmediği
noktada, ‘kadının’ ötekileştirilmesi ile sonlanır. Filmde Dr. Robert Ledgard;
bilim adamı sıfatıyla aklı, yaratıcılığı, sınıfsal üstünlüğü ile gücü, iktidarı
temsil etmektedir. ‘Kadını yaratan’, ‘kadını kendi için yaratan’ erk temsilindedir.
Ancak toplumsal cinsiyet kurgusu ile baktığımızda onun da aslında bu sistemin
bir kurbanı olduğunu söyleyebiliriz. Şöyle ki; Dr. Ledgard’ın karısı, kaza
öncesi güzelliğine kavuşturamadığı için intihar etmiştir. Kaza sonrası süreçte
Doktor, gen transferi ile yapay deri üretmesine ve onca çabasına rağmen bu
intiharı önleyememiştir. Kızı da bu intihara tanıklık ettiği için akıl sağlığını
yitirmiştir. Dr. Ledgard’ın başarılı bilim adamı ve koruyan, kollayan erkek
imajı zedelenmiştir. Ancak Doktorun asıl trajedisi, kızını sosyal ortamlara
katılması için, bir geceliğine ruh sağlığı kliniğinden çıkarmasıyla başlar.
Zira kızı, koruması altında iken tecavüze uğramıştır. Her şeyi kontrol
edebilen, başarılı, zengin, güçlü bir erkeğin başına gelebilecek en kötü şey
onun başına gelmiştir. Erkekliği, iktidarı sorguya açılmıştır. Kızı yaşadığı
sarsıntıyı kaldıramaz, intihar eder. Ancak Dr. Ledgard, kızının doktorundan
bunun hesabını bile soramaz. Sınıfsal gücü burada yetersiz kalır. Çünkü kızının
doktorunun cevabı nettir:
‘Sizin yanınızdayken
tecavüze uğrayacağını tahmin edemedik.’
Doktor Ledgard,
toplumsal cinsiyetin yarattığı ‘erkekliğin’ ağırlığı altında kalmıştır.
Freud’a
göre, erkeklik ne biyolojik olarak belirlenmiştir, ne de toplumsal kalıpların
ve beklentilerin basit bir ürünüdür. Psişik yapıyla ilgili, kaçınılmaz olarak
gerilim, endişe ve çelişkilerle dolu, karmaşık ve güç bir süreçtir. Tek ve
tutarlı bir dizi özelliği ya da özü yoktur. (Segal, 1992: 105)
Doktor Ledgard, ‘güçlü
ve koruyucu baba’ mitini taşıyamamıştır. Kızının ruhsal sağlığını koruyamadığı
gibi, tecavüzüne de engel olamamıştır. Erkeğin özel alandaki koruyuculuğu,
kamusal alanda iktidar gücüne denk düşer. Erkekliğini, ‘ iktidarını’ kaybeden
bir babanın intikamı da, aynı yoldan geçer. Tecavüzcünün iğdiş edilmesi…
Kadının da erkek kadar
tabi olduğu sistemde, nesne durumunda olmasını, bir eksiklik düzeyinde ele alan
Lacan fallusun iktidar simgesi olduğunu savunur.
Fallus
penis değil, penisin iktidar ve arzu simgesi olarak temsil edilişidir.
Biyolojik sahiplikten çok ataerkil söylemin ürünüdür. Fallus erkekleri sahip
olduğu bir şey değil, cinsel farklılığın ve babanın yasasını temsil eden,
kadınları da erkekleri de esaret altına alan, zamandan bağımsız simgesel bir
düzendir. (Seagal, 1992: 122)
Viecente’nin tutsaklık
süresinden sonra, ameliyatla kadına dönüştürülmesi sonrasında, Doktor Ledgard,
sürekli onu izler. Ona yeni bir ad verir, Vicente’nin adı artık Vera’dır. Vera,
Doktor Ledgard için denek ve intikam örgüsünün ötesine geçmiş, kadınlığın ilk
normatif statüsü olan arzu nesnesine dönüşmüştür. Ancak Doktor, Vera’nın cinsel
uyarılarına karşılık vermez. Çünkü bu onun’henüz’ onaylayabileceği bir durum,
değildir. Doktorun, Vera’yı tam bir ‘kadın’ gibi görmesi, Vera’nın tecavüze
uğramasından yani Dr. Ledgard’ın korumasına ihtiyaç duymasından sonra olur.
Vera, tecavüze uğradıktan sonra, artık ‘gay’ ya da ‘iğdiş edilmiş erkek’ değil,
gerçek bir kadındır. Çünkü güçsüzdür ve kendinin koruyamamıştır.
Yaşadığı şiddet ve uğradığı ‘aşağılanma’
cinsiyeti değiştirilse ve Ledgard’la birlikte olsa da, Vicente’nin öfkesini
dindirmemiştir. Kapalı ve gözetimde tutulduğu günlerde, ‘ kimsenin
ulaşamayacağı içindeki öze’ ulaşmanın amacı ile yogaya başlamıştır. Esaret
altında tutulan birinin kendine kimsenin ulaşılamayacağı alanlar araması
anlaşılır bir durumdur. Yoganın felsefesi, bunu öğütler. Bu anlamda yoga,
biyogenetik devrimin bedenler üzerindeki hâkimiyetinin karşısına konmuş bir
zıtlık gibi okunabilir.
Ataerkilliğin
Baskı Unsuru Olarak Tecavüz
Erkek egemen sistemin,
kadınları denetim altında tutmak için kullandığı ‘terör’ yöntemlerinden biri de
tecavüzdür. Susan Griffin’ e göre: tecavüzün temel unsurları tüm heteroseksüel
ilişkilerde görülmektedir. ‘Profesyonel
tecavüzcü ortalama egemen hetereoseksüelden farklı tutulsa bile, bu esas olarak
nicel bir farklılıktır.’ (Griffin’den aktaran; Segal, 1992: 285)
Ataerkil kültür,
erkeklere, kadın bedeni üzerindeki iktidarlarının bir simgesi olarak tecavüzü
öğretir ve teşvik eder.
‘Tecavüz
uygarlığımızın temel eylemidir.’ (Griffin’den
aktaran; Segal, 1992: 285)
Feminist kültür
sayesinde görünür kılınan erkek şiddeti ve tecavüz, hegemonik erkek sisteminin
neredeyse kabul görür halidir. Zira yalnızca feministler tarafından, konuya
dikkat çekilmesi bunun göstergesidir. Aynı zamanda feminist analiz, erkeklerin
uyguladığı şiddeti ve tecavüzü yaratan mitleri öne çıkarmıştır. Bugün ülkemizde
de yargıya yansıyan pek çok davada neredeyse, kadın tecavüze uğradığı için
‘suçlu’ ilan edilmiştir. Medyanın, yargıcın, polisin ve ‘utanç duvarı’ ören
toplumun bakışı, tecavüzü onaylar niteliktedir. Tecavüz sayesinde, erkekler
kadınları hükümleri altına almayı garantilerler. Susan Brownmiller, ‘bilinçli ve kollektif, tarih-aşırı ve
kültür aşırı, politik bir strateji dâhilinde kadınlara tecavüz ettiklerini’ söylemektedir.
Ona göre ‘tecavüz ataerkilliğin hücum
kıtası’dır, erkek egemenliği için gereklidir.’
‘Bazı
erkekler tecavüz etmiyor olabilir, ancak bunun nedeni kadınlar üzerindeki
iktidarlarının, bu işi onlar için yapan tecavüzcüleri tarafından zaten garanti
altına alınmış olmasıdır: Tecavüz, ‘bütün erkeklerin bütün kadınları korku
içinde bırakmasını sağlayan bilinçli bir gözdağı verme yönteminden başka bir
şey değildir.’ (Susan Brownmiller’ dan aktaran Segal,
1992: 288)
İçinde Yaşadığım Deri’
de tanık olduğumuz iki tecavüz olayı vardır. Her iki olayda da, Robert Ledgard,
korumasında yaşanmıştır. Tecavüzcülerden biri (Vera’ya tecavüz eden) üvey
kardeşidir. Annesi olduğunu bilmediği hizmetçisi Marilla, uzun yıllardan beri,
Ledgardların yanında çalışmaktadır. Robert doğunca, öz oğlunu babasına
vermiştir. Latin Amerika’da uyuşturucu işleri ile uğraşan babanın yanında
büyüyen Zeca, yaşadığı kirli ortamın rengini almıştır. Diğer tecavüz olayı ise,
ruhsal problemleri olan kızının yaşadığıdır. Burada da, Viecente karakterini
görürüz. Gayet normal bir hayat yaşayan, sakin görünen Vicente ‘de yaşadığımız
sistemden bağımsız, kendi başına ‘sapkın’ olarak nitelendirilemeyecek bir
boyutta çizilmiştir. Her iki tecavüzcü de erkek egemen sistemin ürettiği
kültürün, tortusudur. Her iki karakter de, heteroseksüel hegemonyanın, erkeğe
üstünlük tanıyan ve kadını ‘arzu nesnesi’ olarak biçimlendiren ataerkil
kültürün yarattığı, ‘normatif’ kıldığı erkek tipidirler.
SONUÇ
Hegemonik kültürün
yarattığı cinsiyet kalıpları, tahakküm alanını bedenlerin
normatifleştirilmesine kadar genişletmiştir. Toplumsal cinsiyet, ‘ötekini’
yaratma üzerine kurulmuş cinsiyet ayrımcılığıdır. Bu ayrımcılık, iktidar eliyle
ve gelenekselleşmiş değerler yoluyla tüm davranışlarımızı etkilemektedir.
İçinde
Yaşadığım Deri, cinsiyetin ne kadar kurgu bir durum
olduğunu gösterir. Cinsiyet, Butler’in savunduğu gibi, performatif bir durumsa,
sabit ve doğal olamaz. Akışkandır, değişkendir. Queer teorem, bedenlerin çeşitliliğe
açık olduğunu savunur. Teoreme göre, bedenler iki uç kategoriye ayrılacak kadar
farklı değildir; biyolojik cinsiyet ayrımcılığı, cinsiyetin iktidar alanı
olarak kullanılmasının sonucudur. Almodovar, İçinde Yaşadığım Deri ile beden
nedir, cinsellik nedir, sorularını tartışmaya açmıştır.
Yönetmen, hikâyenin
ilerletici kilit noktalarına koyduğu imlerle, karakterlerin toplumsal örgüsünü
oluşturur. Dolayısıyla hiçbir karakterin yönelimi, toplumsal sistemden,
ataerkiden ari değildir. Tecavüz bireysel bir eylem modeli değildir. Tecavüz
erkek iktidarının, kadınları aşağılama ve ‘hizada tutma’ biçimidir. Tecavüze
şiddetin yoğun yaşandığı ülkelerde daha sıklıkla rastlandığı tespit edilmiştir.
İçinde
Yaşadığım Deri, toplumları oluşturan değerleri
cinsiyetler üzerinden sorgulaması bakımından değerli bir yerde durur. Şiddet,
tecavüz, aile kavramları didiklenir. Ve hiçbirinin kurgusu kendiliğinden
oluşmamıştır. İktidarın kurduğu sistemin birer aygıtı durumundadırlar. Ve her
biri birbirini besler. Tecavüz evlilikten, evlilik ataerkillikten, ataerkillik
emek piyasasından beslenir. Bilim, sanat neye hizmet eder? Bütün bu düzenek,
nasıl kendini döndürür? Bunda bilimin ve sanatın payı var mıdır?
Pedro Almadovar’ın
senaristliğini ve yönetmenliğini yaptığı filmde feminist kuramlar ve feminizmin
direniş tarihi dramatik dille, yaşamdaki gerçeklikle buluşur.
KAYNAKÇA
Almadovar, Pedro
(Senarist, Yönetmen), İçinde Yaşadığım Deri, Film, 2011
Antmen, Ahu (Editör, 2010)
Sanat Cinsiyet, Sanat Tarihi ve Feminist Eleştiri, Çev: A. Antmen, E.
Soğancılar, İstanbul: İletişim Yayınları
Conell, R. W. (1998)
Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, Çev: Cem Soydemir, İstanbul Ayrıntı Yayınları.
Lynne, Segal (1992)
Ağır Çekim Değişen Erkeklikler, Değişen Erkekler, Çev: Volkan Ersoy, İstanbul:
Ayrıntı Yayınları.
Pekerman, Serazer
(2012) Film Dilinde Mahrem Ulus Ötesi Sinemeada Kadın ve Mekan Temsili,
İstanbul: Metis Yayınları.
Scott, James C (1995)
Tahakküm ve Direniş Sanatları. Gizli Senaryolar, Çev: Alev Türker, İstanbul:
Ayrıntı Yayınları
Wolf, Sherry ( 2009)
Cinsellik ve Sosyalizm, Çev: Kıvanç Tanrıyar, İstanbul: Sel Yayıncılık
Yavuz, Şahinde
(Düzenleyen, 2015) Toplumsal Cinsiyet ve Medya Temsilleri, İstanbul
[1] La piel
que habito, İspanyol yönetmen Pedro Almodóvar'ın 2011 yapımı psikolojik gerilim
filmi. Başrollerinde Antonio Banderas ve Elena Anaya'nın oynadığı film, Thierry
Jonquet'in Tarantula adlı romanından uyarlandı. Film İngilizce olmayan filmler
dalında BAFTA En İyi Film Ödülü, Yabancı dildeki filmler dalında Satellite
Ödülüne layık görüldü ayrıca Cannes başta olmak üzere çok sayıda festivalde en
iyi film adayı olarak gösterildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder