ORHAN OĞUZ’UN ‘DÖNERSEN ISLIK ÇAL’ FİLMİ
Beril
KIZILTUĞ*
1980’lerde
başlayan tüm değerlerin eskisi gibi olmayacak bir şekilde farklılaşma süreci
1990’larda da devam etmiştir. Ekonomik ve politik alandaki gelişmeler toplumu
derinden etkilerken; sinema alanında ise 90’ların çehresine uyan birtakım yeni
oluşumların kendilerine yol buldukları görülmektedir (Pösteki, 2005; 30).
70’lere kadar
Yeşilçam üç ana eğilimden etkilenmiştir: Ticari filmler, ulusalcılık ver
gerçeklik. 70’lerde ise toplumcu gerçekçilik etkili olurken, 12 Eylül
sonrasında ise toplumsal muhalefet susmuş; iç hesaplaşma, bireycilik ve
fantazya ön plana çıkmıştır. Sinemada İslami filmlerin sayısı artmış,
cinsiyetçilik, ‘marjinaller’, muhaliflerin iç hesaplaşmaları filmlerde
kendilerine yer bulmuştur. Ancak sinema hiçbir zaman gündemin önünde bir öncü
konumunda olamadığı gibi daha çok etkilenen pozisyonunda kalmıştır (Ünal’dan
akt. Pösteki, 2005; 30). Türk sineması, altın çağını yaşadığı 70’lı yılların
ortalarına kadarki bir zamandan sonra bunalımlarla varolan bir sektör haline
gelmiştir. 1990’lara başlanırken öldüğü söylenen, umut kesilen bir görünüm
arzetmektedir. Türk Sineması varolabilmek için yeni yollar, yeni isimler
denemeye girişmiştir. ‘90’ların başında Türk sineması seyircisini kaybetmiş
batık bir sektör konumundadır. Bu durum piyasaya yeni giren yetenekli gençlerin
varlığına rağmen böyledir. Sinemacılar filmlerini kendi çabaları ile meydana
getirmektedirler. Bu nedenle de seyircisi olmadan üretilen filmleri Türk
Sineması’nın bir parçası saymak mümkün değildir.’ (Agah’dan akt. Pösteki, 2005;
51). Bu yıllarda pek çok türde film seyircisiyle buluşmuştur. Kadın, çocuk,
gerçek yaşam öyküsü, aşk, güldürü, tarihsel melodram türünde birçok film
çekilmiştir. Köyden kente göçün eski hızını kaybettiği ve göç edenlerin de
kentle bütünleştikleri 90’lı yıllarda köyler unutulmuş, artık kentten
kaynaklanan sorunlar ön plana çıkmıştır.
*Mersin üniversitesi
radyo sinema ve televizyon bölümü yüksek lisans.
Türkiye’nin kalbi İstanbul, İstanbul’un kalbi ise Beyoğlu mantığıyla
belli mekanları merkez olarak alan ve büyük kentteki varoşlarda, arka
sokaklarda yaşayan ‘marjinal’ insanların hayatlarını konu edinen filmler küçük
bir azınlığın yaşamını seyirciye taşımıştır (2005). Sinema kariyerine kamera
asistanlığıyla başlayan Orhan Oğuz, pek çok yönetmenle çalışmıştır fakat Memduh
Ün’ün yanında yetiştiğini belirtir. Sinemanın içinde büyüdüğünü söyleyen Oğuz’a
göre bir sinemacı çok yönlü olmalı, müzik hayatının önemli bir yerinde olmalı,
resimden anlamalı ki iyi bir fotoğraf çekebilsin. İyi fotoğraf çekebilen bir
yönetmen ona göre görüntülerle iyi anlaşabilir. Her zaman gerçek
karakterlerden, yaşanmış olaylardan ilham aldığını söyler. Sokakta, yolda,
minibüste vs. gerçek yaşam alanlarında gözlemlediği insanlardan ilham alır. Gerçekçilik
Orhan Oğuz sinemasında önemli bir yerde durur. Kör göze parmak olmayacak
şekilde simgelerin anlamı pekiştirdiğini, biçimle içeriğin birlikte yol alması
gerektiğini düşünür (bkz. Gürmen, 2006; 275-313). Türk sinemasında ‘queer’
türündeki ilk örneklerden olan yönetmenliğini Orhan Oğuz’un yaptığı Dönersen Islık Çal filmi bu dönemlere denk
gelen, bir travesti ile cüce bir barmenin dostluk süreci bağlamında İstanbul’un
arka sokakları, toplumdan dışlanmanın verdiği zorluklar gibi birçok farklı
konuya değinmiştir.
GİRİŞ
Eşcinsel
ve diğer toplumsal cinsiyet kimliklerinin görünürlüklerinin artması, akademik,
toplumsal ve kültürel düzlemlerde bu konuya yönelik ilginin genişlemesine ve
yeni yaklaşımların ortaya çıkmasına yol açtı. 1980’lerin sonunda gündeme gelen queer
kavramı ve bu kavram etrafında geliştirilen kuramsal yaklaşım, söz konusu
toplumsal ve politik iklimin bir sonucu olarak ortaya çıktı ve çeşitli alanları
etkiledi. Queer, ‘eşcinsel’ ya da ‘gey ve lezbiyen’ gibi tanımların, insan
cinselliğinin karmaşıklığını ve çeşitliliğini anlamak ve açıklamak için yeterli
olmadığı görüşünü temel alarak toplumsal söyleme taşınmış bir kavramdır. Bu
anlamda queer; gey lezbiyen başta olmak üzere karşıcinsel olmayan tüm
kimlikleri tanımlayan bir kelime olarak kullanılmaktadır. 1980’ler ve 90’larda
birçok kişi gey, lezbiyen, karşıcinsel veya biseksüel olarak sınıflandırılmayı
reddederken, cinsel uygulamalarına göre tanımlanmak yerine queer olarak
tanımlanmayı tercih ettiler. ‘Tanım temel olarak değişmez bir cinsel kimlik
anlayışını reddeder. Daha ötesi, queer olmak normatif karşıcinselliği ve
eşcinselliği birlikte reddeder.’ (Auslander, 1997: 11’den akt. Arcan, 2010). 1990’larda
kamuya mal olmaya başlayan Queer tanımı, toplumu cinsiyet meselelerini sosyal
bir bağlamda yeniden değerlendirip, düzenlemeye çağıran bir meydan okumadır.
Eng, Halberstam ve Munoz (2005) bu tanımın meydan okumasının temelde toplumun
cinsiyet öznelerini erkek-kadın, evli-bekar, eşcinsel-karşıcinsel, normal veya
anormal-sapkın olarak kategorize eden devletin iktidar gücünün normalleştirme
mekanizmalarına yöneldiğini belirterek, Queer tanımının ‘sadece kimliği üreten
ve onaylayan değil aynı zamanda onu normalleştiren ve sürekli kılan sosyal
süreci’ de sorguladığını ifade eder. Bu sorgulamanın yanı sıra din, milliyet,
sınıf, toplumsal cinsiyet de dahil çok boyutlu toplumsal çelişkileri de içeren bir
bağlam gerektirdiği açıktır (Arcan, 2010). Queer sinema yaklaşımının temelini
oluşturan ve Queer teori olarak bilinen çalışma alanı özellikle beşeri bilimler
kapsamında edebiyat, sinema ve kültürel çalışmalar alanında güçlü bir yankı
bulmuştur. Yanı sıra özellikle öznenin konumlandırılması, açısından, post
yapısalcı yaklaşımın etkisi altında geliştirilmiş bir teoridir. Bu özelliği ile
de Queer teori cinsel kimliklerin, cemaatlerin ve politikaların sınırlarını
keşfetmek, gey, lezbiyen, queer başta olmak üzere eşcinsel kimlik ve onu tanımlayan
merkez cinsel kimlik olarak yapılandırılmış karşıcinsel kimlikler ve bu
kimliklerin temsiliyle yakından ilgilidir. (Namaste, 1994’den akt. Arcan,
2010). Queer politikaları her ne kadar 1990 yılında New York’ta kurulan ‘Queer
Nation’ isimli aktivist grubun faaliyetleri sonucunda somutlaşmışsa da, büyük
ölçüde -Queer Nation’dan önce- belli bir merkeze veya örgüte bağlı olmayan,
poster asma, parodik ve isyankâr performans sergileme, alternatif yer altı
dergileri çıkarma gibi faaliyetleri içeren bir çeşit kültürel aktivizm olarak
şekillenmiştir. Tarih, sosyoloji ve edebiyat gibi pek çok disiplinden beslenen,
büyük ölçüde feminist kuram ve post-yapısalcı düşüncenin uzantısı olarak
şekillenen Queer kuramı ise yine 1980’lerin sonunda yapılan akademik konferanslar
sonucunda, daha çok üniversitelerin çatısı altında bir çalışma alanı haline
gelmiş ve kendisinden önceki lezbiyen ve gey çalışmalarına eleştirel bir
yaklaşım getirmiştir.
Queer
Nation, ‘tuhaf’, ‘acayip’, ‘eksantrik’, ‘şüpheli’, ‘iğreti’, ‘dengesiz’, ‘kötü’,
‘değersiz’ gibi karşılıkları olan, 1980’lerde eşcinselleri aşağılamak ve
ötekileştirmek için kullanılan Queer kelimesini bilinçli ve stratejik olarak
sahiplenmiştir. Bu, Queer politikalarının benzerliği değil, farklılığı esas
alan, asimilasyona daima karşı çıkan, ‘normal görünme ve davranma’ fikrini
protesto eden ve adeta ‘sapkınlık’ ithâmını bilinçli olarak kucaklayan tavrına
işaret eder. “Biz burdayız, biz ‘queer’ iz, buna alışın” sloganı bir bakıma
şunu söyler: “Biz farklıyız, mevcut düzene karşıyız, tuhafız ve bununla gurur
duyuyoruz” Queer bu bakımdan heteroseksüelliği norm olarak gören toplumun
kendisini mahkûm ettiği ‘öteki’ konumuna karşı çıkmaz; bilakis alaycı,
kışkırtıcı ve teatral gösteriler ile ‘öteki’ olmayı, ‘dışarıda’ kalmayı yeğler;
bu noktada, 1970 sonlarında lezbiyen ve geylerin mevcut düzen içinde kendi
farklılıklarını ortaya koyan bir azınlık grubu olarak varolmasını öngören
‘etnik model’ ile politik görünürlük kazanmak ve ayrımcılığı engellemek için
‘normallik’ unsurunu vurgulayan ve mevcut düzeni gerçek anlamda sorgulamayan
diğer stratejilere karşı çıkar (Delice, 2004).
Toplumsal cinsiyet normları hem toplumsal olarak inşa
edilir hem de toplumsal olarak kısıtlayıcıdır. Bu kısıtlamalar özellikle
translar için can sıkıcıdır. Toplumsal kabullerden farklı olmanın temelinin ne
olduğu konusunda çok çeşitli söylemler var. Yirmi yıl önce çoğu lezbiyen, gey
ve biseksüel kendi cinselliklerinden ‘tercih’ diye bahsederken, insanların
kendilerinin ve diğerlerinin cinselliğini doğuştan olarak görmesi giderek
yaygınlaştı (Wolf, 2009). D’Emillio görüşünü söyle açıklıyor:
İnsanların gey
yada lezbiyen ya da biseksüel doğduğu fikri bir çok nedenden çekici. Birçoğumuz
cinsel arzularımızın yönü üzerinde
kontrol sahibi olmadığımız bir şey gibi deneyimliyoruz.
Sadece öyleyiz, gibi görünüyor, Öyleyse gey
doğmuş olmamız gerek. Queerlere nefreti en açık insanlar, dini muhafazakarlar, gey olmanın bizim
seçtiğimiz bir şey olduğunda ısrar
ediyor ve onlarla hemfikir olmayacağımızı biliyoruz. Yani öyleyse gey doğduk. Liberal heteroseksüel müttefikler bu fikri seviyor. Geyler böyle
doğduysa, elbette bunun için
cezalandırılmamamalı. ‘Doğuştan Gey’ cinselliğimiz hakkında bazı şüpheleri
olanlardan ya da kendimizi baskı ağırlığı
altında ezilmiş hissedenlerden bir kısmımızı da rahatlatıyor. Gey olarak
doğduysak, bu bizim suçumuz değil ve şurası kesin ki ezilmeyi biz seçmedik: bu konuda bir şey yapamayız, öyleyse bizi yalnız bırakın. Bu, dolaptan
çıkmış çok sayıda gey ve lezbiyenin
yaptığı etkiden endişelenen insanlara da cevap veriyor: insanlar bu şekilde
doğduysa, genç insanlar bizim tarafımızdan etkilenmeyecektir (D’Emillio’dan akt. Wolf, 2009: 184).
Heteroseksüel
toplumun lezbiyenleri, eşcinsel erkekleri kadınları ve hegemonik erkeklik
tanımına uymayan erkek kategorilerini ezdiğini belirtir. Heteroseksüel toplum
öteki yaratarak varlığını ve iktidarını devam ettirir. Bunu yaparken de
bedenleri kontrol eder, normlar inşa eder ve bu normlara uymayanları sapkın
olarak nitelendirir. Lezbiyenlerin ve eşcinsellerin kendilerini kadın ve erkek
olarak nitelendirmesi bu normun devamını sağlayabilir ve yeniden üretilmesine
katkıda bulunabilir. Farklı kimliklerin birer özne olarak kurgulanması ve
birbirleriyle ilişki içinde olması gerekir. Ancak bu şekilde karşıtlıklar
üzerine kurulan salt kadın-erkek kategorileri ortadan kalkabilir ve toplumun
heteronormatif yapısı yapı söküme uğratılabilir. (bkz. Witting, 1992; 55-64)
İncelenecek filmin genel
hatlarına bakacak olursak karşımıza merkez konumda olan iki karakter çıkıyor.
Biri geçimini barmenlik yaparak kazanan bir cüce, diğeri ise bir travesti. Beyoğlu’nun
arka sokaklarında kesişen hayatları birbirine dokunan bu iki karakter toplumun
dışlanan iki ötekisi. Biri küçük bir bedende yaşamanın diğeri de içinde
bulunmak istemediği bir bedende yaşamanın huzursuzluğuyla doludur. Sorunları
kendilerini vücutlarına ait hissetmeme de değildir aslında, toplumun
kişiliklerine ya da vücutlarına şekil vermeye çalışmasıdır. Düzeni tehdit
ettiği gerekçesiyle kendi içinde ya da şekide değişime gitmek de kendi başına
bir sansür sürecidir. Cücenin travesti dostundan önce gerçek anlamda hiç
arkadaşı olmamıştır. Tüm sevgisini, ilgisini ve şefkatini evinin çatısında
beslediği köpeklerine verir. Bir gün cüce köpekleriyle dertleşirken düşünür,
tasvir edilen bütün güzel ilk insanları düşünür. Ona göre herkes güzel bir o
çirkindir, etrafındaki herkes haklı bir o haksızdır. Filmin başlarında böyle
düşünürken sonlarında hayatta ondan daha cüce insanların olduğunu anlamıştır.
Beden olarak küçüktür fakat yüreği dışarıdaki diğer ‘normal’ insanlardan daha
büyüktür. Filmde dikkat çeken bir karakter de cücenin ev sahibi Madam’dır.
Arada sırada ona gider, hikayelerini dinler. Madam, oldukça yaşlıdır ve
hizmetçisiyle yaşamaktadır. Bir mutluluk oyunundan bahseder cüceye. Hizmetçisinin
arada sırada kendisinden çaldığı şeyleri görmezden geldiği yalnız kalamamak
için oynadığı bir mutluluk oyunundan. Eskiden dostlukların aşkların daha sahici
olduğundan bahsederdi. Şimdi ise her şeyin kurmaca uydurmaca olduğu söyler.
Hiçbir şey ve hiç kimse sahici değildir ve işin aslı herkes de bunun
farkındadır. Hepimiz üzerimize düşen performansları sergiliyoruz. Bu
performansı dışına çıktığımızda ise dışlanıyoruz. Herkes bir mutluluk oyunu
oynamak zorunda ve herkes de bunun farkında.
FİLMİN KÜNYESİ
Dönersen ıslık
çal: 1992 yapımı bir Türk filmi. Yönetmen:
Orhan Oğuz. Senaryo: Cemal Şan, Nuray
Oğuz. Görüntü Yönetmeni: Orhan Oğuz. Müzik: Onay Oğuz. Sanat Yönetmeni: Esra Avcı Tuncer. Kurgu: Nevzat Dişiaçık. Oyuncular:
Fikret Kuşkan (travesti), Mevlüt Demirağ (cüce), Menderes Samancılar, Derya
Alabora. Ülke: Türkiye. Tür: Dram. Süre: 99dk.
KARAKTERLER
Cüce: Mevlüt Demiryay’ın
canlandırdığı, canlandırmadan ziyade aslında zaten yaşadığı bir karakter.
Beyoğlun’da yaşayan ve bir barda barmenlik yapan cüce sabaha karşı bardan evine
giderken, kendini tehlikelerden korumak için yanında mutlaka düdüğünü taşır. Ne
zaman düdüğünü öttürse insanlar zabıtanın geldiğini düşünerek dağılır, o da
evine rahatça yürüyebilir. Aslında kendini ondan daha üstün olduğunu düşünen
insanlardan koruyordur.
Travesti: Fikret Kuşkan ile
hayat bulan bu karakter, toplumdaki pek çok transı ve çektiği sıkıntıları
gözler önüne seriyor. Adını, kim olduğunu, nerden geldiğini ve ailesini
öğrenmeyiz. Polisler tarafından cezalandırılmak ve kendine gelmesini ‘erkek’
olmasını sağlamak amacıyla saçları kesilen, çevresinde sadece şiddet, kötülük
ve ölüm olan bu karakter aslında bir karakter değil toplumda hiçbir zaman kabul
görmeyen transların bir yansımasıdır.
Adıgüzel: Menderes
Samancıların canlandırdığı, cüce ile aynı apartmanda, sermayesi, aynı zamanda
karısı olan kadınla beraber oturmaktadır. Karısı tarafından sürekli itilip
kakılır ve tam bir erkek olamamakla suçlanır.
Fahişe: Derya Alabora’nın
başarıyla oynadığı rolde geçimini bedenini satarak kazanan bir kadın görüyoruz.
Kocası yani Adıgüzel’le birlikte çalışan, hayatından da kocasında da memnun
olmayan ve bunu sürekli dile getiren toplumun bir artığı ve ötekisi daha bu rolle karşımıza
çıkıyor.
Özet
Bir cüce ve bir travestinin tanışmaları ve kurdukları
dostluk süresi boyunca İstanbul’un arka sokakları, karanlıkları,
ötekileşenleri, hegemonyayı, şiddeti, farklıyken toplumda var olabilmenin
zorluklarını anlatır dönersen ıslık çal filmi. Kaybeden, kaybetmekte olan ve
kaybetmeye devam edecek olan insanların öykülerine dayanır. İnsanların optimum
koşullarda iyi kaldığı, gücünün yetebildiğine istediği gibi davrandığı,
kendinden üstün olana düğme iliklediği, kadınlar ve erkekler olarak salt iki
gruba ayrılan toplumun arka sokaklarını gösterir bize. Yalnızlıkları ve
dışlanmayı bariz bir şekilde göstermek yerine karakterlerle bunu başarılı bir
şekilde izleyene geçirir. Cüce karakterine hayat veren Mevlüt Demiryay ile,
Travesti rolüne hayat veren Fikret Kuşkan’ın tanışmaları beyoğlunun arka sokaklarından
birinde gerçekleşir. Travestinin bir grup erkekten şiddet görmesi sırasında
cücenin kendini korumak için yanında taşıdığı düdüğünü öttürmesiyle kaçışırlar.
Bu düdük ve bir olay
sayesinde Mevlüt’ün yolu bu travestiyle kesişir, dostlukları ve hikaye başlar.
Filmi bölümlere ayırarak inceleyecek olursak;
1) Bir
gökyüzü görüntüsüyle açılan ve bir çocuğun konuşmalarıyla devam eden açılış
jeneriği.
2) Bir
barda cüce rolündeki Mevlüt Demiryay ile tanışırız. Barmenlik yapmaktadır. İlk
sahnede barın arkasında insanlara hizmet verirken aralarında fiziki olarak çok
da bir fark yok gibidir.
3) Bir
kaçma kovalama sahnesi vardır. Bir grup erkek bir travestiyi kovalıyordur. Saklanır
fakat saklandığı yerde onu bulurlar. Tecavüz etmeye yeltenirken, Travesti
saçlarının kesilme anını düşünür. Bağırışlarını duyan cüce düdüğünü öttürür ve
polisin geldiğini düşündükleri için saldırganlar kaçar. Cüce ve travestinin
dostlukları bu olay ile başlar.
4) Cüce
travestiyi evine götürür, ona iyi davranır, yemek hazırlar. Travesti gördüğü
iyilik karşısında şaşkındır, ürkektir. Çünkü etrafında gördüğü şeylerin
arasında iyilik yoktur. Toplumda onlara iyi davranılmaz, ya üzgün gözlerle ya
ayıplanan gözlerle bakılır ya küfredilir ya da yazık denir. Cüce travestinin
kadın olduğunu düşünüyordur ona çok güzel olduğunu söyler ta ki sesini duyana
kadar. Sesini duyduğunda kadın olmadığını anlar ve çok çirkin olduğunu söyler
sen kadın değilsin der. Travesti ona böyle olduğumu bilsen yine de bana yardım
eder miydin diye sorar. Aslında bu kendisinin de cevabını bildiği bir sorudur.
Toplumda lezbiyenlere, geylere, biseksüel ve translara yardım etmek onları
bedenlerinde olmak istemedikleri cinsiyete geri döndürmektir. Cüce olarak
mükemmel bir insan bedeni formuyla yaşayamamakta bir dışlanmışlık yaratır. Cüce
akşamları evinin damına çıkar orada geceleri İstanbul’u izler. Köpeklerini
besler onlarla konuşur. Bütün sevgisini onlarla paylaşıyordur. Çirkin olduğu
için boyu kısa olduğu için yalnız olduğunu düşünüyordur. Travesti, farklı
oluşunun nelere mal olduğunu bildiğinden cücenin yalnızlığını ve korkularını
anlamakta zorlanmaz. Sonuçta ikisi de toplum tarafından öteki olarak görülmenin
ne demek olduğunu bilmektedir. Bir apartman girişinin ya da bir sokak köşesinin
onlara verdiği kaçma ve kurtulma hissini dışarıdan anlamak zordur. Biri küçük
bir bedende yaşamanın diğeri de içinde bulunmak istemediği bir bedende
yaşamanın huzursuzluğuyla doludur. Sorunları kendilerini vücutlarına ait
hissetmeme de değil belki, toplumun kişiliklerine ya da vücutlarına şekil
vermeye çalışmasıdır onları rahatsız eden. O gece travesti ve cüce birlikte
rakı içerler ve aralarındaki gerginlik azalır. Sabah olduğunda yeni dostunun
gittiğini gördüğünde hayal kırıklığına uğrar.
5) Apartmanda
fahişe rolündeki Derya Alabora ve Adıgüzel rolüyle Menderes Sabancılar’ı
görürüz. Adıgüzel pasif, ezik bir görünüme sahipken karısı ondan sürekli
yakınan ve daha baskın bir karakterdedir.
6) Cüce
bir akşam yine evinin çatısında oturuyor ve köpekleriyle konuşuyordur.
Dışarıdaki hayattan yakınıyordur. Kendi gibilere hayat olmadığını söyler. Yeni
dostumuz bizi unuttu diyerek onun gelmeyişine üzülür. Küçük adam kendince bir
mutluluk oyunu oynuyordur.
7) Sabaha
karşı bir gün travesti Cüce’yi çalıştığı barda bulur. Cüce belli etmese de
sevinir. Hep yaptıkları gibi kadeh tokuştururlar, cam cama can cana. Cüce
sabaha karşı olduğu için herkesin ona bakacağını söyler. İşten geceleri
çıktığında karanlığa gizleniyordur. Sabah olduğundaysa evinin duvarları ardına
saklanıyordur. Travesti cüceye bu şehirden kovulup kovulmadığını sorar. Çünkü o
aklı başına gelsin diye saçları kesilerek polisler tarafından kovulmuştur.
Zaten zor olan hayatına bir travma da budur. Konuşmalarının ortasında sonunda
ya da aniden attığı kahkahalar izleyeni şaşırtabilir. Onlar hıçkırığının yerini
alan kahkahalardır. O sabah travesti birlikte güneşe doğru yürümek ister. Hep
geceleri saklanarak yürüdüğü yollardan bir kez de gündüz yürümek ister fakat
izin vermezler. İnsanlar onlara yürümeleri için bile izin vermez. Her zaman
yaptıkları gibi karanlık bir sokağa doğru koşarak uzaklaşırlar.
8) Adıgüzel,
Travesti ve cüce bir akşam çatıda çilingir sofrasının etrafında buluşur.
Adıgüzel ve travesti eskiden arkadaştırlar. Travesti ve cüce toplumun
dışlanmışlarıdır fakat adıgüzelin de onlardan bir farkı yoktur. Kendini bir
kadına ispatlayamamış, yorgun kendini yetersiz hisseden bir karakterdir. Kendini
eksik hisseder çünkü toplumun ‘erkek’ tanımında bunlar yoktur.
9) Cüce
bir akşam işten dönerken tramvayda Adıgüzel ve dostunu görür. Üzülür çünkü
dostuyla arasının açılacağını düşünüyordur. Adıgüzel ve dostu arasında bir şey
olduğunu düşünüyordur. Aslında onlar sadece eski iki iyi dosttur. Eve
geldiklerinde karısı kavga çıkarır ve travestiyi evden koyar, çok kötü
davranır, Adıgüzele hakaretler eder. Adıgüzel o gece karısını defalarca
bıçaklayarak öldürür. Travesti cücenin evine gizlenmiştir Adıgüzel’in
yaptıklarını anlatır, olaya şahittir fakat polislere gidemeyeceği için
gizlenmesi gerekir. Bunun için cüceden para ister, tartışırlar ve gider.
Travestinin ardından cüce rutin hayatına döner fakat arkadaşını özler.
10) Cüce travestinin evine gider. Onu görmek
istemiştir. Travesti Adıgüzel’in hapiste kendini astığını söylemiştir. Cücenin
gitmesini söyler. Taksiyle evine dönerken taksicinin güldüğünü fark eder. Arabadan
hemen iner ve ardından pis cüce diye bağırır. Herkes ondan daha cücedir. Çok
dertlidir, üzülmüştür, bıkmıştır. Bir meyhanede içer, sarhoş olur. Evine
giderken bir grup genç tarafından etrafı çevrilir. Parasını almak isterler.
Kötü sözler söylerler ve cüceyi döverler. Kendilerine asla gücü yetemeyecek bir
insanı döven insanlardır aslında cüce olan. Güçlükle evine gider fakat çok kötü
durumdadır. Sanrılar görür, kusar. Günlerce yerinden kıpırdayamaz. O kötü
durumunda bile köpeklerini düşünür. Onların aç kalmasını düşünür. Onu bu kötü
haliyle evde travesti bulur. Sayıklıyordur, cüce onu çatıya çıkarmasını ister.
Çok kötü durumdadır. Ayrılık vakti gelmiştir, birbirlerine tekrar
buluşacaklarına dair söz verirler. Cüce, onu nasıl bulacağından emin değildir.
Öyle ya; bu buluşma bambaşka bir zamanda, bambaşka bir halde olacaktır.
Travesti şöyle cevaplar: ‘Dönersen ıslık çal çalarsın işte o zaman, tanırım
seni’
11) Cüce, dostunun kolları arasında hayatını
kaybetmiştir. Travesti onu içeri taşır, yatağa yatırır, üzüntüyle yüzünü siler.
Hayattaki belki de tek gerçek dostunu kaybetmiştir. Cüce’nin cebinden evinde
hep kilitli tuttuğu odanın anahtarını alır ve kapısını açar. Odanın içinde
onlarca top vardır. Boyunu uzatmak için içeride gizlice oynadığı toplar. Cüce,
bunun onun gibi insanlardan sadece para sızdırmak için uydurulan bir şey
olduğunu sonradan anlayacaktır. Travesti dama çıkar ve orada sabaha kadar
öylece oturur. Daha sonra kendini toparlar ve bütün topları aşağı atmaya
başlar. Etraftaki herkes toplarla oynamaya başlar, Travesti aşağı iner ve
dostunun hayaline kavuşmak için oynadığı topların insanları ne kadar mutlu
ettiğine bakar. Son topuda alır ve uzaklaşır.
SONUÇ
Filmin belki de en önemli ve kilit sahnesi son sahnedir. Dostunun
ölmesiyle derin bir üzüntüye kapılan travesti, kendini toparlar ve belki de ilk
defa kendini çok güçlü bir kimlikle bulur. Küçük dostunun biriktirdiği topları
etrafa saçtıktan sonra, insanlara şöyle bir bakar ve dönüp giderken başındaki
peruğu bir kenara atar. Gündüzleri dışarıda yürümekten korkarken, ona
‘kadınsılık’ veren peruğu fırlatması dikkat çekicidir. Kendini olduğu gibi kabul
eder. Toplumda LGBT bireyler, kendilerini oldukları gibi kabul ettiklerinde,
etrafındaki insanlardan bunu göremezler. Aksine şiddete maruz kalırlar, aile
içinde dışlanırlar, arkadaş ortamında kötü şakalara, aşağılayıcı sözlere maruz
kalırlar ve nihai sonuç olarak dışlanırlar. Polisler bonus toplamak için
dışarıda her gördüğü transı yaka paça merkeze aldığında, ya fiziksel ya manevi
şiddet uygularlar yada filmde de gördüğümüz gibi saç keserler. Hane içinde
kadın yada erkek kimliğine uymayan kişiler hemen evlendirilmek istenir yada bu
yoldan dönmesi için bol bol nasihat edilir. Tehdit, gasp, şantaja maruz kalan
LGBT’ler kimliklerinin açığa çıkacağı korkusuyla adli makamlara
başvuramıyorlar. Durumun böyle olduğu bilindiği için bu insanlar sömürülüyor,
tecavüze, şiddete, sosyal hayatta aşağılanmaya maruz kalıyorlar. Uluslararası
Gey ve Lezbiyen İnsan Hakları Komisyonu’nun Felipa de Souza ödülünü alan Kaos
GL örgüt üyesi, aynı zamanda bir avukat olan Yasemin Öz. Şunları söylüyor;
LGBT’ler kimsenin aklından geçen
fantastik şeyleri talep etmiyorlar. Eden varsa da sıra ona gelmiyor. LGBT’ler
eşitlik istiyorlar, ayrımcılığa maruz kalmak, şiddet görmek istemiyorlar.
Yalnızca kendileri gibi yaşamak istiyorlar. Partnerleri cezaevine düştüğünde
görüşmek istiyorlar, hastaneye yattığında muhatap kabul edilmek, miras
haklarından yararlanmak istiyorlar. Ama en çok da beden ve cinsellik üzerindeki
baskı ve tahakkümün kalkmasını istiyorlar. Bu da oldukça devrimci bir istek.
LGBT olmanın tümüyle yasal statüye kavuştuğu ülkelerde bile LGBT’ler sorun
yaşıyor. Ama güvence altındalar. Bir gün bu güvence Türkiye’de olur mu
bilmiyorum. Olmaz demiyorum. Gezi’den önce sorsalar Gezi direnişine kim
inanırdı? Her zaman her şey olabilir. Şu anda Türkiye’nin çoğunluğu güvence
altında değil. Seçim sistemi sayesinde azınlığın çoğulcu değerleri hiçe sayıp
kendini dayattığı bir dönemden geçiyoruz. Ya çoğulcu değerlere sahip olup
üzerimizdeki ablukayı dağıtacağız ya da her dönem olduğu gibi faşizme talim
edeceğiz. Halk bu konuda neyi seçerse başına o gelecek. LGBT hareketinin
tercihi belli. Ekolojist, şiddet karşıtı, anti-kapitalist, anti-milliyetçi ve
anti-militarist bir dünya. Başka bir dünyada onun elinden bunun eline
savruluruz. Biz kendi yaşamımıza sahip olmak istiyoruz. Bu ülke de neyi tercih
ederse onu görecektir. Hep birlikte göreceğiz.’ (T24 Bağımsız internet
gazetesi, 2013).
Toplumda ailemizin,
sosyal çevremizin, iş ya da eğitim hayatımızdaki insanların tercihlerinin
dışına çıkmak oldukça zor. Bu ister bedeninde sahip olduğu cinsiyeti reddetmek
olsun ister tarz ya da düşünce farklılığı olarak olsun durum böyledir. Bunu reddetmek demek
öncelikle aileyi gözden çıkarmak demektir. Bunun farkına varanlar öncelikle
ailede bunu reddeden, olmamış gibi davranan ya da şiddete başvurarak yok etmeye
çalışan insanlar oluyor. Evliliğe zorlananlar, saçı kesilenler, dayak yiyenler
en sonunda bu baskıya dayanamayıp ya kaçıyorlar ya da hayatlarına son veriyorlar. Çok yakın bir
zamanda sosyal medyada çıkan, bir transın intihar etmeden hemen önce çektiği
videoda ‘başaramadım çünkü izin vermediler’ cümlesi bize bu adaletsizliğin çok
zor biteceğini acı bir biçimde gösterdi. Translara seks işçiliğinden başka bir
iş seçeneği bırakmayan bir toplumda yaşıyoruz. Seks işçiliğinden başka bir
seçenekleri yokken onları bunu yaptıkları için sürekli cezalandıran, yaka paça
karakola götürüp, sözle ve fiziki tacizlerde bulunan bir devlette hak ve adalet
arıyoruz. Kendi milletini umutsuzluğa sürükleyen, kadınlara üç çocuk yaptırıp,
evine hapsetmeye çalışan, kocasının işlerini bitirip, onu her gün bir sonraki
güne hazırlayan kadınlar yaratmaya çalışan bir memlekette aydın insanlar olmaya
çalışıyoruz. Bir ülkede hükümet bu konuda bu kadar cahilden vatandaşların LGBT’lere
bakış açısını değiştirmek için pek çok girişimde bulunmak, kitaplar yazmak,
filmler çekmek, kongreler düzenlemek, örgütler kurmak elbette ki karanlığa bir
mum yakıyor(muş) gibi gözüküyor.
KAYNAKÇA
Pösteki, N. (2005). 1990
Sonrası Türk Sineması.
Gürmen, T. P. (2006). Türk
Sineması’nın Ustalarından Sinema Dersleri.
Arcan, H. E. (2010). Queer
Sinema, Murat İri (der) Sinema Araştırmaları, İstanbul : Derin
Wolf, S. (2009). Cinsellik ve Sosyalizm. LGBT Özgürleşmesinin Tarihi,
Politikası ve Teorisi.
Witting, M. (1992). Straight Düşünce.
T24 Bağımsız İnternet Gazetesi.
(2013). Erişim tarihi: 16 Ocak 2015) http://denizliglbt.blogspot.nl/2013/08/yasemin-oz-escinsel-olmak.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder