TOPLUMSAL CİNSİYET
Ferhan Kılınç
En
güncel kullanımıyla ‘’toplumsal cinsiyet’’ ilk kez, cinsiyete dayalı ayrımların
asli toplumsal niteliğini ısrarla vurgulayan Amerikalı feministler arasında
ortaya çıkmış gibi görünüyor. Bu kelime, ‘’cinsiyet’’ ya da ‘’tinsel
farklılık’’ gibi terimlerin kullanımında örtük bir şekilde mevcut olan
biyolojik determinizmin reddedilmesi anlamına gelmiştir. Ayrıca ‘’toplumsal
cinsiyet’’, kadınsılığın normatif tanımlarının ilişkisel yönünü de
vurgulamıştır. (Scott, 2007:3)
Cinsiyet
ile toplumsal cinsiyet arasındaki ayrım, kadınların, erkeklerin hükmü altındaki
ikincil konumunu kadınların anatomilerine dayandıran genel eğilimle baş etmek
için ortaya kondu. Yıllar boyunca toplumda kadınlara ve erkeklere atfedilen
farklı özelliklerin, roller ve statülerin biyolojik olarak (yani cinsiyet ile)
belirlendiğine, bunların doğal, dolayısıyla da değiştirilemez olduğuna
inanıldı. Bir bakıma kadınlar ve kadınların bedeni, onların toplumdaki ikincil
statülerinin sorumlusuydu ve halen de bundan sorumlu tutulur. Bu bir kere doğal
olarak kabul edilince, toplumda var olan adaletsizliğe ve toplumsal cinsiyet
rollerindeki eşitsizliğe işaret etmeye de elbette gerek kalmaz. (Bhasin, 1994:1)
Toplumsal
cinsiyet doğuştan var olan bir durum değildir. Kadınlar ya da erkekler
doğumunda belli fikirlerle, belli eğilimlerle, belli kurallarla doğmazlar.
Yaşadıkça, kültüre karıştıkça, kısıtlanmaları, teşvikleri, eylemleri, sözlü
uyarıları ve davranışları gördükçe toplumsal cinsiyetin inşasına başlanır ve
devam eder. Bu cinsiyet oluşumu yaşanılan her dakika devam eder.
Toplumsal
cinsiyetin doğal bir şey olmaktan ziyade, kültürel ve toplumsal bir nitelik
olduğu gerçeğinin kanıtı, onun zaman boyunca, farklı sosyal gruplar arasında
değişmeye devam etmesidir. Örneğin bir kabile kızı hayvan otlatarak, meyve,
yaprak veya dal toplamak için ağaçlara tırmanarak ormanda özgürce dolaşırken
orta sınıftan bir kız çocuk okula ya da eve kapatılabilir. Her ikisi de kız
çocuktur, fakat vücutlarının aynı olduğu gerçeğine rağmen, farklı yetenekler,
amaçlar ve hayaller geliştirirler. (Bhasin, 1994:4)
Toplumsal
cinsiyet’in doğumla birlikte gelmediği konusunda Cordelia Fine: Anne rahminde
belirlenir, ama asıl ayrım toplumda başlar: Erkek bebeklere mavi giydirilir,
kızlara pembe…Erkekler mekanik düşünür, kızların sözel yeteneği
kuvvetlidir…Erkekler ağlamaz, kızlar şefkatlidir… Erkekler iş hayatında ve
toplumda üst tabakalara rahatlıkla yükselirken, kadınların yerinin ev olduğu
iddia edilir… Üstelik tüm bu ayrımların dayanağı fizyolojik değil, kültürel
inançlar ve önyargılardır. Hatta kimi zaman bu önyargılardan bilimsel kılıflar
uydurulur. (Aktaran Wolf, 2012:287)
Feminist
tarihçiler toplumsal cinsiyet analizine ilişkin çok farklı yaklaşımlar ortaya
koymuşlardır. Bu yaklaşımlar üç farklı kuramsal duruştan birinin tercih edilmesi
olarak görülebilir. Bu yaklaşımlardan ilki – tamamıyla feminist bir çaba
olarak- patriyarkanın kökenlerini açıklamaya yönelik çabalardan oluşur. İkinci
yaklaşım kendisini Marksist gelenek içinde konumlandırır ve bulunduğu yerden
feminist eleştiri ile uzlaşmaya çalışır. Üçüncü yaklaşım ise asıl olarak
Fransız post-yapısalcılar ile Anglo-Amerikan nesne-ilişkileri kuramcıları
arasında bölünmüştür ve öznenin toplumsal cinsiyet kimliğinin üretimi ve
yeniden üretimini açıklamak için farklı psikanaliz ekollerden beslenir. (Scott,
1988:14)
GİRİŞ
Feminizm
farklı bölgelerden, sınıflardan, uluslardan ve etnik kökenlerden gelen
kadınların sorunlarının ve çıkarlarının politik ifadesini oluşturur. (Walters,
2005:136) Basitçe ifade etmek gerekirse feminizm cinsiyetçiliği, cinsiyetçi
sömürüyü ve baskıyı sona erdirmeyi amaçlayan bir harekettir. Bu tanım sorunun
pratikte, cinsiyetçi düşünce ve eylemin tüm biçimlerinde yattığına,
cinsiyetçilik yapan kişinin kadın, erkek, çocuk ya da yetişkin olmasının bir
şey değiştirmediğine işaret eder. Sistemi baştan sona etkileyen kurumsallaşmış
cinsiyetçiliğe dair bir kavrayış içerecek kadar da kapsamlıdır. Ucu açık bir
tanımdır. İnsanın feminizmi anlayabilmesi için önce cinsiyetçiliği
anlayabilmesi gerektiğini ortaya koyar. (Hooks, 2000:12)
Feminizm hareketi cinsiyetçiliğe karşı gelmekle
birlikte kimlik ve benlik üzerinde durmuştur. Kadına toplum tarafından
giydirilen kimlikleri reddetmiş ve kadının kendi kimliğine kavuşması için
çabalamıştır. Doğumundan itibaren tektipleştirilen kadın erkeğin ve toplumun
çıkarlarına göre tanımlanmış ve tanımlanmayı özümsemesi için zorlanmıştır.
‘’Kadın olarak kadın’’ olamamış, ‘’erkek için kadın’’, ‘’toplum için kadın’’,
‘’çocuk için kadın’’, ‘’cinsellik için kadın’’ gibi kalıplara sokulmuş ve buna
uygun kimlikler giydirilmiştir.
Kadın ya toplumun
mevcut durumuna ve düzenine karşı kendi anlam kodlarıyla karşı çıkacak ya da dilsel
fenomenin doğurduğu edilgenliği kabul edecektir. Fakat bu edilgenlik bir
anlamda kadının öznelliğinin başkaları tarafından kurulduğunun da işaretidir.
(Aktaş, 2013:15) Kadınların özgür, kendi kimliğini kurgulayan bireyler
olabilmeleri için egemen kültürün her yere yayılmış, kurumsal yapılarla desteklenmiş
olan kadın rol modellerine, kadınlık tanımlarına karşı gelmeleri gerekmektedir (Weedon,
aktaran Aktaş 2013:16).
Bedeni, ataerkil sistemin sosyal yükümlülüklerle
donatması ile kadın, verilmiş olanı kabul eder/ etmek zorunda bırakılır. Zira
toplum doğduğu andan itibaren onu rol kalıpları ile kuşatır. (Beauvoir, aktaran
Eliuz 2011:225) Erkek ise, kadından her anlamda itaat ve bağımlılık bekler.
Cinsel anlamda da kadının sonsuz bir sadakat içinde erkeğin güdümünde olması
zorunludur. Aksi takdirde kadın, erkek için tehlike olacaktır; çünkü bedenini
ve ruhunu özgürce kendi lehine kullanacak ve erkeği ürkütecektir. Kadın, bedenine/
cinselliğe mahkum iken erkek aşkın ayrıcalıklarının tadını çıkarır; onun için aşk,
çiftleşme ve kendi varlığını sürdürme güdüsü üzerine bina edilir. Bu noktada
kadın, sadece bir nesne görünümünde erkeğin isteğini gerçekleştirdiği bir beden
olarak kalacaktır. Egemen varlık olma haklarından vazgeçen, daha doğrusu
vazgeçmeye dönük eğitilen ve hep bir av olması beklenen kadın, duygusal ve
bedensel yönden ihmal edilse de yine de aşkın büyüsüne sığınır. (Eliuz,
2011:225). Erkek, kadın kendisine sosyal ve ekonomik anlamda bağımlı olduğu
için onu nesnelleştirmekten ve duygusal ve düşünsel anlamda onun tüm haklarını
işgal etmekten çekinmez. Çünkü erkek bilir ki, kadın “erkek ne zaman
eğlendirilmek isterse o zaman şakıyacak bir kuş, bir oyuncak olarak yaratılmıştır.”
Bu sınırsız imtiyaz ile erkek, bağımlı, itaatkar, evcil, zayıf kadınlık kültüne
göre yetiştirilir ve tüm özgürlüklerin tek sahibi ve egemeni kendisidir. Bu
nesnelleştirme içerisinde kadın, “eziyet etmenin temel bir formülleştirilmesi” ile
karşı karşıya kalır. Erkeğin malı olma ve erkek tarafından bin türlü kuralla
kuşatılma onun birey olarak beklentilerinin çıkmaza dönüşmesine sebep olur. (Donovan,
aktaran Eliuz 2011:226)
SEÇİLMİŞ
KİMLİKLER YERİNE GİYDİRİLEN KİMLİKLER
İÇİNDE YAŞADIĞIM DERİ - FİLM
ANALİZİ
Filmin
açılış sahnesinde Vera yoga yaparken görüyoruz. Vera’nın üzerinde üzerine
dikilmiş, kumaştan bir deri var. Yoga ve üzerine dikilen deri’ye bakacak
olursak insanın bedeninin, derisinin ve görünüşünün dışında bir özü var.
İnsanın sonradan dikilme olmayan, değiştirilemeyen, hükmedilemeyen, kendiyle
beraber var olan ve devam eden iç dünyası, iç duyguları var. Kadın karakter’in
yaptığı yoga, üzerine dikilen deriden çıkıp içine doğru yolculuğa, özüne doğru
gidişe bir göndermedir. Kendimiz olan derimizde değil, içimizdedir. Bir diğer
sahnede yoga eğitmeni televizyonda ‘’kalabileceğiniz, içinde olduğunuz, size
kimsenin erişemediği, kimsenin zarar veremediği. ‘’ Her yere yoganın eski bir
tekniğiyle bağlanabilirsiniz. Bu yerde barışı, huzuru ve özgürlüğü
bulacaksınız. Ama önce bunu sürekli ve yoğun biçimde uygulamanız gerekiyor ve
daha sonra ona ulaşacaksınız diyerek kimlikleri reddeder.
Robert eve giriş sahnesinde duvarda
asılı büyük çıplak kadın fotoğrafı benim için kadın bedeninin nesneleştirildiği,
görsel zevk için kullanıldığı ve aksesuar haline getirildiğini düşündürüyor.
Kadının çıplak halleri duvarlarda, fotoğraflarda sergilenmekte, kadın sadece
bedeniyle var edilmektedir. Kadının aranan, değer verilen özelliği aklı,
zekası, yaşamı, kültürü değil bedeni olmuştur. Buna bir takım kadınlar hizmet
ederken bir takım kadın karşı çıkmış ve kadın bedeninden ellerin çekilmesini
istemiştir. Bununla ilgili Mulvey: Cinsel
dengesizliğin yönettiği bir dünyada, bakmadaki haz, etkin/erkek ve edilgin/dişi
arasında bölünmüştür. Belirleyici erkek bakışı kendi fantazisini, uygun biçimde
şekillenmiş dişi figüre aktarır. Geleneksel teşhirci rolleri içinde kadınlar,
bakıla-sılık mesajını veren, güçlü görsel ve erotik etki amacıyla kodlanmış dış
görünüşleriyle aynı anda hem bakılan hem teşhir edilendir. Cinsel nesne olarak
teşhir edilen kadın, erotik temaşanın ana motifidir. (Mulvey, Görsel Haz ve
Anlatı Sineması) Tablo da aynı zamanda kadının arkasında
kadına sarılan bir çocuk görürüz. Kadının toplumsal cinsiyet ile oluşmuş bir
görevi olan annelik burada gösterilmiştir. Uzak duran bir erkek ve çocukla
ilgilenen bir anne. Erkeklerin kadına yüklenmiş çocuk bakmak görevini üstlerine
almayışını hakkında Fay Weldon 50’li yıllar üzerine’de şöyle der: Babalık henüz
moda değil. Erkekler ellerinde olsa bile çocuklarının doğumunda bulunmuyorlar.
Alışveriş yapmıyor, bebek arabalarıyla dolaşmıyor, ev,n döşenmesine
karışmıyorlar. Evlenmemiş bir erkek için evlenmek tuzak, seks de yemi; yine de
gizlilikle ve kurnazlıkla bunun üstesinden gelinebilir, diye düşünüyor.
(Aktaran Segal, 1990:24)
Robert
Vera’yı eve tutsak etmiştir. Toplumsal cinsiyetin inşasında kadının yeri
evi’dir. Erkek dışarıdadır, evin geçimini sağlar, güçlüdür, evi, karısını,
çocuklarını korur. Kadının içine sokulduğu kalıp ise evin içinde, tutsak
şekilde yaşayan, dışarı çıkmak için izin alan, ev işleriyle ve çocuk bakmakla
meşgul bir kalıp. Margaret Cavendish bu kalıpların nedenleriyle ilgili şöyle
demiştir: Evlerimizde tıpkı kafesteki kuşlar gibi oradan oraya gezinelim,
uzaklara uçma zahmetine girmeyelim diye tutuluyoruz(…) her türlü erk ve otorite
bize kapalı; nedeni de daha önce kamusal ya da askeri konulara hiç karışmamış
olmamız. Önerilerimiz aşağılanmakta ve kahkahalarla karşılanmakta, en iyi
etkinliklerimiz aşağılanmakta ve çiğnenip geçilmekte; bunu gerçekleştiren de
erkeklerin kendilerine ilişkin sınırsız kibri ve bizlere yönelik küçümsemesi.
(Aktaran Walters, 2005:36) Kadınların ‘içeride yaşamaya mahkum edilmesi ‘kadın
doğası’ olarak nitelendiriliyor. Beauvoir kadınların eve hapsedilmesi ile
ilgili şöyle der: Beauvoir kadınların rolünü ev işine ve kocanın rahatını
sağlamaya indirgemek, kadın ‘’doğası’’nın bir gereği olamazdı. (Aktaran Mıchel:1979:57)
Pateman kadınların kamusal alana girerek ev tutsaklığından kurtulmaları ile
ilgili şöyle der: Ev yaşamı alanının kadınsı ilkeyle temsil edilişinin nedeni,
yalnızca kadınların kamusal yaşama girmelerinin engellenmiş olması değil, daha
çok modern aileyle ilintilendirilen özelliklerin kadınsı olarak anlaşılıp
kavranması ve bu özellikler bazında bir kadınlık kavramının kurulmuş olmasıdır.
Erkeklik ve kamusal alan arasındaki bağlantı da yalnızca üretim, dağıtım ve
yönetim dünyasına büyük ölçüde erkeklerin egemen olduğu gerçeğiyle değil;
kadınlar bunlara sahip olsalar bile kamusal yaşamın gerektirdiği kapasitelerin
eril kapasiteler olarak anlaşılıp kavranması ve kamusal yaşam tarafından
kurulmuş kimlik biçiminin bir eril kimlik biçimi olması gerçeğiyle
açıklanabilir. (Aktaran Öztürk, 200:63) Wollstonecraft kadınların özgürlüğe
kavuşması için şu düşünceyi belirtir: ‘’Artık kadınların yaşam tarzında bir
devrim gerçekleştirmenin zamanı gelmiştir. Kadınlara yitirdikleri onurlarını
geri vermek ve insan soyunun bir parçası olarak dünyanın dönüştürülmesine
katkıda bulunmalarını sağlamak için geç bile kalınmıştır. (Aktaran Michel,
1979:57)
Zeca
‘’kaplan’’ kostümüyle eve gelir. Annesini özlediğini ve bir dakikalığına görmek
istediğini belirtir. Annesine küçükken de kaplan kostümü giydiğini hatırlatır
ve pençe atma hareketleri yapar. Annesi de ‘’küçük kaplan’’ der. Zeca annesine
olan güzel sözleriyle annelikten faydalanır. Çünkü ‘’annelik’’ kadınlar için
kutsal sayılmıştır ve hiçbir annenin çocuğunu reddetmesi kabul edilmemiştir. Kaplan kostümünü erkeklerin ‘’vahşiliği’’
üzerine yorumlayabiliriz. Erkeklerin kadınlar üzerine uyguladığı baskılar,
psikolojik ve fiziksel şiddet, cinsel tahakküm kaplan kostümü ile
vurgulanmıştır. Aynı zamanda Zeca’nın üzerine giydiği kaplan kostümü, Robert’in
Vincente’nin üzerine diktiği kostümün rolüyle aynı rolü paylaşır. Erkekler
doğumlarından itibaren vahşi, güçlü, saldırgan, baskın, etkin, lider
duygularıyla yetiştirilirler. Erkekler belli kostümler, belli renkler, belli
hareketler, belli oyuncaklar ile büyür ve bunları hayat boyu devam ettirir. Zeca
kostümünü üzerine ‘’erkeklik’’adı altında giymiştir.
Zeca
Vera’nın odasına zorla girer ve ona tecavüz eder. ‘Erkeğin’ kadına olan şiddeti
kendisini tecavüzle gösterir. Cinsel olarak kadın sömürülmesi hem cinsel
yaşamına ve cinsel seçimine yapılan müdahalelerle hem de istemediği cinsel
ilişkiye zorlanarak devam ettirilmektedir. Kaplan kıyafetiyle tecavüz etmesi de
‘’erkekliğin’’ bir göstergesidir. Çünkü Zeca’nın üzerindeki kaplan kostümü
doğumundan itibaren insanların ve onların yaşamlarının oluşturduğu kültürün
‘erkeklik’ kalıplarının kostümüdür ve Zeca o kostümü giyerek ‘erkek’ kalıbına
girer ve ona göre hareket eder. Feministler tecavüzün tam da etrafındaki mitler
nedeniyle, kadınların erkekleri saldırmaya ‘davet ettikleri’ veya
kışkırttıkları, erkeklerin karşı koyamadıkları cinsel dürtülerinin ‘kurbanları’
olabilecekleri inancı nedeniyle, toplumsal bir pratik olarak bu denli yaygın
olabileceğini vurgulamışlardır. Tecavüzün erkek libidosunun değil, erkeklerin
cinsel eylemi kadınları ‘fethetmenin’ bir yolu olarak görmeye teşvik eden bir
kültürün ve erkeklerin, çoğu kez cezalandırılma korkusu olmadan kadınları
cinsel açıdan sömürmeyi ve fiziksel şiddet uygulamayı alışkanlık edinmelerine
izin veren bir toplumun ürünü olduğunu ileri sürmüşlerdir.(Aktaran Segal, 1990:287).
Brownmiller, erkeklerin tecavüz etmek için biyolojik bir kapasiteye sahip
olmalarının yanı sıra erkeklerin kadınları hükümleri altına almayı garantilemek
için yürüttükleri, bilinçli ve kolektif, tarih-aşırı ve kültür-aşırı, politik
bir strateji dahilinde kadınlara tecavüz ettiklerini de belirtir. Tecavüzcüler
ataerkilliğin ‘hücum kıtası’dır’, erkek
egemenliği için gereklidirler. Bazı erkekler tecavüz etmiyor olabilir, ancak
bunun tek nedeni kadınlar üzerindeki iktidarlarının, bu işi onlar için yapan
tecavüzcüler tarafından zaten garanti altına alınmış olmasıdır: Tecavüz, ‘bütün
erkeklerin bütün kadınları korku içinde bırakmasını sağlayan bilinçli bir
gözdağı verme yönteminden başka bir şey değildir.’ (Aktaran Segal, 1990:288)
Erkeklerin şiddet aracı olarak kullandıkları şiddet ‘erkeklerin doğası
cinselliğe yönelim’ olarak değerlendirilmiş ve meşru gösterilmeye çalışılmış ve
bunun karşılığında kadına erkeği tahrik etme, tecavüze davet etme gibi
suçlamalarla yaklaşılmıştır. Tecavüzün ‘erkek doğası’ değil bir tür şiddet
olduğunu Öztürk’ün aktarımıyla Godenzi: ‘’Cinsel şiddetin uygulanmasında
aslolan, şiddete dayalı cinsellik değil, cinsellik görünümlü şiddettir’’ diyerek
belirtir. (Aktaran Öztürk, 2000:134) Bu konuyu özetleyecek bir cümle olarak
Bhasin’in cümlesini verebiliriz: Tecavüz başta olmak üzere cinsel sömürü,
yöneten sınıfın sömürülen sınıfı yola getirmek için kullandığı bir araçtır.
(Bhasin, 1994:25)
Erkekler
kadınlara karşı yaptı yaptıkları baskılarla kendi egemenliklerini oluşturmaya
çabalarlar. Erkekler kadınların hem ‘’belası’’ hem de ‘’kurtuluşu’ olmaya
çalışırlar. Yürüdüğümüz bir yolda bir erkeğin bize saldırmasından korktuğumuz
anda başka bir erkeğin gelip bizi kurtaracağını düşünürüz. Bu şekilde hem
‘’erkekten korkan’’ hem de ‘’erkeğe muhtaç’’ olarak var oluruz. İşte bu tam da
erkeklerin istediği bir yaşam biçimidir. Çünkü bu onların işine yaramaktadır.
Onlar için ulaşılan bir zaferdir. Kültür, inanışlar, değerler, söylemler ile
erkeklerin ’erkekliğini’ konuşturduğu, kadınların bu ‘erkeklik’ altında
belli kalıplara sığdırıldığı bir sistem
oluşturuldu. Erkeklerin yaptığı baskılar, zorlamalar, tanrısal davranışlar
‘erkeklik’ tanımlamasına sığdırıldı ve meşru gösterildi. Kadınların sınırları
ise ‘bedenine, yaratılışına’ sığdırıldı ve böyle olması gerektiğine karar
verildi. Bu şekilde erkeklerin ‘’faydalandığı’’ , kadınların ‘’fayda
sağladığı’’ bir sistem oluşturuldu.
Bu sistemin üç mekanizması olduğunu söyleyen
Connell bunları şöyle açıklar: İlk olarak, kadınların ve erkeklerin farklı
işler yaparak farklı konumlar, statüler ve getiriler elde etmelerine yol açan
cinsiyete dayalı işbölümü önemlidir. Bu işbölümü kadınların ev-aile işleriyle
sınırlandırılarak ücretsiz ev içi emek olarak çalıştırılmalarına yol açar. Öte
yandan erkekler, genel anlamda kamu alanlarının denetimini ellerinde
tutmalarına yol açacak biçimde özel şirketleri, ticareti, bürokrasiyi, orduyu
yöneterek bu cinsiyet rejiminin sürekliliğini olanaklı kılarlar. İkinci olarak,
sınıf, ırk, etnisite, bölgesel gelişmişlik farklılıklarına dayalı iktidar
ilişkileri ile cinsiyet farklarına ilişkin toplumsal ilişki örüntülerinin iç
içe geçerek, toplumsal cinsiyet sisteminin bir iktidar ilişkileri ağı olarak
işlemesine yol açtığını belirtir. Üçüncü olarak, cinsiyet sistemi Connell’in
kateksis dediği, cinselliğin ve cinsel arzunun şekillendiği toplumsal
ilişkilerin oynadığı rolü vurgular. Bu faktörlerin oluşturduğu toplumsal
cinsiyet sistemi kadınların boyun eğdirildiği, erkeklere tabi kılındığı bir
yapıyı oluşturur ve sürekli kılar. (Aktaran Sancar, 2008:31-32)
Zeca’nın
Vera’ya tecavüz ettiği esnada ‘’kadınlığından başka bana ne verebilirsin’’
cümlesi kadının görevinin erkeği mutlu etmekten başka bir şey değil düşüncesini
ortaya atar. Kadının evin içinde yaşamak, ev işleriyle uğraşmak, çocuklarına
bakmak görevlerinin yanı sıra bir de erkeğini mutlu etmek görevi vardır
toplumsal cinsiyet inşasında. Kadının cinsel ilişki yaşama hakkı sadece
erkeğini mutlu etme yolundan geçer. Cinsellik erkeğin mutlu olması, kadının
mutlu etmesi olarak kodlanmıştır. Erkeğini mutlu edemeyen kadın zayıftır ama
kadının mutlu olup olmaması önemli değildir. Tecavüz de zaten erkeğin kendi
mutluluğuna giden yoldur. Erkeğin kadın üzerindeki tahakkümünü sadece evde,
dışarıda, işte değil yatakta da göstermektedir. Cinsel ilişki sırasında dahi
kontrol erkektedir ve erkeğin istediği olmak zorundadır. Çünkü kadın erkeğin
mutluluğu için, ona hizmet etmek için, onu mutlu etmek ve rahat ettirmek için
vardır. Vera’nın ‘’bahçede sevişelim’’ cümlesine karşılık Zeca ‘’açık havada
sevişmeyi hiç sevmem, bu kaplan yatakta sevişmek istiyor’’ diyerek cinsel
ilişkide dahi erkek tahakkümünü, cinselliği yönetenin erkek olduğuna ve kadının
burada da tahakküm altında olduğun gösterir. Buna bir örnek olarak filmde şu
sahneyi örnek verebiliriz: Tv’de cinsel ilişki yaşayan çiftleri görürüz. Cinsel
ilişkide olan bir çiftin kadının ayaklarında onu tutan bir kapan vardır.
Bacaklarına sarılı şekilde tutulmuştur. Kadının cinselliği de rehin alınmıştır.
Vera
kadın bedeni altında baskı altında yaşatılmaktadır ve erkeğin zevkine ve isteğine
göre şekillendirilmektedir. Robert onun bedenine kendi istediği şekli
vermektedir. Kadını bu kalıplara sokarken aynı zamanda ona cinsel seçim
hürriyeti de tanınmamıştır. Kadınsak eğer erkekleri mutlu etmeliyiz. Bunun yolu
da heteroseksüel bir ilişkiden geçmektedir. Zeca’nın Vera’ya tecavüz etmesi
aynı zamanda belli bir kalıba ve kimliğe büründürülen kadının heteroseksüel bir
ilişkiye zorlanması olarak görülebilir. Vera’nın kadın olarak kiminle ve ne
şekilde bir cinsel ilişki yaşamak istediği önemli değildir. Tecavüz edilerek
heteroseksüel ilişkinin kalıpları içine zorla sokulmaktadır. Kişilerin cinsel
seçimlerinin özgürlüğüne engel olmakla, belli cinsel kalıplara ve davranışları
sokulmalarının bir örneği olarak Vicente eline aldığı elbiseyi Cristhina’ya
göstererek giy bunu ve akşam partiye gidelim der. Christina kız arkadaşıyla
buluşacağını söyler. Vicente üzerinde çok hoş duracak dedikten sonra Christina
çok beğendiysen kendin giy der. Burada giyinmek fiilini aslında günlük
kullanımda elbise giymek olarak anlamlandıramayız. Giyinmek fiili burada belli
bir kalıba girmek, belli bir profili, kimliği üzerine almak olarak
yorumlanabilir. Butiğe gelen birinin karısının evi terk etmesinin ardından
erkeğin elbiselerini getirerek butiğe vermesi de kadının üzerine giydirilen
elbiseleri, kalıpları kabul etmediğini ve özgürlüğe ulaştığının göstergesidir.
Robert
Vera’ya üzerine giymesi için bütün bedenini kaplayan çoraplı bir kıyafet verir.
Ve bunu ikinci derisi gibi her zaman taşıması gerektiğini söyler. Giydiğin kıyafet
vücuduna şekil verecek der. Vicente’nin çorabı giydiğini detaylı bir şekilde
görürüz. Ayak parmaklarından vücuduna ve ardından el parmaklarına kadar giyer
kıyafeti. Kadına dikilen kıyafeti giymeye başlamıştır. Kadının bedeninin her
yerinin bir kimlikle kuşatılması detaylarla gösterilmiştir. Kıyafeti giydiği
müddetçe baskılar, tecavüzler, tutsaklıklar devam etmektedir.Vera kıyafetini
giydikten sonra Robert’e arkamı kapatır mısın der. Robert kapattığı esnada
Vicente tekme atarak Robertten kurtulur ve kaçmaya çalışır. Robert’in bu esnada Vicente’ye ‘’sürtük’’
demesi artık onu değiştirdiğine inandığını gösteriyor. Cinsel özgürlüğünü
yaşayan kadınlara yakıştırılan ‘’sürtük, orospu, fahişe vb.’’ terimler Vera’nın
kaçma sahnesinde dillendirilmiştir. Bunun tam tersi olarak erkeklerin kadınları
belli kalıplara sokmak için dillendirdikleri kelimeler ‘’güzelsin, seksisin,
çekicisin, bakımlısın, naziksin, kibarsın, küfür etmezsin vb. Robert’in Vera’ya iyi davrandığı sahnelerde
onu belli kalıplara sokmak için verdiği uğraşa destek olarak görülebilir. Bununla
ilgili olarak Walters şöyle der: Erkeklerin kadınlara karşı inceliği ve
övgüleri yalnızca kadınları yerlerinde tutma çabaları olarak görülür ve en
‘’kadınsı’’ kadın da erkek fantezilerini en iyi yerine getirendir. (Walters,
2005:53) Wollstonecraft göre, kadınsı olmak da çoğu zaman yapay, sınıfa dayalı
bir oluşumdur; nezaketin ya da nezaket olarak algılananın sergilenmesinden
başka bir şey değildir. (2005:53) Millett’e göre cinsel politika, her iki
cinsin de gerek ruhsal yapılarının, gerekse toplumsal yerlerinin ve
durumlarının, ataerkil anlayış ve tutuma bağlı kalınarak
‘toplumsallaştırılması’ sonucunda gönüllü destek bulmaktadır. Erkeklerde
salsırganlık, zeka, güç ve etkin oluş; kadınlarda bilgisizlik, güçsüzlük,
‘iffet’ ve edilgenlik, beklenen ve kabul edilen niteliklerdir. (Aktaran Öztürk,
2000:130)
Robert
Vicente’ye bundan sonra sana Vicente demeyeceğim. Senin adın Vera der. Tamamen
bir kadın yarattığını düşünür ve adına kadar her şeyini kendi oluşturduğunu
düşünür. Kadını belli bir kimliğe bürür, belli bir vücut yapar, belli bir
kalıba sokar. Kendisini tanrı olarak
görür. Aynı yaşadığımız dünyada erkeklerin kadınlar üzerinde tanrı olarak
görülmesi gibi . Erkeğe hizmet, erkeğe hürmet, erkeğin dediği, erkeğin
istediği, erkeğin hissettiği..
Toplumsal cinsiyetin kendiliğinden
oluşan bir durum olmadığını belirtmiştik. İnsanların oluşturduğu ve insanların
faydalandığı veya zarar gördüğü bir durumdur. Bu konuyla ilgili Butler şöyle
der: Toplumsal cinsiyet deneyimlenen toplumsal pratikler bütünüdür. Yani
bireylerin neyi amaçladığı, neyi hayal ettiği, neyi yapmak zorunda hissettiği
tarafından değil, doğrudan neyi ‘’yaptığı’’ tarafından şekillenen bir toplumsal
pratikler bütünüdür. Bu nedenle toplumsal cinsiyet bir yapı, sistem, norm
değil, gerçekleşmesi bireylerin ‘’yapma’’sına bağlı bir tür ‘’fiil’’dir. Diğer
deyişle, insanların toplumsal cinsiyet davranışları dışarıdan belirleyici maddi
nedenler tarafından belirlenmeyen oluşumlardır ve insanların farklı şeyler ‘’yapma’’
ları ile değişebilir. Dolayısıyla insanlar cinsiyet adına neyi yaparlarsa sonuç
odur. (Aktaran Sancar, 2008:183) Vera ise bu oluşuma karşı gelmektedir ve
bunu Robert’in kendisine verdiği
elbiseleri yırtarak gösterir. Onları giymek istememektedir. Bu kalıplar, bu
elbiseler o değildir. Bir kadın bunları yapmak zorunda değildir. Erkeğin
istediği bu diye bu şekle girmek zorunda değildir. Ardından Robert ona
gönderdiği makyaj malzemelerini de geri çevirmesi belli bir kadın kalıbına
girmenin reddedilmesidir.
Beavouir kadının belli bir kalıba zorla
sokulduğunu ‘’İnsan kadın doğmaz, kadın haline gelir’’ der. Kadının kendi
konumunu değiştirebileceğini söyler. Bunun nasıl yapılması gerektiğini anlatmak
için : Birçok kadın, yanılarak, kurtuluşu aşkta arar. Fakat Beavouir’in kendi
alternatifi belki de gereğinden fazla basittir: Beavouir’in hayal ettiği
‘’bağımsız kadın’’:
(…)
Aktif olmak, alıcı olmak ister ve erkeğin empoze etmek istediği pasifliği reddeder. Modern kadın
erkeklere özgü değerleri kabul eder; erkeklerle aynı koşullarda düşündüğü, eylem gerçekleştirdiği,
çalıştığı, yarattığı için kendisiyle gurur duyar. (Aktaran Walters, 2005:138)
Son sahnede Vicente evden kaçar ve kurtulur.
Ardından annesinin butiğine giderek annesine döner ve ‘’Ben Vicente’yim’’ der.
Lezbiyen olan Christina’nın Vincente’ye gülümseyerek bakması lezbiyen bir
ilişkinin başlayacağının sinyalleri olarak görülebilir. Vincente kadın bedeni
içinde kendisine dikilen elbiselerden özgürlüğe kaçmıştır. Son sahnede annesine
döner ve ‘’Ben Vicente’yim’’ der. Burada insanın bir kimliğe giremeyeği,
değiştirelemeyeceği, kalıba sokamadığı, ne yapılırsa yapılsın aynı kalacağı
gösterilmiştir.
SONUÇ
Kimlik
bir nesne değil, bir süreç’ tir. Üstelik bu süreç tekdüze değildir. Bunalım ve
geçiş dönemleri, çoğunlukla bilhassa yoğun kimlik inşa devreleridir.
Dolayısıyla, Lauretis’ in toplumsal cinsiyete dair sözlerini biraz farklı bir
biçimde ifade ederek, kimliğin (bir) temsil olduğunu ve ister kendine ister
başkalarına dönük olsun, kimlik temsilinin aslında bizzat kimliğin inşası olduğunu
söyeleyebiliriz. (Schick, 1999:17) ‘’Deneyim ve fikirlerimize bir anlatı
örnekçesinin damgasını vurduğumuzda, hayatlarımızın ve kendimizin anlamını da
yaratmış oluruz. Şekil ve biçim vererek sırayı belirler, kutupsallıklar verir,
hiyerarşi kurar ve böylece kültürümüzün önceden belirlenmiş anlambilimsel
haritasını yeniden üretiriz…Dünya ve ‘benlik’ bu dilbilgisi ve yapılandırmanın
dayattığı biçimsel ve anlambilimsel örnekçelerle dolayımlanır. (Aktaran Schick,
1999:19) Toplumsal cinsiyetin oluşumunda insan etkindir ve yaşadıkları tüm her
şey toplumsal cinsiyeti oluşturmaya başlar. Kadınlar bu oluşumdan en çok zarar
görenler olur. Erkek tahakkümü altında yaşamaya, tutsak, belli kalıplar ve
kurallar içinde bir hayata zorlanırlar. Kadınların kimlik oluşumu da bu süreçte
başlar. Kadınlar kendi kimliklerini oluşturma çabasının yanı sıra erkeklerin
onlar için hazırlamış oldukları kimliklerle karşılaşılırlar ve erkekler
tarafından bu kimlikleri giymeye mecbur bırakılırlar. ‘’İçinde yaşadığım deri’’
filmi bu kimliklerin inşasını elbise metaforu üzerinden göstermiştir.
Kadınların bu kimlikleri reddedişleri gösterilmiş ve özgürlüğüne ve kendi
benliğine kaçan bir kadın resmedilmiştir.
Filmde
kullanılan elbiseler, yapay deri kadınların üzerine inşa edilen kimliklere,
baskılara, kurallara gönderme yapar. Kadınlar üzerine dikilen kimlikler tüm
kadınları aynılaştırmaya, erkeklere fayda sağlayacak şekilde donatılmasına,
fayda sağlayıcı rollere bürünmelerine hizmet eder. Kadınlar üzerine dikilen
kimliklere uyum sağlamak zorunda bırakılır ve öz kimliklerini içlerinde bir
yere saklarlar. Filmde yoga eğitmeni tarafından bu durumu içimize yolculuk olarak
tanımlar ve içimize ulaşmaya davet eder. Bu filmde kadına giydirilen kimlikler
elbise metaforu kullanılarak gösterilmiş ve kadının içindeki kendi kimliğine
ulaşımı göstermek amaçlanmıştır. Erkeğin kadını kendini tanrı ilan ederek
baskılarla, kalıplarla ve kurallarla kimliğe bürümesi ve ondan cinsel olarak
faydalanması, işlerini yapan, kendisine itaat eden, duyguları kullanılan bir
kadın haline getirilmesi eleştirilir. Vincente’nin üzerindeki deri aslında
kadınlara giydirilen kimlikleri temsil eder. Erkekler tarafından tecavüz
edilen, seks objesi yapılan, cinsel yaşamı etki altına alınan, yaşam tarzı
sorgulanan, giyimi belirlenen eve tutsak edilen kadınlar. Bütün kadınlar filmde
erkeklerin baskısı altında yaşamaktadır. Christina cinsel kimliğini değiştirmesi
için Vincente tarafından, Norma babasının baskısı ve tutuculuğu tarafından,
Robert’in annesi kendisin terk eden erkekler tarafından, Vincente Robert
tarafından baskıya uğramaktadır. Kadın karakterlerin hepsi erkeklerin
üzerlerine yaptıkları baskıya karşı çıkmışlardır. Norma babasının baskıcı yaşam
tarzına, Gal kocasının tahakkümüne, Vincente Robertin onu tutsak etmesine,
cinsel olarak faydalanmasına ve köleleştirilmesine baş kaldırmıştır.
Toplumsal
cinsiyet erkeklerin üstünlüğünü destekler ve bunu bedene, güce, yaratılışa
dayandırır. Filmde erkeklerin kadınlar üzerine baskısı farklı şekillerde
gösterilmiştir. Robert Vincente’yi odaya kilitleyerek kadın üzerine olan
baskıyı yansıtıyor. Vincente özgür bir şekilde değil, erkeğin kendisine sunduğu
şartlar altında yaşamaktadır. Bundan kaçmaya çalıştığı zaman yine erkeğin
baskısıyla karşılaşmaktadır. Zeca’nın Vincente’ye tecavüz etmesi de
tahakkümünün cinsel yönden tezahür
edişinin gösterilmesidir. Kadınların cinsel hayatı baskı altına alınmış,
belirli bir cinsel kimliğe zorlanmış ve kadınlar ‘namuslu, terbiyeli, namussuz,
orospu, fahişe, ev kızı, sokak kızı’ olarak kısımlara ayrılmıştır. Bunlar
kadınların üzerine dikilen kimliklerden sadece bazılarıdır. Erkekler bu
kimlikleri işlerine geldiği gibi kullanır ve bunları kullanmak adına da
kimlikleri yaratırlar. Kadına verilen görevler ve kimlikler erkeklerin yaşamını
kolaylaştırmak, üstünlük sağlamak, iktidarlarını devam ettirmek için
oluşturulmuştur. Bunlara itiraz eden kadınlar ‘sapkın, düzene karşıt, sürtük, cezalandırılması
gereken kadın’ olarak tanımlanır. Filmde bütün bunları reddeden ve bu
kimliklerden sıyrılarak kendi kimliklere ulaşmaya çalışan, bu kimliklerle
yaşamaktansa ölmek pahasına mücadele eden kadınlar yansıtılmıştır. Vincente’nin
Robert’ten ve o tutsaklık odasından kaçışının anlamı kadının üzerine dikilen
kimlikleri reddedişinin ve içerisine gizlediği kimliğe ulaşımının bir
göstergesidir.
KAYNAKÇA
Scott, J. (1988). ‘’Toplumsal Cinsiyet:Faydalı Bir Tarihsel
Analiz Kategorisi’’. (Çev. A.T.Kılıç). Agora Kitaplığı. (2007)
Bhasin, K. (1994).
‘’Toplumsal Cinsiyet:Bize Yüklenen Roller’’. (Çev. K.Ay). Kadav Yayınları.
(2003)
Wolf, S. (2009).
‘’Cinsellik ve Sosyalizm’’. (Çev. K.Tanrıyar). Sel Yayıncılık. (2012)
Walters, M. (2005).
‘’Feminizm’’. (Çev. H.Gök). Dost Kitabevi Yayınları (2009)
Hooks, B.
(2000). ‘’Feminizm Herkes İçindir’’. (E.Aydın, B.Kurt, Ş.Özgün ve diğerleri)
bgst yayıncılık (2002)
Segal, L.
(1990). ‘’Ağır Çekim Değişen Erkeklikler Değişen Erkekler’’. (Çev. V.Ersoy)
Ayrıntı Yayınları (1992)
Mıchel, A.
(1979). ‘’Feminizm’’. (Çev. Ş.Tekeli). İletişim Yayınları (1993)
Öztürk, R.
(2000). ‘’Sinemada Kadın Olmak’’ . Alan Yayınları (2000)
Sancar, S.
(2008). ‘’Erkeklik:İmkansız İktidar’’. Metis Yayınları (2008)
Shick, İ.C.
(1999). ‘’Batının Cinsel Kıyısı’’. Tarih Vakfı Yurt Yayınları (2000)
Aktaş, G.
(2013, Haziran) Feminist Söylemler
Bağlamında Kadın Kimliği:Erkek Egemen Bir Toplumda Kadın Olmak ; 30, 1 www.edebiyatdergisi.hacettepe.edu.tr/index.php/EFD/article/.../516
Eliuz, Ü.
(2011) Cinsel Kimlik Paniği:Kadın Olmak http://www.turkishstudies.net/Makaleler/905298714_17_%C3%BClk%C3%BC_eliuz.pdf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder