22 Aralık 2016 Perşembe

Anneliğe Tersten Bakış "Zefir" : Toplumsal Cinsiyet, Toplumsal Cinsiyet Rolleri ve Aile bağlamında Zefir Filminin İncelenmesi

Anneliğe Tersten Bakış "Zefir" : Toplumsal Cinsiyet, Toplumsal Cinsiyet Rolleri ve Aile bağlamında Zefir Filminin İncelenmesi
Giriş
  Toplumun temeli olarak kodlanmış, kurumlar arasında en küçük ve en kolay anlaşılır olanı "aile" ; cinsel işbölümü, cinsellik ve  iktidarı yeniden üreten çok katmanlı bir ilişkiler sahnesidir. Erkek egemenliğine dayalı bu sahnede kadınlara ve erkeklere ait rollerin yinelenmesi istenir.Kadınlara ait kılınan çoçuk bakımı ve sorumluluğu kadının bir görevi "annelik rolü " olarak karşımıza çıkar. Zefir(2011) filmi arzu,haz, annelik, idealler üzerine  toplumsal cinsiyet, toplumsal cinsiyet rolleri ve aile kavramları çerçevesinden tartışılacaktır.
 Aile
   Karmaşık bir sistem olan devlet, egemen ideolojisini  korumak için devletin ideolojik aygıtları(Din, Okul, Aile vb.) aracılığıyla  egemen sınıfın kendi maddi,siyasal ve ideolojik koşullarını yeniden üretir. Bu ideolojik aygıtlar şiddete başvurmadan  baskı yoluyla işlerliğini sürdürürler. Althusser'e göre egemen ideolojinin yeniden üretimi, basit bir tekrar, basit bir yeniden üretim değildir. (Althusser, 2015, s. 50-53) Egemen İdeoloji iktidara ait olan ideolojidir ve oldukça karmaşıktır.Bu ideolojinin gerçekleştiği yerlerden biri de ailedir. Devlet nasıl iktidardan bağımsız düşünülemez ise aile de iktidardan bağımsız düşünülemez. Öyle ki "Aile" isminin esas anlamı, Erken Romalılar  tarafından famulus terimini hane içi köleleri tarif etmek için kullanıyordu ve familia " bir erkeğe ait olan kölelerin toplam sayısı" anlamına geliyordu. (Wolf,2012,s.28)
  "Muhafazakar ideoloji, aileden "toplumun temeli" olarak söz eder, geleneksel sosyoloji de onu çoğunlukla kurumların en basiti, daha ayrıntılı yapıların yapıtaşı olarak görür. Aile Toplumun temeli olmanın ötesinde, onun karmaşık ürünlerinden birisidir. Aileye dair basit hiçbir şey yoktur. Başka hiçbir kurumda ilişkiler, zaman içinde böylesine yaygın; temas esnasında böylesine yoğun değildir."(Cornell ,2016, s.183)
   Aile egemen ideolojinin yeniden üretildiği ve bu yapılırken de "normal aile" mitinin kullanıldığı bir alandır.  Normal aileler erkeğin evin reisi olduğu çekirdek ailelerdir. Erkek kamusal alanda, kadın ise özel alandadır.Erkek çalışır eve ekonomik gelir sağlar kadın ise evin düzenini sağlamakla görevlidir. Sonuç olarak erkek iktidarını gerçekleştirirken kadın  erkeğe bağımlı bir yaşam sürdürür . Aile kadının konumlandırıldığı temel yapılardan yalnızca biridir.
  Toplumun değişen yapısı hem kadınlara hem de cinselliğe karşı tutumu değiştirdi. Tarihte tek eşliliğe kadar kadınlar erkeklerle birlikte kararlar alıyor,bir çok toplumda çocuk yetiştirme rolünü erkekler üstleniyordu. Değişen ekonomik yapılar da beraberinde hem iş hem de aile hayatında kadınların emeğinin  sömürüsü üzerine şekillendi. Bu anlamda aile toplumsal cinsiyetin ve toplumsal cinsiyet rollerinin ilk olarak şekillendirildiği ve sürdürüldüğü bir kurum olarak yer alıyor.
"Cinsellik ve üremenin evrensel biyolojik taleplerine yanıt veren bir toplumsal biçim oluşundan ötürü çekirdek ailenin evrenselliği,herkesin rahatlıkla kabul edebileceği bir görüştür. Bu sınırları aşan bir toplumsa,ya çökecek ya da çok büyük bir gerilim altına girecektir."(Cornell,2016,s.118) Aile kadının yalnızca üretmeye dayalı bir cinsel ilişki içinde bulanabileceğinin altını çizer. Bu yolla kadın cinselliğini de kendi normlarıyla yeniden düzenler.

   Cinsiyet  ve  Toplumsal Cinsiyet  
   Cinsiyete dair ilk öğrendiklerimiz cinsiyet(sex) ve toplumsal cinsiyet (gender) arasındaki farktır. Cinsiyet kavramının yalnızca biyolojik özelliklere gönderme yapması toplumsal cinsiyetin ortaya çıkmasına yol açmıştır.Başlangıçta biyolojik cinsiyetin belirleyiciliğini kabul eden biyolojik determinist görüş hakimken sonrasında biyolojik cinsiyetin ikitidar ilişkilerini denetiminde tutanların maddi çıkarları olduğunu belirten toplumsal inşaa görüşü ortaya çıkmıştır. Birçok araştırmacı erkek ve kadın arasındaki toplumsal farklılıkları insanların biyolojik özellikleriyle ilişkilendirir. Bu erkek egemen bir bakıştır ve  bir çok kuramcıya göre biyolojik özcü bir yaklaşımdır.  Cinsiyet farkları biyolojik doğanın gerçekleridir; bunun toplumsal sonuçlarının da bu nedenle normal kabul edilmesi gerektiğini öngören bu yaklaşım, toplumsal cinsiyet farklarının "biyolojik gerçekliklerin"  kültürün bir yansıması olduğunu iddia eder.
   Cinsiyet ve Toplumsal Cinsiyet kavramları birçok kuramcı tarafından farklı şekillerde ele alınmıştır. Serpil Sancar, Erkeklik: İmkansız İktidar kitabında bu yaklaşımlardan bazılarına değinmiştir. Delphy, toplumsal cinsiyetin önceliğini ve diğeri üzerinde belirleyici olduğunu savunarak toplumsal cinsiyet olgularının sürekli cinsiyet terimleriyle düşünüldüğünü vurgularken Linda Nicholson ise bu tartışmalarda biyolojik cinsiyetin toplumsal cinsiyetten bağımsız ve değişmez bir özellik değil, tersine onun tarafından insan bedeninin toplumsal ilişkiler düzeni içerisinde anlamlandırılması yerleştirilmesi ve yönlendirilmesi ile ilgili olduğunu ve onun altında ele alınabileceğini iddia etti. Sancar ise hiyerarşiler var olduğu için ayrımlar sınıflamalar yaratılıyor ve cinsiyet farkları bir iktidar ilişkisi şeklinde ortaya çıkıyor demenin daha doğru olduğunu ifade ediyor.(Sancar,2016, s. 178-179)
  Cinsiyete dair nörobilimsel yaklaşımlar kadın ve erkek beyni arasındaki bilimsel farklıları inceleyerek toplumsal cinsiyet statükosunu açıklayıp meşrulaştırdılar. Öyle ki kadın beyninin erkek beynine göre daha hafif olmasını kadınların zeka düşüklüğünün bir nedeni olarak varsaydılar. Ancak erkek beyninin daha ağır olmasının nedeninin vücutlarının daha ağır olmasının bir sonucu olduğu ortaya çıktı. Cinsiyetle dair bu yaklaşımlar toplumdaki asimetrik kadın ve erkek ilişkilerini meşrulaştırmış, bunun zihinlerimizin işleyişinde yer etmesine neden olmuştur. Artık kendimizi toplumsal cinsiyet üzerinden düşünmeye başlarız ve ona göre davranırız.(Fine,2010, s.18-21)
Özel alanda olduğu gibi kamusal alanda da toplumdaki işin dörtte üçünü yapmak kadınların kaderidir ve buna bedensel bir iş olarak önceden belirlenmiş demografik oranlara göre üremeyi de eklemek gerekir.Öldürülmek, sakatlanmak, bedensel ve zihinsel olarak işkence görmek ve istismara uğramak, dövülmek ve zorla evlendirilmek; kadınların kaderi budur.Ve güya kaderi değiştiremeyiz. Kadınlar tamamen erkeklerin tahakkümü altında olduklarını bilmiyorlar ve bunu kabul ettikleri zaman ise buna "güç bela inanabiliyorlar." Ve çoğunlukla, çıplak gerçeğin karşısında son bir çaba ile erkeklerin onları durumun tamamen farkında bir şekilde ezdiklerine inanmayı reddediyorlar çünkü ezilme, ezilenler için, ezenlerin olduğundan daha berbat birşeydir.Diğer yandan erkekler kadınları ezdiklerini gayet iyi biliyorlardır. (Wittig,2013, s.37)
  Toplum içerisinde biyolojik temelli olduğu iddia edilen cinsiyet ayrımı bizi yine toplumsal alanlarda o cinsiyet ayrımına uygun davranmaya zorlar. Bu sadece kamusal/özel alan olarak sınıflandıramayacağımız kadar kompleks bir yapıdır.Toplumsal cinsiyetin inşaası mesleklerimizden psikolojik evrenimize  kadar nüfuz eden  bir süreçtir.
Toplumsal Cinsiyet Rolleri; Bir Toplumsal Cinsiyet Rolü Olarak Annelik
  Toplumun belirli statülerdeki kişilerden yapmalarını beklediği davranışa "toplumsal rol" denir. Genellikle mesleklerde ortaya çıkan bu rol kavramı toplumsal bir inşaanın sonucu olarak cinsiyetlendirilmiştir. Kadın ve erkek atfedilmiş olan roller öyle yaygınlaşmıştır ki eşcinsel erkeklerin davranışları kadınsı, eşcinsel kadınların davranışları ise erkeksi olarak tanımlanıyor. Oysa aralarında hiçbir fiziksel farklılık yok.
  Toplumsal cinsiyet  rollerine ilişkin iki temel rolden bahsedebiliriz; "erkek rolü" ve "kadın rolü". Bu rollerin ortaya çıkması ve sistematik bir şekilde aktarılması toplumdan ayrı düşünülemez. Tam anlamıyla söyleyecek olursak cinsiyet rolü teorisi,bireylerin toplumsal ilişkilere yerleştirilmesini betimlemek üzere basit bir çerçeve öneriyor. Temel görüş, bu sürecin "rolün öğrenilmesi","toplumsallaşma" veya "içselleştirme" aracılığıyla gerçekleştiği. Böylece kadınlık karakteri kadınlık rolüne erkeklik karakteri erkeklik rolüne toplumsallaşma ile üretiliyor.(Cornell,2016,s.86)
 Cinsiyet rollerinin toplumsallaşma ile gerçekleştiğini düşündüğümüzde toplumsal cinsiyet bizim için daha anlaşılır hale gelir. İnsanlar toplum içinde  yalnızca "kadın" ve "erkek" olarak kategorize edilir ve bu cinsiyetlere uygun şekilde davranmaları istenir. Kadınlar genellikle  tek bir kadınlık rolünde toplanır; ev kadını  ve anne olarak.Eril egemen sistem erkek ve kadın cinsiyet rollerinin farklılaşmasını güçlendirir ve  kadının cinselliğini kontrol altında tutar.Böylelikle aile kurumu da korunmuş olur. Annelik rolü toplum tarafından öyle sıkı sıkıya çevrelenmiş ve kutsanmıştır ki bir insana dair davranışlar  direk o rolle bağdaştırılır. Günümüzde medya bütün düzlemlerde  kadınlık rollerini yeniden üretir ve normlaştırır. Bu normlar yarattıkları düzeni yine aynı yöntemle eleştirir. Segal bu konuyla  ilgili kendi çocuklarının hayatları içinde yaşamaktan başka pek fazla seçenekleri olmayan bütün eve bağlı annelerin hastalıklı bir sahiplenme içerisinde oldukları suçlaması getirildiğinden bahseder. (Segal, 2010, s.49)
Filmin Anlatısı
  Adını  "batıdan esen hafif ve ılık rüzgar'dan alan başına buyruk kız çocuğu Zefir, Doğu Karadeniz Dağlarında dingin olduğu kadar tekinsiz bir doğanın kucağında yaz tatilini geçirmektedir. Zamanını Karadeniz'in uçsuz bucaksız doğasında vakit geçirerek doldurur. Görevi nedeniyle sürekli seyahat eden annesi Ay, Zefir'i bir yayla evinde münzevi bir hayat süren anneannesiyle dedesinin yanına göndermiştir. Zefir,gündelik yaşamın akışına büyük ölçüde kayıtsız, hasretle yolunu gözlediği annesinin gelip onu alacağı günü iple çeker. Annesini beklerken arkadaşlıklar kurar, oyunlar oynar, Bir hayvanın ölümüne neden olur. Annesi beklenmedik bir anda çıkagelir, ancak Zefir'i almaya değil, belki de dönüşü olmayacak uzun bir yolculuğa çıkmadan önce onunla vedalaşmaya gelir. Zefir annesinin gidişine hazırlıklı değildir ve bu doğayla bütünleşecek bir cinayete neden olur.
  Zefir
  Zefir(2011) filmi anne-çocuk, çocuk-doğa, kadın-aile ilişkisini normlarla sıkı sıkıya örülmüş kalıpların dışına taşarak aktarıyor.Film bu ilişkileri anlatırken imge metaforlardan faydalanıyor.Filmin açılışındaki bir çocuktan duyduğumuz anne çığlığı aslında bize filmin ne söyleyeceğinin aracılığını ediyor.Açılış sahnesinde gördüğümüz çocuk(zefir) rüyasını anlatmakta bu kez onun cümlelerinde ikinci kez aynı kelimeyi duymaktayız "anne".Yönetmenin filmin devamında da bir koşutluk olarak kullanacağı inek ve yavrusunu annesinden süt emerken görürüz. Burada da görüntü bize "anne"yi tekrar eder.
  Filmin açılış sahnesinde ve sonrasında bir kez daha gördüğümüz zefir'in anneannesi ona seslenene kadar cinsiyetine dair bir fikrimiz yoktur. Zefir bol kıyafetler giyerken, kız çocuklarına özgü olarak algıladığımız daha kırılgan davranışları görmeyiz. Filmdeki ana karakterimiz cinsiyetlendirilmemiştir. Fine'a göre cinsiyetlendirme hamilelikle başlayan çocuğun yetişkinliğine ve sonrasına kadar devam eden bir süreç. Çocuk henüz anne karnındayken ebeveynlik başlar; çocuğa nasıl seslenileceğinden ne giydirileceğine kadar bir çok uygulamada kendisini gösterir.(Fine,2010,s.203-209)
  Filmde Ay ve Zefir'in ilişkilerine koşutluk eden Nergis ve yavrusunun ilişkisi annelik üzerine bize alt metin sunar. Nergis hem yavrusunu hem de bütün köyü besler. Nergis'in ölümüyle Selvi (Zefir'in anneannesi)diğer ineklerin sütünün nergisin ki kadar iyi olamayacağını söyler. Burada annelik mitinin tekrarlandığını görürüz; yavruya ancak annesi iyi süt verebilir. Nergis kaybolduğunda bütün köylüler Nergisi yani kaybolan anneyi el birliğiyle aramaktadırlar.
   Köyde festival için hazırlıklar yapılmaktadır. Çocuklar için çizgi kahraman kostümleri getirilmiştir. Erkek çocuklardan bir tanesi kırmızı başlıklı kız diğeri ise sindirella olmak istemektedir.Burada da toplumsal normların dayattığı kalıplaşmış karakterler farklı cinsiyetten çocuklar tarafından seçilmektedir. Cordelia Fine'nın Toplumsal Cinsiyet Yanılması kitabında çocuklarda modanın toplumsal değişmelerle yeniden şekillendiğini, 19. yüzyıla kadar erkeklere özgü olan pembe rengin yerini mavi rengin aldığını söyler. Erkekler ve kızlar için renk kodlamasının açık açık küçük çocukların toplumsal cinsiyet farklarını öğrenmesine yardım etme amacına hizmet ettiğini belirtir.(Fine,2010,s.222)
  Ay'ın köye dönüşüyle Zefir ile Ay arasında bambaşka bir ilişki izleyeceğimizi düşünürüz. Ancak Ay bizim bildiğimiz annelerden değildir. Ay zaten kızının ve ailesinin yanına belki de bir daha geri gelmemek üzere gideceğini haber vermek için gelmiştir. Kendi idealleri olan, ekonomik özgürlüğünü kazanmış, haz ve arzuları olan bir kadın vardır  karşımızda. Doğada gezinirken cigarasını içen, sırt çantasıyla seyahat eden,bol ve spor giyinişli bir kadındır. Bu bize ilk bakışta şaşırtıcı gelmektedir çünkü kadın haz ve arzularından arınmış ailesine tabi kılınmış, eğer anneyse meleklik statüsü ile  kutsanmış bir canlı olmalıydı. Filmde Ay'ın ismini bir kez bile duymayız; O anne ve babasının kızı ve Zefir'in annesidir. Segal,  Ağır Çekim Değişen Erkeklikler Ağır Çekim Değişen Erkek kitabında bir konuşmadan alıntı yapmaktadır: "Bir kadın olarak kendi gerçekliğimin doğasını sorgulamam,o zamanlar, etrafımdaki toplumun farkına daha iyi varabildiğim1968 yazında başladı. Toplum nasıl da bir kadınlık uydurup bunu bana gerçek bir şeymiş gibi yutturmuştu."(Segal,1992,s.333)
   Zefir'in  Ay ile arasındaki ilişki bizim normatif evrenimize yabancıdır. Hep beraber kahvaltı yaptıkları masada Zefir yeni uyanmıştır ve Ay onu kıyafetini giymesi, yüzünü yıkaması için defalarca masadan kaldırır. Ay'ın  anneliği bir türlü becerememesi annelik rolünün üzerinde ne kadar eğreti durduğunu izleriz.Film boyunca aslında Zefir'in narsistik evreninden "anne"yi izleriz. Bir sahnede Ay Zefir'e süt getirir ancak Zefir sütü beğenmez. Kendi dünyasında yarattığı "anne" ile gerçek dünyada var olan annesi arasındaki farklar Zefir'in aslında zihnindeki "anne" karakterini sevdiğini gösterir. Filmdeki diğer bir "annelik rolü" ise Selvi'ye aittir. Ay'ın aksine hem Zefir hem de Ay'ın üzerinden bir mülkiyeti arzular. Ormanda uzandıkları bir sahnede Zefir ve Ay koynunda yatmaktadır ve biz Selvi'den şunları duyarız : " Yavrum, yavrumun yavrusu". Yine bir başka sahnede Selvi Ay'ın gitmemesi gerektiğini söylerken Ay'dan çocuk olarak bahseder. Hüsnü'nün yanıtı ise gecikmez : " O kırk yaşında yetişkin bir insan." Filmdeki tek baba rolü Hüsnü'ye ait. Selvi'nin aksine Hüsnü'nün karakteri doğayla iç içe çizilmiş ve yine Selvi'nin aksine duygularından arınmış mantık sahibi bir kişidir.
   Filmde doğaya dönük insani nitelendirmeleri defalarca görürüz. Bunlardan en belirgini Nergis,salyangozlar ve kertenkelelerdir. Zefir ergenlikten yetişkinliğe geçişte bütün öğretilerini doğadan öğrenir.Zefir ve Ay arasındaki zıt konumlanma  başına buyrukluk, asilik ve doğayla olan ilişkileri birbirine benzemektedir. İkisinin de arzu ettiklerini elde etme yolundaki kararlılık ve inatları neredeyse başa baştır. Zefir'in gerçek annesi tabiattır. Filmde farklı katmanlarda "anne" kavramını görürüz .Ana karakterlerden Ay'ı anne olarak görürüz ancak "Annelik"  Selvi'de ve tabiatta  "Doğa Ana" olarak karşımıza yeniden çıkar. 
  Film  Ay  ve anneliği üzerine uzun uzun düşünmemizi sağlarken, Zefir'in babası üzerine hiç soru sordurtmaz. Ay'ın gitmek üzerine olan özgür iradesi Selvi tarafından kabul edilemezken  erkeğe özgü "irade" nosyonu burada da kendisini göstermiştir. Erkek özgürdür ve çocuğa dair bir sorumluluğu bulunmamaktadır. Filmde Ay erkeklik iktidarına ve onların erkeklik değerine karşı çıkıyor.
   Film Anne çığlıyla başlayıp anne çığlığıyla da sona erer.Ay uzun bir iş seyahatine çıkmak üzere yola çıkar ve zefir onu takip etmesinin sonucunda annesinin ölümüne neden olur. Dedesinden öğrendiği gömme yöntemiyle annesini gömecek ve sonsuza dek onunla beraber olacaktır. Zefir annesine sahip olurken, idealleri olan bir kadın olan Ay'ı ise öldürmüş olur,yani kadınlığın ölümü  anneliğin ise başlangıcıdır bu gömme işlemi. Zefir'in annesini öldürmesiyle ilgili bir röportajında Belma Baş şunları söylüyor; Büyümek ve kendimiz olabilmek için annelerimizi-babalarımızı simgesel olarak öldürmemiz gerekiyor olabilir. Burada elbette psikanalitik okuma için epeyce malzeme var. Filmin zaten temelde rüya mantığıyla/mantıksızlığıyla kurulmuş olması da psikanalizden epeyce yardım alabileceğimizi gösteriyor. Ancak daha çok erkek çocuğun babayı öldürüp anneye sahip olma dürtüsü ve nevrotik karmaşalar üzerinde duran, kadınlarla ilgili daha kapsamlı çalışmaları da kadın meslektaşlarına bıraktığını itiraf eden Freud bizi bu konuda yarı yolda bırakabilir.(Hayal Perdesi, 2011)
Sonuç Yerine
  Simon De Beauvoir'ın "Kadın doğulmaz kadın olunur." cümlesi feministlerin toplumsal cinsiyeti açıklamada parolası haline gelmiştir. Biyolojik cinsiyetlerimiz kaderimiz haline gelir ve bütün yaşamımız boyunca o cinsiyet normlarına göre davranmamız istenir. Zefir filminde anne-çocuk ilişkisi alışılagelmiş cinsiyet normlarına tersten bakar. "Anne rolü" Ay karakteri tarafından üstlenir, ancak bu annelik rolünün alt üst edilişidir. Filmde annelik romantize edilmeden,duygusallaştırılmadan anlatılmıştır.Anne karakterine tersten baktığımız gibi çocuk karakterine de tersten bakarız. Başına buyruk özgür ruhlu bir kız çocuğu olan Zefir doğayla iç içedir.
   Yönetmenin karakterleri iç gıcıklayıcı bir şekilde izleyiciye sunması toplumsal rollere yeniden bakışı sağlaması nedeniyle büyük önem taşır ancak  filmi Zefir'in öznel bakış açısıyla izlememiz Ay'a bir anti kahraman gibi bakmamıza neden olur. Bu da Ay'ı bu dünyaya ait olmayan bir kadın olarak okumamıza yol açar. Film anne hakkında uzun uzun düşünme alanı yaratırken, baba hakkında bize sorular sordurtmaz. Bu da filmin roller kapsamında tamamlayıcılığını zedelediğini düşünmekteyim.Zefir'in kültürel dünyada erişemediği anne'nin doğada bulunması, kültürel dünyanın doğada gerçekleşmesine neden olur.Bu ise feminist kuramcıların filmlerde sık sık değindiği kadın-doğa erkek-kültür karşılaştırmasının bir örneği olmaktadır.
  Film yarattığı karakterlerle anne ve çocuk rollerini yeniden düşünmemiz için bize daha önce pek de alışık olmadığımız biçimde alan açar. Bu alanda ölüm, doğanın içinde doğal bir izlek olarak yer alır.
Kaynakça
Althusser, L. (2014). İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Çev: Alp Tümertekin, İstanbul: İthaki Yayınları
Cornell, R. W. (2016). Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, Çev: Cem Soydemir, İstanbul:Ayrıntı Yayınları
Fine, C. (2010). Toplumsal Cinsiyet Yanılsaması, Çev: Kıvanç Tanrıyar, İstanbul: Sel Yayıncılık
Sancar, S. (2016). Erkeklik: İmkansız İktidar, İstanbul: Metis Yayınları
Segal, L. (1990). Ağır Çekim Değişen Erkeklikler Değişen Erkekler, Çev: Volkan Ersoy, İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Wittig, M.(2012).Straight Düşünce, Çev: Leman Sevda Darıcıoğlu, Pınar Büyüktaş, İstanbul: Sel Yayıncılık

Wolf, S. (2011). Cinsellik ve Sosyalizm, Çev: Kıvanç Tanrıyar, İstanbul: Sel Yayıncılık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder