Anneliğe Tersten Bakış "Zefir" : Toplumsal Cinsiyet,
Toplumsal Cinsiyet Rolleri ve Aile bağlamında Zefir Filminin İncelenmesi
Giriş
Toplumun temeli olarak kodlanmış, kurumlar arasında en küçük ve en kolay
anlaşılır olanı "aile" ; cinsel işbölümü, cinsellik ve iktidarı yeniden üreten çok katmanlı bir
ilişkiler sahnesidir. Erkek egemenliğine dayalı bu sahnede kadınlara ve
erkeklere ait rollerin yinelenmesi istenir.Kadınlara ait kılınan çoçuk bakımı
ve sorumluluğu kadının bir görevi "annelik rolü " olarak karşımıza
çıkar. Zefir(2011) filmi arzu,haz, annelik, idealler üzerine toplumsal cinsiyet, toplumsal cinsiyet rolleri
ve aile kavramları çerçevesinden tartışılacaktır.
Aile
Karmaşık bir sistem olan devlet, egemen ideolojisini korumak için devletin ideolojik aygıtları(Din,
Okul, Aile vb.) aracılığıyla egemen
sınıfın kendi maddi,siyasal ve ideolojik koşullarını yeniden üretir. Bu
ideolojik aygıtlar şiddete başvurmadan
baskı yoluyla işlerliğini sürdürürler. Althusser'e göre egemen
ideolojinin yeniden üretimi, basit bir tekrar, basit bir yeniden üretim
değildir. (Althusser, 2015, s. 50-53) Egemen İdeoloji iktidara ait olan
ideolojidir ve oldukça karmaşıktır.Bu ideolojinin gerçekleştiği yerlerden biri
de ailedir. Devlet nasıl iktidardan bağımsız düşünülemez ise aile de iktidardan
bağımsız düşünülemez. Öyle ki "Aile" isminin esas anlamı, Erken Romalılar
tarafından famulus terimini hane içi
köleleri tarif etmek için kullanıyordu ve familia " bir erkeğe ait olan
kölelerin toplam sayısı" anlamına geliyordu. (Wolf,2012,s.28)
"Muhafazakar ideoloji,
aileden "toplumun temeli" olarak söz eder, geleneksel sosyoloji de
onu çoğunlukla kurumların en basiti, daha ayrıntılı yapıların yapıtaşı olarak görür.
Aile Toplumun temeli olmanın ötesinde, onun karmaşık ürünlerinden birisidir.
Aileye dair basit hiçbir şey yoktur. Başka hiçbir kurumda ilişkiler, zaman
içinde böylesine yaygın; temas esnasında böylesine yoğun değildir."(Cornell
,2016, s.183)
Aile egemen
ideolojinin yeniden üretildiği ve bu yapılırken de "normal aile"
mitinin kullanıldığı bir alandır. Normal
aileler erkeğin evin reisi olduğu çekirdek ailelerdir. Erkek kamusal alanda,
kadın ise özel alandadır.Erkek çalışır eve ekonomik gelir sağlar kadın ise evin
düzenini sağlamakla görevlidir. Sonuç olarak erkek iktidarını gerçekleştirirken
kadın erkeğe bağımlı bir yaşam sürdürür
. Aile kadının konumlandırıldığı temel yapılardan yalnızca biridir.
Toplumun değişen yapısı hem kadınlara hem de cinselliğe karşı tutumu
değiştirdi. Tarihte tek eşliliğe kadar kadınlar erkeklerle birlikte kararlar
alıyor,bir çok toplumda çocuk yetiştirme rolünü erkekler üstleniyordu. Değişen
ekonomik yapılar da beraberinde hem iş hem de aile hayatında kadınların
emeğinin sömürüsü üzerine şekillendi. Bu
anlamda aile toplumsal cinsiyetin ve toplumsal cinsiyet rollerinin ilk olarak
şekillendirildiği ve sürdürüldüğü bir kurum olarak yer alıyor.
"Cinsellik ve üremenin evrensel biyolojik taleplerine yanıt veren
bir toplumsal biçim oluşundan ötürü çekirdek ailenin evrenselliği,herkesin
rahatlıkla kabul edebileceği bir görüştür. Bu sınırları aşan bir toplumsa,ya
çökecek ya da çok büyük bir gerilim altına
girecektir."(Cornell,2016,s.118) Aile kadının yalnızca üretmeye dayalı
bir cinsel ilişki içinde bulanabileceğinin altını çizer. Bu yolla kadın
cinselliğini de kendi normlarıyla yeniden düzenler.
Cinsiyet ve Toplumsal Cinsiyet
Cinsiyete
dair ilk öğrendiklerimiz cinsiyet(sex) ve toplumsal cinsiyet (gender)
arasındaki farktır. Cinsiyet kavramının yalnızca biyolojik özelliklere gönderme
yapması toplumsal cinsiyetin ortaya çıkmasına yol açmıştır.Başlangıçta
biyolojik cinsiyetin belirleyiciliğini kabul eden biyolojik determinist görüş
hakimken sonrasında biyolojik cinsiyetin ikitidar ilişkilerini denetiminde
tutanların maddi çıkarları olduğunu belirten toplumsal inşaa görüşü ortaya
çıkmıştır. Birçok araştırmacı erkek ve kadın arasındaki toplumsal farklılıkları
insanların biyolojik özellikleriyle ilişkilendirir. Bu erkek egemen bir
bakıştır ve bir çok kuramcıya göre biyolojik
özcü bir yaklaşımdır. Cinsiyet farkları
biyolojik doğanın gerçekleridir; bunun toplumsal sonuçlarının da bu nedenle
normal kabul edilmesi gerektiğini öngören bu yaklaşım, toplumsal cinsiyet
farklarının "biyolojik gerçekliklerin" kültürün bir yansıması olduğunu iddia eder.
Cinsiyet ve Toplumsal Cinsiyet
kavramları birçok kuramcı tarafından farklı şekillerde ele alınmıştır. Serpil
Sancar, Erkeklik: İmkansız İktidar kitabında bu yaklaşımlardan bazılarına değinmiştir.
Delphy, toplumsal cinsiyetin önceliğini ve diğeri üzerinde belirleyici olduğunu
savunarak toplumsal cinsiyet olgularının sürekli cinsiyet terimleriyle
düşünüldüğünü vurgularken Linda Nicholson ise bu tartışmalarda biyolojik
cinsiyetin toplumsal cinsiyetten bağımsız ve değişmez bir özellik değil,
tersine onun tarafından insan bedeninin toplumsal ilişkiler düzeni içerisinde
anlamlandırılması yerleştirilmesi ve yönlendirilmesi ile ilgili olduğunu ve
onun altında ele alınabileceğini iddia etti. Sancar ise hiyerarşiler var olduğu
için ayrımlar sınıflamalar yaratılıyor ve cinsiyet farkları bir iktidar
ilişkisi şeklinde ortaya çıkıyor demenin daha doğru olduğunu ifade ediyor.(Sancar,2016,
s. 178-179)
Cinsiyete dair nörobilimsel yaklaşımlar kadın ve erkek beyni arasındaki
bilimsel farklıları inceleyerek toplumsal cinsiyet statükosunu açıklayıp
meşrulaştırdılar. Öyle ki kadın beyninin erkek beynine göre daha hafif olmasını
kadınların zeka düşüklüğünün bir nedeni olarak varsaydılar. Ancak erkek beyninin
daha ağır olmasının nedeninin vücutlarının daha ağır olmasının bir sonucu
olduğu ortaya çıktı. Cinsiyetle dair bu yaklaşımlar toplumdaki asimetrik kadın
ve erkek ilişkilerini meşrulaştırmış, bunun zihinlerimizin işleyişinde yer
etmesine neden olmuştur. Artık kendimizi toplumsal cinsiyet üzerinden düşünmeye
başlarız ve ona göre davranırız.(Fine,2010, s.18-21)
Özel alanda olduğu gibi kamusal alanda da toplumdaki işin dörtte üçünü
yapmak kadınların kaderidir ve buna bedensel bir iş olarak önceden belirlenmiş
demografik oranlara göre üremeyi de eklemek gerekir.Öldürülmek, sakatlanmak,
bedensel ve zihinsel olarak işkence görmek ve istismara uğramak, dövülmek ve
zorla evlendirilmek; kadınların kaderi budur.Ve güya kaderi değiştiremeyiz.
Kadınlar tamamen erkeklerin tahakkümü altında olduklarını bilmiyorlar ve bunu
kabul ettikleri zaman ise buna "güç bela inanabiliyorlar." Ve
çoğunlukla, çıplak gerçeğin karşısında son bir çaba ile erkeklerin onları
durumun tamamen farkında bir şekilde ezdiklerine inanmayı reddediyorlar çünkü
ezilme, ezilenler için, ezenlerin olduğundan daha berbat birşeydir.Diğer yandan
erkekler kadınları ezdiklerini gayet iyi biliyorlardır. (Wittig,2013, s.37)
Toplum içerisinde biyolojik temelli olduğu iddia edilen cinsiyet ayrımı
bizi yine toplumsal alanlarda o cinsiyet ayrımına uygun davranmaya zorlar. Bu
sadece kamusal/özel alan olarak sınıflandıramayacağımız kadar kompleks bir
yapıdır.Toplumsal cinsiyetin inşaası mesleklerimizden psikolojik
evrenimize kadar nüfuz eden bir süreçtir.
Toplumsal Cinsiyet Rolleri; Bir
Toplumsal Cinsiyet Rolü Olarak Annelik
Toplumun belirli statülerdeki kişilerden yapmalarını beklediği davranışa
"toplumsal rol" denir. Genellikle mesleklerde ortaya çıkan bu rol
kavramı toplumsal bir inşaanın sonucu olarak cinsiyetlendirilmiştir. Kadın ve
erkek atfedilmiş olan roller öyle yaygınlaşmıştır ki eşcinsel erkeklerin
davranışları kadınsı, eşcinsel kadınların davranışları ise erkeksi olarak
tanımlanıyor. Oysa aralarında hiçbir fiziksel farklılık yok.
Toplumsal cinsiyet rollerine
ilişkin iki temel rolden bahsedebiliriz; "erkek rolü" ve "kadın
rolü". Bu rollerin ortaya çıkması ve sistematik bir şekilde aktarılması
toplumdan ayrı düşünülemez. Tam anlamıyla
söyleyecek olursak cinsiyet rolü teorisi,bireylerin toplumsal ilişkilere
yerleştirilmesini betimlemek üzere basit bir çerçeve öneriyor. Temel görüş, bu
sürecin "rolün öğrenilmesi","toplumsallaşma" veya
"içselleştirme" aracılığıyla gerçekleştiği. Böylece kadınlık
karakteri kadınlık rolüne erkeklik karakteri erkeklik rolüne toplumsallaşma ile
üretiliyor.(Cornell,2016,s.86)
Cinsiyet rollerinin toplumsallaşma ile
gerçekleştiğini düşündüğümüzde toplumsal cinsiyet bizim için daha anlaşılır
hale gelir. İnsanlar toplum içinde
yalnızca "kadın" ve "erkek" olarak kategorize edilir
ve bu cinsiyetlere uygun şekilde davranmaları istenir. Kadınlar genellikle tek bir kadınlık rolünde toplanır; ev
kadını ve anne olarak.Eril egemen sistem
erkek ve kadın cinsiyet rollerinin farklılaşmasını güçlendirir ve kadının cinselliğini kontrol altında tutar.Böylelikle
aile kurumu da korunmuş olur. Annelik rolü toplum tarafından öyle sıkı sıkıya
çevrelenmiş ve kutsanmıştır ki bir insana dair davranışlar direk o rolle bağdaştırılır. Günümüzde medya
bütün düzlemlerde kadınlık rollerini
yeniden üretir ve normlaştırır. Bu normlar yarattıkları düzeni yine aynı
yöntemle eleştirir. Segal bu konuyla
ilgili kendi çocuklarının hayatları içinde yaşamaktan başka pek fazla
seçenekleri olmayan bütün eve bağlı annelerin hastalıklı bir sahiplenme
içerisinde oldukları suçlaması getirildiğinden bahseder. (Segal, 2010, s.49)
Filmin Anlatısı
Adını "batıdan esen
hafif ve ılık rüzgar'dan alan başına buyruk kız çocuğu Zefir, Doğu Karadeniz
Dağlarında dingin olduğu kadar tekinsiz bir doğanın kucağında yaz tatilini
geçirmektedir. Zamanını Karadeniz'in uçsuz bucaksız doğasında vakit geçirerek
doldurur. Görevi nedeniyle sürekli seyahat eden annesi Ay, Zefir'i bir yayla
evinde münzevi bir hayat süren anneannesiyle dedesinin yanına göndermiştir.
Zefir,gündelik yaşamın akışına büyük ölçüde kayıtsız, hasretle yolunu gözlediği
annesinin gelip onu alacağı günü iple çeker. Annesini beklerken arkadaşlıklar
kurar, oyunlar oynar, Bir hayvanın ölümüne neden olur. Annesi beklenmedik bir
anda çıkagelir, ancak Zefir'i almaya değil, belki de dönüşü olmayacak uzun bir
yolculuğa çıkmadan önce onunla vedalaşmaya gelir. Zefir annesinin gidişine
hazırlıklı değildir ve bu doğayla bütünleşecek bir cinayete neden olur.
Zefir
Zefir(2011) filmi anne-çocuk, çocuk-doğa, kadın-aile ilişkisini
normlarla sıkı sıkıya örülmüş kalıpların dışına taşarak aktarıyor.Film bu
ilişkileri anlatırken imge metaforlardan faydalanıyor.Filmin açılışındaki bir
çocuktan duyduğumuz anne çığlığı aslında bize filmin ne söyleyeceğinin
aracılığını ediyor.Açılış sahnesinde gördüğümüz çocuk(zefir) rüyasını
anlatmakta bu kez onun cümlelerinde ikinci kez aynı kelimeyi duymaktayız
"anne".Yönetmenin filmin devamında da bir koşutluk olarak kullanacağı
inek ve yavrusunu annesinden süt emerken görürüz. Burada da görüntü bize
"anne"yi tekrar eder.
Filmin açılış sahnesinde ve sonrasında bir kez daha gördüğümüz zefir'in
anneannesi ona seslenene kadar cinsiyetine dair bir fikrimiz yoktur. Zefir bol
kıyafetler giyerken, kız çocuklarına özgü olarak algıladığımız daha kırılgan
davranışları görmeyiz. Filmdeki ana karakterimiz cinsiyetlendirilmemiştir.
Fine'a göre cinsiyetlendirme hamilelikle başlayan çocuğun yetişkinliğine ve
sonrasına kadar devam eden bir süreç. Çocuk henüz anne karnındayken ebeveynlik
başlar; çocuğa nasıl seslenileceğinden ne giydirileceğine kadar bir çok
uygulamada kendisini gösterir.(Fine,2010,s.203-209)
Filmde Ay ve Zefir'in ilişkilerine koşutluk eden Nergis ve yavrusunun
ilişkisi annelik üzerine bize alt metin sunar. Nergis hem yavrusunu hem de
bütün köyü besler. Nergis'in ölümüyle Selvi (Zefir'in anneannesi)diğer
ineklerin sütünün nergisin ki kadar iyi olamayacağını söyler. Burada annelik
mitinin tekrarlandığını görürüz; yavruya ancak annesi iyi süt verebilir. Nergis
kaybolduğunda bütün köylüler Nergisi yani kaybolan anneyi el birliğiyle
aramaktadırlar.
Köyde festival için hazırlıklar
yapılmaktadır. Çocuklar için çizgi kahraman kostümleri getirilmiştir. Erkek
çocuklardan bir tanesi kırmızı başlıklı kız diğeri ise sindirella olmak
istemektedir.Burada da toplumsal normların dayattığı kalıplaşmış karakterler
farklı cinsiyetten çocuklar tarafından seçilmektedir. Cordelia Fine'nın
Toplumsal Cinsiyet Yanılması kitabında çocuklarda modanın toplumsal
değişmelerle yeniden şekillendiğini, 19. yüzyıla kadar erkeklere özgü olan
pembe rengin yerini mavi rengin aldığını söyler. Erkekler ve kızlar için renk
kodlamasının açık açık küçük çocukların toplumsal cinsiyet farklarını
öğrenmesine yardım etme amacına hizmet ettiğini belirtir.(Fine,2010,s.222)
Ay'ın
köye dönüşüyle Zefir ile Ay arasında bambaşka bir ilişki izleyeceğimizi
düşünürüz. Ancak Ay bizim bildiğimiz annelerden değildir. Ay zaten
kızının ve ailesinin yanına belki de bir daha geri gelmemek üzere gideceğini
haber vermek için gelmiştir. Kendi
idealleri olan, ekonomik özgürlüğünü kazanmış, haz ve arzuları olan bir kadın
vardır karşımızda. Doğada gezinirken
cigarasını içen, sırt çantasıyla seyahat eden,bol ve spor giyinişli bir
kadındır. Bu bize ilk bakışta şaşırtıcı gelmektedir çünkü kadın haz ve
arzularından arınmış ailesine tabi kılınmış, eğer anneyse meleklik statüsü ile kutsanmış bir canlı olmalıydı. Filmde Ay'ın
ismini bir kez bile duymayız; O anne ve babasının kızı ve Zefir'in annesidir. Segal, Ağır Çekim Değişen Erkeklikler Ağır Çekim Değişen
Erkek kitabında bir konuşmadan alıntı yapmaktadır: "Bir kadın olarak kendi gerçekliğimin doğasını sorgulamam,o zamanlar,
etrafımdaki toplumun farkına daha iyi varabildiğim1968 yazında başladı. Toplum
nasıl da bir kadınlık uydurup bunu bana gerçek bir şeymiş gibi
yutturmuştu."(Segal,1992,s.333)
Zefir'in Ay ile arasındaki ilişki bizim normatif
evrenimize yabancıdır. Hep beraber kahvaltı yaptıkları masada Zefir yeni
uyanmıştır ve Ay onu kıyafetini giymesi, yüzünü yıkaması için defalarca masadan
kaldırır. Ay'ın anneliği bir türlü
becerememesi annelik rolünün üzerinde ne kadar eğreti durduğunu izleriz.Film
boyunca aslında Zefir'in narsistik evreninden "anne"yi izleriz. Bir
sahnede Ay Zefir'e süt getirir ancak Zefir sütü beğenmez. Kendi dünyasında
yarattığı "anne" ile gerçek dünyada var olan annesi arasındaki
farklar Zefir'in aslında zihnindeki "anne" karakterini sevdiğini
gösterir. Filmdeki diğer bir "annelik rolü" ise Selvi'ye aittir.
Ay'ın aksine hem Zefir hem de Ay'ın üzerinden bir mülkiyeti arzular. Ormanda
uzandıkları bir sahnede Zefir ve Ay koynunda yatmaktadır ve biz Selvi'den
şunları duyarız : " Yavrum, yavrumun yavrusu". Yine bir başka sahnede
Selvi Ay'ın gitmemesi gerektiğini söylerken Ay'dan çocuk olarak bahseder.
Hüsnü'nün yanıtı ise gecikmez : " O kırk yaşında yetişkin bir insan."
Filmdeki tek baba rolü Hüsnü'ye ait. Selvi'nin aksine Hüsnü'nün karakteri doğayla
iç içe çizilmiş ve yine Selvi'nin aksine duygularından arınmış mantık sahibi
bir kişidir.
Filmde doğaya dönük insani nitelendirmeleri
defalarca görürüz. Bunlardan en belirgini Nergis,salyangozlar ve kertenkelelerdir.
Zefir ergenlikten yetişkinliğe geçişte bütün öğretilerini doğadan öğrenir.Zefir
ve Ay arasındaki zıt konumlanma başına
buyrukluk, asilik ve doğayla olan ilişkileri birbirine benzemektedir. İkisinin de arzu ettiklerini elde etme
yolundaki kararlılık ve inatları neredeyse başa baştır. Zefir'in gerçek annesi tabiattır. Filmde
farklı katmanlarda "anne" kavramını görürüz .Ana karakterlerden Ay'ı anne
olarak görürüz ancak "Annelik" Selvi'de ve tabiatta "Doğa Ana" olarak karşımıza yeniden
çıkar.
Film Ay ve anneliği üzerine uzun uzun düşünmemizi
sağlarken, Zefir'in babası üzerine hiç soru sordurtmaz. Ay'ın gitmek üzerine
olan özgür iradesi Selvi tarafından kabul edilemezken erkeğe özgü "irade" nosyonu burada
da kendisini göstermiştir. Erkek özgürdür ve çocuğa dair bir sorumluluğu
bulunmamaktadır. Filmde Ay erkeklik iktidarına ve onların erkeklik değerine
karşı çıkıyor.
Film Anne çığlıyla başlayıp anne çığlığıyla da sona erer.Ay uzun bir iş
seyahatine çıkmak üzere yola çıkar ve zefir onu takip etmesinin sonucunda
annesinin ölümüne neden olur. Dedesinden öğrendiği gömme yöntemiyle annesini
gömecek ve sonsuza dek onunla beraber olacaktır. Zefir annesine sahip olurken,
idealleri olan bir kadın olan Ay'ı ise öldürmüş olur,yani kadınlığın ölümü anneliğin ise başlangıcıdır bu gömme
işlemi. Zefir'in annesini öldürmesiyle ilgili bir röportajında Belma Baş
şunları söylüyor; Büyümek
ve kendimiz olabilmek için annelerimizi-babalarımızı simgesel olarak öldürmemiz
gerekiyor olabilir. Burada elbette psikanalitik okuma için epeyce malzeme var.
Filmin zaten temelde rüya mantığıyla/mantıksızlığıyla kurulmuş olması da
psikanalizden epeyce yardım alabileceğimizi gösteriyor. Ancak daha çok erkek
çocuğun babayı öldürüp anneye sahip olma dürtüsü ve nevrotik karmaşalar
üzerinde duran, kadınlarla ilgili daha kapsamlı çalışmaları da kadın
meslektaşlarına bıraktığını itiraf eden Freud bizi bu konuda yarı yolda
bırakabilir.(Hayal Perdesi, 2011)
Sonuç
Yerine
Simon De Beauvoir'ın "Kadın doğulmaz kadın olunur." cümlesi
feministlerin toplumsal cinsiyeti açıklamada parolası haline gelmiştir.
Biyolojik cinsiyetlerimiz kaderimiz haline gelir ve bütün yaşamımız boyunca o
cinsiyet normlarına göre davranmamız istenir. Zefir filminde anne-çocuk ilişkisi
alışılagelmiş cinsiyet normlarına tersten bakar. "Anne rolü" Ay
karakteri tarafından üstlenir, ancak bu annelik rolünün alt üst edilişidir.
Filmde annelik romantize edilmeden,duygusallaştırılmadan anlatılmıştır.Anne
karakterine tersten baktığımız gibi çocuk karakterine de tersten bakarız.
Başına buyruk özgür ruhlu bir kız çocuğu olan Zefir doğayla iç içedir.
Yönetmenin karakterleri iç
gıcıklayıcı bir şekilde izleyiciye sunması toplumsal rollere yeniden bakışı
sağlaması nedeniyle büyük önem taşır ancak filmi Zefir'in öznel bakış açısıyla izlememiz
Ay'a bir anti kahraman gibi bakmamıza neden olur. Bu da Ay'ı bu dünyaya ait
olmayan bir kadın olarak okumamıza yol açar. Film anne hakkında uzun uzun
düşünme alanı yaratırken, baba hakkında bize sorular sordurtmaz. Bu da filmin
roller kapsamında tamamlayıcılığını zedelediğini düşünmekteyim.Zefir'in
kültürel dünyada erişemediği anne'nin doğada bulunması, kültürel dünyanın
doğada gerçekleşmesine neden olur.Bu ise feminist kuramcıların filmlerde sık
sık değindiği kadın-doğa erkek-kültür karşılaştırmasının bir örneği olmaktadır.
Film yarattığı karakterlerle anne ve çocuk rollerini yeniden düşünmemiz
için bize daha önce pek de alışık olmadığımız biçimde alan açar. Bu alanda
ölüm, doğanın içinde doğal bir izlek olarak yer alır.
Kaynakça
Althusser, L. (2014). İdeoloji ve
Devletin İdeolojik Aygıtları, Çev: Alp Tümertekin, İstanbul: İthaki Yayınları
Cornell, R. W. (2016). Toplumsal
Cinsiyet ve İktidar, Çev: Cem Soydemir, İstanbul:Ayrıntı Yayınları
Fine, C. (2010). Toplumsal Cinsiyet
Yanılsaması, Çev: Kıvanç Tanrıyar, İstanbul: Sel Yayıncılık
Sancar, S. (2016). Erkeklik: İmkansız
İktidar, İstanbul: Metis Yayınları
Segal, L. (1990). Ağır Çekim Değişen
Erkeklikler Değişen Erkekler, Çev: Volkan Ersoy, İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Wittig, M.(2012).Straight Düşünce,
Çev: Leman Sevda Darıcıoğlu, Pınar Büyüktaş, İstanbul: Sel Yayıncılık
Wolf, S. (2011). Cinsellik ve
Sosyalizm, Çev: Kıvanç Tanrıyar, İstanbul: Sel Yayıncılık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder