Kadın-erkek
karşıtlığına dayanan toplumsal cinsiyet mefhumu yüzyılımızın, kendini her
alanda gösteren, önemli ilgi alanlarından birini teşkil etmektedir. Biyolojik determinizm
adeta a priori bir kadın-erkek tasavvuru savlamakta, özsel kadın-erkek kurgusu
tarih ötesi, zaman ötesi, coğrafya ötesi bir anakronizmi doğurmaktadır. Bu
noktada, Derrida’nın ikili karşıtlıklara dayanan, öncesiz-sonrasız bir inşanın
ardındaki temel motivasyonu somutlayan Batılı metafizik tanımlaması güçlü bir
bağlam yaratmaktadır: “Derrida, Batı metafiziğini, birinin diğeri (mesela saf
olanın saf olmayan, rasyonel olanın irrasyonel olan, var olanın var olmayan)
üzerinde mutlak hâkim ve üstün olduğu ikili karşıtlıkların “şiddetli
hiyerarşisi” olarak tanımlamaktadır”. Bu bağlamda Sayyid’in oryantalizme
yönelik söylemini toplumsal cinsiyete uyarlayarak, ataerke içkin olan şeyi “varoluşun
metafiziğine ilişkin sabit bir noktaya göre hareket etmesidir”, diyebiliriz
(Sayyid, 2006: 69). Kuşkusuz söz konusu inşa eşitsiz ilişkileri meşrulaştırmak
ve doğallaştırmak için çeşitli toplumsal pratiklere dayanan argümanlar
geliştirecektir. Ortaçağda ilahi bir temellendirme seküler bir sosyal ve
siyasal modelin egemen olmaya başladığı noktada yerini çeşitli kurumların
–psikanaliz, biyoloji, antropoloji, vb.- otoriter bağlayıcılığına bırakır,
erkek egemen sistem değişen şartlara uyum sağlayarak kendini mevcut koşullar
içerisinde yeniden üretir. Ataerk kilisenin ilgisinden akademinin bilimsel
faaliyetlerine gark olur ancak iktidarın sahibi değişmez. Bu noktada ise Şerif
Güzel’in söylemiş olduğu gibi, “birçok Batı ülkesinde kadınların mücadelesinin
hedefi tam eşitliktir: çalışma yaşamında, siyasette, evde, toplumda ve her
yerde”, şeklinde ifade edilebilecek bir mücadele alanı doğar (Güzel, 1996:
253). Feminizm söz konusu ideali gerçekleştirmek için sanattan siyasete pek çok
alanda faaliyet yürütür ve iktidar ilişkilerini değillemek için çabalar. Söz
konusu faaliyetler içerisinde sinema da önemli bir yer teşkil etmektedir.
Çeşitli iktidar-bilgi pratiklerinin dolaşıma sokulduğu kanallar olarak sinema
toplumsal bir mücadele alanıdır ve ataerke olduğu kadar feminizme de güçlü bir
direniş alanı sağlar. Söz konusu düşünceler ışığında, inceleme konumuz,
“Kadının Fendi” (Made in Dagenham) filmi de feminist ideolojiyi tahkim eden
önemli bir eser olarak karşımıza çıkar. Ataerk kapitalizmin ürettiği eşitsiz
ilişkilerin tikel görünümlerinden biridir ve filmde söz konusu ilişki oldukça
başarılı bir biçimde işlenir. Senaryosu gerçek bir hikâyeye dayanan Kadının
Fendi filmi 1968 yılında Ford’un Dagenham’daki –İngiltere- fabrikasında yaşanan
direnişin etkileyici bir temsilidir. Kapitalizmin maksimum kâr güdüsü eril-dişil
ikiliğinin yapıntılandığı eşitsiz ilişkilerden avantaj sağlamakta, aynı zamanda
Sheery Wolf’un da (2012) ifade etmiş olduğu gibi işçi sınıfı arasında
ihtilaflar yaratarak yekpare, güçlü bir proletarya hareketini engellemektedir. Connel’ın
da dile getirdiği gibi, “ kapitalizm, bir ölçüde toplumsal cinsiyet
ilişkilerince yaratılan iktidar ve kar olanaklarından” doğmuştur. “toplumsal
cinsiyete bağlı bölünmeler, kapitalist sistemin temel ve yaşamsal bir
özelliğidir; hatta kabul edilebilir bir biçimde sınıf bölünmeleri denli
temeldir” (Connel, 1998: 147).
Filmin
açılışında belgesel etkisi yaratan çeşitli stok görüntüler ekrana düşmektedir. Söz
konusu görüntüler filmin yaşanmış bir hikâyeye dayanıyor olmasına vurgu
yapmaktadır. Bunun yanı sıra Ford markasına ait reklamların içerisinden biri
güçlü cinsel çağrışımlarıyla özellikle dikkat çeker: Arabanın arka koltuğunda
oturan iki kadın direksiyonun başında duran erkeğe dokunmaktadırlar. Bu noktada
reklamın bilinçaltımıza ikame etmeye çalıştığı ileti kafa karışıklığına neden
olur. Reklamın amacı adeta Ford marka aracın üstün niteliklerini göstermek
değil de, Birden fazla kadını elde etmenin yolu olarak Ford marka arabaya sahip
olmanın faydaları gibidir. Reklamda araba kadınlar tarafından arzulanmanın
aracı olarak sunulmaktadır ve kod açımının ereği arzu nesnesi olarak Ford marka
aracı değil de kadınları işaret etmekte, nesneleştirmektedir. Cinselleştirilmiş
bir içerikle doldurulan reklam alımlayıcı kitle üzerinde tüketim arzusu
uyandırmak amacıyla kadınları nesneleştirmektedir. Üstelik bunu yaparken
çeşitli kültürel kodlardan faydalanmakta, arka koltuğun güçlü cinsel imalar
taşıyan kalıpyargılarına başvurmaktadır. Bu noktada Jacqueline Rose’un “kadının
sahip olduğu fantezi statüsü. Belli bir görsel ekonomiye bağlıdır”, ifadesi
akıllara gelir (Rose, 2010: 256). Bunun yanı sıra kadınların ve erkeğin
arabadaki konumu da önem arz eder. Erkek direksiyonun başında, arabayı idare
eden bir konumda iktidar sembolü olarak gösterilirken, kadınlar erkeğin
arkasında –erkeğin yanında duran tek bir kadın da tercih edilebilirdi, ancak
onların erkek ile asgari düzeyde eşit bir konumda bulunması dahi tercih
edilmemiş bu yolla egemen bir erkek figürü tasarımlanmıştır- sunularak
edilgenlikleri yeniden üretilmiştir. Kuşkusuz söz konusu reklam rastgele
seçilmemiştir, o, filmin izleyiciyi dâhil etmek istediği atmosfere bir ön giriş
niteliğindedir.
Hemen
arkasından kadın-erkek eşitsizliğini somutlayan ve eril iktidarın inşa ettiği,
çıkar sağladığı egemenliğin somut kanıtı olan bir istatistik ekrana düşer. 1968
yılında Ford’un Dagenham’daki fabrikasında 55.000 erkek ve yalnızca 187 kadın
çalışmaktadır. Kuşkusuz fabrika ortamının erkeklikle ilişkilendirilen güç-kuvvet,
sertlik, dayanıklılık içerimli kurulumu söz konusu nitelikleri eril yapıntının
özsel bir tasavvuru olarak sunduğu noktada kadınları dışlayacak, iş yaşamının
ve kamusal hayatın mutlak egemeni olarak erkek kategorisini iktidarın
dolayımsız hâkimi olarak konumlayacakır. Toplumsal pratiğin bir ürünü olarak mekânın
eşitsiz ilişkileri üreten niteliği Schıck tarafından da dile getirilmiştir:
“bir mekân yaratmak kavramı”… iktidar çarpıklıklarının mekan ayrışıklıkları
ürettiğini, bu mekan ayrışıklıklarının da kendilerini yaratmış olan toplumsal
dengesizlikleri doğruladıklarını ve süreklileştirdiklerini” ifade etmektedir
(Schıck, 2000: 37). Bu bağlamda fabrikaların cinsiyetler arası eşitsizlikleri
üreten bir mekân olarak toplumsal bilince nüfuz ettiği savlanabilir. Böylelikle
fabrikalara atfedilen erkeksi nitelikler değişen koşullarla eytişimsel bir
ilişki içerisinde toplumsal cinsiyeti, Schıck’in de ifade etmiş olduğu, bir
süreklilik içerisinde yeniden üretir. Bu açıdan ilk etapta filmin geçtiği mekân
göze çarpmaktadır ki, kadınlar ve erkeklerin aynı fabrikada birbirlerinden
tamamıyla ayrılmış işliklerde çalıştıkları gözlenir. Onlar birbirlerinden
öylesine soyutlanmışlardır ki, bu nedenden dolayı kadınlar işyerinde yarı
çıplak çalışabilecek cesareti gösterebilirler. Söz konusu ayrım kadınların icra
ettiği mesleğin niteliğinden de ileri gelmektedir. Onlar kadınlar için uygun
görülen ve yarı vasıflı olarak tanımlanan dikiş işinde çalışmaktadırlar. “Anne
Phillips ve Barbara Taylor’un ileri sürmüş olduğu gibi, ‘vasıf’ kavramı
başlangıçtan beri ‘cinsel önyargılarla doluydu’ ve erkeklerin işyerinde ücret,
statü ve kimliklerini korumak için verdikleri mücadelenin önemli bir
parçasıydı”, yani eril iktidarı tahkim eden bir araçtı. (Segal, 1992: 359).
Toplumsal cinsiyeti üreten bir araç olarak mekan –fabrika- ve mekanın dişil
içerikli faaliyetler ile aynılaşan –değersizleşen- kurgusunu üreten niteliği Schıck
tarafından etkili bir biçimde dile getirilmiştir:
David
Sibley, ‘kenarsallaştırmanın yalnızca grubun nitelikleriyle değil, belli
yerlerin –dışlanan grubun kenarsal konumunu ifade eden dışlama mekânlarının-
imgeleriyle ilişkili olduğunu gösterir.’ Bir başka deyişle, ayrımcılık kendi
kendini yeniden üretir: Ötekilik mekânları yalnız “öteki”lerin depolandığı
yerler olmakla kalmazlar, başkalığın başlıca göstergeleri/üreticilerinden biri
de olurlar… ‘Mekân belirli bir mantık çerçevesinde, bilginin ve teknik
uzmanlığın yardımıyla, bir ‘sistem’in kurulmasına yarar ve hegemonya da bundan
yararlanır.’ Yani hegemonya mekânı şekillendirir ve hegemonyanın mekân
kuruluşları da iktidar ilişkilerini yeniden üretir (Schıck, 2000: 38-39).
Anlaşılacağı
üzere Schıck’in görüşleri film ile pek çok noktada kesişmektedir. Bu düşünceler
ışığında kadın işçilerin fabrikadaki konumlarının kenarsallaştırıldığı ve söz
konusu ötekilik mekânının kadınların icra ettikleri mesleğin niteliksizliğiyle,
vasıfsız oluşuyla aynılaştırıldığı duyumsanacaktır. Keza erkeklerin nasıl bir
ortamda çalıştıklarını pek göremeyiz ama kadınların çalıştıkları yer aşırı
sıcak ya da yağmur yağdığında damından su akan fiziksel olarak da ihmal edilmiş
bir mekândır.
Connel
(1998: 144), “cinsiyete dayalı işbölümünün kurulması, yalnızca işin insanlara
bölüştürülmesinden ibaret değildir. Aynı zamanda işin tasarımını da içerir”,
dedikten sonra söz konusu ifadeyi somutlamak için bir örneğe başvurur: “Endüstri Devrimi’nin ilk yıllarında Kuzeybatı
İngiltere ve Güney İskoçya’daki pamuklu bez fabrikalarının dokuma tezgâhları
kadınlar ve çocuklar tarafından çalıştırılmak üzere tasarlanmıştı” (Connel
1998: 144). Böylelikle film bizlere,
Connel’in ifadeleri çerçevesinde, kadın-erkek eşitsizliğinin yüzyıllardır
sürdüğünü ve kadınların üzerine adeta yapışmış olan uzlaşımsal meslek
tanımlarının eril iktidarı süreklileştirdiğini aksettirir.
Takip
eden sahnelerde sendika üyesi olan ve aynı zamanda fabrikada da çalışan bir
erkek işçi dikiş atölyesine gelir. Fabrika yönetimine göndermiş oldukları kadın
işçilerin neden vasıfsız eleman olarak değerlendirildiğine yönelik dilekçeye
bir cevap gelmediğini söyler. Bu durum karşısında oy birliğiyle fazla mesaileri
derhal durdurup 29 Mayısta da bir grev yapma kararı alırlar. Daha önce de
belirtmiş olduğumuz gibi bir işçinin vasıflı ya da vasıfsız olarak tanımlanması
alacağı maaşı doğrudan etkilemektedir. Bedensel güç ve dayanıklılık gerektiren,
tehlikeli ve zorlu mesleklerin yalnızca erkek cinsinin üstesinden gelebileceği
nitelikleri zorunlu kıldığı bu açıdan kadınların söz konusu faaliyetleri yerine
getiremeyeceğine dair bir genel kabul vardır. Heteronormatizme içkin söz konusu
kodlar bu yolla kadınları pek çok iş kolundan dışlar. “Bu durum, içinde
kadınlara yer olmayan ve erkeklerin işinin bilhassa ‘erkeksi’ bir özelliğe
sahip olduğu toplumsal bir bağlamda erkeğin daha büyük önemi ve sorumlulukları
olduğuna dair ortak bir görüşü yansıtır” (Segal, 1992: 32). Böylelikle kadın ve
erkek arasındaki sınır çizgileri netleşirken söz konusu inşa da eril iktidarı
doğurur: erkekler her sektörde rahatlıkla iş bulabilme imkânına sahiptirler ve icra
ettikleri mesleğin zorluğu, vasıflılığı ücretlerinin kadınlardan daha yüksel
olmasına neden olur. Bu durum adeta bir kısır döngü yaratır. Daha fazla para
kazanma imkânı olan ve daha vasıflı kabul edilen erkek “doğal olarak” iş
yaşamının ve kamusal alanın hâkimi olacaktır. Böylelikle kadının kamusal alanda
boy gösterdiği ve direnişinin nesnesi erkek egemen sistemle çatıştığı her
noktada söz konusu argümanlar kadınları pasifize etmek, eşitsiz ilişkileri
doğallaştırmak ve meşrulaştırmak için öne sürülecektir. Nede olsa erkekler daha
fazla para kazanıyordur, o halde kadınların evde kalıp çocuklara bakması daha
mantıklıdır! Bahsi geçen heteronormatif kodlar elbette kadınlar için uygun
olduğu düşünülen bir takım meslek tanımlamaları da yapmaktadır ki,
incelediğimiz film özelinde bu dikiş olarak karşımıza çıkar. Ford’un Dagenham’daki
fabrikasında çalışan kadınlar yarı vasıflı olarak görülüyorlardır ve bu
nedenden ötürü erkelerden daha az maaş alırlar. Oysa Rita (Sally Hawkins) sendika
yetkilileriyle beraber fabrikanın üst yönetimiyle yaptığı görüşmede kadınların
hiçte azımsanmayacak bir görevi icra ettiklerini ifade etmiş ve sonrasında,
kadın işçilerin talepleri yerine getirilene kadar grev yapma kararı alınarak
fabrikanın üretimini tamamen durdurulmuştur. Buradan da ne kadar vasıfsız
olarak tanımlanırsa tanımlansınlar kadınların da o fabrikanın vazgeçilmez bir
unsuru oldukları kanıtlanmıştır. Böylelikle bir fabrikanın üretimini
durdurabilecek hayatiyete sahip bir iş kolunun vasıfsız olarak
nitelendirilemeyeceğini ortaya koymuşlardır.
Filmde
dikkat çeken sekanslardan bir tanesi de Rita ile oğlu Graham’ın (Robbie Kay) öğretmeni
Mr. Clarke arasında geçen diyaloglarda kendini göstermektedir. Mr. Clarke
öğrencileri dövmeyi olağan ve öğrencilerin içerisinde faaliyet gösterdikleri
kurumun gereklilikleriyle uzlaşması, disipline edilmesi için olması gereken bir
uygulama olarak görmektedir. Foucault’un (2011) “büyük kapatılma” olarak
adlandırdığı tarihin belirli bir eşiğinde disipline edici nitelikleriyle ön
plana çıkan ve kapitalist sistemin ihtiyaçlarıyla yakından ilişkili hapishane,
tımarhane vb. gibi çeşitli kurumlar vardır ve okul da söz konusu kurumlardan
biri olarak tanımlanır. Bu bağlamda okul aynı zamanda heteronormatif kodların
aktarıldığı disipline edici bir kurumdur. Mr. Clarke’nin disipline edici bir
yöntem olarak erkek kategorisiyle sıkı sıkıya ilişkilendirilen şiddete
başvurması da tesadüf değildir ki, filmin ilerleyen süreçlerinde Lisa (Rosamund
Pike) Rita’ya onun –Mr. Clarke- tam bir kabadayı olduğunu söylemiştir. Keza onun
öğrencilere uyguladığı fiziksel şiddet Rita ile diyaloglarında sınıfsal bir
takım ayrımları ve bundan kaynaklı eğitimsizlik halini ima eden söylemlerinde
psikolojik/sözel şiddete dönüşür.
Ford
genel merkezindeki üst düzey yetkililerle görüşecek olan Rita, Conney, Albert
ve Marty bir restoranda yemek yerken ekrana düşerler. Söz konusu sekansta
Marty, Rita’ya tavsiyeler verirken aslında örtük olarak her şeyi ona
bırakmasını tavsiye etmektedir. Söz konusu ifadeler ile Rita’nın kocası Eddie’nin
(Daniel Mays) kadınların fabrika yönetimine karşı giriştikleri eylemleri
küçümseyen ifadeleri ve tavırları arasında paralellik vardır. Keza erkeksi
olduğu düşünülen çetin şartlarla mücadele, çatışma gibi nitelikler eril
kategoriye mahsustur ve kadınların ne yaratılışları gereği ne de fabrikadaki
nüfusları böylesi bir mücadeleyi yürütecek ve başarıyla sonuçlandıracak
gereklilikleri yerine getirir. Filmde oldukça ironik bir sahne vardır: sendika
temsilcisi Marty, Ford yetkilisi ile konuşmasında kadınların adına konuşmaması
gerektiği, onları zihninde neler olduğunu bilemeyeceğini söyler, ancak kendisi
yanındaki kadınlara, fabrika
yönetiminden talepte bulunan kişilere asla söz hakkı tanımaz ve onlar adına
konuşmaya kalkışır. Kısacası stratejik düşünme, sözcükleri ve cümleleri mantık
süzgecinden geçirip rasyonel argümanlarla karşındakini savunmasız bırakma, çatışma,
kendi kendini temsil etme gibi nitelikler erkeklere özgüdür. Tüm bu tavırlar
tek bir kapıya açılır: onlar kendilerini temsil edemezler, temsil edilmeleri
gerekir. Söz konusu ifade pek çok değişik biçimde kurulabilir. Onlar erkekler
kadar para kazanamazlar, o halde erkekler çalışmalı kadınlar evle
ilgilenmelidir. Onlara erkekler kadar zeki olamazlar, idare edilmeleri gerekir.
Onlar erkekler kadar zorlu işlerin üstesinden gelemezler, o halde erkeklerden
daha az maaş almaları gerekir vb. Bahsi geçen görüşmede Rita haklarının
gerçekten elde edebilmesi için erkek egemen dünyada oldukça çetin
mücadelelerden geçmesi zorunluluğunun ilk sınavını kendi safında gözüken ancak
kadınlara karşı içselleştirilmiş bir küçümseme tavrı içerisinde olan Monty’e
karşı vermelidir. O, Ford yetkililerine ve Monty’e, yani bir sürü erkeğe karşı
ilk politik direnişini sergiler ve güçlü bir konuşmayla herkes üzerinde sağlam
bir etki bırakır. Söz konusu sahne adeta bir kader dönümü gibidir. O noktadan
sonra kendi geleceklerinin denetimini ellerine almaya başlayan savaşçı
kadınlarla karşı karşıya kalırız. Söz konu mücadelenin lideri ise Rita’dır. Ancak
kuşkusuz bu kusursuz bir süreç olmayacak erkek egemen dünya tüm azametiyle söz
konusu direnişe karşı koyacaktır.
Filmde
dikkat çeken bir diğer unsur da erkek egemen sistemin iktidar sahibi bireyleri
olmalarına rağmen bir kadın –bakan- karşısında “dişileşen” iki erkektir. Bakanın
sert azarlarına karşı hiçbir şey söyleyemeyen iki hükümet görevlisi adeta
kapitalizmin eşitsiz ilişkiler üreten karakterine gönderme yapmaktadır. Ezen-ezilen
ikiliği kuşkusuz yekpare, değişmez bir karşıtlık değildir. Kapitalizme içkin
hiyerarşiler kimi zaman iktidarın sahipliğinin tersyüz olmasına ve söz konusu
ayrıcalığın kadınlara devredilmesine de neden olur. Bu durumda egemen toplumsal
bakış açısından kaynaklı bir ifadeyle “dişileşen” erkelere de sıkça
rastlayabiliriz, denilebilir. Aynı “dişileşme” durumu atölyedeki kadınların
genç bir temizlikçi olan Brian’a yönelik tavırlarda da görülebilir. Mesleğiyle
alakalı olarak statüsünün kadınlardan daha düşük olması ve yaşının küçüklüğü
onu hiyerarşik olarak aşağıda konumlamaktadır. Bu nedenden ötürü kadınların ona
davranışları bahsi geçen yer değiştirme mefhumuyla açıklanabilir.
Sendika
binasında Monty, Albert ve sendika yöneticileri arasında geçen diyaloglar
dönemim kadın-erkek mefhumuna yönelik bakış açısını tüm açıklığıyla ortaya
koyar: “eşit ücret mi akıllarından ne geçiyor bunların? Kadınları sıkı bir
mücadele vermeleri için cesaretlendirmen asıl iş yapan erkeklerden götürür, bir
sendika olarak önceliğin kimlerde olduğunu unutmamalıyız vb. Söz konusu
ifadeler Segal’in işçi hareketinin erkek egemen zihniyetine yönelik ifade
ettikleriyle birebir örtüşmektedir:
Hem
‘sol’ hem de ‘işçi hareketi’ –ideolojik olarak en çok eşitlik isteyen örgütler-
neredeyse sadece erkelere ait; dilleri, pratikleri ve kurumları erkeklerin
dünyayı algılama biçimlerine göre belirlenmiş ve erkeklerin çıkarlarına göre
biçimlendirilmiş hareketler olarak tanımlamaktadır. İşçi hareketinin son derece
köklü bir ‘eril’ karaktere sahip olduğuna şüphe yoktur. Diğer bütün kültürel ve
politik alanların eril karakterini; erkeklerin tanımlama ve kontrol etme
konusundaki muazzam iktidarına ilişkin karakteri özel bir biçimde her zaman
yansımıştır (Segal, 1992: 358).
Rita
kendini eşit haklar mücadelesine adayıp politik eylemliliğini
yoğunlaştırdığında ev işleriyle kocası Eddie ilgilenmek zorunda kalır. Bu durum
eşiyle çeşitli sorunlar yaşamasına neden olacak, ancak aynı zamanda eylemleri
basında yer bulmaya ve kamuoyunun dikkatini çekmeye de başlayacaktır. Kadınların
eşit ücret hakkını elde edebilmek için talepleri kabul edilene değin iş bırakma
kararı almaları fabrikanın kapanmasına neden olur. Kuşkusuz bu durum Ford
yöneticilerini telaşlandırır ve kadınların eline güçlü bir koz verir. Ancak işlerinden
olan erkekler ve kocası bu durumdan rahatsız olmaya başlar. Söz konusu telaş
Ford’un Amerika Birleşik Devletleri’ndeki genel merkezinin ekrana düştüğü
sekansta net bir biçimde görülmektedir. Telefondan işitilen ses eğer Dagenham’dakiler
başarı sağlarlarsa bunu her yerde yapmamız gerekir demektedir. Söz konusu cümle
kapitalizmin cinsiyetler arası eşitsiz ilişkilerden çıkar sağladığını
somutlamaktadır. Keza Ford için asıl sorun erkeklerin gerçekten daha fazlasını hak
ettiğine yönelik inancı değil maksimum seviyede kârın kadınların daha fazla
maaş almasıyla beraber azalacağı korkusudur. Sherry olf’un da ifade etmiş
olduğu gibi. “Amerika Birleşik Devletleri ve diğer endüstrileşmiş toplumlarda
cinsel davranış üzerindeki ideolojik ve yasal baskı ya da kontrol iktidardaki
sınıfın ihtiyaçlarından doğar” (Wolf, 2012: 12).
Filmde
toplumsal cinsiyete yönelik okuma yapabileceğimiz bir diğer durum Lisa ve eşi
arasında yaşanan ilişkide açığa çıkmaktadır. Lisa Cambridge üniversitesi tarih
bölümünü birincilikle bitirmiştir, ancak buna rağmen kocasının sekreteri ve
evdeki hizmetçisi olmaktan daha öteye gidemez. Özellikle Amerika’dan gelen Ford
yetkilisini evlerinde ağırladıkları sahnede Lisa misafirin eşyalarını alan,
yemeği hazırlayan ve sürekli erkekler için eyleyen bir “hizmetçiden”
farksızdır. Büyük bir ihtimalle Cambridge Üniversitesi’ni birincilikle bitirmiş
olmak bir erkeğe kariyer kapılarını sonuna kadar açacaktır. Ancak söz konusu
bir kadın olduğunda sekreterlik ve “hizmetçilik” toplumun onu istihdam ettiği
en iyi iştir.
Filmin
ilerleyen sahnelerinde Rita ve arkadaşlarının eyleminden ötürü işsiz kalan
erkek işçilerden Gordon elektrik ve yakıt faturalarını ödeyemediğini, ailesinin
temel ihtiyaçlarını karşılayamadığını söyler ve Rita ile tartışır. Hemen ardından
filme belgesel havası katan söz konusu döneme ait stok görüntüler akrana düşer.
Bahsedilen görüntülerde Erkek işçiler kadınların erkeklerle aynı ücreti
almasına karşı olduklarını söylerler. Bu noktada Sherry Wolf’un ifadeleri söz
konusu çatışmanın kaynağını tüm açıklığıyla özetlemektedir:
Modern
toplumdaki homofobik, cinsiyetçi, ırkçı, milliyetçi ve diğer ayrımlar egemen
sınıfın çıkarlarının yansıtır. Bu sınıf –yöneten sınıf- nüfusun küçük bir
azınlığını oluşturur; bu yüzden çoğunluğun birleşerek kendi hakları olanı geri
almak üzere ayaklanmasını engellemek için elindeki kurumsal ve ideolojik
araçları kullanarak nüfus kitlesini kendi içinde bölmesi gerekir (Wolf, 2012:
13).
Ancak
Rita ve arkadaşları her türlü zorluğa göğüs gererek mücadeleyi başarıyla
nihayetlendirmişlerdir. Dagenham kadınları diğer işçilere, toplumun erkek
egemen baskısına ve Ford yetkililerin tüm çabalarına rağmen eşit ücret hakkını
elde etmişler ve bakandan tüm ülke genelinde erkeklerle kadınlara eşit ücretler
ödenmesine yönelik bir yasa çıkarılacağı garantisi almışlardır. Ayrıca söz
konusu eylemler eşit ücret hareketlerini tetiklemiş ve böylelikle yasa nihayet
1970 yılında kabul edilmiştir. Film toplumun erkek egemen kodlarının dirayetli
bir mücadele ile çözülebileceği umudunu seyirciye aksettirir. Tarihsel konulara
yönelen filmlerin aslında kendi dönemlerinden ziyade filmin üretildiği döneme
dair bir şeyler söylediği sıkça dile getirilmektedir. Bu bağlamda Kadının Fendi
filminin günümüzde hala gözlemleyebileceğimiz kadın erkek eşitsizliğine yönelik
bir mücadele azmini harekete geçirme niyetinde olduğunu söyleyebiliriz.
KAYNAKÇA
CONNEL, R. W. (1998).
“Toplumsal Cinsiyet ve İktidar: Toplum, Kişi ve Cinsel Politika”. (Çev. C.
Soydemir). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. (1987).
FOUCAULT, M. (2011).
“Büyük Kapatılma, Seçme Yazılar 3” (Çev. I. Ergüden & F. Keskin). İstanbul:
Ayrıntı Yayınları. (1994).
GÜZEL, Ş. (1996).
“Kadın, Aile ve İktidar” İstanbul: Alan Yayıncılık.
ROSE, J. (2010). “Görme
ve Cinsellik”. (Çev. A. D. Temiz). İstanbul: Metis Yayınları. (1986).
SAYYİD, S. (2006). “Oryantalizmden
Sonra”. L. Sunar (Ed.). (Çev. Hakan Çopur) Uluslararası Oryantalizm Sempozyumu:
9-10 Aralık 2006 – İstanbul: Bildiriler ( s. 65-78). İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Kültürel ve Sosyal işler Daire Başkanlığı Kültür Müdürlüğü
Yayınları.
SCHICK, I. C. (2000).
“Batının Cinsel Kıyısı: Başkalıkçı Söylemde Cinsellik ve Mekân”. (Çev. Savaş
Kılıç & Gamze Sarı). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. (1999).
SEGAL, L. (1992). “Ağır
Çekim Değişen Erkeklikler Değişen Erkekler”. (Çev. V. Ersoy). İstanbul: Ayrıntı
Yayınları. (1990).
WOLF, S. (2012).
“Cinsellik ve Sosyalizm: LGBT Özgürleşmesinin Tarihi Politikası ve Teorisi”.
(Çev. K. Tanrıyar). İstanbul: Sel Yayıcılık. (2011).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder