22 Ocak 2015 Perşembe

Dokuma Tezgahında Örülen Feminizm, - Toplumsal Cinsiyet, Eril İktidar ve Feminist Direniş Üzerine Bir Okuma: Made in Dagenham


Kadın-erkek karşıtlığına dayanan toplumsal cinsiyet mefhumu yüzyılımızın, kendini her alanda gösteren, önemli ilgi alanlarından birini teşkil etmektedir. Biyolojik determinizm adeta a priori bir kadın-erkek tasavvuru savlamakta, özsel kadın-erkek kurgusu tarih ötesi, zaman ötesi, coğrafya ötesi bir anakronizmi doğurmaktadır. Bu noktada, Derrida’nın ikili karşıtlıklara dayanan, öncesiz-sonrasız bir inşanın ardındaki temel motivasyonu somutlayan Batılı metafizik tanımlaması güçlü bir bağlam yaratmaktadır: “Derrida, Batı metafiziğini, birinin diğeri (mesela saf olanın saf olmayan, rasyonel olanın irrasyonel olan, var olanın var olmayan) üzerinde mutlak hâkim ve üstün olduğu ikili karşıtlıkların “şiddetli hiyerarşisi” olarak tanımlamaktadır”. Bu bağlamda Sayyid’in oryantalizme yönelik söylemini toplumsal cinsiyete uyarlayarak, ataerke içkin olan şeyi “varoluşun metafiziğine ilişkin sabit bir noktaya göre hareket etmesidir”, diyebiliriz (Sayyid, 2006: 69). Kuşkusuz söz konusu inşa eşitsiz ilişkileri meşrulaştırmak ve doğallaştırmak için çeşitli toplumsal pratiklere dayanan argümanlar geliştirecektir. Ortaçağda ilahi bir temellendirme seküler bir sosyal ve siyasal modelin egemen olmaya başladığı noktada yerini çeşitli kurumların –psikanaliz, biyoloji, antropoloji, vb.- otoriter bağlayıcılığına bırakır, erkek egemen sistem değişen şartlara uyum sağlayarak kendini mevcut koşullar içerisinde yeniden üretir. Ataerk kilisenin ilgisinden akademinin bilimsel faaliyetlerine gark olur ancak iktidarın sahibi değişmez. Bu noktada ise Şerif Güzel’in söylemiş olduğu gibi, “birçok Batı ülkesinde kadınların mücadelesinin hedefi tam eşitliktir: çalışma yaşamında, siyasette, evde, toplumda ve her yerde”, şeklinde ifade edilebilecek bir mücadele alanı doğar (Güzel, 1996: 253). Feminizm söz konusu ideali gerçekleştirmek için sanattan siyasete pek çok alanda faaliyet yürütür ve iktidar ilişkilerini değillemek için çabalar. Söz konusu faaliyetler içerisinde sinema da önemli bir yer teşkil etmektedir. Çeşitli iktidar-bilgi pratiklerinin dolaşıma sokulduğu kanallar olarak sinema toplumsal bir mücadele alanıdır ve ataerke olduğu kadar feminizme de güçlü bir direniş alanı sağlar. Söz konusu düşünceler ışığında, inceleme konumuz, “Kadının Fendi” (Made in Dagenham) filmi de feminist ideolojiyi tahkim eden önemli bir eser olarak karşımıza çıkar. Ataerk kapitalizmin ürettiği eşitsiz ilişkilerin tikel görünümlerinden biridir ve filmde söz konusu ilişki oldukça başarılı bir biçimde işlenir. Senaryosu gerçek bir hikâyeye dayanan Kadının Fendi filmi 1968 yılında Ford’un Dagenham’daki –İngiltere- fabrikasında yaşanan direnişin etkileyici bir temsilidir. Kapitalizmin maksimum kâr güdüsü eril-dişil ikiliğinin yapıntılandığı eşitsiz ilişkilerden avantaj sağlamakta, aynı zamanda Sheery Wolf’un da (2012) ifade etmiş olduğu gibi işçi sınıfı arasında ihtilaflar yaratarak yekpare, güçlü bir proletarya hareketini engellemektedir. Connel’ın da dile getirdiği gibi, “ kapitalizm, bir ölçüde toplumsal cinsiyet ilişkilerince yaratılan iktidar ve kar olanaklarından” doğmuştur. “toplumsal cinsiyete bağlı bölünmeler, kapitalist sistemin temel ve yaşamsal bir özelliğidir; hatta kabul edilebilir bir biçimde sınıf bölünmeleri denli temeldir” (Connel, 1998: 147).
Filmin açılışında belgesel etkisi yaratan çeşitli stok görüntüler ekrana düşmektedir. Söz konusu görüntüler filmin yaşanmış bir hikâyeye dayanıyor olmasına vurgu yapmaktadır. Bunun yanı sıra Ford markasına ait reklamların içerisinden biri güçlü cinsel çağrışımlarıyla özellikle dikkat çeker: Arabanın arka koltuğunda oturan iki kadın direksiyonun başında duran erkeğe dokunmaktadırlar. Bu noktada reklamın bilinçaltımıza ikame etmeye çalıştığı ileti kafa karışıklığına neden olur. Reklamın amacı adeta Ford marka aracın üstün niteliklerini göstermek değil de, Birden fazla kadını elde etmenin yolu olarak Ford marka arabaya sahip olmanın faydaları gibidir. Reklamda araba kadınlar tarafından arzulanmanın aracı olarak sunulmaktadır ve kod açımının ereği arzu nesnesi olarak Ford marka aracı değil de kadınları işaret etmekte, nesneleştirmektedir. Cinselleştirilmiş bir içerikle doldurulan reklam alımlayıcı kitle üzerinde tüketim arzusu uyandırmak amacıyla kadınları nesneleştirmektedir. Üstelik bunu yaparken çeşitli kültürel kodlardan faydalanmakta, arka koltuğun güçlü cinsel imalar taşıyan kalıpyargılarına başvurmaktadır. Bu noktada Jacqueline Rose’un “kadının sahip olduğu fantezi statüsü. Belli bir görsel ekonomiye bağlıdır”, ifadesi akıllara gelir (Rose, 2010: 256). Bunun yanı sıra kadınların ve erkeğin arabadaki konumu da önem arz eder. Erkek direksiyonun başında, arabayı idare eden bir konumda iktidar sembolü olarak gösterilirken, kadınlar erkeğin arkasında –erkeğin yanında duran tek bir kadın da tercih edilebilirdi, ancak onların erkek ile asgari düzeyde eşit bir konumda bulunması dahi tercih edilmemiş bu yolla egemen bir erkek figürü tasarımlanmıştır- sunularak edilgenlikleri yeniden üretilmiştir. Kuşkusuz söz konusu reklam rastgele seçilmemiştir, o, filmin izleyiciyi dâhil etmek istediği atmosfere bir ön giriş niteliğindedir.   
Hemen arkasından kadın-erkek eşitsizliğini somutlayan ve eril iktidarın inşa ettiği, çıkar sağladığı egemenliğin somut kanıtı olan bir istatistik ekrana düşer. 1968 yılında Ford’un Dagenham’daki fabrikasında 55.000 erkek ve yalnızca 187 kadın çalışmaktadır. Kuşkusuz fabrika ortamının erkeklikle ilişkilendirilen güç-kuvvet, sertlik, dayanıklılık içerimli kurulumu söz konusu nitelikleri eril yapıntının özsel bir tasavvuru olarak sunduğu noktada kadınları dışlayacak, iş yaşamının ve kamusal hayatın mutlak egemeni olarak erkek kategorisini iktidarın dolayımsız hâkimi olarak konumlayacakır. Toplumsal pratiğin bir ürünü olarak mekânın eşitsiz ilişkileri üreten niteliği Schıck tarafından da dile getirilmiştir: “bir mekân yaratmak kavramı”… iktidar çarpıklıklarının mekan ayrışıklıkları ürettiğini, bu mekan ayrışıklıklarının da kendilerini yaratmış olan toplumsal dengesizlikleri doğruladıklarını ve süreklileştirdiklerini” ifade etmektedir (Schıck, 2000: 37). Bu bağlamda fabrikaların cinsiyetler arası eşitsizlikleri üreten bir mekân olarak toplumsal bilince nüfuz ettiği savlanabilir. Böylelikle fabrikalara atfedilen erkeksi nitelikler değişen koşullarla eytişimsel bir ilişki içerisinde toplumsal cinsiyeti, Schıck’in de ifade etmiş olduğu, bir süreklilik içerisinde yeniden üretir. Bu açıdan ilk etapta filmin geçtiği mekân göze çarpmaktadır ki, kadınlar ve erkeklerin aynı fabrikada birbirlerinden tamamıyla ayrılmış işliklerde çalıştıkları gözlenir. Onlar birbirlerinden öylesine soyutlanmışlardır ki, bu nedenden dolayı kadınlar işyerinde yarı çıplak çalışabilecek cesareti gösterebilirler. Söz konusu ayrım kadınların icra ettiği mesleğin niteliğinden de ileri gelmektedir. Onlar kadınlar için uygun görülen ve yarı vasıflı olarak tanımlanan dikiş işinde çalışmaktadırlar. “Anne Phillips ve Barbara Taylor’un ileri sürmüş olduğu gibi, ‘vasıf’ kavramı başlangıçtan beri ‘cinsel önyargılarla doluydu’ ve erkeklerin işyerinde ücret, statü ve kimliklerini korumak için verdikleri mücadelenin önemli bir parçasıydı”, yani eril iktidarı tahkim eden bir araçtı. (Segal, 1992: 359). Toplumsal cinsiyeti üreten bir araç olarak mekan –fabrika- ve mekanın dişil içerikli faaliyetler ile aynılaşan –değersizleşen- kurgusunu üreten niteliği Schıck tarafından etkili bir biçimde dile getirilmiştir:
David Sibley, ‘kenarsallaştırmanın yalnızca grubun nitelikleriyle değil, belli yerlerin –dışlanan grubun kenarsal konumunu ifade eden dışlama mekânlarının- imgeleriyle ilişkili olduğunu gösterir.’ Bir başka deyişle, ayrımcılık kendi kendini yeniden üretir: Ötekilik mekânları yalnız “öteki”lerin depolandığı yerler olmakla kalmazlar, başkalığın başlıca göstergeleri/üreticilerinden biri de olurlar… ‘Mekân belirli bir mantık çerçevesinde, bilginin ve teknik uzmanlığın yardımıyla, bir ‘sistem’in kurulmasına yarar ve hegemonya da bundan yararlanır.’ Yani hegemonya mekânı şekillendirir ve hegemonyanın mekân kuruluşları da iktidar ilişkilerini yeniden üretir (Schıck, 2000: 38-39).    
Anlaşılacağı üzere Schıck’in görüşleri film ile pek çok noktada kesişmektedir. Bu düşünceler ışığında kadın işçilerin fabrikadaki konumlarının kenarsallaştırıldığı ve söz konusu ötekilik mekânının kadınların icra ettikleri mesleğin niteliksizliğiyle, vasıfsız oluşuyla aynılaştırıldığı duyumsanacaktır. Keza erkeklerin nasıl bir ortamda çalıştıklarını pek göremeyiz ama kadınların çalıştıkları yer aşırı sıcak ya da yağmur yağdığında damından su akan fiziksel olarak da ihmal edilmiş bir mekândır.
Connel (1998: 144), “cinsiyete dayalı işbölümünün kurulması, yalnızca işin insanlara bölüştürülmesinden ibaret değildir. Aynı zamanda işin tasarımını da içerir”, dedikten sonra söz konusu ifadeyi somutlamak için bir örneğe başvurur:  “Endüstri Devrimi’nin ilk yıllarında Kuzeybatı İngiltere ve Güney İskoçya’daki pamuklu bez fabrikalarının dokuma tezgâhları kadınlar ve çocuklar tarafından çalıştırılmak üzere tasarlanmıştı” (Connel 1998: 144).  Böylelikle film bizlere, Connel’in ifadeleri çerçevesinde, kadın-erkek eşitsizliğinin yüzyıllardır sürdüğünü ve kadınların üzerine adeta yapışmış olan uzlaşımsal meslek tanımlarının eril iktidarı süreklileştirdiğini aksettirir.
Takip eden sahnelerde sendika üyesi olan ve aynı zamanda fabrikada da çalışan bir erkek işçi dikiş atölyesine gelir. Fabrika yönetimine göndermiş oldukları kadın işçilerin neden vasıfsız eleman olarak değerlendirildiğine yönelik dilekçeye bir cevap gelmediğini söyler. Bu durum karşısında oy birliğiyle fazla mesaileri derhal durdurup 29 Mayısta da bir grev yapma kararı alırlar. Daha önce de belirtmiş olduğumuz gibi bir işçinin vasıflı ya da vasıfsız olarak tanımlanması alacağı maaşı doğrudan etkilemektedir. Bedensel güç ve dayanıklılık gerektiren, tehlikeli ve zorlu mesleklerin yalnızca erkek cinsinin üstesinden gelebileceği nitelikleri zorunlu kıldığı bu açıdan kadınların söz konusu faaliyetleri yerine getiremeyeceğine dair bir genel kabul vardır. Heteronormatizme içkin söz konusu kodlar bu yolla kadınları pek çok iş kolundan dışlar. “Bu durum, içinde kadınlara yer olmayan ve erkeklerin işinin bilhassa ‘erkeksi’ bir özelliğe sahip olduğu toplumsal bir bağlamda erkeğin daha büyük önemi ve sorumlulukları olduğuna dair ortak bir görüşü yansıtır” (Segal, 1992: 32). Böylelikle kadın ve erkek arasındaki sınır çizgileri netleşirken söz konusu inşa da eril iktidarı doğurur: erkekler her sektörde rahatlıkla iş bulabilme imkânına sahiptirler ve icra ettikleri mesleğin zorluğu, vasıflılığı ücretlerinin kadınlardan daha yüksel olmasına neden olur. Bu durum adeta bir kısır döngü yaratır. Daha fazla para kazanma imkânı olan ve daha vasıflı kabul edilen erkek “doğal olarak” iş yaşamının ve kamusal alanın hâkimi olacaktır. Böylelikle kadının kamusal alanda boy gösterdiği ve direnişinin nesnesi erkek egemen sistemle çatıştığı her noktada söz konusu argümanlar kadınları pasifize etmek, eşitsiz ilişkileri doğallaştırmak ve meşrulaştırmak için öne sürülecektir. Nede olsa erkekler daha fazla para kazanıyordur, o halde kadınların evde kalıp çocuklara bakması daha mantıklıdır! Bahsi geçen heteronormatif kodlar elbette kadınlar için uygun olduğu düşünülen bir takım meslek tanımlamaları da yapmaktadır ki, incelediğimiz film özelinde bu dikiş olarak karşımıza çıkar. Ford’un Dagenham’daki fabrikasında çalışan kadınlar yarı vasıflı olarak görülüyorlardır ve bu nedenden ötürü erkelerden daha az maaş alırlar. Oysa Rita (Sally Hawkins) sendika yetkilileriyle beraber fabrikanın üst yönetimiyle yaptığı görüşmede kadınların hiçte azımsanmayacak bir görevi icra ettiklerini ifade etmiş ve sonrasında, kadın işçilerin talepleri yerine getirilene kadar grev yapma kararı alınarak fabrikanın üretimini tamamen durdurulmuştur. Buradan da ne kadar vasıfsız olarak tanımlanırsa tanımlansınlar kadınların da o fabrikanın vazgeçilmez bir unsuru oldukları kanıtlanmıştır. Böylelikle bir fabrikanın üretimini durdurabilecek hayatiyete sahip bir iş kolunun vasıfsız olarak nitelendirilemeyeceğini ortaya koymuşlardır.
Filmde dikkat çeken sekanslardan bir tanesi de Rita ile oğlu Graham’ın (Robbie Kay) öğretmeni Mr. Clarke arasında geçen diyaloglarda kendini göstermektedir. Mr. Clarke öğrencileri dövmeyi olağan ve öğrencilerin içerisinde faaliyet gösterdikleri kurumun gereklilikleriyle uzlaşması, disipline edilmesi için olması gereken bir uygulama olarak görmektedir. Foucault’un (2011) “büyük kapatılma” olarak adlandırdığı tarihin belirli bir eşiğinde disipline edici nitelikleriyle ön plana çıkan ve kapitalist sistemin ihtiyaçlarıyla yakından ilişkili hapishane, tımarhane vb. gibi çeşitli kurumlar vardır ve okul da söz konusu kurumlardan biri olarak tanımlanır. Bu bağlamda okul aynı zamanda heteronormatif kodların aktarıldığı disipline edici bir kurumdur. Mr. Clarke’nin disipline edici bir yöntem olarak erkek kategorisiyle sıkı sıkıya ilişkilendirilen şiddete başvurması da tesadüf değildir ki, filmin ilerleyen süreçlerinde Lisa (Rosamund Pike) Rita’ya onun –Mr. Clarke- tam bir kabadayı olduğunu söylemiştir. Keza onun öğrencilere uyguladığı fiziksel şiddet Rita ile diyaloglarında sınıfsal bir takım ayrımları ve bundan kaynaklı eğitimsizlik halini ima eden söylemlerinde psikolojik/sözel şiddete dönüşür.
Ford genel merkezindeki üst düzey yetkililerle görüşecek olan Rita, Conney, Albert ve Marty bir restoranda yemek yerken ekrana düşerler. Söz konusu sekansta Marty, Rita’ya tavsiyeler verirken aslında örtük olarak her şeyi ona bırakmasını tavsiye etmektedir. Söz konusu ifadeler ile Rita’nın kocası Eddie’nin (Daniel Mays) kadınların fabrika yönetimine karşı giriştikleri eylemleri küçümseyen ifadeleri ve tavırları arasında paralellik vardır. Keza erkeksi olduğu düşünülen çetin şartlarla mücadele, çatışma gibi nitelikler eril kategoriye mahsustur ve kadınların ne yaratılışları gereği ne de fabrikadaki nüfusları böylesi bir mücadeleyi yürütecek ve başarıyla sonuçlandıracak gereklilikleri yerine getirir. Filmde oldukça ironik bir sahne vardır: sendika temsilcisi Marty, Ford yetkilisi ile konuşmasında kadınların adına konuşmaması gerektiği, onları zihninde neler olduğunu bilemeyeceğini söyler, ancak kendisi yanındaki kadınlara,  fabrika yönetiminden talepte bulunan kişilere asla söz hakkı tanımaz ve onlar adına konuşmaya kalkışır. Kısacası stratejik düşünme, sözcükleri ve cümleleri mantık süzgecinden geçirip rasyonel argümanlarla karşındakini savunmasız bırakma, çatışma, kendi kendini temsil etme gibi nitelikler erkeklere özgüdür. Tüm bu tavırlar tek bir kapıya açılır: onlar kendilerini temsil edemezler, temsil edilmeleri gerekir. Söz konusu ifade pek çok değişik biçimde kurulabilir. Onlar erkekler kadar para kazanamazlar, o halde erkekler çalışmalı kadınlar evle ilgilenmelidir. Onlara erkekler kadar zeki olamazlar, idare edilmeleri gerekir. Onlar erkekler kadar zorlu işlerin üstesinden gelemezler, o halde erkeklerden daha az maaş almaları gerekir vb. Bahsi geçen görüşmede Rita haklarının gerçekten elde edebilmesi için erkek egemen dünyada oldukça çetin mücadelelerden geçmesi zorunluluğunun ilk sınavını kendi safında gözüken ancak kadınlara karşı içselleştirilmiş bir küçümseme tavrı içerisinde olan Monty’e karşı vermelidir. O, Ford yetkililerine ve Monty’e, yani bir sürü erkeğe karşı ilk politik direnişini sergiler ve güçlü bir konuşmayla herkes üzerinde sağlam bir etki bırakır. Söz konusu sahne adeta bir kader dönümü gibidir. O noktadan sonra kendi geleceklerinin denetimini ellerine almaya başlayan savaşçı kadınlarla karşı karşıya kalırız. Söz konu mücadelenin lideri ise Rita’dır. Ancak kuşkusuz bu kusursuz bir süreç olmayacak erkek egemen dünya tüm azametiyle söz konusu direnişe karşı koyacaktır.
Filmde dikkat çeken bir diğer unsur da erkek egemen sistemin iktidar sahibi bireyleri olmalarına rağmen bir kadın –bakan- karşısında “dişileşen” iki erkektir. Bakanın sert azarlarına karşı hiçbir şey söyleyemeyen iki hükümet görevlisi adeta kapitalizmin eşitsiz ilişkiler üreten karakterine gönderme yapmaktadır. Ezen-ezilen ikiliği kuşkusuz yekpare, değişmez bir karşıtlık değildir. Kapitalizme içkin hiyerarşiler kimi zaman iktidarın sahipliğinin tersyüz olmasına ve söz konusu ayrıcalığın kadınlara devredilmesine de neden olur. Bu durumda egemen toplumsal bakış açısından kaynaklı bir ifadeyle “dişileşen” erkelere de sıkça rastlayabiliriz, denilebilir. Aynı “dişileşme” durumu atölyedeki kadınların genç bir temizlikçi olan Brian’a yönelik tavırlarda da görülebilir. Mesleğiyle alakalı olarak statüsünün kadınlardan daha düşük olması ve yaşının küçüklüğü onu hiyerarşik olarak aşağıda konumlamaktadır. Bu nedenden ötürü kadınların ona davranışları bahsi geçen yer değiştirme mefhumuyla açıklanabilir.
Sendika binasında Monty, Albert ve sendika yöneticileri arasında geçen diyaloglar dönemim kadın-erkek mefhumuna yönelik bakış açısını tüm açıklığıyla ortaya koyar: “eşit ücret mi akıllarından ne geçiyor bunların? Kadınları sıkı bir mücadele vermeleri için cesaretlendirmen asıl iş yapan erkeklerden götürür, bir sendika olarak önceliğin kimlerde olduğunu unutmamalıyız vb. Söz konusu ifadeler Segal’in işçi hareketinin erkek egemen zihniyetine yönelik ifade ettikleriyle birebir örtüşmektedir:
Hem ‘sol’ hem de ‘işçi hareketi’ –ideolojik olarak en çok eşitlik isteyen örgütler- neredeyse sadece erkelere ait; dilleri, pratikleri ve kurumları erkeklerin dünyayı algılama biçimlerine göre belirlenmiş ve erkeklerin çıkarlarına göre biçimlendirilmiş hareketler olarak tanımlamaktadır. İşçi hareketinin son derece köklü bir ‘eril’ karaktere sahip olduğuna şüphe yoktur. Diğer bütün kültürel ve politik alanların eril karakterini; erkeklerin tanımlama ve kontrol etme konusundaki muazzam iktidarına ilişkin karakteri özel bir biçimde her zaman yansımıştır (Segal, 1992: 358).   
Rita kendini eşit haklar mücadelesine adayıp politik eylemliliğini yoğunlaştırdığında ev işleriyle kocası Eddie ilgilenmek zorunda kalır. Bu durum eşiyle çeşitli sorunlar yaşamasına neden olacak, ancak aynı zamanda eylemleri basında yer bulmaya ve kamuoyunun dikkatini çekmeye de başlayacaktır. Kadınların eşit ücret hakkını elde edebilmek için talepleri kabul edilene değin iş bırakma kararı almaları fabrikanın kapanmasına neden olur. Kuşkusuz bu durum Ford yöneticilerini telaşlandırır ve kadınların eline güçlü bir koz verir. Ancak işlerinden olan erkekler ve kocası bu durumdan rahatsız olmaya başlar. Söz konusu telaş Ford’un Amerika Birleşik Devletleri’ndeki genel merkezinin ekrana düştüğü sekansta net bir biçimde görülmektedir. Telefondan işitilen ses eğer Dagenham’dakiler başarı sağlarlarsa bunu her yerde yapmamız gerekir demektedir. Söz konusu cümle kapitalizmin cinsiyetler arası eşitsiz ilişkilerden çıkar sağladığını somutlamaktadır. Keza Ford için asıl sorun erkeklerin gerçekten daha fazlasını hak ettiğine yönelik inancı değil maksimum seviyede kârın kadınların daha fazla maaş almasıyla beraber azalacağı korkusudur. Sherry olf’un da ifade etmiş olduğu gibi. “Amerika Birleşik Devletleri ve diğer endüstrileşmiş toplumlarda cinsel davranış üzerindeki ideolojik ve yasal baskı ya da kontrol iktidardaki sınıfın ihtiyaçlarından doğar” (Wolf, 2012: 12).     
Filmde toplumsal cinsiyete yönelik okuma yapabileceğimiz bir diğer durum Lisa ve eşi arasında yaşanan ilişkide açığa çıkmaktadır. Lisa Cambridge üniversitesi tarih bölümünü birincilikle bitirmiştir, ancak buna rağmen kocasının sekreteri ve evdeki hizmetçisi olmaktan daha öteye gidemez. Özellikle Amerika’dan gelen Ford yetkilisini evlerinde ağırladıkları sahnede Lisa misafirin eşyalarını alan, yemeği hazırlayan ve sürekli erkekler için eyleyen bir “hizmetçiden” farksızdır. Büyük bir ihtimalle Cambridge Üniversitesi’ni birincilikle bitirmiş olmak bir erkeğe kariyer kapılarını sonuna kadar açacaktır. Ancak söz konusu bir kadın olduğunda sekreterlik ve “hizmetçilik” toplumun onu istihdam ettiği en iyi iştir.
Filmin ilerleyen sahnelerinde Rita ve arkadaşlarının eyleminden ötürü işsiz kalan erkek işçilerden Gordon elektrik ve yakıt faturalarını ödeyemediğini, ailesinin temel ihtiyaçlarını karşılayamadığını söyler ve Rita ile tartışır. Hemen ardından filme belgesel havası katan söz konusu döneme ait stok görüntüler akrana düşer. Bahsedilen görüntülerde Erkek işçiler kadınların erkeklerle aynı ücreti almasına karşı olduklarını söylerler. Bu noktada Sherry Wolf’un ifadeleri söz konusu çatışmanın kaynağını tüm açıklığıyla özetlemektedir:
Modern toplumdaki homofobik, cinsiyetçi, ırkçı, milliyetçi ve diğer ayrımlar egemen sınıfın çıkarlarının yansıtır. Bu sınıf –yöneten sınıf- nüfusun küçük bir azınlığını oluşturur; bu yüzden çoğunluğun birleşerek kendi hakları olanı geri almak üzere ayaklanmasını engellemek için elindeki kurumsal ve ideolojik araçları kullanarak nüfus kitlesini kendi içinde bölmesi gerekir (Wolf, 2012: 13).
Ancak Rita ve arkadaşları her türlü zorluğa göğüs gererek mücadeleyi başarıyla nihayetlendirmişlerdir. Dagenham kadınları diğer işçilere, toplumun erkek egemen baskısına ve Ford yetkililerin tüm çabalarına rağmen eşit ücret hakkını elde etmişler ve bakandan tüm ülke genelinde erkeklerle kadınlara eşit ücretler ödenmesine yönelik bir yasa çıkarılacağı garantisi almışlardır. Ayrıca söz konusu eylemler eşit ücret hareketlerini tetiklemiş ve böylelikle yasa nihayet 1970 yılında kabul edilmiştir. Film toplumun erkek egemen kodlarının dirayetli bir mücadele ile çözülebileceği umudunu seyirciye aksettirir. Tarihsel konulara yönelen filmlerin aslında kendi dönemlerinden ziyade filmin üretildiği döneme dair bir şeyler söylediği sıkça dile getirilmektedir. Bu bağlamda Kadının Fendi filminin günümüzde hala gözlemleyebileceğimiz kadın erkek eşitsizliğine yönelik bir mücadele azmini harekete geçirme niyetinde olduğunu söyleyebiliriz.         
        






KAYNAKÇA
CONNEL, R. W. (1998). “Toplumsal Cinsiyet ve İktidar: Toplum, Kişi ve Cinsel Politika”. (Çev. C. Soydemir). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. (1987).
FOUCAULT, M. (2011). “Büyük Kapatılma, Seçme Yazılar 3” (Çev. I. Ergüden & F. Keskin). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. (1994).
GÜZEL, Ş. (1996). “Kadın, Aile ve İktidar” İstanbul: Alan Yayıncılık.
ROSE, J. (2010). “Görme ve Cinsellik”. (Çev. A. D. Temiz). İstanbul: Metis Yayınları. (1986).
SAYYİD, S. (2006). “Oryantalizmden Sonra”. L. Sunar (Ed.). (Çev. Hakan Çopur) Uluslararası Oryantalizm Sempozyumu: 9-10 Aralık 2006 – İstanbul: Bildiriler ( s. 65-78). İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültürel ve Sosyal işler Daire Başkanlığı Kültür Müdürlüğü Yayınları.
SCHICK, I. C. (2000). “Batının Cinsel Kıyısı: Başkalıkçı Söylemde Cinsellik ve Mekân”. (Çev. Savaş Kılıç & Gamze Sarı). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları. (1999).
SEGAL, L. (1992). “Ağır Çekim Değişen Erkeklikler Değişen Erkekler”. (Çev. V. Ersoy). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. (1990).

WOLF, S. (2012). “Cinsellik ve Sosyalizm: LGBT Özgürleşmesinin Tarihi Politikası ve Teorisi”. (Çev. K. Tanrıyar). İstanbul: Sel Yayıcılık. (2011).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder