22 Ocak 2015 Perşembe

SEÇİLEN DEĞİL GİYDİRİLEN KİMLİKLER:İÇİNDE YAŞADIĞIM DERİ FİLM ANALİZİ

TOPLUMSAL CİNSİYET

                                                                                                                       Ferhan Kılınç

En güncel kullanımıyla ‘’toplumsal cinsiyet’’ ilk kez, cinsiyete dayalı ayrımların asli toplumsal niteliğini ısrarla vurgulayan Amerikalı feministler arasında ortaya çıkmış gibi görünüyor. Bu kelime, ‘’cinsiyet’’ ya da ‘’tinsel farklılık’’ gibi terimlerin kullanımında örtük bir şekilde mevcut olan biyolojik determinizmin reddedilmesi anlamına gelmiştir. Ayrıca ‘’toplumsal cinsiyet’’, kadınsılığın normatif tanımlarının ilişkisel yönünü de vurgulamıştır. (Scott, 2007:3)
Cinsiyet ile toplumsal cinsiyet arasındaki ayrım, kadınların, erkeklerin hükmü altındaki ikincil konumunu kadınların anatomilerine dayandıran genel eğilimle baş etmek için ortaya kondu. Yıllar boyunca toplumda kadınlara ve erkeklere atfedilen farklı özelliklerin, roller ve statülerin biyolojik olarak (yani cinsiyet ile) belirlendiğine, bunların doğal, dolayısıyla da değiştirilemez olduğuna inanıldı. Bir bakıma kadınlar ve kadınların bedeni, onların toplumdaki ikincil statülerinin sorumlusuydu ve halen de bundan sorumlu tutulur. Bu bir kere doğal olarak kabul edilince, toplumda var olan adaletsizliğe ve toplumsal cinsiyet rollerindeki eşitsizliğe işaret etmeye de elbette gerek kalmaz. (Bhasin, 1994:1)
Toplumsal cinsiyet doğuştan var olan bir durum değildir. Kadınlar ya da erkekler doğumunda belli fikirlerle, belli eğilimlerle, belli kurallarla doğmazlar. Yaşadıkça, kültüre karıştıkça, kısıtlanmaları, teşvikleri, eylemleri, sözlü uyarıları ve davranışları gördükçe toplumsal cinsiyetin inşasına başlanır ve devam eder. Bu cinsiyet oluşumu yaşanılan her dakika devam eder.
Toplumsal cinsiyetin doğal bir şey olmaktan ziyade, kültürel ve toplumsal bir nitelik olduğu gerçeğinin kanıtı, onun zaman boyunca, farklı sosyal gruplar arasında değişmeye devam etmesidir. Örneğin bir kabile kızı hayvan otlatarak, meyve, yaprak veya dal toplamak için ağaçlara tırmanarak ormanda özgürce dolaşırken orta sınıftan bir kız çocuk okula ya da eve kapatılabilir. Her ikisi de kız çocuktur, fakat vücutlarının aynı olduğu gerçeğine rağmen, farklı yetenekler, amaçlar ve hayaller geliştirirler. (Bhasin, 1994:4)
Toplumsal cinsiyet’in doğumla birlikte gelmediği konusunda Cordelia Fine: Anne rahminde belirlenir, ama asıl ayrım toplumda başlar: Erkek bebeklere mavi giydirilir, kızlara pembe…Erkekler mekanik düşünür, kızların sözel yeteneği kuvvetlidir…Erkekler ağlamaz, kızlar şefkatlidir… Erkekler iş hayatında ve toplumda üst tabakalara rahatlıkla yükselirken, kadınların yerinin ev olduğu iddia edilir… Üstelik tüm bu ayrımların dayanağı fizyolojik değil, kültürel inançlar ve önyargılardır. Hatta kimi zaman bu önyargılardan bilimsel kılıflar uydurulur. (Aktaran Wolf, 2012:287)
Feminist tarihçiler toplumsal cinsiyet analizine ilişkin çok farklı yaklaşımlar ortaya koymuşlardır. Bu yaklaşımlar üç farklı kuramsal duruştan birinin tercih edilmesi olarak görülebilir. Bu yaklaşımlardan ilki – tamamıyla feminist bir çaba olarak- patriyarkanın kökenlerini açıklamaya yönelik çabalardan oluşur. İkinci yaklaşım kendisini Marksist gelenek içinde konumlandırır ve bulunduğu yerden feminist eleştiri ile uzlaşmaya çalışır. Üçüncü yaklaşım ise asıl olarak Fransız post-yapısalcılar ile Anglo-Amerikan nesne-ilişkileri kuramcıları arasında bölünmüştür ve öznenin toplumsal cinsiyet kimliğinin üretimi ve yeniden üretimini açıklamak için farklı psikanaliz ekollerden beslenir. (Scott, 1988:14)
GİRİŞ
Feminizm farklı bölgelerden, sınıflardan, uluslardan ve etnik kökenlerden gelen kadınların sorunlarının ve çıkarlarının politik ifadesini oluşturur. (Walters, 2005:136) Basitçe ifade etmek gerekirse feminizm cinsiyetçiliği, cinsiyetçi sömürüyü ve baskıyı sona erdirmeyi amaçlayan bir harekettir. Bu tanım sorunun pratikte, cinsiyetçi düşünce ve eylemin tüm biçimlerinde yattığına, cinsiyetçilik yapan kişinin kadın, erkek, çocuk ya da yetişkin olmasının bir şey değiştirmediğine işaret eder. Sistemi baştan sona etkileyen kurumsallaşmış cinsiyetçiliğe dair bir kavrayış içerecek kadar da kapsamlıdır. Ucu açık bir tanımdır. İnsanın feminizmi anlayabilmesi için önce cinsiyetçiliği anlayabilmesi gerektiğini ortaya koyar. (Hooks, 2000:12)
Feminizm hareketi cinsiyetçiliğe karşı gelmekle birlikte kimlik ve benlik üzerinde durmuştur. Kadına toplum tarafından giydirilen kimlikleri reddetmiş ve kadının kendi kimliğine kavuşması için çabalamıştır. Doğumundan itibaren tektipleştirilen kadın erkeğin ve toplumun çıkarlarına göre tanımlanmış ve tanımlanmayı özümsemesi için zorlanmıştır. ‘’Kadın olarak kadın’’ olamamış, ‘’erkek için kadın’’, ‘’toplum için kadın’’, ‘’çocuk için kadın’’, ‘’cinsellik için kadın’’ gibi kalıplara sokulmuş ve buna uygun kimlikler giydirilmiştir.
 Kadın ya toplumun mevcut durumuna ve düzenine karşı kendi anlam kodlarıyla karşı çıkacak ya da dilsel fenomenin doğurduğu edilgenliği kabul edecektir. Fakat bu edilgenlik bir anlamda kadının öznelliğinin başkaları tarafından kurulduğunun da işaretidir. (Aktaş, 2013:15) Kadınların özgür, kendi kimliğini kurgulayan bireyler olabilmeleri için egemen kültürün her yere yayılmış, kurumsal yapılarla desteklenmiş olan kadın rol modellerine, kadınlık tanımlarına karşı gelmeleri gerekmektedir (Weedon, aktaran Aktaş 2013:16).
Bedeni, ataerkil sistemin sosyal yükümlülüklerle donatması ile kadın, verilmiş olanı kabul eder/ etmek zorunda bırakılır. Zira toplum doğduğu andan itibaren onu rol kalıpları ile kuşatır. (Beauvoir, aktaran Eliuz 2011:225) Erkek ise, kadından her anlamda itaat ve bağımlılık bekler. Cinsel anlamda da kadının sonsuz bir sadakat içinde erkeğin güdümünde olması zorunludur. Aksi takdirde kadın, erkek için tehlike olacaktır; çünkü bedenini ve ruhunu özgürce kendi lehine kullanacak ve erkeği ürkütecektir. Kadın, bedenine/ cinselliğe mahkum iken erkek aşkın ayrıcalıklarının tadını çıkarır; onun için aşk, çiftleşme ve kendi varlığını sürdürme güdüsü üzerine bina edilir. Bu noktada kadın, sadece bir nesne görünümünde erkeğin isteğini gerçekleştirdiği bir beden olarak kalacaktır. Egemen varlık olma haklarından vazgeçen, daha doğrusu vazgeçmeye dönük eğitilen ve hep bir av olması beklenen kadın, duygusal ve bedensel yönden ihmal edilse de yine de aşkın büyüsüne sığınır. (Eliuz, 2011:225). Erkek, kadın kendisine sosyal ve ekonomik anlamda bağımlı olduğu için onu nesnelleştirmekten ve duygusal ve düşünsel anlamda onun tüm haklarını işgal etmekten çekinmez. Çünkü erkek bilir ki, kadın “erkek ne zaman eğlendirilmek isterse o zaman şakıyacak bir kuş, bir oyuncak olarak yaratılmıştır.” Bu sınırsız imtiyaz ile erkek, bağımlı, itaatkar, evcil, zayıf kadınlık kültüne göre yetiştirilir ve tüm özgürlüklerin tek sahibi ve egemeni kendisidir. Bu nesnelleştirme içerisinde kadın, “eziyet etmenin temel bir formülleştirilmesi” ile karşı karşıya kalır. Erkeğin malı olma ve erkek tarafından bin türlü kuralla kuşatılma onun birey olarak beklentilerinin çıkmaza dönüşmesine sebep olur. (Donovan, aktaran Eliuz 2011:226)

SEÇİLMİŞ KİMLİKLER YERİNE GİYDİRİLEN KİMLİKLER

İÇİNDE YAŞADIĞIM DERİ - FİLM ANALİZİ
Filmin açılış sahnesinde Vera yoga yaparken görüyoruz. Vera’nın üzerinde üzerine dikilmiş, kumaştan bir deri var. Yoga ve üzerine dikilen deri’ye bakacak olursak insanın bedeninin, derisinin ve görünüşünün dışında bir özü var. İnsanın sonradan dikilme olmayan, değiştirilemeyen, hükmedilemeyen, kendiyle beraber var olan ve devam eden iç dünyası, iç duyguları var. Kadın karakter’in yaptığı yoga, üzerine dikilen deriden çıkıp içine doğru yolculuğa, özüne doğru gidişe bir göndermedir. Kendimiz olan derimizde değil, içimizdedir. Bir diğer sahnede yoga eğitmeni televizyonda ‘’kalabileceğiniz, içinde olduğunuz, size kimsenin erişemediği, kimsenin zarar veremediği. ‘’ Her yere yoganın eski bir tekniğiyle bağlanabilirsiniz. Bu yerde barışı, huzuru ve özgürlüğü bulacaksınız. Ama önce bunu sürekli ve yoğun biçimde uygulamanız gerekiyor ve daha sonra ona ulaşacaksınız diyerek kimlikleri reddeder.

Robert eve giriş sahnesinde duvarda asılı büyük çıplak kadın fotoğrafı benim için kadın bedeninin nesneleştirildiği, görsel zevk için kullanıldığı ve aksesuar haline getirildiğini düşündürüyor. Kadının çıplak halleri duvarlarda, fotoğraflarda sergilenmekte, kadın sadece bedeniyle var edilmektedir. Kadının aranan, değer verilen özelliği aklı, zekası, yaşamı, kültürü değil bedeni olmuştur. Buna bir takım kadınlar hizmet ederken bir takım kadın karşı çıkmış ve kadın bedeninden ellerin çekilmesini istemiştir. Bununla ilgili Mulvey: Cinsel dengesizliğin yönettiği bir dünyada, bakmadaki haz, etkin/erkek ve edilgin/dişi arasında bölünmüştür. Belirleyici erkek bakışı kendi fantazisini, uygun biçimde şekillenmiş dişi figüre aktarır. Geleneksel teşhirci rolleri içinde kadınlar, bakıla-sılık mesajını veren, güçlü görsel ve erotik etki amacıyla kodlanmış dış görünüşleriyle aynı anda hem bakılan hem teşhir edilendir. Cinsel nesne olarak teşhir edilen kadın, erotik temaşanın ana motifidir. (Mulvey, Görsel Haz ve Anlatı Sineması) Tablo da aynı zamanda kadının arkasında kadına sarılan bir çocuk görürüz. Kadının toplumsal cinsiyet ile oluşmuş bir görevi olan annelik burada gösterilmiştir. Uzak duran bir erkek ve çocukla ilgilenen bir anne. Erkeklerin kadına yüklenmiş çocuk bakmak görevini üstlerine almayışını hakkında Fay Weldon 50’li yıllar üzerine’de şöyle der: Babalık henüz moda değil. Erkekler ellerinde olsa bile çocuklarının doğumunda bulunmuyorlar. Alışveriş yapmıyor, bebek arabalarıyla dolaşmıyor, ev,n döşenmesine karışmıyorlar. Evlenmemiş bir erkek için evlenmek tuzak, seks de yemi; yine de gizlilikle ve kurnazlıkla bunun üstesinden gelinebilir, diye düşünüyor. (Aktaran Segal, 1990:24)
Robert Vera’yı eve tutsak etmiştir. Toplumsal cinsiyetin inşasında kadının yeri evi’dir. Erkek dışarıdadır, evin geçimini sağlar, güçlüdür, evi, karısını, çocuklarını korur. Kadının içine sokulduğu kalıp ise evin içinde, tutsak şekilde yaşayan, dışarı çıkmak için izin alan, ev işleriyle ve çocuk bakmakla meşgul bir kalıp. Margaret Cavendish bu kalıpların nedenleriyle ilgili şöyle demiştir: Evlerimizde tıpkı kafesteki kuşlar gibi oradan oraya gezinelim, uzaklara uçma zahmetine girmeyelim diye tutuluyoruz(…) her türlü erk ve otorite bize kapalı; nedeni de daha önce kamusal ya da askeri konulara hiç karışmamış olmamız. Önerilerimiz aşağılanmakta ve kahkahalarla karşılanmakta, en iyi etkinliklerimiz aşağılanmakta ve çiğnenip geçilmekte; bunu gerçekleştiren de erkeklerin kendilerine ilişkin sınırsız kibri ve bizlere yönelik küçümsemesi. (Aktaran Walters, 2005:36) Kadınların ‘içeride yaşamaya mahkum edilmesi ‘kadın doğası’ olarak nitelendiriliyor. Beauvoir kadınların eve hapsedilmesi ile ilgili şöyle der: Beauvoir kadınların rolünü ev işine ve kocanın rahatını sağlamaya indirgemek, kadın ‘’doğası’’nın bir gereği olamazdı. (Aktaran Mıchel:1979:57) Pateman kadınların kamusal alana girerek ev tutsaklığından kurtulmaları ile ilgili şöyle der: Ev yaşamı alanının kadınsı ilkeyle temsil edilişinin nedeni, yalnızca kadınların kamusal yaşama girmelerinin engellenmiş olması değil, daha çok modern aileyle ilintilendirilen özelliklerin kadınsı olarak anlaşılıp kavranması ve bu özellikler bazında bir kadınlık kavramının kurulmuş olmasıdır. Erkeklik ve kamusal alan arasındaki bağlantı da yalnızca üretim, dağıtım ve yönetim dünyasına büyük ölçüde erkeklerin egemen olduğu gerçeğiyle değil; kadınlar bunlara sahip olsalar bile kamusal yaşamın gerektirdiği kapasitelerin eril kapasiteler olarak anlaşılıp kavranması ve kamusal yaşam tarafından kurulmuş kimlik biçiminin bir eril kimlik biçimi olması gerçeğiyle açıklanabilir. (Aktaran Öztürk, 200:63) Wollstonecraft kadınların özgürlüğe kavuşması için şu düşünceyi belirtir: ‘’Artık kadınların yaşam tarzında bir devrim gerçekleştirmenin zamanı gelmiştir. Kadınlara yitirdikleri onurlarını geri vermek ve insan soyunun bir parçası olarak dünyanın dönüştürülmesine katkıda bulunmalarını sağlamak için geç bile kalınmıştır. (Aktaran Michel, 1979:57)

Zeca ‘’kaplan’’ kostümüyle eve gelir. Annesini özlediğini ve bir dakikalığına görmek istediğini belirtir. Annesine küçükken de kaplan kostümü giydiğini hatırlatır ve pençe atma hareketleri yapar. Annesi de ‘’küçük kaplan’’ der. Zeca annesine olan güzel sözleriyle annelikten faydalanır. Çünkü ‘’annelik’’ kadınlar için kutsal sayılmıştır ve hiçbir annenin çocuğunu reddetmesi kabul edilmemiştir.  Kaplan kostümünü erkeklerin ‘’vahşiliği’’ üzerine yorumlayabiliriz. Erkeklerin kadınlar üzerine uyguladığı baskılar, psikolojik ve fiziksel şiddet, cinsel tahakküm kaplan kostümü ile vurgulanmıştır. Aynı zamanda Zeca’nın üzerine giydiği kaplan kostümü, Robert’in Vincente’nin üzerine diktiği kostümün rolüyle aynı rolü paylaşır. Erkekler doğumlarından itibaren vahşi, güçlü, saldırgan, baskın, etkin, lider duygularıyla yetiştirilirler. Erkekler belli kostümler, belli renkler, belli hareketler, belli oyuncaklar ile büyür ve bunları hayat boyu devam ettirir. Zeca kostümünü üzerine ‘’erkeklik’’adı altında giymiştir.  
Zeca Vera’nın odasına zorla girer ve ona tecavüz eder. ‘Erkeğin’ kadına olan şiddeti kendisini tecavüzle gösterir. Cinsel olarak kadın sömürülmesi hem cinsel yaşamına ve cinsel seçimine yapılan müdahalelerle hem de istemediği cinsel ilişkiye zorlanarak devam ettirilmektedir.  Kaplan kıyafetiyle tecavüz etmesi de ‘’erkekliğin’’ bir göstergesidir. Çünkü Zeca’nın üzerindeki kaplan kostümü doğumundan itibaren insanların ve onların yaşamlarının oluşturduğu kültürün ‘erkeklik’ kalıplarının kostümüdür ve Zeca o kostümü giyerek ‘erkek’ kalıbına girer ve ona göre hareket eder. Feministler tecavüzün tam da etrafındaki mitler nedeniyle, kadınların erkekleri saldırmaya ‘davet ettikleri’ veya kışkırttıkları, erkeklerin karşı koyamadıkları cinsel dürtülerinin ‘kurbanları’ olabilecekleri inancı nedeniyle, toplumsal bir pratik olarak bu denli yaygın olabileceğini vurgulamışlardır. Tecavüzün erkek libidosunun değil, erkeklerin cinsel eylemi kadınları ‘fethetmenin’ bir yolu olarak görmeye teşvik eden bir kültürün ve erkeklerin, çoğu kez cezalandırılma korkusu olmadan kadınları cinsel açıdan sömürmeyi ve fiziksel şiddet uygulamayı alışkanlık edinmelerine izin veren bir toplumun ürünü olduğunu ileri sürmüşlerdir.(Aktaran Segal, 1990:287). Brownmiller, erkeklerin tecavüz etmek için biyolojik bir kapasiteye sahip olmalarının yanı sıra erkeklerin kadınları hükümleri altına almayı garantilemek için yürüttükleri, bilinçli ve kolektif, tarih-aşırı ve kültür-aşırı, politik bir strateji dahilinde kadınlara tecavüz ettiklerini de belirtir. Tecavüzcüler ataerkilliğin ‘hücum kıtası’dır’,  erkek egemenliği için gereklidirler. Bazı erkekler tecavüz etmiyor olabilir, ancak bunun tek nedeni kadınlar üzerindeki iktidarlarının, bu işi onlar için yapan tecavüzcüler tarafından zaten garanti altına alınmış olmasıdır: Tecavüz, ‘bütün erkeklerin bütün kadınları korku içinde bırakmasını sağlayan bilinçli bir gözdağı verme yönteminden başka bir şey değildir.’ (Aktaran Segal, 1990:288) Erkeklerin şiddet aracı olarak kullandıkları şiddet ‘erkeklerin doğası cinselliğe yönelim’ olarak değerlendirilmiş ve meşru gösterilmeye çalışılmış ve bunun karşılığında kadına erkeği tahrik etme, tecavüze davet etme gibi suçlamalarla yaklaşılmıştır. Tecavüzün ‘erkek doğası’ değil bir tür şiddet olduğunu Öztürk’ün aktarımıyla Godenzi: ‘’Cinsel şiddetin uygulanmasında aslolan, şiddete dayalı cinsellik değil, cinsellik görünümlü şiddettir’’ diyerek belirtir. (Aktaran Öztürk, 2000:134) Bu konuyu özetleyecek bir cümle olarak Bhasin’in cümlesini verebiliriz: Tecavüz başta olmak üzere cinsel sömürü, yöneten sınıfın sömürülen sınıfı yola getirmek için kullandığı bir araçtır. (Bhasin, 1994:25)
Erkekler kadınlara karşı yaptı yaptıkları baskılarla kendi egemenliklerini oluşturmaya çabalarlar. Erkekler kadınların hem ‘’belası’’ hem de ‘’kurtuluşu’ olmaya çalışırlar. Yürüdüğümüz bir yolda bir erkeğin bize saldırmasından korktuğumuz anda başka bir erkeğin gelip bizi kurtaracağını düşünürüz. Bu şekilde hem ‘’erkekten korkan’’ hem de ‘’erkeğe muhtaç’’ olarak var oluruz. İşte bu tam da erkeklerin istediği bir yaşam biçimidir. Çünkü bu onların işine yaramaktadır. Onlar için ulaşılan bir zaferdir. Kültür, inanışlar, değerler, söylemler ile erkeklerin ’erkekliğini’ konuşturduğu, kadınların bu ‘erkeklik’ altında belli  kalıplara sığdırıldığı bir sistem oluşturuldu. Erkeklerin yaptığı baskılar, zorlamalar, tanrısal davranışlar ‘erkeklik’ tanımlamasına sığdırıldı ve meşru gösterildi. Kadınların sınırları ise ‘bedenine, yaratılışına’ sığdırıldı ve böyle olması gerektiğine karar verildi. Bu şekilde erkeklerin ‘’faydalandığı’’ , kadınların ‘’fayda sağladığı’’ bir sistem oluşturuldu.
 Bu sistemin üç mekanizması olduğunu söyleyen Connell bunları şöyle açıklar: İlk olarak, kadınların ve erkeklerin farklı işler yaparak farklı konumlar, statüler ve getiriler elde etmelerine yol açan cinsiyete dayalı işbölümü önemlidir. Bu işbölümü kadınların ev-aile işleriyle sınırlandırılarak ücretsiz ev içi emek olarak çalıştırılmalarına yol açar. Öte yandan erkekler, genel anlamda kamu alanlarının denetimini ellerinde tutmalarına yol açacak biçimde özel şirketleri, ticareti, bürokrasiyi, orduyu yöneterek bu cinsiyet rejiminin sürekliliğini olanaklı kılarlar. İkinci olarak, sınıf, ırk, etnisite, bölgesel gelişmişlik farklılıklarına dayalı iktidar ilişkileri ile cinsiyet farklarına ilişkin toplumsal ilişki örüntülerinin iç içe geçerek, toplumsal cinsiyet sisteminin bir iktidar ilişkileri ağı olarak işlemesine yol açtığını belirtir. Üçüncü olarak, cinsiyet sistemi Connell’in kateksis dediği, cinselliğin ve cinsel arzunun şekillendiği toplumsal ilişkilerin oynadığı rolü vurgular. Bu faktörlerin oluşturduğu toplumsal cinsiyet sistemi kadınların boyun eğdirildiği, erkeklere tabi kılındığı bir yapıyı oluşturur ve sürekli kılar. (Aktaran Sancar, 2008:31-32)

Zeca’nın Vera’ya tecavüz ettiği esnada  ‘’kadınlığından başka bana ne verebilirsin’’ cümlesi kadının görevinin erkeği mutlu etmekten başka bir şey değil düşüncesini ortaya atar. Kadının evin içinde yaşamak, ev işleriyle uğraşmak, çocuklarına bakmak görevlerinin yanı sıra bir de erkeğini mutlu etmek görevi vardır toplumsal cinsiyet inşasında. Kadının cinsel ilişki yaşama hakkı sadece erkeğini mutlu etme yolundan geçer. Cinsellik erkeğin mutlu olması, kadının mutlu etmesi olarak kodlanmıştır. Erkeğini mutlu edemeyen kadın zayıftır ama kadının mutlu olup olmaması önemli değildir. Tecavüz de zaten erkeğin kendi mutluluğuna giden yoldur. Erkeğin kadın üzerindeki tahakkümünü sadece evde, dışarıda, işte değil yatakta da göstermektedir. Cinsel ilişki sırasında dahi kontrol erkektedir ve erkeğin istediği olmak zorundadır. Çünkü kadın erkeğin mutluluğu için, ona hizmet etmek için, onu mutlu etmek ve rahat ettirmek için vardır. Vera’nın ‘’bahçede sevişelim’’ cümlesine karşılık Zeca ‘’açık havada sevişmeyi hiç sevmem, bu kaplan yatakta sevişmek istiyor’’ diyerek cinsel ilişkide dahi erkek tahakkümünü, cinselliği yönetenin erkek olduğuna ve kadının burada da tahakküm altında olduğun gösterir. Buna bir örnek olarak filmde şu sahneyi örnek verebiliriz: Tv’de cinsel ilişki yaşayan çiftleri görürüz. Cinsel ilişkide olan bir çiftin kadının ayaklarında onu tutan bir kapan vardır. Bacaklarına sarılı şekilde tutulmuştur. Kadının cinselliği de rehin alınmıştır.

Vera kadın bedeni altında baskı altında yaşatılmaktadır ve erkeğin zevkine ve isteğine göre şekillendirilmektedir. Robert onun bedenine kendi istediği şekli vermektedir. Kadını bu kalıplara sokarken aynı zamanda ona cinsel seçim hürriyeti de tanınmamıştır. Kadınsak eğer erkekleri mutlu etmeliyiz. Bunun yolu da heteroseksüel bir ilişkiden geçmektedir. Zeca’nın Vera’ya tecavüz etmesi aynı zamanda belli bir kalıba ve kimliğe büründürülen kadının heteroseksüel bir ilişkiye zorlanması olarak görülebilir. Vera’nın kadın olarak kiminle ve ne şekilde bir cinsel ilişki yaşamak istediği önemli değildir. Tecavüz edilerek heteroseksüel ilişkinin kalıpları içine zorla sokulmaktadır. Kişilerin cinsel seçimlerinin özgürlüğüne engel olmakla, belli cinsel kalıplara ve davranışları sokulmalarının bir örneği olarak Vicente eline aldığı elbiseyi Cristhina’ya göstererek giy bunu ve akşam partiye gidelim der. Christina kız arkadaşıyla buluşacağını söyler. Vicente üzerinde çok hoş duracak dedikten sonra Christina çok beğendiysen kendin giy der. Burada giyinmek fiilini aslında günlük kullanımda elbise giymek olarak anlamlandıramayız. Giyinmek fiili burada belli bir kalıba girmek, belli bir profili, kimliği üzerine almak olarak yorumlanabilir. Butiğe gelen birinin karısının evi terk etmesinin ardından erkeğin elbiselerini getirerek butiğe vermesi de kadının üzerine giydirilen elbiseleri, kalıpları kabul etmediğini ve özgürlüğe ulaştığının göstergesidir.
Robert Vera’ya üzerine giymesi için bütün bedenini kaplayan çoraplı bir kıyafet verir. Ve bunu ikinci derisi gibi her zaman taşıması gerektiğini söyler. Giydiğin kıyafet vücuduna şekil verecek der. Vicente’nin çorabı giydiğini detaylı bir şekilde görürüz. Ayak parmaklarından vücuduna ve ardından el parmaklarına kadar giyer kıyafeti. Kadına dikilen kıyafeti giymeye başlamıştır. Kadının bedeninin her yerinin bir kimlikle kuşatılması detaylarla gösterilmiştir. Kıyafeti giydiği müddetçe baskılar, tecavüzler, tutsaklıklar devam etmektedir.Vera kıyafetini giydikten sonra Robert’e arkamı kapatır mısın der. Robert kapattığı esnada Vicente tekme atarak Robertten kurtulur ve kaçmaya çalışır.  Robert’in bu esnada Vicente’ye ‘’sürtük’’ demesi artık onu değiştirdiğine inandığını gösteriyor. Cinsel özgürlüğünü yaşayan kadınlara yakıştırılan ‘’sürtük, orospu, fahişe vb.’’ terimler Vera’nın kaçma sahnesinde dillendirilmiştir. Bunun tam tersi olarak erkeklerin kadınları belli kalıplara sokmak için dillendirdikleri kelimeler ‘’güzelsin, seksisin, çekicisin, bakımlısın, naziksin, kibarsın, küfür etmezsin vb.  Robert’in Vera’ya iyi davrandığı sahnelerde onu belli kalıplara sokmak için verdiği uğraşa destek olarak görülebilir. Bununla ilgili olarak Walters şöyle der: Erkeklerin kadınlara karşı inceliği ve övgüleri yalnızca kadınları yerlerinde tutma çabaları olarak görülür ve en ‘’kadınsı’’ kadın da erkek fantezilerini en iyi yerine getirendir. (Walters, 2005:53) Wollstonecraft göre, kadınsı olmak da çoğu zaman yapay, sınıfa dayalı bir oluşumdur; nezaketin ya da nezaket olarak algılananın sergilenmesinden başka bir şey değildir. (2005:53) Millett’e göre cinsel politika, her iki cinsin de gerek ruhsal yapılarının, gerekse toplumsal yerlerinin ve durumlarının, ataerkil anlayış ve tutuma bağlı kalınarak ‘toplumsallaştırılması’ sonucunda gönüllü destek bulmaktadır. Erkeklerde salsırganlık, zeka, güç ve etkin oluş; kadınlarda bilgisizlik, güçsüzlük, ‘iffet’ ve edilgenlik, beklenen ve kabul edilen niteliklerdir. (Aktaran Öztürk, 2000:130)
Robert Vicente’ye bundan sonra sana Vicente demeyeceğim. Senin adın Vera der. Tamamen bir kadın yarattığını düşünür ve adına kadar her şeyini kendi oluşturduğunu düşünür. Kadını belli bir kimliğe bürür, belli bir vücut yapar, belli bir kalıba sokar.  Kendisini tanrı olarak görür. Aynı yaşadığımız dünyada erkeklerin kadınlar üzerinde tanrı olarak görülmesi gibi . Erkeğe hizmet, erkeğe hürmet, erkeğin dediği, erkeğin istediği, erkeğin hissettiği..
Toplumsal cinsiyetin kendiliğinden oluşan bir durum olmadığını belirtmiştik. İnsanların oluşturduğu ve insanların faydalandığı veya zarar gördüğü bir durumdur. Bu konuyla ilgili Butler şöyle der: Toplumsal cinsiyet deneyimlenen toplumsal pratikler bütünüdür. Yani bireylerin neyi amaçladığı, neyi hayal ettiği, neyi yapmak zorunda hissettiği tarafından değil, doğrudan neyi ‘’yaptığı’’ tarafından şekillenen bir toplumsal pratikler bütünüdür. Bu nedenle toplumsal cinsiyet bir yapı, sistem, norm değil, gerçekleşmesi bireylerin ‘’yapma’’sına bağlı bir tür ‘’fiil’’dir. Diğer deyişle, insanların toplumsal cinsiyet davranışları dışarıdan belirleyici maddi nedenler tarafından belirlenmeyen oluşumlardır ve insanların farklı şeyler ‘’yapma’’ ları ile değişebilir. Dolayısıyla insanlar cinsiyet adına neyi yaparlarsa sonuç odur. (Aktaran Sancar, 2008:183) Vera ise bu oluşuma karşı gelmektedir ve bunu  Robert’in kendisine verdiği elbiseleri yırtarak gösterir. Onları giymek istememektedir. Bu kalıplar, bu elbiseler o değildir. Bir kadın bunları yapmak zorunda değildir. Erkeğin istediği bu diye bu şekle girmek zorunda değildir. Ardından Robert ona gönderdiği makyaj malzemelerini de geri çevirmesi belli bir kadın kalıbına girmenin reddedilmesidir.
 Beavouir kadının belli bir kalıba zorla sokulduğunu ‘’İnsan kadın doğmaz, kadın haline gelir’’ der. Kadının kendi konumunu değiştirebileceğini söyler. Bunun nasıl yapılması gerektiğini anlatmak için : Birçok kadın, yanılarak, kurtuluşu aşkta arar. Fakat Beavouir’in kendi alternatifi belki de gereğinden fazla basittir: Beavouir’in hayal ettiği ‘’bağımsız kadın’’:
(…) Aktif olmak, alıcı olmak ister ve erkeğin empoze etmek istediği pasifliği                  reddeder. Modern kadın erkeklere özgü değerleri kabul eder; erkeklerle aynı   koşullarda düşündüğü, eylem gerçekleştirdiği, çalıştığı, yarattığı için kendisiyle gurur duyar. (Aktaran Walters, 2005:138)
Son  sahnede Vicente evden kaçar ve kurtulur. Ardından annesinin butiğine giderek annesine döner ve ‘’Ben Vicente’yim’’ der. Lezbiyen olan Christina’nın Vincente’ye gülümseyerek bakması lezbiyen bir ilişkinin başlayacağının sinyalleri olarak görülebilir. Vincente kadın bedeni içinde kendisine dikilen elbiselerden özgürlüğe kaçmıştır. Son sahnede annesine döner ve ‘’Ben Vicente’yim’’ der. Burada insanın bir kimliğe giremeyeği, değiştirelemeyeceği, kalıba sokamadığı, ne yapılırsa yapılsın aynı kalacağı gösterilmiştir.

SONUÇ
Kimlik bir nesne değil, bir süreç’ tir. Üstelik bu süreç tekdüze değildir. Bunalım ve geçiş dönemleri, çoğunlukla bilhassa yoğun kimlik inşa devreleridir. Dolayısıyla, Lauretis’ in toplumsal cinsiyete dair sözlerini biraz farklı bir biçimde ifade ederek, kimliğin (bir) temsil olduğunu ve ister kendine ister başkalarına dönük olsun, kimlik temsilinin aslında bizzat kimliğin inşası olduğunu söyeleyebiliriz. (Schick, 1999:17) ‘’Deneyim ve fikirlerimize bir anlatı örnekçesinin damgasını vurduğumuzda, hayatlarımızın ve kendimizin anlamını da yaratmış oluruz. Şekil ve biçim vererek sırayı belirler, kutupsallıklar verir, hiyerarşi kurar ve böylece kültürümüzün önceden belirlenmiş anlambilimsel haritasını yeniden üretiriz…Dünya ve ‘benlik’ bu dilbilgisi ve yapılandırmanın dayattığı biçimsel ve anlambilimsel örnekçelerle dolayımlanır. (Aktaran Schick, 1999:19) Toplumsal cinsiyetin oluşumunda insan etkindir ve yaşadıkları tüm her şey toplumsal cinsiyeti oluşturmaya başlar. Kadınlar bu oluşumdan en çok zarar görenler olur. Erkek tahakkümü altında yaşamaya, tutsak, belli kalıplar ve kurallar içinde bir hayata zorlanırlar. Kadınların kimlik oluşumu da bu süreçte başlar. Kadınlar kendi kimliklerini oluşturma çabasının yanı sıra erkeklerin onlar için hazırlamış oldukları kimliklerle karşılaşılırlar ve erkekler tarafından bu kimlikleri giymeye mecbur bırakılırlar. ‘’İçinde yaşadığım deri’’ filmi bu kimliklerin inşasını elbise metaforu üzerinden göstermiştir. Kadınların bu kimlikleri reddedişleri gösterilmiş ve özgürlüğüne ve kendi benliğine kaçan bir kadın resmedilmiştir.
Filmde kullanılan elbiseler, yapay deri kadınların üzerine inşa edilen kimliklere, baskılara, kurallara gönderme yapar. Kadınlar üzerine dikilen kimlikler tüm kadınları aynılaştırmaya, erkeklere fayda sağlayacak şekilde donatılmasına, fayda sağlayıcı rollere bürünmelerine hizmet eder. Kadınlar üzerine dikilen kimliklere uyum sağlamak zorunda bırakılır ve öz kimliklerini içlerinde bir yere saklarlar. Filmde yoga eğitmeni tarafından bu durumu içimize yolculuk olarak tanımlar ve içimize ulaşmaya davet eder. Bu filmde kadına giydirilen kimlikler elbise metaforu kullanılarak gösterilmiş ve kadının içindeki kendi kimliğine ulaşımı göstermek amaçlanmıştır. Erkeğin kadını kendini tanrı ilan ederek baskılarla, kalıplarla ve kurallarla kimliğe bürümesi ve ondan cinsel olarak faydalanması, işlerini yapan, kendisine itaat eden, duyguları kullanılan bir kadın haline getirilmesi eleştirilir. Vincente’nin üzerindeki deri aslında kadınlara giydirilen kimlikleri temsil eder. Erkekler tarafından tecavüz edilen, seks objesi yapılan, cinsel yaşamı etki altına alınan, yaşam tarzı sorgulanan, giyimi belirlenen eve tutsak edilen kadınlar. Bütün kadınlar filmde erkeklerin baskısı altında yaşamaktadır. Christina cinsel kimliğini değiştirmesi için Vincente tarafından, Norma babasının baskısı ve tutuculuğu tarafından, Robert’in annesi kendisin terk eden erkekler tarafından, Vincente Robert tarafından baskıya uğramaktadır. Kadın karakterlerin hepsi erkeklerin üzerlerine yaptıkları baskıya karşı çıkmışlardır. Norma babasının baskıcı yaşam tarzına, Gal kocasının tahakkümüne, Vincente Robertin onu tutsak etmesine, cinsel olarak faydalanmasına ve köleleştirilmesine baş kaldırmıştır.
Toplumsal cinsiyet erkeklerin üstünlüğünü destekler ve bunu bedene, güce, yaratılışa dayandırır. Filmde erkeklerin kadınlar üzerine baskısı farklı şekillerde gösterilmiştir. Robert Vincente’yi odaya kilitleyerek kadın üzerine olan baskıyı yansıtıyor. Vincente özgür bir şekilde değil, erkeğin kendisine sunduğu şartlar altında yaşamaktadır. Bundan kaçmaya çalıştığı zaman yine erkeğin baskısıyla karşılaşmaktadır. Zeca’nın Vincente’ye tecavüz etmesi de tahakkümünün  cinsel yönden tezahür edişinin gösterilmesidir. Kadınların cinsel hayatı baskı altına alınmış, belirli bir cinsel kimliğe zorlanmış ve kadınlar ‘namuslu, terbiyeli, namussuz, orospu, fahişe, ev kızı, sokak kızı’ olarak kısımlara ayrılmıştır. Bunlar kadınların üzerine dikilen kimliklerden sadece bazılarıdır. Erkekler bu kimlikleri işlerine geldiği gibi kullanır ve bunları kullanmak adına da kimlikleri yaratırlar. Kadına verilen görevler ve kimlikler erkeklerin yaşamını kolaylaştırmak, üstünlük sağlamak, iktidarlarını devam ettirmek için oluşturulmuştur. Bunlara itiraz eden kadınlar ‘sapkın, düzene karşıt, sürtük, cezalandırılması gereken kadın’ olarak tanımlanır. Filmde bütün bunları reddeden ve bu kimliklerden sıyrılarak kendi kimliklere ulaşmaya çalışan, bu kimliklerle yaşamaktansa ölmek pahasına mücadele eden kadınlar yansıtılmıştır. Vincente’nin Robert’ten ve o tutsaklık odasından kaçışının anlamı kadının üzerine dikilen kimlikleri reddedişinin ve içerisine gizlediği kimliğe ulaşımının bir göstergesidir.
KAYNAKÇA
Scott, J. (1988).  ‘’Toplumsal Cinsiyet:Faydalı Bir Tarihsel Analiz Kategorisi’’. (Çev. A.T.Kılıç). Agora Kitaplığı. (2007)
Bhasin, K. (1994). ‘’Toplumsal Cinsiyet:Bize Yüklenen Roller’’. (Çev. K.Ay). Kadav Yayınları. (2003)
Wolf, S. (2009). ‘’Cinsellik ve Sosyalizm’’. (Çev. K.Tanrıyar). Sel Yayıncılık. (2012)
Walters, M. (2005). ‘’Feminizm’’. (Çev. H.Gök). Dost Kitabevi Yayınları (2009)
Hooks, B. (2000). ‘’Feminizm Herkes İçindir’’. (E.Aydın, B.Kurt, Ş.Özgün ve diğerleri) bgst yayıncılık (2002)
Segal, L. (1990). ‘’Ağır Çekim Değişen Erkeklikler Değişen Erkekler’’. (Çev. V.Ersoy) Ayrıntı Yayınları (1992)
Mıchel, A. (1979). ‘’Feminizm’’. (Çev. Ş.Tekeli). İletişim Yayınları (1993)
Öztürk, R. (2000). ‘’Sinemada Kadın Olmak’’ . Alan Yayınları (2000)
Sancar, S. (2008). ‘’Erkeklik:İmkansız İktidar’’. Metis Yayınları (2008)
Shick, İ.C. (1999). ‘’Batının Cinsel Kıyısı’’. Tarih Vakfı Yurt Yayınları (2000)
Aktaş, G. (2013, Haziran)  Feminist Söylemler Bağlamında Kadın Kimliği:Erkek Egemen Bir Toplumda Kadın Olmak ; 30, 1 www.edebiyatdergisi.hacettepe.edu.tr/index.php/EFD/article/.../516
Eliuz, Ü. (2011) Cinsel Kimlik Paniği:Kadın Olmak http://www.turkishstudies.net/Makaleler/905298714_17_%C3%BClk%C3%BC_eliuz.pdf


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder